Uzun uzun yazacağım umarım boşa gitmez okursun. Bağlam konusu zor bir konudur ve çok farklı açılardan incelemen gerekir. Öncelikle bir yerlerde sanki özgür iradem dışında başka bir şey var dediğin şeye biz edinç diyoruz. Noam Chomsky’nin davranışsal dil edinimi teorisini yere gömen üretimsel dilbilgisi teoremine göz atarsan edinç hakkında yeterince bilgileneceksin. En nihayetinde 3 var olan yani zihinde,dilde ve gerçekte var olan şeyler refleksif bilinç ile alakalı. Bizi hayvanlardan ayıran yegane şey. Ve bu bilincin bize verdiği en önemli yeti dildir. Dile sahip olduğun sürece anlamlandırırsın, düşünürsün. Çünkü bir şeyleri var etmen gerekiyor, tanımlaman gerekiyor. Ve düşüncelerinin dil ile şekillenmesi olayı da var. Aynı zamanda bağlamında. Yarın kadıköyde buluşuyoruz değil mi? diye sana sorarsam eğer bu eksik bir tümce olurdu. Çünkü bağlamı yok. Neden? Çünkü beni tanımıyorsun. Dil kodun beni tanımlayamıyor. Kimim ben? Bağlamım yok zihninde. Dolayısıyla anlamsız gelen bir soru olacaktır. Deli mi ne gız der geçerdin muhtemelen sadece bunu yazsaydım. Anlatmaya çalıştığım şey şu, kendini herhangi bir dilden muaf bir varlık olarak düşündüğünde bağlamı oluşturacak silahtanda muaf olacaktın. Demeye çalıştığım şey bağlam konusuna dil açısında girişmeye çalış. Fikirlerin daha çok şekillenecek. Nörodilbilim-göstergebilim ve semiyotik üçlüsüne dikkat çekiyorum. Evren algılarınla var olur Doğan. Algıların ise tanımladıklarınla. Tanımsız bir şeyin bağlamı olmaz. Bunu daha iyi anlayabilmek içinse yine Chomksy’nin derin yapı-yüzey yapı modelini incelemeni şiddetle tavsiye ederim. Edincin yüzey yapıya çıkarken anlamın ve bağlamın nasıl yok olduğunu ve neden yok olduğunu çok daha iyi göreceksin. Umarım okumuşsundur ve sana faydası olacağından çok eminim. Yazarak bir şeyleri pek anlatabilen biri değilim fakat sana ana yapıyı verdiğime inanıyorum. Umarım dikkate alır ve bir göz atarsın söylediğim şeylere. Kolay gelsin.
eskiden videolarını uzun uzun izler, kendimce çıkarımlar yapmaya çalışırdım. şimdi bütün günün stresi, işçilerin yevmiyeleri, alacak verecek hesapları derken kafam kazan gibi olmuş, eski hevesim de kalmamış nebuch.
Herhalde son sezonlarda yorumları en kaliteli olan bir video. Bu yorumlara ek olarak bir şey söyleyebileceğime inanmadığım için pek bir şey söylemem herhalde. Bağlam konusu çok uzak olduğum bir konu ve buradaki yorumlar henüz anlamadığım ve haberdar olmadığım çok çeşitli bakış açılarını sunuyor.
Geçen yıldan beri takip ediyorum paylaşımlarını, günümüz Türkçesinin felsefi izahlarda bizi çoğunlukla çaresiz bıraktığından yakınan biriyim, bu yüzden senin çaban hoşuma gidiyor. Dilimiz adına da yeni terimler üretmekten korkma, bir iki video sonra anlamaya başlarız. Diğer bir konu, Muhyiddin İbn i Arabi yi okumanı tavsiye ederim, kelimelerle çizdiğimiz ufukların ötesine bakabilirsin, bizden biriyle başlayarak İbn-i Arabi ye gitmen de kolay olur, Bediüzzaman Said Nursi. Umarım ikisinden de değerlenme fırsatın olur
Belkide ölüm; korkulması gereken bir gerçek değildir, Zira ancak yaşayanlar ölüm için kaygılanır... Ölülere ne olduğunu bilmeyen yaşayanlar, elbette ki ölümün ne olduğunu bilmediğinden korkacaktır, ancak unutmayınız, Biz insanlar bilmediğimiz ve korktuğumuz binlerce fenomeni çözümleyip korkularımızın üstesinden fazlasıyla geldik... Sırada olan şey ''Belkide ölümdür''...
nebuch kitaplarının devamı nerde ? o kadar güzel kitapları nasıl bitirmezsin ! hiç zamanın varmıdır , uğraşabilirmisin bilmiyorum ama bu bilgi birikimi ile ben bilim kurgu türünde müthiş şeyler yazabileceğine inanıyorum
Gerçeklik tektir. Herkesin gerçekliğinin farklı olduğu iddiası yargıların farklı olmasından ileri gelir. Bir ara bir elbise vardı, herkes farklı renk söylüyordu. Materyalistler buna bakıp gerçekliğin herkeste farklı olduğunu iddia ediyor. Halbuki gerçekliği korezyona uğratan zaten yargılama aşaması. O elbiseye mavi dediğin an, yargıyı ürettiğin an gerçekliğin bozulmasını sağlıyorsun. Aslında yargı üretilmediğinde, gerçekliğin tek olduğu aşikar olacak. Bağlam ve yargı arasında bir korelasyon var. Hak din denilen dinler ve doğu öğretilerinde de esasen mevzu bahis yargıyı azaltarak bağlamdan sıyrılmaya çalışmak. Fakat yargıyı tam olarak yok etmemiz neredeyse imkansız gibi geliyor, çünkü beynimizde amigdala her an ölüm korkusuyla bizi uyarıyor ve yargı üretmemize sebep oluyor. Fakat dinlere bakıldığında yargıyı azaltmak için birçok ritüel olduğunu ve yargılama üzerine kurulu bir günah listesi olduğunu görebiliriz. Yargı mı bağlamı üretiyor bağlam mı yargıyı bu konuda henüz emin değilim. Fakat gerçeğe acı veya tatlı, iyi veya kötü diyemeyeceğimiz gibi (çünkü yapısı gereği sıfatlardan münezzehtir), yargıya da gerçeğin uzantısı olduğu için iyi veya kötü demek abes kaçacaktır diye düşünüyorum. İyi yargı, kötü yargı diye adlandırmamız yine gerçekliğin bozulup yargıyı üretmesinden ötürü. Yargıyı azaltabilmek için amigdalayı rahatlatmamız gerek, ama çok değil. Bir savaş, fakirlik, yokluk esnasında tüm bağlamı ölüm korkusu üzerine kurması gerçeklikten uzaklaşmamıza sebep oluyor. Fakat örneğin maddi olarak çok rahat etmemiz de amigdalaya yine bu nimetlerden kopma endişesi, dolayısıyla ölüm korkusu verecektir. Esasen bahsettiğim dinler ve doğu felsefeleri de dünya hayatına çok kapılmamayı ama tam olarak da bırakmamayı bu yüzden öğütler.
Eru, Ainur ile müzik ile, uyumlu notalar ile iletişime geçti ve uyumlu notalar uyumlu varlıkları yarattı. Sönmeyen Ateş bu uyumlulukları ve bunun dışındaki uyumsuzlukları ortaya serdi. Uyumsuzluklar ve marazlar ise hep Melkor tarafındandı!?. Hep arıza notalar basıyordu, ve gerekli gamın içerisinde olması gereken (beklenen/bağlamına alışılmış olan) notalar olmaması mıydı olay? ya da notanın amplitude'u olması gerekenden (tüm Vaların yaptıklarından) daha mı çok idi? Tüm buralarda öncelikli tesis edilen ve dışına çıkıldığı zaman bağlamının dışını çıkılmış olan bu anlamlar son derece gıcık edici sonuçlar mı doğuruyordu Valar için? Nienna tüm bu bağlam uyuşmazlıkları için mi onca göz yaşını döktü Manwe'nin polyanacı anlam dünyası ise onun bütün bu "beyaz şovalyeliği" uğruna tesis edilmiş olan bağlamlar mıydı?(aslında onda zıttı yer alınca Manweyi Manwe bağlamından çıkaracak olan ama başka bir deyişle Melkora karşı tek başına yetebilecek bir Manwe yaratacak olan bir bağlam mıydı?)(o zaman eski anlam bozulur muydu?) Peki Mandos? Var olmak için Arda'ya ve Arda bağlamına muhtaç olmadığımızın bir kanıtı mıydı salonları? Velhasıl, Sönmeyen Ateşte tüm bu olaylar yaşanırken müzik, müzikteki tema aslında çoktan susmuştu. Ve Ainur'un tüm bu yaptıkları boşlukta "t" parametresine bağlı olmaksızın duruyor ve Sönmeyen Ateş tüm bu Ainuların hayallerini yaşatıyor adeta onlara hayat veriyordu. (onlara zaman ilüzyonunu yüklüyordu) Peki Mandos'un salonlarının ötesinde olan Numenor, Eldar ve Khuzdlar... Onlar hangi bağlam ile hangi bağlamlara ulaşıyorlardı? Eru bu bilgiyi neden Valardan gizlemişti?(ya da açıklayamamıştı ya da Valar'ın kapasitesi buna yetmedi mi?)
