SHAKING AND KISSING THE HAND, KNOWLEDGE AND THE TRUE SCHOLAR. Mahmud Sami Ramazanoğlu.

แชร์
ฝัง
  • เผยแพร่เมื่อ 28 ม.ค. 2025

ความคิดเห็น • 8

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  28 วันที่ผ่านมา +1

    TÜM SOHBETLER th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JsklOQUJ68GR1lNGBwGj_1.html
    Dualar ve Zikirler KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0K5uZsgWk6UvnuP4KRvmz88.html
    MUSÂHABE 1 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Lfo65AsXEzWDnw9yJrXkhV.html
    MUSÂHABE 2 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KRvDcohUJ-KP4vAzmSplY8.html
    MUSÂHABE 3 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KjKoWyhcHUPT9RV5EPLouP.html
    MUSÂHABE 4 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0I1r4qcoSuY-ZxC77EiZ7PM.html
    MUSÂHABE 5 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Lvy37SSLJNV92Cywx-ehbu.html
    MUSÂHABE 6 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0ImYbhzxn5K4s5sYtsXyo10.html
    HZ. YÛSUF KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Iz1FfNnIBYrSTxvjx4TtYd.html
    BEDİR GAZVESİ KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Juz2ZBlMPy1V19tvlV18TB.html
    HZ. EBÛBEKİR KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0L-AWhPD6yiYsNYFazfdywR.html
    HZ. ALİ'YYÜL-MURTEZÂ KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JjRJSNu9qbJXMJHNt6Gs3N.html
    HÂLİD BİN VELİD KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0LUjTc_TBxUyz611lUHtR_X.html
    OSMAN ZİNNÜREYN KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KcKzzC8CzS8G8Jm5j099kb.html
    HZ. ÖMER'UL-FÂRUK KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JIKasFPoFSTCh1uKGERAQj.html
    ASHÂB-I KİRAM 1 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0L-nOyI6Aid_ZrNL5K2ri41.html
    ASHÂB-I KİRAM 2 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0K9V39oqDPS7HyGOrkYWgc5.html
    UHUD GAZVESİ KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KA4PJ9_Sbtaa2uRorlYSCq.html

