Yunus Suresi, 15. ayet: Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım." Yunus Suresi, 17. ayet: Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden ve O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu-günahkarları kurtuluşa erdirmez. Yunus Suresi, 71. ayet: Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin. Yunus Suresi, 75. ayet: Sonra bunların ardından Firavun'a ve onun önde gelen çevresine Musa'yı ve Harun'u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi. Yunus Suresi, 92. ayet: Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler. Hud Suresi, 59. ayet: İşte Ad (halkı): Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O'nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler. Hud Suresi, 96. ayet: Andolsun, Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık olan bir delille gönderdik. Ra'd Suresi, 2. ayet: Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız. Ra'd Suresi, 3. ayet: Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. Ra'd Suresi, 38. ayet: Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç)bir elçiye herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tespit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır. Nahl Suresi, 12. ayet: Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır. Nahl Suresi, 65. ayet: Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır. Nahl Suresi, 69. ayet: Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır. İsra Suresi, 1. ayet: Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir. İsra Suresi, 59. ayet: Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz. Kehf Suresi, 17. ayet: (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın. Kehf Suresi, 56. ayet: Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkar edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar Benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler. Kehf Suresi, 57. ayet: Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar. Kehf Suresi, 105. ayet: İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız. Meryem Suresi, 58. ayet: İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah')ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar. Taha Suresi, 22. ayet: "Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın." Taha Suresi, 42. ayet: "Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın. Taha Suresi, 47. ayet: "Haydi ona gidin de deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğulları'nı bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azap verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun." Taha Suresi, 134. ayet: Eğer Biz onları bundan önceki bir azap ile yıkıma uğratmış olsaydık, şüphesiz diyeceklerdi ki: "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, küçülmeden ve aşağılanmadan önce Senin ayetlerine tabi olsaydık." Furkan Suresi, 32. ayet: İnkar edenler dediler ki: "Kur'an Ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?" Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk. Furkan Suresi, 73. ayet: Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır. Şuara Suresi, 139. ayet: Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh’a (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279) Bununla birlikte Mîrâc’daki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir. Burada âşikâr olan, Allâh Resûlü’nün Miraç’daki tecellîleri bir hayâl olarak değil, kalp ve vicdânının da tasdîk ettiği bir hakîkat olarak müşâhede etmiş olduğu keyfiyetidir. Yâni: “(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12) Allâh Resûlü, Miraç gecesi Rabbine mülâkî olup sayısız tecellîler ve ibretli hâdiseler müşâhede ettikten sonra, hiçbir kulun ulaşamayacağı o husûsî makamdan geri dönerken, Cebrâîl’i -aleyhisselam- bıraktığı yerde (Sidretü’l-Müntehâ’da) bir defâ daha aslî sûretinde gördü. Âyet-i kerîmede buyrulur: “And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14) Âyette Allâh Resûlü’nün makam cihetiyle Cebrâîl’den -aleyhisselam- daha ileride olduğuna işâret edilmiştir. Nitekim Cebrâîl -aleyhisselam-, Mîrâc Gecesi’nde kendisinin: “Bir parmak ucu daha yaklaşsaydım, muhakkak yanardım!” dediği makamda kalmış ve Peygamber Efendimiz daha ileriye gitmiştir. Bu hakîkat, Allâh Resûlü’nün dönüşte tekrar Cebrâîl’e rastlaması ile daha bâriz bir şekilde anlaşılmaktadır. “Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16) Fahr-i Kâinât Efendimiz’e soruldu: “-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” Buyurdular ki: “-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279) İbn-i Abbâs’ın rivâyetlerine göre: Allâh Teâlâ, Hz. Mûsâ’yı -aleyhisselam- kelâm, İbrâhîm’i dostluk ve Muhammed Mustafâ’yı da ru’yetullâh (Cenâb-ı Hakk’ı keyfiyeti bizler tarafından bilinemeyecek bir sûrette müşâhade etme) şerefiyle taltîf etmiştir. (Taberî, XXVII, 64) Gözün Mahbûb’un huzûrunda O’ndan (sevgiliden) başka bir yere kaymaması, edebin en üst noktasıdır. Hakîkaten: “(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18) Bu âyetlerden de anlaşıldığı vechile Hz. Peygamber, Cebrâîl -aleyhisselam- dâhil hiçbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı “Sidre-i Müntehâ”nın ötesine geçirildi. Âyette, beşer idrâkine “birleştirilmiş iki yay arası veya daha az” mesâfe olarak bildirilen keyfiyetiyle kullarca kavranması muhâl ve mahrem olan bir vuslat vukû buldu. Bu vuslatta Peygamberler Sultânı, kelâmın ifâde hudûduna sığmayacak derecede ulvî ve büyük hakîkatler, yâni Rabbin rubûbiyet âyetlerinden, mülk ve saltanatının ihtişâmından, ancak müşâhede ile ulaşılabilecek büyük âyetler gördü. Burada müfessirlerin beyânı, “Hz. Peygamber, kalp gözü ile Allâh’ı gördü.” şeklindedir. (Taberî, XXVII, 63) İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem: “Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben: “Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292) En doğrusunu Allâh bilir…[6]
Hocam Son on gündre arayınız cümlesi hadiistir ALLAH bildirmemiştir ALLAH bildirse ayet olur kadir suresi okursan öyle bir ibare olmadığını görürsün ;) Sahabe peygamber efendimize sorar hangi gecedir o gece diye efendimizde son 10 gece içerisinde tekli gecelerde arayınız diye buyurmuştur ve 27. Gecesinde diger günlere nazaran daha sık ibadetle meşgul olup odasından çıkmayınca o gece olduğu kanaatine varılarak ağırlık 27. Gece olduğu görüşüyle ifa etmekteyiz.