Ben de kendimi geliştiren okuyan biri zannederdim. Bu nasıl bir beyin, bu nasıl konuşmalar. Ya bir de yorumları okuyayım dedim; şu sonuca vardım. Böyle bir konuyu you tube de kendi ana dilimizde anlatıp tartışan bir mecra var. Gene ölüm bağlamına geleceğim ama "Artık gözlerim açık gitmem"
Dikkatin önsezili programlama teorisi bana daha mantıklı geliyor ilk teoriye kıyasla. Ters hiyerarşiye göre beyinde hazır bir bağlam var ve bu bağlamda bir şeye baktığımızda, baktığımız o bağlama göre anlamlı hale geliyor. Ama bağlamın beyinde nasıl oluştuğu konusu askıda kalıyor. Ben de bir örnek vermek istiyorum. Benim go oynarken fark ettiğim ama daha popüler olduğu için satranç üzerinden anlatmak istediğim bir durum var. Satrancın kurallarını bilmek sizi iyi bir satranç oyuncusu yapmaz. Rakibinizle aynı sayıda hamle sayabildiğinizi varsayalım. Hamle saymanın etkili olmadığı bu durumda, stratejisi iyi olan kazanacaktır. İşte bu strateji dediğimiz şeyler de kazanmak için gereken bağlamlar oluyor. Ve yaptığınız hamle o bağlamlar doğrultusunda anlamlı ya da saçma oluyor. Biraz satranç çalışan kişiler şunları işitecektir: "Şahı önce güvene al, ondan sonra saldır." "Merkez hakimiyetini ele geçirmeye çalış." "Açık oyna, taşlarının manevralarını kısıtlama." "Taş olarak öndeysen oyunu oyun sonuna götür, taşları takas et." "Çift fil konumunu koru. Gereksiz yere çift fili bozma." "Rakibe göre daha büyük bi hacim elde etmeye çalış." vs... Bu bağlamlar daha da çoğaltılabilir. Ben bu bağlamlar ile düşünerek satranç oynadığımda, normalde benden 2-3 hamle ilerisini sayan ama bu bağlamlara göre hareket etmeyen birini rahatlıkla yenebilirim. Çünkü benim tahtaya baktığımda gördüğüm anlamlar ile onunki aynı olmayacaktır ve geçerliliği olan bu bağlamlar doğrultusunda, rakibimin hamleleri benim hamlelerime göre daha saçma olacaktır. Burada Ters hiyerarşi durumu var. Ben tahtaya belli bağlamlar ile bakıyorum ve hamlelerimin anlamını ona göre oluşturuyorum. Peki bu bağlamlar nereden çıktı? Burada google'ın geliştirdiği öğrenebilen algoritma (kendi kendini programlayabilen algoritma mı demeliyim (: ) AlphaZero'dan örnek vermek istiyorum. AlphaZero hiçbir dataya sahip olmadan, sadece mat etme bilgisine sahip olarak, kendi kendine oynayarak satrancı öğrendi ve kendisinden önceki en güçlü yapay zeka olan Stockfish'i yendi. Ve bu yapay zekaların maçlarını izlediğimizde, ustaların bağlamlarını(stratejilerini) kullandıklarını görüyoruz. Hadi Stockfish eskiden oynanan bir çok oyunun bilgisine sahip olduğu için bunu yapıyor, peki AlphaZero bunu nasıl yaptı? İşte hata ayıklama burada devreye giriyor. İnsanlarla aynı şeyi yaptı, ona kaybettiren hamleleri ve stratejileri ayıkladı ve sadece kazandıran stratejiler kaldı. Bu arada hemen söyleyeyim, Stockfish saniyede 70 milyon hamle hesaplarken AlphaZero sadece 80 bin hamle hesaplıyor. Bu da belli bağlamlarla hareket etmenin gücünü ortaya koyuyor. Aslında ortada tek bir bağlam var: "Mat etmek, dolayısıyla yenmek." Diğer bağlamlar, bu en baştaki bağlam doğrultusunda doğuyor ve anlamlı hale geliyorlar. Bağlamın anlamı da başka bir bağlamdan geliyor. Eğer kuralda ufak bir oynama yapsak mesela vezir kaybedilince, oyunu kaybetsek; bu sefer tüm strateji rakip veziri öldürme üzerine olacak ve mat etmek için geliştirdiğimiz stratejiler artık işe yaramayacak(en azından bazıları). Burada bağlamların doğuşu ve başka bağlamlara göre nasıl anlam kazandığını örnekledik. Tüm bu bağlamlar; kurallar ve oyunun nasıl kazanılacağı konusu(amaç) ile doğuyor. Kuralların kendisi anlamlı değildir. Atın manevrasını anlamlı veya anlamsız olarak değerlendiremeyiz. Amacı da sorgulayamayız, mat etmek üzerine tartışamazsınız. Kuralları değiştirdiğinizde elinizdeki şey artık satranç olmuyor. Başka bir oyun ya da başka bir satranç oluyor. Satrancın kendisi bir evren, ve kuralları bu evrenin kanunlarınır. Amaca hizmet eden her hamle anlamlı, etmeyen ise anlamsız oluyor. Yalnız gene önemli bi nokta, bazı kuralları değiştirseniz bile bağlamlar oluşmaya devam edecektir. Örneğin oyundan fili çıkarırsak, dediğimiz gibi bu başka bir satranç olacak ve kendince yeni bağlamlar oluşturacaktır. Ama oyunun amacını çıkarırsak, yapılan hiçbir hamlenin anlamı olmayacak. Bu nedenle yeni bağlamlar da olmayacak. Oyunun amacı da bir kuraldır. Ama belli bir süreci noktalayan bir kural olduğu için bağlamların oluşmasına olanak sağlar. Bizim evrenimizde ise ölüm kavramı belli bir süreci noktaladığı için kültürel bağlamlarımızın onun üzerinde olmasına şaşmamalı. Ama biz ne yaparsak yapalım ölüyoruz. Ölüm sadece noktalayan bir kural, bir amaç değil. O yüzden hayatımızda anlamlı hiçbir şey de yok bu mantıkla. Tabi sanal bir amaç doğrultusunda yaşarsak, yaşadığımız hayatta kendimizce yeni bağlamlar oluşturabilir ve o amaca göre anlamlı veya anlamsız bir hayat yaşayabiliriz. Tabi seçeceğimiz amaç da, temeli olmayan bağlamlar üzerinden olacaktır :)
Tabi amacımız yok diyoruz ama, bedensel ihtiyaç ve dürtüleri bi kenara atarak diyorum bunu. Soyut olarak elle tutulur bir amacımız yok. Ama soyut kavramlar üzerinden de yaşıyoruz bir yandan hayatı. Hatta daha büyük bir yer kaplıyor bu günümüzde çünkü bedensel ihtiyaçları hemen gideriyoruz. Algılarımız bile evrimsel ihtiyaçlar doğrultusunda gelişmiş, ve bu algılarla bir şeyleri anlamaya çalışıyoruz. Trajikomik bi durum...
donanıma göre şekillenmiş yazılımlarız ve yapay zeka gibi hataları ayıklayıp yazılımı kendi bağlamımıza yani donanımımıza göre güncelliyoruz. ilginç olan asıl konu bizi donanıma bağlayan istek yani bu donanımdan ayrıldığımız zaman acı çekeriz.sanki ileri düzey teknolojiyle kodlandık.
Tavuk mu yumurtadan çıkar Yumurta mı tavuktan sorusu aklıma geldi ters hiyerarşiden bahsedince.Dücane Cündioğlu'nun Kundak ve Kefen konuşmasını tavsiye edebilirim sanırım konuyla ilgili "Tarihsel ve doğal sıralama ile mantıksal ve diyalektik sıralama birbirinin zıddıdır."
Bir nesnenin , ne olduğunu ya da bir bilgiyi öğrenirken onu niteliksel özellikleriyle öğreniyoruz ve bu niteliksel özelliklere önceki deneyimlerden kaynaklanan bilgiler , kanaatlar ekleniyor ya da bulaşıyor. İki farklı kişi bir nesneyi ya da bir bilgiyi çevresel faktörlere bağlı olarak farklı şekilde ele alarak öğreniyor. Yani farklı iki bağlamda. Bir insan içkiyi kötü bir şey olarak öğrenirken , diğeri iyi birşey olarak öğreniyor. Hiçbirşeyi nötr bir şekilde öğrenmiyoruz. Bir bağlam içinde öğreniyoruz. Herşeyi diğer kavramlarla etkileşim halindeki durumuyla öğreniyoruz. Yani nesneler yok, olgular var. Tek tek bilgi yok, bilgi ağı var.