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  27 วันที่ผ่านมา

      21- MUSAFAHA VE EL ÖPME, İLİM VE GERÇEK ÂLİM - (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 1.Kısım.
      Ebu Hüreyre radıyallahu anh den şöyle rivayet edilmiştir:
      Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir kere gündüzün hâne-i saadetinden çıkıp ne o bana ne de ben O'na bir şey söylemeyerek çarşıya kadar yürüdü. Sonra buradan dönüp Fâtıma radıyallahu anhâ'nın evinin önünde bir kenara oturdu ve Hazret-i Hüseyin'i kastederek:
      - Küçük orada mısın? diye sordu. Hazret-i Fatıma çocuğun derhal evden çıkmasına müsaade etmedi. Biraz gecikti zannederim. Bu az zaman içinde çocuğu ya giydirmiş veya saçını başını yıkayıp taramıştı. Sonra çocuk süratle koşarak geldi. Rasûlullah çocuğu kucakladı ve öptü. Sonra:
      - Allah'ım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev! diye dua buyurdu. (Sahih-i Buhari, Tecrid, 6/525.)
      Bu hadis-i şeriften istifade edilen hükümler:
      1- Rasûlullah sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem'in çarşıya gidip dolaşması, sonra Hazret-i Fatıma radiyallahu anhâ'nın hanesinin önüne bir tarafa oturması çocukla mülâtafa edip onu kucaklaması Resul-i Ekrem sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem'in yüce makamına nazaran müstesna tevazuunu ifade eder.
      2- Muânaka; ki, iki kişinin ellerini birbirinin boynuna dolayarak kucaklaşmasıdır. Muânakanın hükmünde ulema ihtilâf etmiştir. Ebu Hanife ve Muhammed muânakanın kerahetine hükmetmişlerdir. Bunların istinat ettiği delil Tirmizî'nin rivayet edip hasenliğine hükmettiği Enes ibni Malik hadisidir.
      Hazreti Enes radıyallahu anh diyor ki: Birisi Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem'e:
      - Biz Müslümanlardan birisi bir mü'min kardeşine ve bir dostuna mülâki olunca ona tazimen eğilmeli midir? diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi sellem;
      - Hayır eğilmemelidir, buyurdu. O kimse:
      - Onu kucaklayıp öpmeli midir? diye sordu. Resûl-i Ekrem:
      - Hayır, diye cevap verdi. Tekrar o kimse:
      - Musafaha edip el tutuşmalı mıdır? Dedi.
      Rasûlullah sallallahu teala aleyhi ve sellem bu son suale cevaben:
      - Evet, diye tasdik ve tasvip buyurdu. (Tirmizi)
      Şabi'den naklen Ebu Yusuf ''muânaka'da bir beis yoktur'' buyurmuşlardır. Bu içtihat Ömer ibn-i Hattab radiyallahu anh'den nakledilmiştir,
      Tahâvinin Ca'fer ibn-i Ebi Talib'den oğlu Abdullah vasıtasıyla rivayet ettiği şu mealdeki hadis-i şerif ile ihticac edilmiştir:
      Ca'fer Hazretleri, ''Biz, Necaşi'nin yanından dönüp geldiğimizde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem beni kabul buyurup kucakladı,'' demiştir.
      Tahavi: Ashab-ı kiramdan birçoklarının birbirleriyle muânaka ettiklerini rivayet ederek ashab-ı kiramın bu fiil ve hareketleri muânakanın ibahesi hakkında Resul-i Ekrem'den rivayet olunan haberlerin nehye dair olan haberlerden muahhar olduğuna delâlet eder'' diyor.