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler ► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1) ► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1) ► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2) ► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3) ► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4) ► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5) ► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6) ► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7) ► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8) ► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9) ► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10) ► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11) ► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12) ► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13) ► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14) ► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15) ► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16) ► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17) ► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18) İsrâ Sûresi: 1. Ayet Hak Teâlâ buyurur: “Kulunu (Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı) bir gece, Mescid-i Harâm’dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla görendir.” (el-İsrâ, 1) Necm Sûresi: 1. Ayet “İnmekte olan yıldıza[1] and olsun.” (en-Necm, 1) Necm Sûresi: 2 - 7. Ayetler “Sâhibiniz (Muhammed Mustafâ) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzûsuna göre de konuşmamaktadır. O’nun konuşması vahiyden başka bir şey değildir. Çünkü (bildirdiklerini) O’na güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (olan Cebrâîl, Rabbinin emri üzere) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu).” (en-Necm, 2-7) Necm Sûresi: 8. Ayet “Sonra yaklaştı ve tedellî etti.” (en-Necm, 8) Necm Sûresi: 9. Ayet “(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) Necm Sûresi: 10. Ayet “Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10) Necm Sûresi: 11- 12. Ayetler “(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12) Necm Sûresi: 13 - 14. Ayetler “And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14) Necm Sûresi: 15 - 16. Ayetler “Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16) Necm Sûresi: 17 - 18. Ayetler “(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18) MİRAÇ İLE İLGİLİ HADİSLER Şerh-i Sadr (Kalbinin Temizlenmesi) Resûlullâh miraça çıkmadan sadrının temizlenmesini şöyle anlatır: “Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264) Efendimizin Sütü Tercihi Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resûl-i Ekrem’a, birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Hz. Peygamber şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s.): “−Seni, insanın yaratılış gâyesine uygun olana yönlendiren Allâh’a hamd olsun. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” dedi. (Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92)[2]
MİRAÇ’TA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN ÜÇ ŞEY Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu, şu şekilde açıklanmıştır: 1. Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber, Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevap yazılır, yaptığı takdirde ise on sevap yazılır. Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” (Müslim, Îman, 259) Bu husustaki uzun hadîs-i şerîfte beyân olunduğu üzere Allâh Teâlâ, başlangıçta elli vakit olarak emredilmiş olan namazı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in müteaddid mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Bunun mânâsı, insanlar üzerindeki hukûkullâh îcâbı olarak namazın elli vakit kılınmasının müstehak olduğu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutf u keremi ile bu mükellefiyetin bire on nisbetinde azaltıldığıdır. Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) beyânı, beşer için aslî faâliyetin ibâdet olduğu, ancak merhamet-i ilâhiyye îcâbı en zayıf fert dahî dikkate alınarak bu hususta tenzîlât yapıldığı mânâsına geldiği gibi, mecbûrî olmamakla birlikte beş vakitten fazlasına cevaz verildiğini ve bunun gerekliliğini de ifâde eder. Kâmil mü’minler, farz olan bu beş vakte ilâveten, kuşluk, işrâk, evvâbin gibi nâfile namazlar kılarlar ve bilhassa gece teheccüde kalkarlar. Bütün bunlar bu vâkıanın tabiî bir neticesidir. Ancak bu gibi ibâdetlerin, insanların tâkat getirebilen ve o zevke ulaşabilen kısmına âit olması için, namaz emri elli vakitten başlatılıp bilâhare Hz. Peygamber’in mürâcaatı ile beş vakte indirilmiştir. 2. Allâh Resûlü’ne hitâben: “Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248) 3. Bakara Sûresi’nin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir. MİRAÇ’TA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN HEDİYELER Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh’a (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279) Bununla birlikte Mîrâc’daki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir. Burada âşikâr olan, Allâh Resûlü’nün Miraç’daki tecellîleri bir hayâl olarak değil, kalp ve vicdânının da tasdîk ettiği bir hakîkat olarak müşâhede etmiş olduğu keyfiyetidir. Yâni: “(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12) Allâh Resûlü, Miraç gecesi Rabbine mülâkî olup sayısız tecellîler ve ibretli hâdiseler müşâhede ettikten sonra, hiçbir kulun ulaşamayacağı o husûsî makamdan geri dönerken, Cebrâîl’i -aleyhisselam- bıraktığı yerde (Sidretü’l-Müntehâ’da) bir defâ daha aslî sûretinde gördü. Âyet-i kerîmede buyrulur: “And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14) Âyette Allâh Resûlü’nün makam cihetiyle Cebrâîl’den -aleyhisselam- daha ileride olduğuna işâret edilmiştir. Nitekim Cebrâîl -aleyhisselam-, Mîrâc Gecesi’nde kendisinin: “Bir parmak ucu daha yaklaşsaydım, muhakkak yanardım!” dediği makamda kalmış ve Peygamber Efendimiz daha ileriye gitmiştir. Bu hakîkat, Allâh Resûlü’nün dönüşte tekrar Cebrâîl’e rastlaması ile daha bâriz bir şekilde anlaşılmaktadır. “Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16) Fahr-i Kâinât Efendimiz’e soruldu: “-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” Buyurdular ki: “-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279) İbn-i Abbâs’ın rivâyetlerine göre: Allâh Teâlâ, Hz. Mûsâ’yı -aleyhisselam- kelâm, İbrâhîm’i dostluk ve Muhammed Mustafâ’yı da ru’yetullâh (Cenâb-ı Hakk’ı keyfiyeti bizler tarafından bilinemeyecek bir sûrette müşâhade etme) şerefiyle taltîf etmiştir. (Taberî, XXVII, 64) Gözün Mahbûb’un huzûrunda O’ndan (sevgiliden) başka bir yere kaymaması, edebin en üst noktasıdır. Hakîkaten: “(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18) Bu âyetlerden de anlaşıldığı vechile Hz. Peygamber, Cebrâîl -aleyhisselam- dâhil hiçbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı “Sidre-i Müntehâ”nın ötesine geçirildi. Âyette, beşer idrâkine “birleştirilmiş iki yay arası veya daha az” mesâfe olarak bildirilen keyfiyetiyle kullarca kavranması muhâl ve mahrem olan bir vuslat vukû buldu. Bu vuslatta Peygamberler Sultânı, kelâmın ifâde hudûduna sığmayacak derecede ulvî ve büyük hakîkatler, yâni Rabbin rubûbiyet âyetlerinden, mülk ve saltanatının ihtişâmından, ancak müşâhede ile ulaşılabilecek büyük âyetler gördü. Burada müfessirlerin beyânı, “Hz. Peygamber, kalp gözü ile Allâh’ı gördü.” şeklindedir. (Taberî, XXVII, 63) İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem: “Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben: “Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292) En doğrusunu Allâh bilir…[6]
Siyasi rant a yaramayan hakiki dini ve peygamberimi anlattığiniz için bazılarının zoruna gidiyor hocalarım !! Allah sizden razı olsun ,,bu milletin çoğunun hoşuna gitmezsiniz cunki bu millete Mehdi lazım kıyamet alameti lazım rüyada Allah la konuşan şeyhler lazım halifeler lazım ağalar lazım uçan veliler lazım ,,çocukların ağzına tüküren peygamber lazım , sümük ü şerif lazım , yanmayan kefen lazım , bedavadan şefaat lazım , iki rekat namaz la tüm günahların garantili affı lazım ,,o yuzden siz sevilmezsiniz cunki beleş ten cennet ve huri vaadi niz yok 😀
