Güzel ve Dokunaklı | Şükrü Erbaş
ฝัง
- เผยแพร่เมื่อ 4 พ.ย. 2024
- Göz bebeklerinde bir ağrıyla gelirdi. Ben, kirpiklerimde binlerce yol, parmaklarımı kalbime batıra batıra beklerdim. Sokakların telaşıyla odaların suskunluğu arasına sıkışmış bir kekeme hayaldi. Gülüşü bir yaprak ummanında gün ışığı gibi hüzünlü bir sevinç verirdi. Akşamüstüne benzeyen bir sesle konuşurdu. Kendisine ait olmayan bir zamanı sorgulamaktan bunalmıştı. İki kuşağın yanlışlarından bir dağ taşırdı iki kaşı arasında. Ellerini mi, rüzgarlı bir yaprağı mı tutardım, seçemezdim. Yıllarca gövdesini aynalardan uzak tutmuştu. Sorumlulukla özgürlük arasındaki ilişkiyi sorardı durmadan. Bir kapıya sıkışmış dağ başı kadar acıklıydı. Parmakları, ikide bir suyu kesilen ırmaklardı.
Bildiği bütün türküler aşk üzerineydi ama o söylemenin değil de dinlemenin erdem olduğuna inanmıştı. Bense onun yerine de acı çeken, çifte korkudan bir umut ıslığıydım. Ay ışığı, yağmur dalgınlığı, ten kokusu ve evlerin solgunluğundan oluşmuş iki pencere gibi bakardık birbirimize.Bütün genç kızların pembe bir erkek, pembe yatak örtüleri, pembe koltukları, pembe yemek takımları ve pembe bahçelerle büyüyüp, dar ve siyah mutfaklarda yemek kokularına dönüştüğü; erkeklerin inceliklerini eşiklerde bırakıp birer çizgili pijama kesildiği ruhsuz ve soğuk bir dünyanın güceniğiydi. Herkesin, yenilgisinden bir sığınakla daha büyük yıkımlardan korunmaya çalıştığı bir büyük yanılgıda, rengini ufuklardan alan bir çift günebakandı gözleri. Nereye baksa pul pul uzaklık dökerdi. Ben acıyla yakınlığımı duyurmaya çalışırdım. İçtenliği yalanla zedelenmiş insanlar, tuhaftır, içtenliğe değil de yalana tutunuyorlardı. Bir bağ bozumunda üzüm salkımları kadar güzel ve dokunaklıydı. Kâküllerine biraz eğilen herkes içinde boğulan şarkıyı görürdü. Caddelerin ağır yalnızlığından ara sokaklara geçerek nefes almaya çalışırdı. Herkesin, başkasının acısına bakarak kendini rahatlattığı, başkasının sevincinden pay çıkarmaya çalıştığı bir bulanık zamanda, üstüne titrediği her şeyi bana yüklemişti. Bir yağmur damlasını tutar gibi alırdı yüzümü avuçlarına.
‘O zamanlar içimdeki çocuk daha özgür, daha cesurdu. Dünya bu kadar soğuk değildi. Herkes yüreğiyle gülerdi birbirine. İnsan sesinden medet umulurdu. Eşyalar bir salgın hastalığa dönmemişti. Pencerelerin önünde başlardı gökyüzü ve toprak. Paylaşarak büyütürdü insanlar bir hazzı; paylaşarak yenerlerdi yalnızlığı.
Kimse geri çekilerek tartmazdı ağırlığını. Kimsenin önemi varlığından gelmezdi. İnsanın varlığı güzelliydi. Aşk bir olanaktı iyilik için. Odaların daralmaya, içimdeki sarmaşığın gövdeme dolanmaya başladığı filiz yeşili bir zamandı. Her kirpiğimden bir kuş uçuyordu. Bahar, kalbimden yürüyordu dünyaya. Her şeyi duyguların düzene koyduğu yaşlardaydım. Dört mevsimden damıtılmış beşinci bir mevsim gibi doldu boşluğuma. Gülünce içimde binlerce karınca yürürdü. Baktığı yerlerim kıpkırmızı kesilirdi. Sesi, içinde ayrılık olmayan bir ülkeydi. Dünya bir boşluğa düşerdi elimden tutunca. Kalbim çoktan varmıştı varacağı yere. Gövdemden başka olanağım kalmamıştı bu coşkuyu karşılayacak. Başka nasıl öğrenebilirdi insan sınırlarını?’
‘Üç derin yarayla öğrendim, aşkın, ayrılığın ilk adımı olduğunu. Birisi kalbimdedir; dünyaya katacağı bir güzellik kalmamıştır. Birisi gözbebeklerimde; hüzünle bakar gençlere. Birisi suyu kesilmiş ırmaktır alnımda; yıllardır taşlar ve keder akar yatağından.’
Saygıyla dizlerinin dibine çöktüm. Avuçlarının içinden öptüm. İnsan neden geçmişi düzeltemez ki? Bir acıyı iyileştirmeyen iyilik ne kadar iyiliktir? Umarsızca gömdüm başımı göğsüne. Doğrulduğumda bulutsuz bir gece gibi gülümsüyordu. Kalabalık, o soğuk uzaklığındaydı. ‘Ah! şu kayıtsızlığın gücü! Budur taşlara milyonlarca yıl değişmeden dayanabilme olanağı veren.
Şükrü Erbaş'ın 'İnsanın Acısını İnsan Alır' kitabından sayfa 134'teki Güzel ve Dokunaklı yazısından.
''İnsanın Acısını İnsan Alır..''
Söz: Şükrü Erbaş
Yorum: Ömer Alay
Müzik: Ney Defteri Müzik Yapım