      Telvih'te: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in Hazret-i Hüseyin'i muânaka buyurması muânakanın mubah olduğuna delâlet eder, diye kaydediliyor.
      Sâhib-i Hidâye, eimme-i Hanefiyye'nin nokta-i nazarın hulâsa ederek diyor ki, muânaka hususunda ashabın eimme-i Hanefiyye arasındaki ihtilâf bir izar ve bir gömlek ile yapılan muânakaya aittir. Yoksa giyinmiş kuşanmış iki müminin birbirleriyle muânakasında bir beis olmadığı hususunda bütün ashap ittifak etmişlerdir. Sahih olan da budur.
      3- Bu hadis'den müstefâd olan bir mesele-i ictimaiyye de öpmenin cevazıdır. Eâzım-ı Hanefiyyeden fakih Ebu'l-Leys-i Semerkandi, Camiü's-Sağir Şerhi'nde bu meseleyi şöyle izah etmiştir:
      Kuble yani öpmek beş türlüdür:
      1- Kuble-i tahiyye: Bazı müminlerin, şayan-ı ihtiram ve yaşlı olan diğer bazı müminlerin el üstünü öpmesi gibi.
      2- Kuble-i Şefkat: Çocuğun kendi baba ve anasını öpmesi,
      3- Kuble-i rahmet: Babanın ve ananın kendi çocuğunun yanağını öpmesi,
      4- Kuble-i şehvet: Zevcin zevcesini öpmesi,
      5- Kuble-i meveddet: Kız ve oğlan kardeşin birbirlerini öpmesi. Fukahayı Hanefiyyeden bazıları Haceri Esved'i öpmek de ''Kuble-i diyanet''tir, demişlerdir.
      Takbilin cevazına dair bir çok âsâr-ı şerife varit olmuştur. Yalnız bu cevazın mahalli, takbilin ihtiram ve ikram için olmasıdır. Şehvet kastiyle olursa câiz değildir.
      Musafaha; hakkında ihtilâf edilmeyen. bir sünnet-i kadimedir. Taberâni'nin Evsat'ın da Huzeyfe ibn Yeman radiyallahü anh'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem sallallahu teala aleyhi ve sellem efendimiz Hazretleri:
      - Mü'min mü'mine mülâki olup ona selâm vererek elini sıktığı zaman, her ikisinin günahları ağaç yapraklarının döküldüğü gibi dökülür, buyurmuştur! (Sahih-Buhari Tecrid, 6/527)
      İLİM VE GERÇEK ÂLİM.
      Hadis-i Kudsi'de:
      ''Ben bir gizli hazine idim, bilineyim için mahlukatı yarattım'', buyurulmuştur. (Keşfü'l-hafâ, II/173)
      Binaenaleyh, Alim olan Cenâb-ı Hak ilim sıfatını mahlûkuna bildirmek için bu sıfattan bir nebze mahlukunda halk buyurmuştur ki, onunla Cenâb-ı Hakk'ın ilim sıfatı bilinsin.
      Eğer bir kulda ilim sıfatından bir nebze olmasa, Cenab-ı Hakk'ın ilim sıfatına marifet hasıl olamaz. Diğer sifât-ı ilahiyye de bu minval üzeredir.
      Meselâ anadan doğma gözü görmeyen ve kulağı işitmeyen bir kimse, görmek ve işitmenin ne demek olduğunu bilemez.
      Keza, Cenab-ı Hakk'ın Mürit sıfatı vardır. Kulunda irade-i cüz'iyye'yi halk buyurmuştur. Eğer kulda irâde-i cüz'iyye olmasa, Cenâb-ı Hakk'ın irâde-i külliyyesi de bilinemez. Meselâ, gözü açık olarak aynaya bakan kimsenin inikâs eden hayâlinin de gözü açık olması lazım geldiği gibi.
      İşte Cebriyye Mezhebinin iddiasının butlanı bununla zahir olmuştur. Hak Teâlâ Hazretleri, Mürid sıfatına mukabil insanlara da irâde-i cüz'iyye vermiştir ki yevm-i kıyamette onları hesaba çekebilsin. Çünkü tekâlif-i şer'iyye irâde-i cüziyyenin bulunması üzerine terettüp ediyor.