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. 3.O, nefis arzusu ile konuşmaz. 4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. 8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. 9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. 10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. 11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. 12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? 13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. 14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında. 15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır. 16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. 18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
@@kurtubagmail7115 la senin her yerin ilim olsa ne olur , Bi kac adamın hatta sizofrenin ortacagdaki dünya şartlarında uydurduğu manevi alemler hakkında yazılan pardon uydurulan masal kitaplarını okuyup ilim mi yapmış oldun ?? Ilimmis 😀🫢,, bir gram hatta bir zerre insanlığa faydası olan bilgiye ilim denir , senin ilminin ahiret diye yarattığın olmayan Bi yer haricinde neye faydası var Bi söyle, medeni dünyanın oluşumunda refah düzenimiz in gerceklesmesinde bir tornavida bir elektrik akımı hatta üçlü prizin hayatımıza kattığı değerin binde biri kadar işe yaramayan bilgilerin senin olsun ,, benim umurumda bile degilsiniz,, yakında tüm insanlığın da umurunda olmicaksiniz
İbn Abbas (r.a.)’dan gelen rivayete göre Resûl-i Ekrem (s.a.s.):“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 285; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, I, 78) Müfessirler bunu, “Peygamberimiz, kalb gözüyle Allah’ı gördü” şeklinde izah ederler. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXVII, 63) Bir başka rivayette Peygamber Efendimiz’in, “Rabbini gördün mü?” sorusuna “Bir nûr gördüm!” diye cevap verdiği nakledilir. (Müslim, Îman 292) Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Miraç gecesi göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.” (Buhârî, Salât 1) Yâni Allah Resûlü (s.a.s.) öyle bir yüksek seviyeye çıkarıldı ki, orada kâinatın mukadderâtını yazan kalemlerin seslerini işitiyor, akıl ve idrâk ötesi gerçekleri görüyordu. Habîb-i Ekrem (s.a.s.) o gece cemâli, celâli, izzeti, kibriyâsı, şânı, şerefi ve yüceliği bakımından hiçbir şeyin Allah Teâlâ gibi olmadığını yakînen görmüştür. Yine nübüvveti, risâleti, hâlinin güzelliği ve rütbesinin yüceliği bakımından varlıklar içerisinde hiçbir kimsenin kendisi gibi olmadığını da görmüştür. (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 180) Peygamberimiz (s.a.s.)’ın haber verdiği şu manzaralar ise, o gece gördüğü dehşetli olaylardan bazı ipuçları mesabesindedir: Efendimiz (a.s.), Mîraç’ta bir topluluğa uğrar ve onların dudaklarının deve dudağı gibi olduğunu görür. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koymaktadır. Peygamberimiz:“Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.): “Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” buyurur. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XV, 18-19) Sonra Resûlullah (s.a.s.) başka bir topluluğa rastlar. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalamaktadırlar: “Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.): “Bunlar, gıybet etmek sûretiyle insanların etlerini yiyenler, onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır” cevâbını verir. (Ebû Dâvûd, Edeb 35/4878) Peygamberimiz (s.a.s.) orada ayrıca zinakârları leş yiyen bedbahtlar olarak; faiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde görür. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XV, 18-19) Allah Resûlü (s.a.s.), bu kadar büyük ve ibretli hâdiseleri temaşa ettiği Miraç’tan ümmetine üç büyük hediye getirmiştir. Bunların biri mü’minin miracı olan günde beş vakit namazdır. Namazın Efendimiz’e Mîraç’ta doğrudan doğruya vasıtasız emredilmesi, onun ibâdetler içinde apayrı bir önem taşıdığını göstermeye yeter. İkincisi bize Rabbimize nasıl dua edeceğimizi öğreten ve toplumumuzda اٰمَنَ الرَّسُولُ (Âmenerresûlü) olarak bilinen Bakara sûresinin son iki âyetidir. Üçüncüsü ümmetinden şirke düşmeyenlerin büyük günahlarının affedileceği müjdesidir. (bk. Müslim, İman 279)
Necm Suresi Türkçe Meali Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla 1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. 3.O, nefis arzusu ile konuşmaz. 4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. 8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. 9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. 10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. 11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. 12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? 13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. 14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında. 15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır. 16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. 18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü. 19, 20.Lât ve Uzza'ya ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz? 21.Erkek size de, dişi O'na mı? 22.Öyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır. 23.Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilah edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler)yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir. 24.Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır? 25.Oysa, Ahiret de dünya da Allah'ındır. 26.Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah'ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar. 27.Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar. 28.Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez. 29.Öyle ise bizim zikrimizden (Kur'an'dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir. 30.İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir. 31.Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükafatlandırması için (böyle)dir. 32.Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah'a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir. 33, 34.Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü? 35.Gayb'ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor? 36, 37.Yoksa, Mûsâ'nın ve Allah'ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim'in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi? 38.Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez. 39.İnsan için ancak çalıştığı vardır. 40.Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir. 41.Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir. 42.Şüphesiz en son varış Rabbinedir. 43.Şüphesiz O güldürür ve ağlatır. 44.Şüphesiz O öldürür ve diriltir. 45, 46.Şüphesiz O iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır. 47.Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir. 48.Şüphesiz O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve varlık sahibi kıldı. 49.Şüphesiz O, "Şi'râ'nın Rabbidir. 50, 51.Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helak etti ve hiç kimseyi bırakmadı. 52.Daha önce de Nûh'un kavmini helak etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi. 53, 54.O, "Mu'tefike"yi6 de kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür. 55.O halde Rabbi'nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!). 56.Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır. 57.Yaklaşmakta olan (Kıyamet iyice) yaklaştı. 58.Onu Allah'tan başka açacak kimse yoktur. 59, 60, 61.Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu söze mi (Kur'an'a mı) şaşıyorsunuz, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz? 62.Haydi Allah'a secde edin ve ona kulluk edin.
Allah ki sonsuz evreni yaratandır. Bu sonsuzluğu yaratan’ın neresini nasıl göreceksiniz. Evrende dünya sahillerindeki kum taneciklerinin iki katı gezegen vardır. Ayrıca yaratıcı insanlara verdiği akıl ile mütenasip sorumlu tutacaktır. Her önüne gelenin hadis adı altında anlatılarına ki ( binlercesi de sahte olmaları nedeniyle ayıklanmıştır) inanmakla sorumlu tutacak değildir.