Ontoloji hakkında konuşabilir misin farklı görüşlere ihtiyacım var. Ben varlığı bir kavga olarak düşünüyorum daha doğrusu düşünüyordum, algılama doğrultusunda gerçeklik ve doğruluk kavramlarını yok sayarsak her şey kavga gibi siyahı var eden beyaz, beyazı da siyah birisinin yokluğu ötekinin varlığına sebep ve tam tersi ying-yang da buna bir örnek her şey gibi peki böyleyse varlık durumu varlığın zıttı yokluktur, yokluğun olmadığı yerde varlık devreye girer peki yokluk nedir gerçekliği göz ardı edip varlığı gözlemlenebilir saymıştık ancak yokluk için bence tüm tanımlar eksik.
İnsan silüeti örneği değil de yazınsal bir örnek kullansaydık,yani anlamı kendinde yayılmış olanı kullansaydık ne derdik? (Kendimi şimdilik ifade edemedim sanırım)
Gözlemcinin perspektifine göre hal almayan güzel bir fikir. Şöyle bir soru çıkıyor ortaya: bu mümkünse kusursuz gözlemci dediğimiz şey de mümkün müdür?
Benlik olgusu, dürtüsel bir varoluşun etkisi ile oluşur. İhtiyaç sezgisel bilginin dışa yansıyarak oluşan eylemdir. Sonuçta yaratılışın ihtiyacı altında kalan bir varlığın yanilsmasini gerçeklik olarak algilariz. Bu önermenin getirdiği netlik, gördüğümüz ya da duyumsadigimiz ve arzuladığımız eylemler biz o şeyi istemeden varlık olarak beynimizde var olan gerçekliktir. Bu bağlamda oluşan eylemler bizim tercihlerimize kalmistir. Yani aslında biz varlığın bütünlüğü içinde varsayımsal bir eylemler bütünlüğünü oluşturan cisimleriz sadece
Kaynak kitabın/kitapların var mı? Nereden ediniyorsun bu bilgileri? Özellikle bilinç ve ruh ile ilgili olanları. Eğer söylersen, alıp okumayı düşünüyorum.
Çok amatörce yorum yapacağım ama belki anlamın bağlama muhtaç olma sebebi zamandan kaynaklanıyordur. Eğer zaman olmasaydı direkt bir sonuca ve anlama ulaşabilirdik. Ama nasıl yıldızların önce doğması, parlaması ve sönmesi, dünyanın önce dönerek var olması ve güneş etrafında dönerek hala zamana ayak uydurması gerekiyorsa, bu bağlamları da belki sadece zamanın ayak izleridir. Belki bu yüzden ölüm, yani son, hayattaki zamanı da sonlandırdığı için bu kadar anlamlı olabiliyor, aslında kendi başına anlam olabiliyor ve onun bağlamı da yaşam. Ayrıca gösterdiğiniz resim gibi görseller hep ben de acaba o yüzü çizmeseydi ama sadece yukarıdaki boşluğa bakmamı söyleseydi de fark eder miydim gibi sorulara yol açıyor kafamda.
Beynimiz bir şeyi anlamandırmak için halihazırda bulunan şeyleri referans olarak alıyorsa, İnsanoğlunun matematik veya diğer soyut konseptlerde başarısız olması rahatlıkla açıklanabilir. Fizik de bir ilerleme kaydetmek için, ilk önce aldığımız referanslarla fiziği içselleştirmek gerekiyor olmamız, gelişimimizin yavaşlığını açıklıyor. Yine aynı koldan sadece fiziği, matematiği referans alan bir yapay zekanın yapabileceklerini düşünmekte gerekir.
Bağlam, örüntüler sayesinde doğar. Örüntüler ise DNA ve gözlemlerimizden elde ettiğimiz bilgilerin ürünüdür ve çerçeveler şeklindedir. Örüntüleme ve örüntüleri okuma yeteneğimiz ile çerçevelerden bağlamlar yaratırız. Bağlam yaratmak: Örüntülerden oluşan çerçeveleri, beyinde tasarlama sürecidir. Tasarımın ise üç temel işlevi vardır: 1) Pratik teknik işlev; 2) Estetik işlev; 3) Sembolik işlev Pratik teknik işlev, akılcılık üzerine kuruludur; estetik işlev, bahsettiğin nokta sanata temas eder; sembolik işlev ise ideolojiktir. Bu üç işlevde; bizi ve bizden öncekileri ifade ediyor. Muhtemelen bizden sonrakileri de ifade edecek. Chuck Palahniuk'tan bir alıntı ile bitireyim: "Sadece örüntüler var, örüntülerin üstünde örüntüler, diğer örüntüleri etkileyen örüntüler var. Örüntülerin içinde gizlenen örüntüler ve örüntüler içinde örüntüler var. Eğer yakından bakarsan, tarihin kendini tekrar etmekten başka bir şey yapmadığını görürsün. Kaos dediğimiz şey aslında henüz tanımadığımız örüntülerden ibaret. Tesadüfler henüz çözümleyemediğimiz örüntülerden ibaret. Anlamadığımız şeye anlamsız diyoruz. Okuyamadığımız şeye saçmalık diyoruz.”
Her zaman kelimelerin anlamlarına güvenmişimdir. Şöyle söyleyeyim: “yapılan yeni binaları mimari bağlamında düşünmek gerekirse...” düşüncesindeki bağlam bana şunu anımsatıyor: açısından evet yani benim için anlamından uzak düşünüp bu “bağlam” kelimesine bakınca açısından oluyor ama ne açısından?? İşte ipin ucu biraz burda kaçıyor. İnsan olan benin daha önce insan olan insanların tasarladığı mimari açısından düşünmem oluyor bağlam. Yani bağlam benim ben olduğumu anlamamı sağlıyor. Kişisel olarak gelişmiş bir insan ise bir çok konuda bağlam sağlayabildiği için gelişmiş sayılıyor mesela. Dediğim şeyden şu da çıkıyor: bağlam öyle bir şey ki hem benim hemde başka insanların ortak düşüncelerine ait/sahip ken ayrıca benim de sahip olduğum ve bir noktada kişisel bir şeye büründüğü içinde aynı psikoanalitik bilminde ki gibi ıd olarak adlandırılabilinecek bölgeye sahip denilebilir. Yani en son gösterdiğin yapay zeka ile şekillendirilen eserlerin birinde bir kısmı tavşana benziyen bir şey vardı mesela. Önceden fark edilmese bile şimdi açıp bakan herhangi bir insan açık bir şekilde ifade ettiğim taktirde “evet benziyor” derdi. İşte bağlam bu(kolektif bağlam). Benim bağlamım hem kişisel hemde kolektif bir kısımdan oluşuyor. Mesela bir kolu olmayan birinin bağlamı buna göre şekillenebilir. Eğer bu kol doğuştan gelen bir anomali sebebiyle yok ise o kişinin ıd bağlamı ona göre şekillenir. Ama o eserde ki o kısmı tavşan olarak algılardı diye düşünüyorum. Bir açıdan bağlamın kaosla çok ilişkili olduğunu da düşünüyorum. Kaos içerisinde yaşayan varlıklardan olan insanlık “insanlık” diyebildiğim için ordak bir bağlama ve “ben” varolduğu için ayrı bağlamlara sahip. Bağlam: benim ona bağlanma biçimim gibi bir şey oluyor. Onunla kontakta olduğum her nokta. Zaten varolmadığını için o eserlere anlam yükleyebilibiliyor ancak bağlam kuramıyoruz. Kurabildiğimiz bağlam bizim kendi aramızdakinden öteye geçemiyor.
Evet biz grafik, endüstriyel tasarımcılar da bu konulardan beslenerek algının forma dökülebilmesini renk, koku, doku ve materyal gibi bireyle zihinsel ve fiziksel iletişime geçecek unsurları göz önünde bulundurarak başarılı bir tasarım oluşturabiliriz. Ben şahsen Türkçe ve Dil Bilgisi dersini Bağlamın ne olduğunu kavrayabildikten sonra anladım. Ve Türkçe' de günlük yaşantıda ne dediğimiz ve ne demek istediğimiz arasında uçurum var. Mesela Türk kültürünü bir yabancıya pazarlarken semazen ve kahve konusunu işleyen bir tasarımcının ürünü var bu linkte. www.pomstore.net/images/Products/p_9_b_3.jpg
Dikkatin önsezili programlama teorisi, adından da öte çalışma şekliyle direkt bilgisayar programlarını anımsattı bana. Daha önce de bir yorumumda öğrenen algoritmalar üzerinden örnek vermiştim. Bunun sebebi ilgi ve bilgi alanım bunlar olduğundan olabilir. (Bu şekil algılamam da bağlam üzerinden yorumlanabilir.) Bahsettiğin önsezi yapısı, tıpkı while döngülerine benziyor. Düz ve basit while döngüsü değil de öğrenen algoritmaların kullandığı deneme - yanılma yöntemindeki while döngüsünden bahsediyorum. Bu bilgisayar programları, bazen üstesinden gelemediği sonsuz while döngüleri ile karşılaşabiliyorlar. Bu döngü sorunu genelde programın yapı taşlarından biri, kontrol edilen -üzerinde düşünülen- olgunun yapısıyla bağdaşmayınca baş gösteriyor ve ortaya anlamlı bir resim çıkartılamıyor. Yine öğrenebilen algoritma olan bizler de, bir noktada benzer hatalarla karşılaşıyoruz. Üzerinde düşündüğümüz konu, -bağlam gibi soyut veya evren gibi somut- fark etmeksizin anlamlı çıktılar veremediğimiz sonsuz döngülere girebiliyoruz. Bunun sebebi beynimizde bulunan programın yani logosun üzerinde çalıştığımız konulara uygun olmaması olabilir. Belki de evreni çözebilecek generation biz değiliz.