      Nefs-i emmâresini hiç bir kayıt altına almamak fikrinde bulunanlar, ''Cenab-ı Hak salâhımı murâd ederse Salih olurum, etmezse olmam'' tarzında kaçamak yapıp batıl yola sapmak isteyenler kendilerini aldatmış olurlar.
      Cebriyye mensupları derler ki:
      Yâ Rab! Bir kısmımızı cennete ve bir kısmımızı da cehenneme gönderiyorsun. Bu doğru değildir. Zira tasarruf senin, her şey senin takdirindedir. Takdir olunan değişmez, bu masiyeti işlemek elimizde değildir.
      Böyle olsa neticede muhasebeye lüzum olmaması icap eder. Cenab-ı Hak zulümden münezzehtir. Ayet-i celilede:
      ''Allah kullara hiçbir haksızlık istemez,'' buyurulmuştur.
      Cenâb-ı Hak Âdil-i Mutlak Hazretleri bunlara cevaben:
      İşte ehli cennet yani irade-i cüziyyelerini hayra sarf edenler, cennete nail oldular. Siz ise irade-i cüziyyenizi şerre sarf ettiniz de, cehenneme müstahak oldunuz, buyuruyor. Nitekim ayet-i celilede:
      ''Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere gelince biz onlara elbette yollarımızı gösteririz'' (Kuran/el-Ankebût/69)Yani, bizim hidayetimiz, kulların mücâhedelerine bağlıdır, buyuruluyor.
      Ve yine:
      ''Hakikat insan için kendi çalıştığından başka (bir şey) yoktur,'' (Kuran/en-Necm/39) ayet-i kerimesi de yalnız maişet-i dünyeviyyeye münhasır olmayıp, maişet-i uhreviyeye de aittir.
      Hadis-i şerifte:
      - ''Ulema, nebilerin vârisidirler" buyurulmuştur.
      ''Ulema vâris-i nebidir'' denilmek câiz olduğu gibi ''kim vâris-i nebi ise ancak âlim odur'' diye mana vermek de câizdir.