Cum'a Suresi, 5. ayet: Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez. Bakara Suresi, 61. ayet: Siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi. Bakara Suresi, 106. ayet: Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir. Bakara Suresi, 145. ayet: Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun. Bakara Suresi, 164. ayet: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır. Al-i İmran Suresi, 4. ayet: Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır. Al-i İmran Suresi, 7. ayet: Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez. Al-i İmran Suresi, 11. ayet: Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi yalanladılar, böylece Allah günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır. Al-i İmran Suresi, 108. ayet: Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen değildir. Al-i İmran Suresi, 118. ayet: Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz. Al-i İmran Suresi, 190. ayet: Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır. Maide Suresi, 44. ayet: Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabı'nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır. Maide Suresi, 89. ayet: Allah sizi, yeminlerinizdeki rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden' dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkan) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz. En'am Suresi, 49. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlara, fıska sapmalarından dolayı azap dokunacaktır. En'am Suresi, 93. ayet: Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen... En'am Suresi, 98. ayet: O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayetleri birer birer açıkladık. En'am Suresi, 99. ayet: O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.
CENNET’E GİRECEK İLK ÜMMET 2. Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’e hitâben: “Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248) BÜYÜK GÜNAHLAR AFFEDİLECEK 3. Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir. İmam Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e Miraç’ta üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara sûresinin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279) Bununla birlikte Miraçtaki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir. Bakara suresi son ayetleri okumak için tıklayınız. Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz.Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları
Üslup, istihza hak getire!! Islamoglu hoca'ya hic yakistiramadim,.. Allah akibetimizi hayretsin, bizleri muhafaza buyursun. Mirac; Kaylule ve ruya tozu ey ahali!!!!!
SİZİN HER TARAFINIZ PROF OLSA NE YAZAR HOCA OLSA KAÇ GRAM BASAR RİSALE-İ NUR DAN 31. SÖZ Mİ'RAC RİSALESİNİ OKUYUN OKUMAK NEFSİNİZE AĞIR GELİRSE İNTERNETDEN İZLEYİN DİNLEYİN DE Mİ'RAC NEYMİŞ İSRA NEYMİŞ PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSALÂTÜ VESSELÂM KİMMİŞ GÖRÜN BÂKİ SELAMLAR....
ALLAH’IN AYETLERİNDE(DELİLLERİNDE) YANİ KURAN’DA BİR ÇOK AYETTE İŞTE BİZ DÜŞÜNEN BİR TOPLUM İÇİN AYETLERİ BÖYLE AÇIKLIYORUZ GİBİ ŞEYLER DEMİYOR MU EN SAĞLAM KAYNAK ORTADAYKEN NİYE SAĞDAN SOLDAN KAYNAK ARAMA CABASINA DÜŞÜYORUZ ŞU ANDA ÇOĞU KİŞİNİN YAŞADIĞI MÜSLÜMANLIK HADİS MÜSLÜMANLIĞI VE BUNLAR KURANI AÇIPTA BİR KERE ANLADIĞI DİLDEN OKUMAMIŞ KİŞİLER
Okuyup düşünenler için diyor evet . Okuyup düşündükleri için onlar takvaca ustunler . Sen hiç okumamişsin belli .. bak birader ben tanırım bu taraftaki insanları . Onlar la sizin aranızda çok basamak var .. yani siz yol alıp gitmiş bir toplulugun ardından bagiriyorsunuz . Size ancak biz cevap veririz . Onlar ALLAHın lutfuyla sizden çok basamak yukardalar . Aşağı inip size laf yetiştirmekle ugrasmazlar . Sizin durdugunz yeri geçeli çok oldu yani siz onları anlamazsınız lakin onlar ALLAH ın izni ile arkadaşlarınızı da dost esindiklerinizide çok iyi biliyorlar . Sessizlikleri bilgisizlikten değil sizin seslendiginiz yerin alcakligindan . Ve sizin batilda ısrarcı olmanizdandir . Yani Temeliniz bozuk zayıf Hikmetsiz yıkılmaya mahkum .. farkında bile değilsiniz . Bak oku dahada istersen ALLAH ın sözlerini yazmaya kalksan denizler yetmez . Aç Kitabı Ehillerinin tefsirleriyle oku "Andolsun Allah'ın Resûlünde sizin için -Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için- (uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (Ahzâb, 33/21). Tövbe ve itat insanın takvasini arttırır
Allâh Teâlâ, Miraç’ı, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurur: “İnmekte olan yıldıza[5] and olsun.” (en-Necm, 1) Sûre’nin bu şekilde bir kasemle başlaması, ihtivâ ettiği hakîkate karşı münkirler tarafından yapılabilecek îtirazlar sebebiyle Mîrâc’ın hakkâniyetini vurgulamak içindir. Nitekim bu husus, kasemin ardından gelen âyet-i kerîmelerle de şöyle te’yîd edilmektedir: “Sâhibiniz (Muhammed Mustafâ) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzûsuna göre de konuşmamaktadır. O’nun konuşması vahiyden başka bir şey değildir. Çünkü (bildirdiklerini) O’na güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (olan Cebrâîl, Rabbinin emri üzere) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu).” (en-Necm, 2-7) Âyette geçen “istivâ” ifâdesi, kaplama, kuşatma ve doğrulma mânâlarına gelir. Müfessirlerin ekserisi, istivâ kelimesinin fâilinin Cebrâîl -aleyhisselam- olduğunu beyân etmekle birlikte, tercîhen onu Hz. Peygamber’e izâfe ederler. Bu durumda istivâ, Allâh Resûlü’nün kadr ü kıymetinin, rütbe ve makâmının yüksekliğini ifâde etmektedir. Yâni Allâh Resûlü, önce en yüksek ufukta doğruldu: “Sonra yaklaştı ve tedellî etti.” (en-Necm, 8) Yâni, Varlık Nûru, ilâhî cezbenin eseri olarak yukarıya çekildi. Bulunduğu yer ve makamdan daha yukarı çıkarıldı. Böylece Hz. Peygamber, Miraç’ta en yüksek ufukta yalnız istivâ ile kalmayıp Allâh’a doğru yaklaştı. Ardından ilâhî cezbenin tesiri arttı, arttı, arttı ve Hz. Peygamber, bir anda en yüksek ufkun ötelerine geçiverdi: “(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) Âyet-i kerîmedeki: قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَى “İki yay arası veya daha az mesâfe” ifâdesi, beşeriyet üstü bir gerçeğin beşer idrâkine sığdırılabilmesi için kullanılmış bir teşbîh ifâdesidir. Şöyle ki: İslâm’dan evvel Araplar, bir ittifak kurmak üzere antlaşacakları zaman iki yay çıkarır, birini diğerinin üzerine koyarak ikisinin “kāb”ını (yayın, kabza ile kiriş kısmı olan iki köşe aralığını) birleştirirler, sonra da ikisini berâber çekip onlarla bir ok atarlardı. Bu, onlardan birinin râzı olacağı şeye diğerlerinin de râzı olacağını, birisini gazaplandıran şeyin diğerlerini de gazaplandıracağını ifâde eden bir berâberlik ve bütünlük antlaşmasıydı. Buna göre “kābe kavseyn”, hem maddî hem de mânevî yakınlığı ihtivâ eden ve beşer idrâkini aşan ulvî bir hakîkattir. Yâni Hz. Muhammed (s.a.v.) bu noktada Rabbine o kadar yaklaştı ki, bütün vâsıtalar kaldırıldı ve doğrudan doğruya: “Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10)
Bütün din hocalarımız kur an dan Ayet ler hadis ten bilgiler anlatır karar kabül bizvarlığın yaratıcımız Allah tan din de kuralları kur an belirler uygun olan hadisler kabülümüzdür.
