Kaliteli sohbet için teşekkürler. Eğer Yalın Alpay akademisyen olsaydı kendisinden mutlaka ders almak ve danışmanlığında tez yazmak isterdim. Romanların sinemaya uyarlanması konusu ile ilgili belirtmek istediğim bir düşüncem var. Sohbetin bir yerinde de bahsedildiği gibi roman her okuyucu tarafından yeniden inşa edilir. Sinemada ise böyle bir şey mümkün değildir. Biz okuduklarımızı kendi zihnimizde yorumlayıp yaratırken perdede veya ekranda gördüklerimiz bizim yerimize bir başkası tarafından yorumlanıp yaratılmış şeylerdir. İzleyici bu noktada artık tamamen pasif bir alıcı konumundadır ve kreatif zihinsel aktivitede bulunmaz, zihni en fazla anlatılanı kavramakla meşguldür. Tüketimine sunulan anlatının mesajı artık tektir, herkese aynı şeyi söyler. Bu nedenle, sinema kitlelere hitap ederken roman bireylere hitap eder. Bu doğrultuda sinema aslında bir anlamda totaliterdir. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli propaganda aygıtlarından biri olması da (ki hala öyledir) bunu doğrular gibidir.
Müzik ile ilgili yazınızın daha en başında, başlığınızda, kulağın önemine vurgu yaptığınız için çok teşekkürler. Gerçekten de müziğin tarihini değil, felsefesini değil tam olarak kendisini konuşabilmek için bu dilin eğitiminden geçmiş olmamız şart. Hatta duyuyor olmak da kendi başına yetersiz kalıyor. Belli bir süre, bu duyulanları doğru şekilde yorumlayabilmek için çalışma yapmak gerekiyor. Aksi taktirde tıpkı "e=m.c2" nin matematiksel ispatına bir kere bile bakmamış, hatta temel cebirde sıkıntıları olan birinin, Einstein aforizmaları paylaşarak Einstein'ı gerçekten anladığını zannetmesi gibi, eserin inşa olduğu dilden bile bir haber olarak yapılmış olan misal "Coltrane'nin önemi" okuması aynı derecede hatalı olacaktır. Amacım sanat felsefesi veya fizik tarihi derslerini kaldırmak değil. Müziğin veya matematiğin dilindeki analitik okumalar ile felsefi ve tarihi bilgilerin ayrımı adına, sizin zarifçe değinmiş olduğunuz "Gerçek bir müzik okuması yapabilmek, ancak müziğin inşa edildiği gerçek dili bilerek ve kullanarak mümkün olabilir" mesajının değerini vurgulamak istedim.
1. roman, kişilerin düşüncelerini aktarmakta sinemadan üstündür. 2. eğer sanat eserini sırf statü getirsin diye satın alırsanız, anlamını yitirir ve değersiz bir nesneye dönüşür.
Yalın bey sizde benim gibi çocukluğunuzda gökkuşağının muğlak renklerine görüp bu katı gerçekliklerden bir kaç dakikalığına da olsa azade olduğunuzu hissettiniz mi ?
Bağımsız sinema'nın bu anlatılanlarla uyumlu olmadığını düşünüyorum. Minimum olay örgüsüne sahip o kadar çok film var ki bir kitap kadar farklı patikalara sizi savuran. Bergman, Bresson, Tarkovsky, Polanski Kieslowski ve daha niceleri.. Onlara sanki biraz haksızlık yapılmış gibi onlar adına kırıldım şu an 😔
Aslında saydığınız yönetmenler tam da anlatılanlara uygun. Saydığınız yönetmenler görsel bir anlatımla sinema dilini yakalayabilmişler. Bu yönetmenlerin dışında kalanlar görsellikten ziyade metne dayanıyorlar bu durum da "ideal sinema"ya aykırı elbette.
@@CenkDemirkiran benim sinemada görsellikten anladığım, renk, ışık, efekt, aksiyon vs. Bu yönetmenler ise daha ziyade metaforlar ve diyaloglar kullanarak bir konuyu derinlemesine aktarmaya çalışıyorlar..
Çok önemi bir film düşünürü olan Mİtry romanla film sanatını karşılaştırmak için kurduğu bir cümlede şöyle der;.“Roman kendisini dünyada kuran bir anlatıdır, sinema ise kendisini anlatıda kuran bir dünyadır” sinema ve roman üzerine yaptığınız karşılaştırmalar ana akım sineması için geçerli olabilir fakat anlatı sineması için bu söylemler haksızlık olur diye düşünüyorum. Bu filmlerden bazıları vardır ki zamandan arı sonsuz kere yorumlanabilme özelliğine sahiptir....