    • @AbdullahCANCAN
      @AbdullahCANCAN  27 วันที่ผ่านมา

      21- MUSAFAHA VE EL ÖPME, İLİM VE GERÇEK ÂLİM - (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 2.Kısım.
      Bu itibarla bu hadis-i şerife ikinci manayı vermek uygun olur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ı bilmeyen ve tanımayan, Cenâb-ı Hak'tan korkmayıp masiyet işleyen kimseye hakiki âlim denilmesi câiz olamaz.
      Alim billâh olan, halkı, garazsız ve ücretsiz hiçbir menfaat mukabili olmayarak livechillâh Hakk'a, şeriat-ı mutahharanın emirlerine davet eder. Nitekim:
      - Siz insanlar için (insanlığın faydası için gaybdan, yahut levh-i Mahfûz'dan seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten vaz geçirmeğe çalışırsınız'' buyurulmuştur. (Kuran/Al-i İmran 110)
      Hiçbir Peygamber'in ümmeti, vâris-i enbiya mertebesine nail olamamıştır. Yani, hiçbir peygamberin ümmetine emr-i bil'ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesi verilmemiş ancak bu vazife ümmet-i Muhammed'e tevdi ve ihsan buyurulmuştur.
      Bu vazifeyi ifaya memur olan ümmetin hayırlısından murad; ulemâ-yı zahir değildir. Zira ulemayı rüsum denilen zahir ulemasına peygamber vârisi denilemez. Çünkü ''irs'' tabiri bir pederden evlada bilâ-kesb intikal eden şeye denir. Ulema-i Zahir'in ilmi ise irsî değil, kesbîdir. Medreselerde tahsil edilir, Vehbi değildir. Vehbi olmayan ve kesbi bir ilme irs tabiri sahih olamaz. Ulemâ-yı Zahir'e de vâris-i enbiyadır, demek asla doğru olamaz. Ayette:
      ''Allah'tan kulları içinde ancak âlimler korkar'', buyurulmuştur. (Kuran/Fatır Suresi 28) Hadislerde de:
      - Erkek ve kadın her Müslim için ulûm-i diniyyesini talep edip öğrenmek farzdır. ( İbn Mace, Keşfü'l-hafà, II/56)
      - ''Velev ki Çin'de dahi olsa ilim talep ediniz,'' buyurulmuştur. (Beyhaki, Deylemi, Keşfü'l-hafa, I/54.)
      Sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimizin bu hadis-i şeriflerde tahsilini emir buyurmuş olduğu ilmi, yalnız zahiri ilme tahsis etmek doğru değildir. Çünkü marifetullah'a ve havf-i ilâhi'ye mukarin olmayan ve dünyadan zühdü artırmayan ilim, ind-i ilâhi'de şâyân-ı kabul bir ilim sayılmaz. Nitekim hadis-i şerifte buyurulmuştur:
      - Bir kimse ilmini ziyadeleştirir, fakat iktisap eylediği ilim, onun dünya muhabbetinden zühdünü artırmazsa, Cenâb-ı Hak'tan uzak kalmaktan başka bir şey kazandırmaz.
      Resul-i Ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz, Muaz bin Cebel radiyallahu anh'ı bir kavmi irşada memur olarak göndermiş ve:
      - Kavm efradı muhtelif meseleler irat ederlerse ne yapacaksın? diye sormuştur. O da:
      - Kur'an-ı Kerim'e müracaat ederim.
      - Kur'an'da bulamazsam ne yaparsın?
      - Ehâdis-i Nebeviyye'nize müracaatla cevap veririm.
      - Onda da bulamazsan? buyurulduğunda:
      - içtihadıma müracaat ederim, diye cevap verince, Efendimiz:
      - Elhamdülillâh, buyurmuşlardır.
      Bir mümin şer-i şerifteki noksanlarını daima sormalıdır. Nitekim nasıl bir bağı ve tarlası olan bir kimsenin ziraata müteallik hususları daima ehil ve erbabından sorup öğrenmesi lâzım geliyorsa, dinî meselelerdeki noksanları da öylece öğrenmeğe gayret etmelidir. Nitekim hadis-l şerifte buyurulmuştur:
      ''İlim, hazinelerdir. Anahtarları ise, sualdir.'' (Ebû Nuaym, el-Askeri, Keşfü'l-hafâ, II/75)
      Her asırda neşr-i din vazife-i mukaddesesi ulemayı zâhir ve bâtın; yani ulema-i meşâyih-ı kirâm efendilerin uhde-i liyakatlerine tevdi' ve tahmil buyurulmuştur.
      Ulemâ-yı zahir ve bâtının bu mühim vazifeleri umumun menfaatine hizmet edeceğinden faydası yalnız kendi nefsine münhasır kalan âbid'den onların derecesi daha yüksek ve daha hayırlıdır. Elbette ibadet-i müteaddiye, ibadet-i lâzımeden hayırlıdır.

      İşte bu hikmete mebni Rasûlullah sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri, Hazret-i Ali keremmellahü vecheh Efendimiz'e:
      - Ya Ali! Senin delâletinle Cenab-ı Allah'ın bir şahsı hidayete ulaştırması dünya ve mafihâ'nın senin olmasından daha hayırlıdır, buyurmuştur.
      Hak Celle ve Alâ Hazretleri, geceleri sabahlara kadar (namazda) Kur'an okuyarak mübarek ayakları sızlayan ve şişen Habibine:
      - ''Biz Kuran'ı sana zahmet çekesin diye değil, ancak (Allahtan) korkacaklara bir öğüt olmak üzere indirdik'', (Kuran/Tahâ, 1-2.) ayet-i celilesiyle ferman buyurarak ibadetinde itidâl'e davet buyurmuştur. Diğer taraftan nûr-i Nübüvveti görmek şerefinden mahrum kalan küffar ve münkirler de:
      - ''Bu nasıl Peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor çarşılarda yürüyor,'' demişlerdir. (Kuran/el-Furkan, 7.)
      Hazret-i Musâ aleyhi's-selâm hasta olunca Cenâb-ı Hak'tan deva istemiş, Hak celle ve alâ Hazretleri,
      ''Şu nebat şifadır!'' diye ilacını beyan buyurmuştur. Musa aleyhisselâm o devayı kullanmış, fakat iyi olmamış. Yine Cenâb-ı Hakk'a müracaat etmiş, keza aynı deva beyan buyurulmuş, kullanmış, yine iyi olmamış. Üçün müracaatında, filan kimseye gitmesi beyan buyurulmuş, tabibe gittiğinde evvelce tarif buyurulan aynı ottan ilaç tavsiye etmiş. O da ilacını tabibin tarifi veçhile kullanmış ve şifâ-yâb olmuş.
      Mûsâ aleyhisselâm demiş ki:
      - Yâ Rab! Evvelce de aynısını kullandım, iyi olmadım. Bu tabibin aynı devayı tarifi veçhile yaptım, iyi oldum. Bunun hikmeti nedir? Buyurulmuş ki:
      - Yâ Musa! Her kulum hastalandığında bana müracaat edemez. Her ilmin, sanatın tahsili için ehline müracaat lüzumu vardır. Bu hikmete mebni tabibin tarifinden istifade ettin.
      Nitekim hadis-i şerifte:
      ''Her sanat için ehil ve erbabının yardımını isteyiniz!'' buyurulmuştur.