Yahu çekmez çekmez. Bi kaç videosunu izleseniz rast gelirdiniz böyle şeylerle ilgili bilgi vermediğine ama hiç mi izlemeden hemen böyle öneri falan istiyosunuz anlamıyorum. Öyle ise doğru düzgün izlemediğiniz birinden nasıl öneri isteyebiliyorsunuz?
Bağlam konusuna gelirsek de; öncelikle bilgi nedir özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan ürün dersek öznede onun nesne olduğu bilgisi bilincinin onu ötekileştirmesine bağlıdır bence çünkü kişi kendi parmağını bile nesne hatta kendisini bile nesne kabul edebilir duruma göre.var olanlar bilinçte nesne olduktan sonra başka bilinçsel ürünlerle birleşerek bir bağlam oluşturur fakat artık o kendi varlığı değil bilincin yansımasıdır bu sebeple bağlamın kaynağı bilinçtir. Yani kontexi oluşturanlar bilgi kümeleridir.peki bağlam bilinçte midir öyleyse hangi “ben” de ya da kendi bilincimizin ötekileştirdiği bir öteki bilinç midir bağlam. Ben yine ucu ontoloji çıkmazına varan bir düşünce yolculuğu yaşayacağım ve düzenli düşünüşler olmadığından anlatamayacağım kusura bakma Nebuch işin zor:)
neden bu soruları sorma ihtiyacı hissediyor insan neden baktım ve gördüm diyemiyor/demiyor basitlik bence bu dünyanın şiddetle ihtiyaç duyduğu bir bağlam soru soruyoruz cevaplıyoruz o zaman şu niye olmuyor diye tekrar soruyoruz böyle devam ediyor ve bu bir paradoks kendimizi kilitliyoruz aslında kendimden biliyorum şimdi en küçük bir düşüncede beynim kendisi oturumu kapatıyor izin vermiyor sebebi kısa devre de olabilir aşırı yükleme eseri de
Anlamlandırmak aynanın etraftaki cisimleri az ya çok gerçekliğini bozarak yansıtması olarak benzetilseydi. Anlamı anlamlandırmak. İki aynayı karşı karşıya koymak olurdu. Yansıtmayı yansıtmak yani anlamı anlamlandırmak nasıl gözükürdü peki? İç içe geçmiş sonsuz ayna. Dönüp durup kendisini göstermesinden başka bir şey değil yani. Bu tür konuları dil ile çözümlemeye çalışmak çok zor. Hangi dili konuştuğun ya da kelimelerin anlamlarını çocukken nasıl konumlandırdığın bile çeşitliliğe yol açar. Mantıklı çözümler için başka bir araç kullanmanı öneriyorum. Sevgilerle
8.15'ten sonra bahsetmeye başladığın olayda yani içeride başka bir özgür iradenin varlığını hissetmeye başladım dediğin sey bana Lacan'ın tanımladığı bilinçdışı kavramını hatırlattı. Lacan "Bilinçdışı Ötekinin söylemidir" diyor. Eğer bilinçdışı ötekini söylemine göre yapılanıyorsa bir özgür iradeden söz edemiyoruz. Yapacağımız seçimlerin kararları bilinçdışı tarafından belirleniyor fakat "BEN" seçimleri kendi iradesiyle yaptığı yanılsamasına kapılıyor.
Düşündüğümüz ,yaptığımız yada inandığımız şeyler beynimiz tarafından yaratılmakta. Ve bunların çok büyük miktarına hakim değiliz Ve bunlara erişim izni evrimsel sürede verilmemiş Bir fikir veya düşünce dürtüsü gerçekleştiğinde Bir şey yaptım veya düşündüm dediginizde bu siz değilsiniz beyin bunu günler hatta haftalar öncesinde hazırlıyor. Beyin size düşünce hizmeti verdiğinde ben bir şeyim hissine kapılırsiniz ama siz değilsiniz hayatımızın çoğu devasa biyometrik ağda gerçekleşiyor, buda insanları çok etkiler konuyla ilgili saçma bir literatür oluşur Ve istatisliksel olarak doğrulanabilir . Bunun önemi ise insanların bilinçli anlatımlarının bir parçası olmamalarıdır .sadece davranışları değil üzerinde karar verdiğiniz ve o şeyi neden yaptığınızı bilmediğiniz şeyleri de etkiliyor . Ve bu konuda bir sürü katagori de var . Eğer elinde sıcak bir kahve tutuyorsan birisiyle olan yakın ilişkini tanımlarsın . Yada politik görüşle ilgili bir anket verilse Ve siz de bir antiseptiginin yanında duruyorsanız politik görüşünüz muhtemelen dış güçlerin tehlike olasılığından dolayı daha tutucu olucaktir . Bunun Gibi pek çok ölçülür şey var .küçükler ama mantiklilar . Bunlar yaptığımız şeyleri neden yapdiğimizla ilgili bilinçli anlatımlar. Videoda verilen resim örnegi de dahil .(sinirbilim)
bir kişi basit bir konuyu veya yaşadığı bir olayı anlarken zorlanıyorum aradaki bağlantıyı kuramıyorum fakat bu videoyu başkasına anattığım zaman karışık oldugunu anlayamadığını söylüyor oysaki bana normal bir konuyu anlamaktan daha kolay geliyor :D
konunun bilimsel boyutuna merak salan ve nasıl araştırıyorsun diye sorup duran arkadaşlar için. medium.com/@mondragon.ai/hierarchical-predictive-coding-4e2ecd8e4726 www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/29497060
Şu 99 bin abonenin hepsi Nebuch'u anlıyor mu gerçekten? Çünkü anlıyorsa ne mutlu bize. Birşeylere kafa patlatacak bu kadar insanın bile olması heyecan verici olur benim açımdan.
Uzun uzun yazacağım umarım boşa gitmez okursun. Bağlam konusu zor bir konudur ve çok farklı açılardan incelemen gerekir. Öncelikle bir yerlerde sanki özgür iradem dışında başka bir şey var dediğin şeye biz edinç diyoruz. Noam Chomsky’nin davranışsal dil edinimi teorisini yere gömen üretimsel dilbilgisi teoremine göz atarsan edinç hakkında yeterince bilgileneceksin. En nihayetinde 3 var olan yani zihinde,dilde ve gerçekte var olan şeyler refleksif bilinç ile alakalı. Bizi hayvanlardan ayıran yegane şey. Ve bu bilincin bize verdiği en önemli yeti dildir. Dile sahip olduğun sürece anlamlandırırsın, düşünürsün. Çünkü bir şeyleri var etmen gerekiyor, tanımlaman gerekiyor. Ve düşüncelerinin dil ile şekillenmesi olayı da var. Aynı zamanda bağlamında. Yarın kadıköyde buluşuyoruz değil mi? diye sana sorarsam eğer bu eksik bir tümce olurdu. Çünkü bağlamı yok. Neden? Çünkü beni tanımıyorsun. Dil kodun beni tanımlayamıyor. Kimim ben? Bağlamım yok zihninde. Dolayısıyla anlamsız gelen bir soru olacaktır. Deli mi ne gız der geçerdin muhtemelen sadece bunu yazsaydım. Anlatmaya çalıştığım şey şu, kendini herhangi bir dilden muaf bir varlık olarak düşündüğünde bağlamı oluşturacak silahtanda muaf olacaktın. Demeye çalıştığım şey bağlam konusuna dil açısında girişmeye çalış. Fikirlerin daha çok şekillenecek. Nörodilbilim-göstergebilim ve semiyotik üçlüsüne dikkat çekiyorum. Evren algılarınla var olur Doğan. Algıların ise tanımladıklarınla. Tanımsız bir şeyin bağlamı olmaz. Bunu daha iyi anlayabilmek içinse yine Chomksy’nin derin yapı-yüzey yapı modelini incelemeni şiddetle tavsiye ederim. Edincin yüzey yapıya çıkarken anlamın ve bağlamın nasıl yok olduğunu ve neden yok olduğunu çok daha iyi göreceksin. Umarım okumuşsundur ve sana faydası olacağından çok eminim. Yazarak bir şeyleri pek anlatabilen biri değilim fakat sana ana yapıyı verdiğime inanıyorum. Umarım dikkate alır ve bir göz atarsın söylediğim şeylere. Kolay gelsin.