18. âyetteki “Hiç kuşkusuz o, ... görmüştü” anlamındaki cümlede öznenin Hz. Peygamber olduğu açıktır; fakat onun neyi gördüğünü şu mânalardan biriyle açıklamak mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü, b) Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını, c) Rabbinin en büyük âyetlerini gördü. Bunlardan ilk mânayı tercih eden müfessirlerden bazıları bunu Cebrâil’i görmesi şeklinde açıklamışlar, bazıları da Hz. Peygamber’in rabbini görmüş olması ihtimali üzerinde durarak bu konuyu geniş biçimde tartışmışlardır. İbn Abbas’tan meşhur olarak nakledilen rivayette Peygamber’in rabbini gözüyle gördüğü belirtilirken, kendisine bu konuda soru sorulan Hz. Âişe bu ihtimali reddetmiştir. İbn Mes‘ûd ve Ebû Hüreyre’den meşhur olarak nakledilen rivayet de bu yöndedir. İslâm âlimleri bu rivayetleri Allah’ın zâtı, sıfatları ve görülmesine ilişkin âyet ve hadislerle birlikte değerlendirerek iki eğilimi de savunan açıklamalar yapmışlardır. Bazı âlimler Hz. Peygamber’in Allah’ı gözüyle değil kalbiyle gördüğü, Allah’ın zâtının değil sıfatının tecelli ettiği gibi telifçi yorumlar ortaya koymuşlardır. Bu noktada unutulmaması gereken bir husus da, anlatılan oluş ve tecellilerin farklı bir âlemde, farklı varlık boyutunda, farklı şartlar içinde gerçekleşmiş olmasıdır; dolayısıyla bu bir iman konusudur. Elmalılı’nın sûrenin, başından buraya kadarki kısımla ilgili yorumları verirken ara ara kaydettiği ve önemli bulduğumuz kendi tercihiyle ilgili düşüncelerini şöyle toparlamak mümkündür: Resûlullah, Cebrâil’i Kur’an’ın her inen parçası esnasında, hangi sûrete girmişse öyle görüyordu. Gerçek sûretinde ise bir defa mi‘racdan önce gördü, o vakit Cebrâil Resûlullah’a inmişti. Bir kere de mi‘racdan inerken gördü, bunda Resûlullah Cebrâil’e doğru iniyordu ve Cebrâil sidretü’l-müntehânın yanında onu karşılıyordu. Hz. Peygamber namaz konusunda birkaç defa inip çıkmış olduğundan 13. âyetteki “nezleten uhrâ” tamlamasını “son bir iniş” şeklinde düşünmek daha mânidar olur. Dolayısıyla ufukta istivâ etmeyi (doğrulmayı) Hz. Peygamber’in kendisine yapılan tâlim (öğretme) üzerine nübüvvet ilminde yükselip istikametini alması (en yüksek ufukta istivâ etmesi) şeklinde anlamak uygun olur. Cebrâil’in tâlimi üzerine Resûlullah en yüksek ufukta istivâ ile kalmamış, ondan sonra Allah Teâlâ’ya doğru yaklaşmıştır. Bu durumda 8. âyetteki yaklaşmanın Resûlullah hakkında olduğu, cezbe (çekme) mânası içeren “tedellâ” fiiliyle de onun cezbedilmesinin yani aşağıdan yukarı doğru çekilip çıkarılmasının kastedildiğini, dolayısıyla burada mi‘raca işaret bulunduğunu söyleyebiliriz. 9 ve 10. âyetlerden de şu mâna çıkmaktadır: Mi‘racda Allah’ın has kulu olan arkadaşınız Muhammed (a.s.), o istivâdan sonra rabbine öyle yaklaştı ki, her vasıta ortadan kalktı yani mi‘racda Cebrâil dahi vasıta olmaksızın Allah Teâlâ kuluna her ne vahyetti ise vahyetti. 18. âyetten, Resûlullah’ın, Cenâb-ı Allah’ın rubûbiyyetini gösteren, mutlak egemenliği altındakilere ait hayretler uyandırıcı ve söz kalıpları içine sığmayacak nice delilleri veya en büyük delili gördüğü anlaşılmaktadır; şu halde bunun mahiyetini açıklamaya kalkmak bizim haddimiz değildir. Âyette “Rabbini gördü” denmeyip “Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü” buyurulduğuna göre, bu ifadenin zâhirinden O’nun zâtını gördüğü anlamı çıkmaz. Bu konuyu açıklarken Râzî’nin kullandığı bir ifade bize başka bir mânayı düşündürdü: Rü’yet (görme) en büyük âyet olunca burada “kübrâ” (en büyük) kelimesini “rü’yet” ile tefsir edebiliriz. Bunu da iki yönlü düşünmek mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden yani mûcizelerinden en büyüğü olan rü’yet mûcizesini gördü; âhirette ümmetinin göreceği gibi beni gördü demek olabilir. b) En büyük âyet olan rü’yetin hakikatini gördü demek olabilir. Çünkü En‘âm sûresinin 103. âyetinde geçtiği üzere “basar” (görme) olayının künhünü ve dolayısıyla rü’yetin hakikatini Allah bilir. O halde rü’yetin hakikatini görmek, -bir kudsî hadiste yer alan “... artık onun kulağı, gözü ve kalbi ben olurum” (Müsned, VI, 256; Buhârî, “Rikāk”, 38) ifadesiyle Enfâl sûresinin 17. âyetinin mazmunu üzere- Allah Teâlâ’nın Resûlullah’ta tecelli eden en büyük yakınlık âyet ve delillerinden olmuş olur. Bu yoruma göre âyet-i kübrâ (en büyük delil) “hakîkat-i Muhammediyye” demektir. Sözün akışı makam-ı Muhammedî’nin açıklanmasıyla ilgili olduğundan, biz de (Elmalılı) en büyük âyetin hakîkat-i Muhammediyye olduğu kanaatini taşıdığımızı belirtmek istiyoruz. Çünkü maksat hangisi olursa olsun, âyetlerin en büyüğünün veya âyetlerden en büyüğünün onda tecelli etmiş bulunduğunda şüphe yoktur (VII, 4570, 4574, 4576, 4577, 4579-4580, 4582-4583,4586, 4588-4589; mi‘rac olayının mahiyeti ve bu esnada vahyedilenler hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/1). Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 195-165
Hicr Suresi, 75. ayet: Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır. Nahl Suresi, 101. ayet: Biz bir ayeti, bir (başka) ayetin yeriyle değiştirdiğimiz zaman, -Allah neyi indirdiğini daha iyi bilir.- "Sen yalnızca iftira edicisin" dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler. Taha Suresi, 54. ayet: "Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır. Hac Suresi, 16. ayet: İşte Biz onu (Kur'an'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir. Hac Suresi, 51. ayet: Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar, alevli ateşin halkıdır. Mü'minun Suresi, 66. ayet: Gerçekten Benim ayetlerim size okunuyordu, fakat siz topuklarınız üzerinde geri dönüyordunuz; Mü'minun Suresi, 105. ayet: Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz? Nur Suresi, 1. ayet: (Bu,) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik. Furkan Suresi, 36. ayet: Böylece onlara: "Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin" dedik; sonunda onları (Firavun ve çevresini) kökünden darmadağın ettik. Şuara Suresi, 15. ayet: (Allah:) "Hayır," dedi. "İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz." Şuara Suresi, 121. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Şuara Suresi, 158. ayet: Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Şuara Suresi, 174. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Kasas Suresi, 35. ayet: (Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız." Rum Suresi, 16. ayet: Ancak inkar edip ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar ise; artık onlar da azap için hazır bulundurulurlar. Rum Suresi, 22. ayet: Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır. Rum Suresi, 24. ayet: Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Rum Suresi, 46. ayet: Size Kendi rahmetinden taddırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O'nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgarları müjde vericiler olarak göndermesi, O'nun ayetlerindendir. Rum Suresi, 53. ayet: Ve sen kendi sapıklıkları içinde kör olanları da doğruya iletici değilsin. Sen yalnızca, Bizim ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin ki onlar Müslümanlardır. Secde Suresi, 22. ayet: Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra, yüz çevirenden daha zalim kimdir? Gerçekten Biz, suçlu-günahkarlardan intikam alıcılarız. Yasin Suresi, 33. ayet: Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler. Mü'min Suresi, 69. ayet: Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenleri görmüyor musun; nasıl da döndürülüyorlar? Fussilet Suresi, 28. ayet: Bu, Allah'ın düşmanlarının cezası olan ateştir. Bizim ayetlerimizi inkar etmeleri dolayısıyla bir ceza olarak, orada onlar için ebedilik yurdu vardır. Fussilet Suresi, 37. ayet: Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Allah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz. Fussilet Suresi, 53. ayet: Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi? Şura Suresi, 35. ayet: (Öyle ki) Ayetlerimiz hakkında mücadele edenler, kendileri için hiçbir kaçacak yer olmadığını bilip-öğrensinler. Zuhruf Suresi, 69. ayet: "Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır." Duhan Suresi, 33. ayet: Ve onlara, her birinde açık birer imtihan bulunan ayetler verdik. Casiye Suresi, 3. ayet: Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır. Casiye Suresi, 4. ayet: Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır. Casiye Suresi, 13. ayet: Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Zariyat Suresi, 38. ayet: Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik; Hadid Suresi, 17. ayet: Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.
Peygamberimiz bu hâdiseyi şöyle anlatırlar: “−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim... Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselam- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. «−Gelen kim?» denildi. «−Cibrîl!» dedi. «−Berâberindeki kim?» denildi. «−Muhammed» dedi. «−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi. «−Evet!» dedi. «−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Âdem’i -aleyhisselam- gördüm. «−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana: «−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hz. Cebrâîl -aleyhisselam- beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hz. Yahyâ ve Îsâ -aleyhisselam- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl -aleyhisselam- beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hz. Yûsuf -aleyhisselam- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hz. İdrîs -aleyhisselam- ile, beşinci kat semâda Hz. Hârûn -aleyhisselam- ile, altıncı kat semâda ise Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ile karşılaştık. «−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na: «-Niye ağlıyorsun?» denildi. «−Çünkü, benden sonra bir delikanlı Peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3] Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselam- ile karşılaştık. Cebrâîl -aleyhisselam-: «−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra: «−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Daha sonra bana: «−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl -aleyhisselam- bana: «−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi. Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir. «-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselam-: «-Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi...” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselam-: “-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh: “-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben: “-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251) Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Resûlü yalnız devâm etti. Kendisine hârikulâde tecellîler lutfedildi. Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu. Bu yolculuktaki hârikulâdeliklerin lâyıkıyla ifâdeye dökülmesi, hayâl ötesi bir hakîkati, beşer idrâkinin çerçevesine sığdırmaya çalışmak gibi zor bir keyfiyettir. Hakîkati ve asıl mâhiyeti Allâh ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler, tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir. Bununla birlikte, Allâh ile O’nun yüce Peygamberi arasındaki bu muhteşem esrâr tecellîsi, vahye muhâtab olanlara Rabbin sonsuz kudret, azamet ve saltanatını sergilemektedir. Ayrıca Miraç hâdisesi, Hz. Peygamber Efendimiz’in son olarak Tâif’te mâruz kaldığı zulümler netîcesinde kalbini dolduran hüznü, sürûra tebdîl etmek maksad-ı ilâhîsine de mâtuftur. Aslında zaman ve mekân kaydı dışında gerçekleşen bu ilâhî tecellînin, insan müfekkiresi için tamâmının kavranması imkânsızdır. Böyle beşer idrâkini aşan hassas ve müstesnâ mevzûlarda muhayyileyi zorlamak menedilmiştir. Hâsılı, Peygamber Efendimiz, bütün peygamberler hakkında vâkî olan ilâhî lutufları aşan müstesnâ bir ikrâm-ı ilâhî ile Miraç’ta Zât-ı Ulûhiyyet’e mahsus zamansız ve mekânsız bir âlemde: “(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) diye bilinen bir tecellîye muhâtab olmuştur. Bu tecellînin bir zerresini müşâhede etmekle, ülü’l-azm peygamberlerden olmasına rağmen Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- düşüp bayıldığı hatırlanırsa, Peygamberimizin Allâh katındaki ulvî mevkii ve kendisine lutfedilmiş husûsî salâhiyet ve iktidârın derecesi az-çok kavranmış olur. Diğer taraftan Hz. Mûsâ’ya -aleyhisselam-, mukaddes mekânda nâlinlerini (ayakkabılarını) çıkarması emredilmiş ve ayaklarının, oranın bereketinden istifâde edip, şerefiyle şerefyâb olması istenmişti. Fakat Resûlullâh Efendimiz’e Miraç gecesi bir bakıma: “Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı üzerinde pabuçlarınla yürü ki, Arş, Sen’in pabuçlarının tozu ile şereflensin ve Arş’ın nûru, Sana kavuşma nîmetine nâil olsun!..” denilmiş olmaktaydı. (Bursevî, V, 370)