  •  27 วันที่ผ่านมา +2

    Allahümme salli alâ seyyidina Muhammed ve alâ Ehlibeyti Muhammed sallallahu aleyhi vesellem.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  27 วันที่ผ่านมา +1

    21- MUSAFAHA VE EL ÖPME, İLİM VE GERÇEK ÂLİM - (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 2.Kısım.
    Bu itibarla bu hadis-i şerife ikinci manayı vermek uygun olur. Çünkü Cenâb-ı Hakk'ı bilmeyen ve tanımayan, Cenâb-ı Hak'tan korkmayıp masiyet işleyen kimseye hakiki âlim denilmesi câiz olamaz.
    Alim billâh olan, halkı, garazsız ve ücretsiz hiçbir menfaat mukabili olmayarak livechillâh Hakk'a, şeriat-ı mutahharanın emirlerine davet eder. Nitekim:
    - Siz insanlar için (insanlığın faydası için gaybdan, yahut levh-i Mahfûz'dan seçilip) çıkarılmış en hayırlı bir ümmetsiniz, iyiliği emreder, kötülükten vaz geçirmeğe çalışırsınız'' buyurulmuştur. (Kuran/Al-i İmran 110)
    Hiçbir Peygamber'in ümmeti, vâris-i enbiya mertebesine nail olamamıştır. Yani, hiçbir peygamberin ümmetine emr-i bil'ma'ruf ve nehy-i ani'l-münker vazifesi verilmemiş ancak bu vazife ümmet-i Muhammed'e tevdi ve ihsan buyurulmuştur.
    Bu vazifeyi ifaya memur olan ümmetin hayırlısından murad; ulemâ-yı zahir değildir. Zira ulemayı rüsum denilen zahir ulemasına peygamber vârisi denilemez. Çünkü ''irs'' tabiri bir pederden evlada bilâ-kesb intikal eden şeye denir. Ulema-i Zahir'in ilmi ise irsî değil, kesbîdir. Medreselerde tahsil edilir, Vehbi değildir. Vehbi olmayan ve kesbi bir ilme irs tabiri sahih olamaz. Ulemâ-yı Zahir'e de vâris-i enbiyadır, demek asla doğru olamaz. Ayette:
    ''Allah'tan kulları içinde ancak âlimler korkar'', buyurulmuştur. (Kuran/Fatır Suresi 28) Hadislerde de:
    - Erkek ve kadın her Müslim için ulûm-i diniyyesini talep edip öğrenmek farzdır. ( İbn Mace, Keşfü'l-hafà, II/56)
    - ''Velev ki Çin'de dahi olsa ilim talep ediniz,'' buyurulmuştur. (Beyhaki, Deylemi, Keşfü'l-hafa, I/54.)
    Sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimizin bu hadis-i şeriflerde tahsilini emir buyurmuş olduğu ilmi, yalnız zahiri ilme tahsis etmek doğru değildir. Çünkü marifetullah'a ve havf-i ilâhi'ye mukarin olmayan ve dünyadan zühdü artırmayan ilim, ind-i ilâhi'de şâyân-ı kabul bir ilim sayılmaz. Nitekim hadis-i şerifte buyurulmuştur:
    - Bir kimse ilmini ziyadeleştirir, fakat iktisap eylediği ilim, onun dünya muhabbetinden zühdünü artırmazsa, Cenâb-ı Hak'tan uzak kalmaktan başka bir şey kazandırmaz.
    Resul-i Ekrem sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz, Muaz bin Cebel radiyallahu anh'ı bir kavmi irşada memur olarak göndermiş ve:
    - Kavm efradı muhtelif meseleler irat ederlerse ne yapacaksın? diye sormuştur. O da:
    - Kur'an-ı Kerim'e müracaat ederim.
    - Kur'an'da bulamazsam ne yaparsın?
    - Ehâdis-i Nebeviyye'nize müracaatla cevap veririm.
    - Onda da bulamazsan? buyurulduğunda:
    - içtihadıma müracaat ederim, diye cevap verince, Efendimiz:
    - Elhamdülillâh, buyurmuşlardır.
    Bir mümin şer-i şerifteki noksanlarını daima sormalıdır. Nitekim nasıl bir bağı ve tarlası olan bir kimsenin ziraata müteallik hususları daima ehil ve erbabından sorup öğrenmesi lâzım geliyorsa, dinî meselelerdeki noksanları da öylece öğrenmeğe gayret etmelidir. Nitekim hadis-l şerifte buyurulmuştur:
    ''İlim, hazinelerdir. Anahtarları ise, sualdir.'' (Ebû Nuaym, el-Askeri, Keşfü'l-hafâ, II/75)
    Her asırda neşr-i din vazife-i mukaddesesi ulemayı zâhir ve bâtın; yani ulema-i meşâyih-ı kirâm efendilerin uhde-i liyakatlerine tevdi' ve tahmil buyurulmuştur.
    Ulemâ-yı zahir ve bâtının bu mühim vazifeleri umumun menfaatine hizmet edeceğinden faydası yalnız kendi nefsine münhasır kalan âbid'den onların derecesi daha yüksek ve daha hayırlıdır. Elbette ibadet-i müteaddiye, ibadet-i lâzımeden hayırlıdır.
    İşte bu hikmete mebni Rasûlullah sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz Hazretleri, Hazret-i Ali keremmellahü vecheh Efendimiz'e:
    - Ya Ali! Senin delâletinle Cenab-ı Allah'ın bir şahsı hidayete ulaştırması dünya ve mafihâ'nın senin olmasından daha hayırlıdır, buyurmuştur.
    Hak Celle ve Alâ Hazretleri, geceleri sabahlara kadar (namazda) Kur'an okuyarak mübarek ayakları sızlayan ve şişen Habibine:
    - ''Biz Kuran'ı sana zahmet çekesin diye değil, ancak (Allahtan) korkacaklara bir öğüt olmak üzere indirdik'', (Kuran/Tahâ, 1-2.) ayet-i celilesiyle ferman buyurarak ibadetinde itidâl'e davet buyurmuştur. Diğer taraftan nûr-i Nübüvveti görmek şerefinden mahrum kalan küffar ve münkirler de:
    - ''Bu nasıl Peygamber? (Bizim gibi) yemek yiyor çarşılarda yürüyor,'' demişlerdir. (Kuran/el-Furkan, 7.)
    Hazret-i Musâ aleyhi's-selâm hasta olunca Cenâb-ı Hak'tan deva istemiş, Hak celle ve alâ Hazretleri,
    ''Şu nebat şifadır!'' diye ilacını beyan buyurmuştur. Musa aleyhisselâm o devayı kullanmış, fakat iyi olmamış. Yine Cenâb-ı Hakk'a müracaat etmiş, keza aynı deva beyan buyurulmuş, kullanmış, yine iyi olmamış. Üçün müracaatında, filan kimseye gitmesi beyan buyurulmuş, tabibe gittiğinde evvelce tarif buyurulan aynı ottan ilaç tavsiye etmiş. O da ilacını tabibin tarifi veçhile kullanmış ve şifâ-yâb olmuş.
    Mûsâ aleyhisselâm demiş ki:
    - Yâ Rab! Evvelce de aynısını kullandım, iyi olmadım. Bu tabibin aynı devayı tarifi veçhile yaptım, iyi oldum. Bunun hikmeti nedir? Buyurulmuş ki:
    - Yâ Musa! Her kulum hastalandığında bana müracaat edemez. Her ilmin, sanatın tahsili için ehline müracaat lüzumu vardır. Bu hikmete mebni tabibin tarifinden istifade ettin.
    Nitekim hadis-i şerifte:
    ''Her sanat için ehil ve erbabının yardımını isteyiniz!'' buyurulmuştur.