Sizin kitaplarınızı da keyifle okuyan videolarınızı da keyifle izleyen biriyim - hediye aldığım kitabınız var. Ama bu video sizin olamaz bence. 1903 yılında yapsanız bu konuşmayı tamam. Hadi tiyatroyu indirdiniz diyaloglara ama sinemayı olay örgüsüne tıkıştırmak? Azıcık Deleuze’le tartışma, birazcık Framptonla itiş kakış bile - ki örnekler çok çok artirilabilir- sizi sinemanin imkanlarini görmeye iteceginden eminim. Roman, kelime ustune kelime kurulabilen tek sesli bir alan, sinemada teorik olarak 100 farkli sey aynı anda taşınabilir; bu bile yetmez mi? Benim nacizane gördüğüm sorun illa bir diyalektik çerçeve kurma çabanız olmuş, anliyorum ki edebiyat konusunda yetkinsiniz ancak karşısına koyup topu devamlı atıp tutuğunuz duvar olan “sinema sanatı” ilgi alanınız dışında kalmış. Halbuki tanıdığım kadarıyla siz eski ortaklarınızdan biri gibi hemen hiçbir sey okumadan kültürün getirdiği curufla her bilgiye kendi zekasi, mavi kanı ve mesihane güçleriyle ulaşma metoduna uzaksiniz ve düşünürlerlr boğuşa boğuşa kendi perspektifinizi kuran bir düşünürsünüz. Bu videoyu ben size yakıştıramadım, sizden bir kaç sene içinde “o zamanlar boyle düşünmüyordum” videosu bekliyorum. Sevgiler. Takibe devam tabii ki.
İki can dostum tatlı tatlı sohbet etmişler :) Andante böylesine iki değerli yazarı sayfalarında konuk ettiği için pek şanslı :)
Hocam sizi fludan sonra burda görmek ne güzel 🌷
Kaliteli sohbet için teşekkürler. Eğer Yalın Alpay akademisyen olsaydı kendisinden mutlaka ders almak ve danışmanlığında tez yazmak isterdim. Romanların sinemaya uyarlanması konusu ile ilgili belirtmek istediğim bir düşüncem var. Sohbetin bir yerinde de bahsedildiği gibi roman her okuyucu tarafından yeniden inşa edilir. Sinemada ise böyle bir şey mümkün değildir. Biz okuduklarımızı kendi zihnimizde yorumlayıp yaratırken perdede veya ekranda gördüklerimiz bizim yerimize bir başkası tarafından yorumlanıp yaratılmış şeylerdir. İzleyici bu noktada artık tamamen pasif bir alıcı konumundadır ve kreatif zihinsel aktivitede bulunmaz, zihni en fazla anlatılanı kavramakla meşguldür. Tüketimine sunulan anlatının mesajı artık tektir, herkese aynı şeyi söyler. Bu nedenle, sinema kitlelere hitap ederken roman bireylere hitap eder. Bu doğrultuda sinema aslında bir anlamda totaliterdir. Geçtiğimiz yüzyılın en önemli propaganda aygıtlarından biri olması da (ki hala öyledir) bunu doğrular gibidir.
Severek takip ettiğim ender kanallardan.
yalın bey anlatışınız kafamda bir sürü patika oluşturuyor. iyi ki varsınız keyifle dinliyoruz
Adami dinlemek gercek bir keyif.
İlgiyle izliyoruz öğreniyoruz emeğinize sağlık
Harikasınız hocam
Müzik ile ilgili yazınızın daha en başında, başlığınızda, kulağın önemine vurgu yaptığınız için çok teşekkürler. Gerçekten de müziğin tarihini değil, felsefesini değil tam olarak kendisini konuşabilmek için bu dilin eğitiminden geçmiş olmamız şart. Hatta duyuyor olmak da kendi başına yetersiz kalıyor. Belli bir süre, bu duyulanları doğru şekilde yorumlayabilmek için çalışma yapmak gerekiyor. Aksi taktirde tıpkı "e=m.c2" nin matematiksel ispatına bir kere bile bakmamış, hatta temel cebirde sıkıntıları olan birinin, Einstein aforizmaları paylaşarak Einstein'ı gerçekten anladığını zannetmesi gibi, eserin inşa olduğu dilden bile bir haber olarak yapılmış olan misal "Coltrane'nin önemi" okuması aynı derecede hatalı olacaktır. Amacım sanat felsefesi veya fizik tarihi derslerini kaldırmak değil. Müziğin veya matematiğin dilindeki analitik okumalar ile felsefi ve tarihi bilgilerin ayrımı adına, sizin zarifçe değinmiş olduğunuz "Gerçek bir müzik okuması yapabilmek, ancak müziğin inşa edildiği gerçek dili bilerek ve kullanarak mümkün olabilir" mesajının değerini vurgulamak istedim.
Selam, youtube trendlerde en üstte yükselen içerik üreticisi olarak gösteriyor bilgin olsun istedim
Emeğinize sağlık.