Bağlam ve Anlam videolarını izlerken başım ağrıyor.
eskiden videolarını uzun uzun izler, kendimce çıkarımlar yapmaya çalışırdım. şimdi bütün günün stresi, işçilerin yevmiyeleri, alacak verecek hesapları derken kafam kazan gibi olmuş, eski hevesim de kalmamış nebuch.
Üstad ya şu dmt deneyimini videosunu dünya gözüyle birdaha izleyebilmek istiyorum. Ogün dalgındım. Beynim sürekli boşlukları doldurmaya çalışıyor. Merak güdüm kamçılıyor.
Mandela etkisi baglamla alakalı olabilir mi?
Herhalde son sezonlarda yorumları en kaliteli olan bir video. Bu yorumlara ek olarak bir şey söyleyebileceğime inanmadığım için pek bir şey söylemem herhalde. Bağlam konusu çok uzak olduğum bir konu ve buradaki yorumlar henüz anlamadığım ve haberdar olmadığım çok çeşitli bakış açılarını sunuyor.
bu video için adeta pusuda bekliyordum...
Geçen yıldan beri takip ediyorum paylaşımlarını, günümüz Türkçesinin felsefi izahlarda bizi çoğunlukla çaresiz bıraktığından yakınan biriyim, bu yüzden senin çaban hoşuma gidiyor. Dilimiz adına da yeni terimler üretmekten korkma, bir iki video sonra anlamaya başlarız. Diğer bir konu, Muhyiddin İbn i Arabi yi okumanı tavsiye ederim, kelimelerle çizdiğimiz ufukların ötesine bakabilirsin, bizden biriyle başlayarak İbn-i Arabi ye gitmen de kolay olur, Bediüzzaman Said Nursi. Umarım ikisinden de değerlenme fırsatın olur
nebuchu ilk defa bu kadar neşeli , keyifli görüyorum , sevindim kendisi adına :D
Belkide ölüm; korkulması gereken bir gerçek değildir, Zira ancak yaşayanlar ölüm için kaygılanır... Ölülere ne olduğunu bilmeyen yaşayanlar, elbette ki ölümün ne olduğunu bilmediğinden korkacaktır, ancak unutmayınız, Biz insanlar bilmediğimiz ve korktuğumuz binlerce fenomeni çözümleyip korkularımızın üstesinden fazlasıyla geldik... Sırada olan şey ''Belkide ölümdür''...
İyi seneler dostum video keyifliydi Bir yere bağlamamışsın Devamını bekliyoruz
HALUK TATAR hocamızın selamı var onun tavsiyesi üzerine sizin kanalı keşfettim ve begenerekde izliyorum videolarınızı
Eski koroyu duymak güzel.
nebuch kitaplarının devamı nerde ? o kadar güzel kitapları nasıl bitirmezsin ! hiç zamanın varmıdır , uğraşabilirmisin bilmiyorum ama bu bilgi birikimi ile ben bilim kurgu türünde müthiş şeyler yazabileceğine inanıyorum
Dostum sen bi harikasın :)
Gerçeklik tektir. Herkesin gerçekliğinin farklı olduğu iddiası yargıların farklı olmasından ileri gelir. Bir ara bir elbise vardı, herkes farklı renk söylüyordu. Materyalistler buna bakıp gerçekliğin herkeste farklı olduğunu iddia ediyor. Halbuki gerçekliği korezyona uğratan zaten yargılama aşaması. O elbiseye mavi dediğin an, yargıyı ürettiğin an gerçekliğin bozulmasını sağlıyorsun. Aslında yargı üretilmediğinde, gerçekliğin tek olduğu aşikar olacak.
Bağlam ve yargı arasında bir korelasyon var. Hak din denilen dinler ve doğu öğretilerinde de esasen mevzu bahis yargıyı azaltarak bağlamdan sıyrılmaya çalışmak. Fakat yargıyı tam olarak yok etmemiz neredeyse imkansız gibi geliyor, çünkü beynimizde amigdala her an ölüm korkusuyla bizi uyarıyor ve yargı üretmemize sebep oluyor. Fakat dinlere bakıldığında yargıyı azaltmak için birçok ritüel olduğunu ve yargılama üzerine kurulu bir günah listesi olduğunu görebiliriz.
Yargı mı bağlamı üretiyor bağlam mı yargıyı bu konuda henüz emin değilim. Fakat gerçeğe acı veya tatlı, iyi veya kötü diyemeyeceğimiz gibi (çünkü yapısı gereği sıfatlardan münezzehtir), yargıya da gerçeğin uzantısı olduğu için iyi veya kötü demek abes kaçacaktır diye düşünüyorum. İyi yargı, kötü yargı diye adlandırmamız yine gerçekliğin bozulup yargıyı üretmesinden ötürü.
Yargıyı azaltabilmek için amigdalayı rahatlatmamız gerek, ama çok değil. Bir savaş, fakirlik, yokluk esnasında tüm bağlamı ölüm korkusu üzerine kurması gerçeklikten uzaklaşmamıza sebep oluyor. Fakat örneğin maddi olarak çok rahat etmemiz de amigdalaya yine bu nimetlerden kopma endişesi, dolayısıyla ölüm korkusu verecektir. Esasen bahsettiğim dinler ve doğu felsefeleri de dünya hayatına çok kapılmamayı ama tam olarak da bırakmamayı bu yüzden öğütler.
bağlamı oluşturan özgür iradeye gen, içgüdü, kalıtım diyebilir miyiz?
Umarım en yakın zamanda bölümleri Spotify üzerinden podcast olarak paylaşırsın
Bir şey demek istiyorum ben sen görmemimizi istemeden bahsettiğin şeyi gördüm bu ne demek oluyor?
Kralın kılıcı videosuna dönüş yapılması güzel olmuş.
Bu sezonun konuları çok güzel geliyor. Keşke daha sık video atabilsen.
Teşekkürler emeğine sağlık..
Eru, Ainur ile müzik ile, uyumlu notalar ile iletişime geçti ve uyumlu notalar uyumlu varlıkları yarattı.
Sönmeyen Ateş bu uyumlulukları ve bunun dışındaki uyumsuzlukları ortaya serdi. Uyumsuzluklar ve marazlar ise hep Melkor tarafındandı!?. Hep arıza notalar basıyordu, ve gerekli gamın içerisinde olması gereken (beklenen/bağlamına alışılmış olan) notalar olmaması mıydı olay?
ya da notanın amplitude'u olması gerekenden (tüm Vaların yaptıklarından) daha mı çok idi?
Tüm buralarda öncelikli tesis edilen ve dışına çıkıldığı zaman bağlamının dışını çıkılmış olan bu anlamlar son derece gıcık edici sonuçlar mı doğuruyordu Valar için?
Nienna tüm bu bağlam uyuşmazlıkları için mi onca göz yaşını döktü
Manwe'nin polyanacı anlam dünyası ise onun bütün bu "beyaz şovalyeliği" uğruna tesis edilmiş olan bağlamlar mıydı?(aslında onda zıttı yer alınca Manweyi Manwe bağlamından çıkaracak olan ama başka bir deyişle Melkora karşı tek başına yetebilecek bir Manwe yaratacak olan bir bağlam mıydı?)(o zaman eski anlam bozulur muydu?)
Peki Mandos? Var olmak için Arda'ya ve Arda bağlamına muhtaç olmadığımızın bir kanıtı mıydı salonları?
Velhasıl, Sönmeyen Ateşte tüm bu olaylar yaşanırken müzik, müzikteki tema aslında çoktan susmuştu. Ve Ainur'un tüm bu yaptıkları boşlukta "t" parametresine bağlı olmaksızın duruyor ve Sönmeyen Ateş tüm bu Ainuların hayallerini yaşatıyor adeta onlara hayat veriyordu. (onlara zaman ilüzyonunu yüklüyordu)
Peki Mandos'un salonlarının ötesinde olan Numenor, Eldar ve Khuzdlar... Onlar hangi bağlam ile hangi bağlamlara ulaşıyorlardı?
Eru bu bilgiyi neden Valardan gizlemişti?(ya da açıklayamamıştı ya da Valar'ın kapasitesi buna yetmedi mi?)
Ben de kendimi geliştiren okuyan biri zannederdim. Bu nasıl bir beyin, bu nasıl konuşmalar. Ya bir de yorumları okuyayım dedim; şu sonuca vardım. Böyle bir konuyu you tube de kendi ana dilimizde anlatıp tartışan bir mecra var. Gene ölüm bağlamına geleceğim ama "Artık gözlerim açık gitmem"
Dikkatin önsezili programlama teorisi bana daha mantıklı geliyor ilk teoriye kıyasla. Ters hiyerarşiye göre beyinde hazır bir bağlam var ve bu bağlamda bir şeye baktığımızda, baktığımız o bağlama göre anlamlı hale geliyor. Ama bağlamın beyinde nasıl oluştuğu konusu askıda kalıyor.