  • @AbdullahCANCAN
    @AbdullahCANCAN  27 วันที่ผ่านมา +1

    21- MUSAFAHA VE EL ÖPME, İLİM VE GERÇEK ÂLİM - (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) 1.Kısım.
    Ebu Hüreyre radıyallahu anh den şöyle rivayet edilmiştir:
    Nebi sallallahu aleyhi ve sellem bir kere gündüzün hâne-i saadetinden çıkıp ne o bana ne de ben O'na bir şey söylemeyerek çarşıya kadar yürüdü. Sonra buradan dönüp Fâtıma radıyallahu anhâ'nın evinin önünde bir kenara oturdu ve Hazret-i Hüseyin'i kastederek:
    - Küçük orada mısın? diye sordu. Hazret-i Fatıma çocuğun derhal evden çıkmasına müsaade etmedi. Biraz gecikti zannederim. Bu az zaman içinde çocuğu ya giydirmiş veya saçını başını yıkayıp taramıştı. Sonra çocuk süratle koşarak geldi. Rasûlullah çocuğu kucakladı ve öptü. Sonra:
    - Allah'ım sen bu çocuğu sev, bunu seveni de sev! diye dua buyurdu. (Sahih-i Buhari, Tecrid, 6/525.)
    Bu hadis-i şeriften istifade edilen hükümler:
    1- Rasûlullah sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem'in çarşıya gidip dolaşması, sonra Hazret-i Fatıma radiyallahu anhâ'nın hanesinin önüne bir tarafa oturması çocukla mülâtafa edip onu kucaklaması Resul-i Ekrem sallallahu Teâlâ aleyhi ve sellem'in yüce makamına nazaran müstesna tevazuunu ifade eder.
    2- Muânaka; ki, iki kişinin ellerini birbirinin boynuna dolayarak kucaklaşmasıdır. Muânakanın hükmünde ulema ihtilâf etmiştir. Ebu Hanife ve Muhammed muânakanın kerahetine hükmetmişlerdir. Bunların istinat ettiği delil Tirmizî'nin rivayet edip hasenliğine hükmettiği Enes ibni Malik hadisidir.
    Hazreti Enes radıyallahu anh diyor ki: Birisi Rasûlullah sallahu aleyhi ve sellem'e:
    - Biz Müslümanlardan birisi bir mü'min kardeşine ve bir dostuna mülâki olunca ona tazimen eğilmeli midir? diye sordu. Efendimiz sallallahu aleyhi sellem;
    - Hayır eğilmemelidir, buyurdu. O kimse:
    - Onu kucaklayıp öpmeli midir? diye sordu. Resûl-i Ekrem:
    - Hayır, diye cevap verdi. Tekrar o kimse:
    - Musafaha edip el tutuşmalı mıdır? Dedi.
    Rasûlullah sallallahu teala aleyhi ve sellem bu son suale cevaben:
    - Evet, diye tasdik ve tasvip buyurdu. (Tirmizi)
    Şabi'den naklen Ebu Yusuf ''muânaka'da bir beis yoktur'' buyurmuşlardır. Bu içtihat Ömer ibn-i Hattab radiyallahu anh'den nakledilmiştir,
    Tahâvinin Ca'fer ibn-i Ebi Talib'den oğlu Abdullah vasıtasıyla rivayet ettiği şu mealdeki hadis-i şerif ile ihticac edilmiştir:
    Ca'fer Hazretleri, ''Biz, Necaşi'nin yanından dönüp geldiğimizde Nebi sallallahu aleyhi ve sellem beni kabul buyurup kucakladı,'' demiştir.
    Tahavi: Ashab-ı kiramdan birçoklarının birbirleriyle muânaka ettiklerini rivayet ederek ashab-ı kiramın bu fiil ve hareketleri muânakanın ibahesi hakkında Resul-i Ekrem'den rivayet olunan haberlerin nehye dair olan haberlerden muahhar olduğuna delâlet eder'' diyor.
    Telvih'te: Nebi sallallahu aleyhi ve sellem'in Hazret-i Hüseyin'i muânaka buyurması muânakanın mubah olduğuna delâlet eder, diye kaydediliyor.
    Sâhib-i Hidâye, eimme-i Hanefiyye'nin nokta-i nazarın hulâsa ederek diyor ki, muânaka hususunda ashabın eimme-i Hanefiyye arasındaki ihtilâf bir izar ve bir gömlek ile yapılan muânakaya aittir. Yoksa giyinmiş kuşanmış iki müminin birbirleriyle muânakasında bir beis olmadığı hususunda bütün ashap ittifak etmişlerdir. Sahih olan da budur.
    3- Bu hadis'den müstefâd olan bir mesele-i ictimaiyye de öpmenin cevazıdır. Eâzım-ı Hanefiyyeden fakih Ebu'l-Leys-i Semerkandi, Camiü's-Sağir Şerhi'nde bu meseleyi şöyle izah etmiştir:
    Kuble yani öpmek beş türlüdür:
    1- Kuble-i tahiyye: Bazı müminlerin, şayan-ı ihtiram ve yaşlı olan diğer bazı müminlerin el üstünü öpmesi gibi.
    2- Kuble-i Şefkat: Çocuğun kendi baba ve anasını öpmesi,