Enbiya Suresi, 5. ayet: "Hayır" dediler. (Bunlar) Karmakarışık düşlerdir; hayır, onu kendisi uydurmuştur; hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir ayet (mucize) getirsin." Enbiya Suresi, 37. ayet: İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin. Enbiya Suresi, 91. ayet: Irzını koruyan (Meryem); Biz ona Kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık. Hac Suresi, 52. ayet: Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Nur Suresi, 46. ayet: Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola yöneltip-iletir. Nur Suresi, 58. ayet: Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Şuara Suresi, 8. ayet: Şüphesiz, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler. Şuara Suresi, 103. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Neml Suresi, 1. ayet: Ta, sin. Bunlar Kur'an'ın ve apaçık olan Kitab'ın ayetleridir. Neml Suresi, 13. ayet: Ayetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür." Neml Suresi, 83. ayet: Ve her ümmetten ayetlerimizi yalanlayan bir grubu toplayacağımız gün, artık onlar 'tutuklanıp (azap yerine) dağıtılırlar.' Neml Suresi, 84. ayet: Nihayet geldikleri zaman, (Allah) der ki: "Siz Benim ayetlerimi, bilgi bakımından kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?" Neml Suresi, 93. ayet: Ve de ki: "Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir. Kasas Suresi, 36. ayet: Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: "Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik" dediler. Kasas Suresi, 87. ayet: Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma. Ankebut Suresi, 23. ayet: Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkar edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azap onlarındır. Ankebut Suresi, 44. ayet: Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda iman edenler için bir ayet vardır. Rum Suresi, 10. ayet: Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu. Rum Suresi, 20. ayet: Sizi topraktan yaratmış bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz. Rum Suresi, 28. ayet: Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? "İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız. Secde Suresi, 24. ayet: Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar Bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı. Secde Suresi, 26. ayet: Yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri kendilerinden evvel yıkıma uğratmış olmamız, hala onları doğru yola iletip yöneltmedi mi? Elbette, bunda ayetler vardır; yine de işitmiyorlar mı? Sebe Suresi, 43. ayet: Onlara, apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda: "Bu, sizi babalarınızın taptıkların(ilahlar)dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir" dediler. Ve dediler ki: "Bu, düzülüp uydurulmuş bir yalan (iftira)dan başka bir şey de değildir." İnkar edenler de, kendilerine geldiği zaman hak için: "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" dediler. Yasin Suresi, 46. ayet: Onlara, Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyi görsün, mutlaka ondan yüz çevirirler. Sad Suresi, 29. ayet: (Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır. Mü'min Suresi, 4. ayet: Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası mücadele etmez. Öyleyse onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın. Mü'min Suresi, 56. ayet: Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir. Mü'min Suresi, 81. ayet: Size Kendi ayetlerini gösteriyor; artık Allah'ın ayetlerinden hangisini inkar ediyorsunuz? Fussilet Suresi, 39. ayet: O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir. Fussilet Suresi, 44. ayet: Eğer Biz onu A'cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir."
Tefsir (Kur'an Yolu) Hz. Peygamber’e gelen vahyin kaynağı ve onun Allah katındaki üstün mertebesi hakkında hiçbir kuşku duyulmaması için oldukça canlı bir tasvire yer veren bu âyetlerin üslûbundaki gizemlilik, bir taraftan da duyularla algılanamayan, fizik âlemin ötesine taşan konularda imanın esas olduğuna ve bu hususta aklın sınırlarını zorlamanın anlamsızlığına dikkat çekildiğini düşündürmektedir. Müşahhas unsurlarla bezenmiş izlenimi vermekle birlikte zihni soyut düşünme düzeyine doğru yükselten ve etkileyici bir üslûp taşıyan bu tasvirdeki asıl amacın, tarihin her döneminde değişik biçimler altında benzerleri görülen Mekke putperestlerinin maddî veya mânevî birtakım varlıkları devreye sokarak tanrı inancını somut bir tasavvura indirgeme, böylece Allah’tan başka varlıklara tanrılık izâfe etme telakkisini mahkûm etme olduğu söylenebilir. Sûrenin inişi erken Mekke dönemine rastlamakla beraber, bu âyetler kümesinin ve özellikle 13-18. âyetlerin, Mekke döneminin sonlarına doğru gerçekleştiği bilinen mi‘rac olayı ile ilgili olduğu kabul edilir. Tefsirlerde bu âyetlerde yer alan kelimeler için yapılan geniş açıklamalar ve buna göre ortaya çıkan farklı yorumlar (bk. Taberî, XXVII, 42-57; Râzî, XXVIII, 284-295; Elmalılı, VII, 4572-4589) aşağıda özetlenmeye çalışılacaktır. Pek çok âyette, Kur’an’ın vahyedilmesi kelâmın asıl sahibi olan Allah’a nisbet edildiğine göre onu asıl öğretenin Cenâb-ı Hak olduğunda şüphe yoktur; Rahmân sûresinin 1-2. âyetinde de “Kur’an’ı rahmân öğretti” buyurularak bu husus ayrıca ifade edilmiştir. Öte yandan yüce Allah, Şûrâ sûresinin 51. âyetinde belirtildiği üzere vahyini elçi gönderip onun vasıtasıyla da bildirebilmektedir ve -bazı âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre- bu elçi de vahiy meleği Cebrâil’dir (bk. Bakara 2/97; Nahl 16/ 102; Şuarâ 26/193). Bu durum karşısında, 5. âyette geçen “öğretti” anlamındaki fiilin öznesinin Allah Teâlâ veya Cebrâil olabileceği yorumları yapılmıştır. Fakat buradaki ifade akışı ve özneyi nitelemek üzere seçilen kelimeler göz önüne alınarak ikinci ihtimal daha güçlü bulunmuştur. Bazı müfessirlerce, burada “öğreten” hakkında övgü ifadesi kullanılmasının öğrenenin faziletine dikkat çekme anlamı taşıdığı, ayrıca bu ifadeyle inkârcıların, “Kesin olarak ona bir insan öğretiyor” tarzındaki iddialarını (Nahl 16/103) reddetmenin amaçlandığı belirtilmiştir. 