Ben de bir örnek vermek istiyorum. Benim go oynarken fark ettiğim ama daha popüler olduğu için satranç üzerinden anlatmak istediğim bir durum var. Satrancın kurallarını bilmek sizi iyi bir satranç oyuncusu yapmaz. Rakibinizle aynı sayıda hamle sayabildiğinizi varsayalım. Hamle saymanın etkili olmadığı bu durumda, stratejisi iyi olan kazanacaktır. İşte bu strateji dediğimiz şeyler de kazanmak için gereken bağlamlar oluyor. Ve yaptığınız hamle o bağlamlar doğrultusunda anlamlı ya da saçma oluyor. Biraz satranç çalışan kişiler şunları işitecektir: "Şahı önce güvene al, ondan sonra saldır." "Merkez hakimiyetini ele geçirmeye çalış." "Açık oyna, taşlarının manevralarını kısıtlama." "Taş olarak öndeysen oyunu oyun sonuna götür, taşları takas et." "Çift fil konumunu koru. Gereksiz yere çift fili bozma." "Rakibe göre daha büyük bi hacim elde etmeye çalış." vs... Bu bağlamlar daha da çoğaltılabilir. Ben bu bağlamlar ile düşünerek satranç oynadığımda, normalde benden 2-3 hamle ilerisini sayan ama bu bağlamlara göre hareket etmeyen birini rahatlıkla yenebilirim. Çünkü benim tahtaya baktığımda gördüğüm anlamlar ile onunki aynı olmayacaktır ve geçerliliği olan bu bağlamlar doğrultusunda, rakibimin hamleleri benim hamlelerime göre daha saçma olacaktır. Burada Ters hiyerarşi durumu var. Ben tahtaya belli bağlamlar ile bakıyorum ve hamlelerimin anlamını ona göre oluşturuyorum.
Peki bu bağlamlar nereden çıktı? Burada google'ın geliştirdiği öğrenebilen algoritma (kendi kendini programlayabilen algoritma mı demeliyim (: ) AlphaZero'dan örnek vermek istiyorum. AlphaZero hiçbir dataya sahip olmadan, sadece mat etme bilgisine sahip olarak, kendi kendine oynayarak satrancı öğrendi ve kendisinden önceki en güçlü yapay zeka olan Stockfish'i yendi. Ve bu yapay zekaların maçlarını izlediğimizde, ustaların bağlamlarını(stratejilerini) kullandıklarını görüyoruz. Hadi Stockfish eskiden oynanan bir çok oyunun bilgisine sahip olduğu için bunu yapıyor, peki AlphaZero bunu nasıl yaptı? İşte hata ayıklama burada devreye giriyor. İnsanlarla aynı şeyi yaptı, ona kaybettiren hamleleri ve stratejileri ayıkladı ve sadece kazandıran stratejiler kaldı. Bu arada hemen söyleyeyim, Stockfish saniyede 70 milyon hamle hesaplarken AlphaZero sadece 80 bin hamle hesaplıyor. Bu da belli bağlamlarla hareket etmenin gücünü ortaya koyuyor.
Aslında ortada tek bir bağlam var: "Mat etmek, dolayısıyla yenmek." Diğer bağlamlar, bu en baştaki bağlam doğrultusunda doğuyor ve anlamlı hale geliyorlar. Bağlamın anlamı da başka bir bağlamdan geliyor. Eğer kuralda ufak bir oynama yapsak mesela vezir kaybedilince, oyunu kaybetsek; bu sefer tüm strateji rakip veziri öldürme üzerine olacak ve mat etmek için geliştirdiğimiz stratejiler artık işe yaramayacak(en azından bazıları).
Burada bağlamların doğuşu ve başka bağlamlara göre nasıl anlam kazandığını örnekledik. Tüm bu bağlamlar; kurallar ve oyunun nasıl kazanılacağı konusu(amaç) ile doğuyor. Kuralların kendisi anlamlı değildir. Atın manevrasını anlamlı veya anlamsız olarak değerlendiremeyiz. Amacı da sorgulayamayız, mat etmek üzerine tartışamazsınız. Kuralları değiştirdiğinizde elinizdeki şey artık satranç olmuyor. Başka bir oyun ya da başka bir satranç oluyor. Satrancın kendisi bir evren, ve kuralları bu evrenin kanunlarınır. Amaca hizmet eden her hamle anlamlı, etmeyen ise anlamsız oluyor.
Yalnız gene önemli bi nokta, bazı kuralları değiştirseniz bile bağlamlar oluşmaya devam edecektir. Örneğin oyundan fili çıkarırsak, dediğimiz gibi bu başka bir satranç olacak ve kendince yeni bağlamlar oluşturacaktır. Ama oyunun amacını çıkarırsak, yapılan hiçbir hamlenin anlamı olmayacak. Bu nedenle yeni bağlamlar da olmayacak. Oyunun amacı da bir kuraldır. Ama belli bir süreci noktalayan bir kural olduğu için bağlamların oluşmasına olanak sağlar. Bizim evrenimizde ise ölüm kavramı belli bir süreci noktaladığı için kültürel bağlamlarımızın onun üzerinde olmasına şaşmamalı. Ama biz ne yaparsak yapalım ölüyoruz. Ölüm sadece noktalayan bir kural, bir amaç değil. O yüzden hayatımızda anlamlı hiçbir şey de yok bu mantıkla. Tabi sanal bir amaç doğrultusunda yaşarsak, yaşadığımız hayatta kendimizce yeni bağlamlar oluşturabilir ve o amaca göre anlamlı veya anlamsız bir hayat yaşayabiliriz. Tabi seçeceğimiz amaç da, temeli olmayan bağlamlar üzerinden olacaktır :)
Tabi amacımız yok diyoruz ama, bedensel ihtiyaç ve dürtüleri bi kenara atarak diyorum bunu. Soyut olarak elle tutulur bir amacımız yok. Ama soyut kavramlar üzerinden de yaşıyoruz bir yandan hayatı. Hatta daha büyük bir yer kaplıyor bu günümüzde çünkü bedensel ihtiyaçları hemen gideriyoruz. Algılarımız bile evrimsel ihtiyaçlar doğrultusunda gelişmiş, ve bu algılarla bir şeyleri anlamaya çalışıyoruz. Trajikomik bi durum...
donanıma göre şekillenmiş yazılımlarız ve yapay zeka gibi hataları ayıklayıp yazılımı kendi bağlamımıza yani donanımımıza göre güncelliyoruz. ilginç olan asıl konu bizi donanıma bağlayan istek yani bu donanımdan ayrıldığımız zaman acı çekeriz.sanki ileri düzey teknolojiyle kodlandık.
Evet, kesinlikle özlemişiz.
IMPRESSIVE!!🤔🤔
Video Eğitim'den Haluk Hocanın selamı var :) geciken üyelerinizdenim
Uzay ile ilgili video gelsin
Bu kanal cok ilgimi cekiyor. Beni bu konular hakkinda veya bu tarz kanallar hakkinda bilgilendirebilir misiniz ?
Tavuk mu yumurtadan çıkar Yumurta mı tavuktan sorusu aklıma geldi ters hiyerarşiden bahsedince.Dücane Cündioğlu'nun Kundak ve Kefen konuşmasını tavsiye edebilirim sanırım konuyla ilgili
"Tarihsel ve doğal sıralama ile mantıksal ve diyalektik sıralama birbirinin zıddıdır."
Bir nesnenin , ne olduğunu ya da bir bilgiyi öğrenirken onu niteliksel özellikleriyle öğreniyoruz ve bu niteliksel özelliklere önceki deneyimlerden kaynaklanan bilgiler , kanaatlar ekleniyor ya da bulaşıyor.
İki farklı kişi bir nesneyi ya da bir bilgiyi çevresel faktörlere bağlı olarak farklı şekilde ele alarak öğreniyor. Yani farklı iki bağlamda. Bir insan içkiyi kötü bir şey olarak öğrenirken , diğeri iyi birşey olarak öğreniyor. Hiçbirşeyi nötr bir şekilde öğrenmiyoruz. Bir bağlam içinde öğreniyoruz. Herşeyi diğer kavramlarla etkileşim halindeki durumuyla öğreniyoruz. Yani nesneler yok, olgular var. Tek tek bilgi yok, bilgi ağı var.