    3- Kuble-i rahmet: Babanın ve ananın kendi çocuğunun yanağını öpmesi,
    4- Kuble-i şehvet: Zevcin zevcesini öpmesi,
    5- Kuble-i meveddet: Kız ve oğlan kardeşin birbirlerini öpmesi. Fukahayı Hanefiyyeden bazıları Haceri Esved'i öpmek de ''Kuble-i diyanet''tir, demişlerdir.
    Takbilin cevazına dair bir çok âsâr-ı şerife varit olmuştur. Yalnız bu cevazın mahalli, takbilin ihtiram ve ikram için olmasıdır. Şehvet kastiyle olursa câiz değildir.
    Musafaha; hakkında ihtilâf edilmeyen. bir sünnet-i kadimedir. Taberâni'nin Evsat'ın da Huzeyfe ibn Yeman radiyallahü anh'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Resûl-i Ekrem sallallahu teala aleyhi ve sellem efendimiz Hazretleri:
    - Mü'min mü'mine mülâki olup ona selâm vererek elini sıktığı zaman, her ikisinin günahları ağaç yapraklarının döküldüğü gibi dökülür, buyurmuştur! (Sahih-Buhari Tecrid, 6/527)
    İLİM VE GERÇEK ÂLİM.
    Hadis-i Kudsi'de:
    ''Ben bir gizli hazine idim, bilineyim için mahlukatı yarattım'', buyurulmuştur. (Keşfü'l-hafâ, II/173)
    Binaenaleyh, Alim olan Cenâb-ı Hak ilim sıfatını mahlûkuna bildirmek için bu sıfattan bir nebze mahlukunda halk buyurmuştur ki, onunla Cenâb-ı Hakk'ın ilim sıfatı bilinsin.
    Eğer bir kulda ilim sıfatından bir nebze olmasa, Cenab-ı Hakk'ın ilim sıfatına marifet hasıl olamaz. Diğer sifât-ı ilahiyye de bu minval üzeredir.
    Meselâ anadan doğma gözü görmeyen ve kulağı işitmeyen bir kimse, görmek ve işitmenin ne demek olduğunu bilemez.
    Keza, Cenab-ı Hakk'ın Mürit sıfatı vardır. Kulunda irade-i cüz'iyye'yi halk buyurmuştur. Eğer kulda irâde-i cüz'iyye olmasa, Cenâb-ı Hakk'ın irâde-i külliyyesi de bilinemez. Meselâ, gözü açık olarak aynaya bakan kimsenin inikâs eden hayâlinin de gözü açık olması lazım geldiği gibi.
    İşte Cebriyye Mezhebinin iddiasının butlanı bununla zahir olmuştur. Hak Teâlâ Hazretleri, Mürid sıfatına mukabil insanlara da irâde-i cüz'iyye vermiştir ki yevm-i kıyamette onları hesaba çekebilsin. Çünkü tekâlif-i şer'iyye irâde-i cüziyyenin bulunması üzerine terettüp ediyor.
    Nefs-i emmâresini hiç bir kayıt altına almamak fikrinde bulunanlar, ''Cenab-ı Hak salâhımı murâd ederse Salih olurum, etmezse olmam'' tarzında kaçamak yapıp batıl yola sapmak isteyenler kendilerini aldatmış olurlar.
    Cebriyye mensupları derler ki:
    Yâ Rab! Bir kısmımızı cennete ve bir kısmımızı da cehenneme gönderiyorsun. Bu doğru değildir. Zira tasarruf senin, her şey senin takdirindedir. Takdir olunan değişmez, bu masiyeti işlemek elimizde değildir.
    Böyle olsa neticede muhasebeye lüzum olmaması icap eder. Cenab-ı Hak zulümden münezzehtir. Ayet-i celilede:
    ''Allah kullara hiçbir haksızlık istemez,'' buyurulmuştur.
    Cenâb-ı Hak Âdil-i Mutlak Hazretleri bunlara cevaben:
    İşte ehli cennet yani irade-i cüziyyelerini hayra sarf edenler, cennete nail oldular. Siz ise irade-i cüziyyenizi şerre sarf ettiniz de, cehenneme müstahak oldunuz, buyuruyor. Nitekim ayet-i celilede:
    ''Bizim uğrumuzda mücâhede edenlere gelince biz onlara elbette yollarımızı gösteririz'' (Kuran/el-Ankebût/69)Yani, bizim hidayetimiz, kulların mücâhedelerine bağlıdır, buyuruluyor.
    Ve yine:
    ''Hakikat insan için kendi çalıştığından başka (bir şey) yoktur,'' (Kuran/en-Necm/39) ayet-i kerimesi de yalnız maişet-i dünyeviyyeye münhasır olmayıp, maişet-i uhreviyeye de aittir.
    Hadis-i şerifte:
    - ''Ulema, nebilerin vârisidirler" buyurulmuştur.
    ''Ulema vâris-i nebidir'' denilmek câiz olduğu gibi ''kim vâris-i nebi ise ancak âlim odur'' diye mana vermek de câizdir.

  • @Glasvezel49
    @Glasvezel49 28 วันที่ผ่านมา

    Yayın kaliteli ama konuşma robotik olmuş lütfen akıcı olsun dinleyemiyoruz

    • @ze.ro.666
      @ze.ro.666 28 วันที่ผ่านมา +2

      @@Glasvezel49 ses guzel ama