Çok güzeldi. Andante yazınızı da beğendim.
Ne hoş dinlemesi
Yükselisteki içerik üretici ;))
Teşekkürler.
Sonu niye baglanmadan kesilmis gibi ne guzel dinliyoduk 😃
Romanda olay sayısının az olması ve daha çok kişinin iç dünyasında olup bitenlerin yazılması önemli yorum. Düşündürücü
Teşekkürler, ❤❤🙏🙏
1. roman, kişilerin düşüncelerini aktarmakta sinemadan üstündür. 2. eğer sanat eserini sırf statü getirsin diye satın alırsanız, anlamını yitirir ve değersiz bir nesneye dönüşür.
Adamı elon musk sanıp açtım ŞDXNXHXKXPXPX
Hocam sürekli postmodernizm üzerine yazılarınızı okurdum dergide. Burada "yükselişteki içerik üreticisi" başlığı altında görünce bir mutlu oldum :)
Yalın bey sizde benim gibi çocukluğunuzda gökkuşağının muğlak renklerine görüp bu katı gerçekliklerden bir kaç dakikalığına da olsa azade olduğunuzu hissettiniz mi ?
Çok iyisiniz
Kendime notlar:
1- Düşünme çeşitleri*
Bağımsız sinema'nın bu anlatılanlarla uyumlu olmadığını düşünüyorum. Minimum olay örgüsüne sahip o kadar çok film var ki bir kitap kadar farklı patikalara sizi savuran. Bergman, Bresson, Tarkovsky, Polanski Kieslowski ve daha niceleri.. Onlara sanki biraz haksızlık yapılmış gibi onlar adına kırıldım şu an 😔
Aslında saydığınız yönetmenler tam da anlatılanlara uygun. Saydığınız yönetmenler görsel bir anlatımla sinema dilini yakalayabilmişler. Bu yönetmenlerin dışında kalanlar görsellikten ziyade metne dayanıyorlar bu durum da "ideal sinema"ya aykırı elbette.
@@CenkDemirkiran benim sinemada görsellikten anladığım, renk, ışık, efekt, aksiyon vs. Bu yönetmenler ise daha ziyade metaforlar ve diyaloglar kullanarak bir konuyu derinlemesine aktarmaya çalışıyorlar..
Sizi tekrar tekrar izledikçe intihar edesim geliyorum 😅 ne kadar mal olduğumu görüyorum 😃 biraz geç tanıdım özür diliyorum...
Çok önemi bir film düşünürü olan Mİtry romanla film sanatını karşılaştırmak için kurduğu bir cümlede şöyle der;.“Roman kendisini dünyada kuran bir anlatıdır, sinema ise kendisini anlatıda kuran bir dünyadır” sinema ve roman üzerine yaptığınız karşılaştırmalar ana akım sineması için geçerli olabilir fakat anlatı sineması için bu söylemler haksızlık olur diye düşünüyorum. Bu filmlerden bazıları vardır ki zamandan arı sonsuz kere yorumlanabilme özelliğine sahiptir....
New Channel Name Yayın Alpay
“Insan” derken hep ayni vurgu :)
Sizin kitaplarınızı da keyifle okuyan videolarınızı da keyifle izleyen biriyim - hediye aldığım kitabınız var. Ama bu video sizin olamaz bence. 1903 yılında yapsanız bu konuşmayı tamam. Hadi tiyatroyu indirdiniz diyaloglara ama sinemayı olay örgüsüne tıkıştırmak? Azıcık Deleuze’le tartışma, birazcık Framptonla itiş kakış bile - ki örnekler çok çok artirilabilir- sizi sinemanin imkanlarini görmeye iteceginden eminim. Roman, kelime ustune kelime kurulabilen tek sesli bir alan, sinemada teorik olarak 100 farkli sey aynı anda taşınabilir; bu bile yetmez mi? Benim nacizane gördüğüm sorun illa bir diyalektik çerçeve kurma çabanız olmuş, anliyorum ki edebiyat konusunda yetkinsiniz ancak karşısına koyup topu devamlı atıp tutuğunuz duvar olan “sinema sanatı” ilgi alanınız dışında kalmış. Halbuki tanıdığım kadarıyla siz eski ortaklarınızdan biri gibi hemen hiçbir sey okumadan kültürün getirdiği curufla her bilgiye kendi zekasi, mavi kanı ve mesihane güçleriyle ulaşma metoduna uzaksiniz ve düşünürlerlr boğuşa boğuşa kendi perspektifinizi kuran bir düşünürsünüz. Bu videoyu ben size yakıştıramadım, sizden bir kaç sene içinde “o zamanlar boyle düşünmüyordum” videosu bekliyorum. Sevgiler. Takibe devam tabii ki.