Ontoloji hakkında konuşabilir misin farklı görüşlere ihtiyacım var. Ben varlığı bir kavga olarak düşünüyorum daha doğrusu düşünüyordum, algılama doğrultusunda gerçeklik ve doğruluk kavramlarını yok sayarsak her şey kavga gibi siyahı var eden beyaz, beyazı da siyah birisinin yokluğu ötekinin varlığına sebep ve tam tersi ying-yang da buna bir örnek her şey gibi peki böyleyse varlık durumu varlığın zıttı yokluktur, yokluğun olmadığı yerde varlık devreye girer peki yokluk nedir gerçekliği göz ardı edip varlığı gözlemlenebilir saymıştık ancak yokluk için bence tüm tanımlar eksik.
süper
yine anlamak için 10 kez izleyeceğim
İnsan silüeti örneği değil de yazınsal bir örnek kullansaydık,yani anlamı kendinde yayılmış olanı kullansaydık ne derdik? (Kendimi şimdilik ifade edemedim sanırım)
Gözlemcinin perspektifine göre hal almayan güzel bir fikir. Şöyle bir soru çıkıyor ortaya: bu mümkünse kusursuz gözlemci dediğimiz şey de mümkün müdür?
Yanıtlar için teşekkür ederim. Konu üstüne düşünmeye devam edeceğim.
Mükemmel!
Bağlam gerçekten akıl zorlayan bir konu.
Bizi yine bağladın kendine Nebuch !
Arthur Schopenhauer (yasam iradesi) içimizdeki diger ses metabolızmanın sesi
Video eğitim Haluk Tatar önerdi
Görseldeki insanı sen söylemeden farkettim
Zihnimde yeni bir pencere actin mutesekkirim
limbik sistemin prefrontal korteksi etkilemesi misali :)
Benlik olgusu, dürtüsel bir varoluşun etkisi ile oluşur. İhtiyaç sezgisel bilginin dışa yansıyarak oluşan eylemdir. Sonuçta yaratılışın ihtiyacı altında kalan bir varlığın yanilsmasini gerçeklik olarak algilariz. Bu önermenin getirdiği netlik, gördüğümüz ya da duyumsadigimiz ve arzuladığımız eylemler biz o şeyi istemeden varlık olarak beynimizde var olan gerçekliktir. Bu bağlamda oluşan eylemler bizim tercihlerimize kalmistir. Yani aslında biz varlığın bütünlüğü içinde varsayımsal bir eylemler bütünlüğünü oluşturan cisimleriz sadece
Bence Mario da bağlamdan uzaklaşamıyor bağlam uzaklaştım sanılan şey aslında bir kaç bağlamın iç içe girmesi
Görünce mutlu olduğummmmm 😍
Ilk saniyeden itibaren etki altina aliyorsun dostum bu videoyu bekliyordum
Kaynak kitabın/kitapların var mı? Nereden ediniyorsun bu bilgileri? Özellikle bilinç ve ruh ile ilgili olanları. Eğer söylersen, alıp okumayı düşünüyorum.
Çok amatörce yorum yapacağım ama belki anlamın bağlama muhtaç olma sebebi zamandan kaynaklanıyordur. Eğer zaman olmasaydı direkt bir sonuca ve anlama ulaşabilirdik. Ama nasıl yıldızların önce doğması, parlaması ve sönmesi, dünyanın önce dönerek var olması ve güneş etrafında dönerek hala zamana ayak uydurması gerekiyorsa, bu bağlamları da belki sadece zamanın ayak izleridir. Belki bu yüzden ölüm, yani son, hayattaki zamanı da sonlandırdığı için bu kadar anlamlı olabiliyor, aslında kendi başına anlam olabiliyor ve onun bağlamı da yaşam. Ayrıca gösterdiğiniz resim gibi görseller hep ben de acaba o yüzü çizmeseydi ama sadece yukarıdaki boşluğa bakmamı söyleseydi de fark eder miydim gibi sorulara yol açıyor kafamda.
Beynimiz bir şeyi anlamandırmak için halihazırda bulunan şeyleri referans olarak alıyorsa, İnsanoğlunun matematik veya diğer soyut konseptlerde başarısız olması rahatlıkla açıklanabilir. Fizik de bir ilerleme kaydetmek için, ilk önce aldığımız referanslarla fiziği içselleştirmek gerekiyor olmamız, gelişimimizin yavaşlığını açıklıyor. Yine aynı koldan sadece fiziği, matematiği referans alan bir yapay zekanın yapabileceklerini düşünmekte gerekir.
arkaya aldigin muziklerin sesini kısalım. singularity (tekillik) ile alakali video gelecek mi
Bağlam, örüntüler sayesinde doğar. Örüntüler ise DNA ve gözlemlerimizden elde ettiğimiz bilgilerin ürünüdür ve çerçeveler şeklindedir. Örüntüleme ve örüntüleri okuma yeteneğimiz ile çerçevelerden bağlamlar yaratırız. Bağlam yaratmak: Örüntülerden oluşan çerçeveleri, beyinde tasarlama sürecidir.
Tasarımın ise üç temel işlevi vardır: 1) Pratik teknik işlev; 2) Estetik işlev; 3) Sembolik işlev
Pratik teknik işlev, akılcılık üzerine kuruludur; estetik işlev, bahsettiğin nokta sanata temas eder; sembolik işlev ise ideolojiktir.
Bu üç işlevde; bizi ve bizden öncekileri ifade ediyor. Muhtemelen bizden sonrakileri de ifade edecek.
Chuck Palahniuk'tan bir alıntı ile bitireyim:
"Sadece örüntüler var, örüntülerin üstünde örüntüler, diğer örüntüleri etkileyen örüntüler var. Örüntülerin içinde gizlenen örüntüler ve örüntüler içinde örüntüler var.
Eğer yakından bakarsan, tarihin kendini tekrar etmekten başka bir şey yapmadığını görürsün. Kaos dediğimiz şey aslında henüz tanımadığımız örüntülerden ibaret. Tesadüfler henüz çözümleyemediğimiz örüntülerden ibaret. Anlamadığımız şeye anlamsız diyoruz. Okuyamadığımız şeye saçmalık diyoruz.”
Her zaman kelimelerin anlamlarına güvenmişimdir. Şöyle söyleyeyim: “yapılan yeni binaları mimari bağlamında düşünmek gerekirse...” düşüncesindeki bağlam bana şunu anımsatıyor: açısından evet yani benim için anlamından uzak düşünüp bu “bağlam” kelimesine bakınca açısından oluyor ama ne açısından?? İşte ipin ucu biraz burda kaçıyor. İnsan olan benin daha önce insan olan insanların tasarladığı mimari açısından düşünmem oluyor bağlam. Yani bağlam benim ben olduğumu anlamamı sağlıyor. Kişisel olarak gelişmiş bir insan ise bir çok konuda bağlam sağlayabildiği için gelişmiş sayılıyor mesela. Dediğim şeyden şu da çıkıyor: bağlam öyle bir şey ki hem benim hemde başka insanların ortak düşüncelerine ait/sahip ken ayrıca benim de sahip olduğum ve bir noktada kişisel bir şeye büründüğü içinde aynı psikoanalitik bilminde ki gibi ıd olarak adlandırılabilinecek bölgeye sahip denilebilir. Yani en son gösterdiğin yapay zeka ile şekillendirilen eserlerin birinde bir kısmı tavşana benziyen bir şey vardı mesela. Önceden fark edilmese bile şimdi açıp bakan herhangi bir insan açık bir şekilde ifade ettiğim taktirde “evet benziyor” derdi. İşte bağlam bu(kolektif bağlam). Benim bağlamım hem kişisel hemde kolektif bir kısımdan oluşuyor. Mesela bir kolu olmayan birinin bağlamı buna göre şekillenebilir. Eğer bu kol doğuştan gelen bir anomali sebebiyle yok ise o kişinin ıd bağlamı ona göre şekillenir. Ama o eserde ki o kısmı tavşan olarak algılardı diye düşünüyorum. Bir açıdan bağlamın kaosla çok ilişkili olduğunu da düşünüyorum. Kaos içerisinde yaşayan varlıklardan olan insanlık “insanlık” diyebildiğim için ordak bir bağlama ve “ben” varolduğu için ayrı bağlamlara sahip.
Bağlam: benim ona bağlanma biçimim gibi bir şey oluyor. Onunla kontakta olduğum her nokta. Zaten varolmadığını için o eserlere anlam yükleyebilibiliyor ancak bağlam kuramıyoruz. Kurabildiğimiz bağlam bizim kendi aramızdakinden öteye geçemiyor.
Galiba yorum yapıcak zamanım kalmadı bile :D
Evet biz grafik, endüstriyel tasarımcılar da bu konulardan beslenerek algının forma dökülebilmesini renk, koku, doku ve materyal gibi bireyle zihinsel ve fiziksel iletişime geçecek unsurları göz önünde bulundurarak başarılı bir tasarım oluşturabiliriz. Ben şahsen Türkçe ve Dil Bilgisi dersini Bağlamın ne olduğunu kavrayabildikten sonra anladım. Ve Türkçe' de günlük yaşantıda ne dediğimiz ve ne demek istediğimiz arasında uçurum var.
Mesela Türk kültürünü bir yabancıya pazarlarken semazen ve kahve konusunu işleyen bir tasarımcının ürünü var bu linkte.
www.pomstore.net/images/Products/p_9_b_3.jpg
Dikkatin önsezili programlama teorisi, adından da öte çalışma şekliyle direkt bilgisayar programlarını anımsattı bana. Daha önce de bir yorumumda öğrenen algoritmalar üzerinden örnek vermiştim. Bunun sebebi ilgi ve bilgi alanım bunlar olduğundan olabilir. (Bu şekil algılamam da bağlam üzerinden yorumlanabilir.)
Bahsettiğin önsezi yapısı, tıpkı while döngülerine benziyor. Düz ve basit while döngüsü değil de öğrenen algoritmaların kullandığı deneme - yanılma yöntemindeki while döngüsünden bahsediyorum. Bu bilgisayar programları, bazen üstesinden gelemediği sonsuz while döngüleri ile karşılaşabiliyorlar. Bu döngü sorunu genelde programın yapı taşlarından biri, kontrol edilen -üzerinde düşünülen- olgunun yapısıyla bağdaşmayınca baş gösteriyor ve ortaya anlamlı bir resim çıkartılamıyor. Yine öğrenebilen algoritma olan bizler de, bir noktada benzer hatalarla karşılaşıyoruz.
Üzerinde düşündüğümüz konu, -bağlam gibi soyut veya evren gibi somut- fark etmeksizin anlamlı çıktılar veremediğimiz sonsuz döngülere girebiliyoruz. Bunun sebebi beynimizde bulunan programın yani logosun üzerinde çalıştığımız konulara uygun olmaması olabilir.
Belki de evreni çözebilecek generation biz değiliz.
Ne okuduğunu nereden bilgilendiğini sana ilham veren şeyler hakkında bi vidyo çeker misin
Yahu çekmez çekmez. Bi kaç videosunu izleseniz rast gelirdiniz böyle şeylerle ilgili bilgi vermediğine ama hiç mi izlemeden hemen böyle öneri falan istiyosunuz anlamıyorum. Öyle ise doğru düzgün izlemediğiniz birinden nasıl öneri isteyebiliyorsunuz?
Haluk Tatar ın selamı var. :)
Bağlam konusuna gelirsek de; öncelikle bilgi nedir özne ile nesne arasındaki ilişkiden doğan ürün dersek öznede onun nesne olduğu bilgisi bilincinin onu ötekileştirmesine bağlıdır bence çünkü kişi kendi parmağını bile nesne hatta kendisini bile nesne kabul edebilir duruma göre.var olanlar bilinçte nesne olduktan sonra başka bilinçsel ürünlerle birleşerek bir bağlam oluşturur fakat artık o kendi varlığı değil bilincin yansımasıdır bu sebeple bağlamın kaynağı bilinçtir. Yani kontexi oluşturanlar bilgi kümeleridir.peki bağlam bilinçte midir öyleyse hangi “ben” de ya da kendi bilincimizin ötekileştirdiği bir öteki bilinç midir bağlam. Ben yine ucu ontoloji çıkmazına varan bir düşünce yolculuğu yaşayacağım ve düzenli düşünüşler olmadığından anlatamayacağım kusura bakma Nebuch işin zor:)
neden bu soruları sorma ihtiyacı hissediyor insan neden baktım ve gördüm diyemiyor/demiyor
basitlik bence bu dünyanın şiddetle ihtiyaç duyduğu bir bağlam
soru soruyoruz cevaplıyoruz o zaman şu niye olmuyor diye tekrar soruyoruz böyle devam ediyor ve bu bir paradoks kendimizi kilitliyoruz aslında
kendimden biliyorum şimdi en küçük bir düşüncede beynim kendisi oturumu kapatıyor izin vermiyor sebebi kısa devre de olabilir aşırı yükleme eseri de
We gonna feel it
Gün gelecek Nebuch ölecek :'(
Sanırım bağlamı adı ortak olan, içeriği farklı olan aşağıdaki yorumlar sayesinde sezinleyebildim.(yukarıdaki yorumlarda olabilir)
5:14de resim ekrana çıkar çıkmaz insan silüeti gördüm.
Anlamlandırmak aynanın etraftaki cisimleri az ya çok gerçekliğini bozarak yansıtması olarak benzetilseydi. Anlamı anlamlandırmak. İki aynayı karşı karşıya koymak olurdu. Yansıtmayı yansıtmak yani anlamı anlamlandırmak nasıl gözükürdü peki? İç içe geçmiş sonsuz ayna. Dönüp durup kendisini göstermesinden başka bir şey değil yani. Bu tür konuları dil ile çözümlemeye çalışmak çok zor. Hangi dili konuştuğun ya da kelimelerin anlamlarını çocukken nasıl konumlandırdığın bile çeşitliliğe yol açar. Mantıklı çözümler için başka bir araç kullanmanı öneriyorum. Sevgilerle
8.15'ten sonra bahsetmeye başladığın olayda yani içeride başka bir özgür iradenin varlığını hissetmeye başladım dediğin sey bana Lacan'ın tanımladığı bilinçdışı kavramını hatırlattı. Lacan "Bilinçdışı Ötekinin söylemidir" diyor. Eğer bilinçdışı ötekini söylemine göre yapılanıyorsa bir özgür iradeden söz edemiyoruz. Yapacağımız seçimlerin kararları bilinçdışı tarafından belirleniyor fakat "BEN" seçimleri kendi iradesiyle yaptığı yanılsamasına kapılıyor.
😧👍🏻
Bi konuyu Nasıl araştırdığınla ilgili video çekebilirmisin
keşke yapsa, çok eğlenceli olacaktır.
Video Eğitim
Tatar hacamdan selamlar...
Yaşlanıyorsun nebuch. Bu beni üzüyor
Emin ol onu da.
Ölüm korkusu?
Olay çıkarmayın kardeşim
seneye görüşürüz deseydin keşke :D
Kendi egoma gönderme olsun bu video , ne kadar çok “belkide”li bir video 👍🏻🎈
Düşündüğümüz ,yaptığımız yada inandığımız şeyler beynimiz tarafından yaratılmakta. Ve bunların çok büyük miktarına hakim değiliz Ve bunlara erişim izni evrimsel sürede verilmemiş Bir fikir veya düşünce dürtüsü gerçekleştiğinde Bir şey yaptım veya düşündüm dediginizde bu siz değilsiniz beyin bunu günler hatta haftalar öncesinde hazırlıyor. Beyin size düşünce hizmeti verdiğinde ben bir şeyim hissine kapılırsiniz ama siz değilsiniz hayatımızın çoğu devasa biyometrik ağda gerçekleşiyor, buda insanları çok etkiler konuyla ilgili saçma bir literatür oluşur Ve istatisliksel olarak doğrulanabilir . Bunun önemi ise insanların bilinçli anlatımlarının bir parçası olmamalarıdır .sadece davranışları değil üzerinde karar verdiğiniz ve o şeyi neden yaptığınızı bilmediğiniz şeyleri de etkiliyor . Ve bu konuda bir sürü katagori de var . Eğer elinde sıcak bir kahve tutuyorsan birisiyle olan yakın ilişkini tanımlarsın . Yada politik görüşle ilgili bir anket verilse Ve siz de bir antiseptiginin yanında duruyorsanız politik görüşünüz muhtemelen dış güçlerin tehlike olasılığından dolayı daha tutucu olucaktir . Bunun Gibi pek çok ölçülür şey var .küçükler ama mantiklilar . Bunlar yaptığımız şeyleri neden yapdiğimizla ilgili bilinçli anlatımlar. Videoda verilen resim örnegi de dahil .(sinirbilim)
bir kişi basit bir konuyu veya yaşadığı bir olayı anlarken zorlanıyorum aradaki bağlantıyı kuramıyorum fakat bu videoyu başkasına anattığım zaman karışık oldugunu anlayamadığını söylüyor oysaki bana normal bir konuyu anlamaktan daha kolay geliyor :D
100 bin abone olmamıza az kaldı.Tebrik ederim Nebuch.
özgür iradenin yokluğu sizlere neden kabul edilebilir gelmiyor?
konunun bilimsel boyutuna merak salan ve nasıl araştırıyorsun diye sorup duran arkadaşlar için.
medium.com/@mondragon.ai/hierarchical-predictive-coding-4e2ecd8e4726
www.ncbi.nlm.nih.gov/pubmed/29497060
Şu 99 bin abonenin hepsi Nebuch'u anlıyor mu gerçekten? Çünkü anlıyorsa ne mutlu bize. Birşeylere kafa patlatacak bu kadar insanın bile olması heyecan verici olur benim açımdan.
Sanatçının eserlerini anlamlandıramadığımda sinirlendim
2016 da senin videolarını okulda akıllı tahtaya atar millete hocalara izletirdim düşünme özürlüler hić anlayamadılar anlatmak ustediklerini
Nebuchhh, belki de gerçekler sandığımız kadar renkli değildir.
fazla bir şey anlamasam da dinlemesi güzel videolardan.
?
İyi seneler
Sana filazof desek yanlış mı olur