6. âyetteki “üstün niteliklerle donatılmış” diye çevrilen sıfat “çok güçlü veya etki ve nüfuzu çok kuvvetli” mânasına alındığında bunu hem Allah’ın hem de Cebrâil’in sıfatı olarak düşünmek mümkündür. Ayrıca bu tamlama “aklî melekeleri çok güçlü, korkusuz, sağlam yapılı, heybetli, güzel görünümlü” gibi mânalara da gelmektedir ki bunlar Cebrâil’in nitelikleri olabilir. 6. âyetteki “asıl şekliyle göründü” diye tercüme edilen cümlenin öznesini Cebrâil olarak düşünen müfessirler burada, onun başka zamanlarda insan sûretinde göründüğü halde bu defa gerçek sûretinde göründüğüne işaret bulunduğunu söylemişlerdir. Onlar bu yorumu bazı rivayetlerle desteklerken, vahiy meleğinin sadece Hz. Muhammed’e gerçek sûretinde görünmüş bulunduğunu ve bunun da hayatında iki defa vâki olduğunu belirtirler. Diğer bir yoruma göre ise bu cümlenin öznesi Hz. Peygamber olup burada öğretme fiilinin etkisini yani onun peygambere ait ilimde yükselip doğrulduğu anlatılmaktadır; dolayısıyla 6. âyetteki istevâ fiilinin “doğruluverdi” şeklinde tercüme edilmesi uygun olur. “Ufkun en yüce noktasındayken” diye çevrilen 7. âyet de söz konusu “doğrulma” veya “asıl şekliyle görünme” anlamındaki fiilin öznesine göre açıklanmaktadır. Bunları Cebrâil’in semâda, ufkun en yüce noktasında veya ufku tamamen kaplar bir halde görünmesi veya Hz. Peygamber’in mânevî mertebesinin yükselmesi şeklinde özetlemek mümkündür. Belirtilen fiilin birinci öznesini Cebrâil, fiilin hemen ardından gelen “vav” harfini bağlaç ve “hüve” zamirini Hz. Muhammed’i ifade eden ikinci özne olarak düşünüp, “Cebrâil ve Peygamber en yüce ufukta (güneşin doğduğu yönün en üst noktasında) yükselip doğruldular” mânasını verenler de vardır (Taberî, XXVII, 43-44). İbn Atıyye dilbilimcilerin bu tür özne takdir edilmesini tasvip etmediklerini; ayrıca “ufuk” kelimesinin mânasını bu şekilde sınırlandırmanın mesnetsiz olduğunu belirtir (V, 197). “Sonra yaklaştıkça yaklaştı” şeklinde çevrilen 8. âyetteki denâ ve tedellâ fiillerinin öznesi açık olmadığı için üç türlü yorum yapılmıştır: a) Cebrâil’in Resûlullah’a yaklaşması ve ona doğru inişi, b) Cenâb-ı Allah’ın Resûlullah’a yaklaşması, onu kendine cezbetmesi, c) Resûlullah’ın yüce Allah’a yaklaşması, O’nun çekmesiyle yukarılara yükseltilmesi kastedilmiştir. Bazı müfessirler ikinci fiilin sözlük anlamlarından birine dayanarak burada habîb (seven) ve mahbûb (sevilen) arasındaki naz ve muhabbet tecellilerini ifade eden edebî bir anlatım bulunduğunu ileri sürmüşlerdir. “O kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu” diye çevrilen 9. âyetteki kavseyn “iki yay” mânasına gelir; kab de yayın kabzasıyla kirişlerin bağlandığı iki köşe aralığına denir ki bir yayda iki kab bulunur. Kab kelimesinin yayın kabzasıyla kirişi arasını ifade etmek için kullanıldığı da olur. Kabe kavseyn ifadesi hakkında çok geniş açıklamalar ve burada kastedilen mâna ile ilgili değişik yorumlar yapılmıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir: a) O dönemde Araplar bir antlaşma yaparlarken iki yay çıkarıp üst üste koyarak tek bir yay görünümü verirler (kablerini birleştirirler), sonra ikisini birlikte çekip bir ok atarlar böylece tam olarak ahidleştiklerini simgelerlerdi. Buna göre kabe kavseyn hem maddî anlamda fevkalâde yakın olmayı hem de mânevî bir yakınlığı ifade eder. b) Hicaz dilinde “kavs” kelimesi bir uzunluk ölçüsü (zirâ) anlamında kullanılırdı. Buna göre iki arşın uzunluğunda bir mesafenin kastedildiği söylenebilir. c) Kabe kavseyn ifadesini dönüştürme (kalb) yöntemine göre “bir yayın iki ucu arasındaki mesafe kadar” şeklinde anlamak da mümkündür. Âyet “hatta daha yakın oldu” şeklinde tamamlanmakta, böylece “Âdeta elini uzatsa değecek kadar yakındı” mânasına gelen maddî bir yakınlık tasviri yapılarak, -mânevî anlamda- Resûlullah’ın vahyi aldığı kaynağın sağlamlığına, arada vahye hiçbir şeyin karışma ihtimalinin bulunmadığına dikkat çekmenin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Daha çok tasavvufî ve işârî tefsirlerde itibar edilen bir yoruma göre ise buradaki yaklaşma olayı mi‘racda Allah ile peygamberi arasında gerçekleşmiştir. “O, kuluna vahyini iletti” diye çevrilen 10. âyette de öznenin Cebrâil veya Cenâb-ı Allah olması muhtemeldir. Birinci ihtimale göre mâna, “Bu yaklaşmayı takiben Cebrâil, Allah’ın, kulu Muhammed’e gönderdiği vahiyleri ona getirip öğretti” şeklinde olur. İkinci ihtimale göre ise âyeti şöyle yorumlamak gerekir: Resûlullah rabbine öylesine yaklaştı ki aradaki vasıtalar kalktı ve Allah Teâlâ kuluna vahyini doğrudan doğruya verdi. Bu âyetlerde mi‘rac sırasındaki gelişmelerin anlatıldığı kabul edildiği takdirde ikinci yorum daha kuvvetli olmaktadır. Bize göre âyet şöyle de yorumlanabilir: Cebrâil asıl şekliyle göründü, sonra iyice yaklaştı ve Allah onun aracılığıyla kuluna dilediğini vahyetti. Âyetlerin mi‘racı anlattığı kabul edilirse “görünme, yüce ufukta, sidretü’l-müntehâda olma, inme, çok yaklaşma” gibi ifadeleri mecazi mânada almak, nasıllık ve nicelikle ilgili olmaksızın Allah’a mahsus fiilller ve sıfatlar olarak anlamak gerekecektir.
Hac Suresi, 72. ayet: Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır." Mü'minun Suresi, 30. ayet: Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve Biz gerçekten denemeden geçiririz. Mü'minun Suresi, 45. ayet: Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik. Mü'minun Suresi, 58. ayet: Rablerinin ayetlerine iman edenler, Nur Suresi, 18. ayet: Allah size ayetleri açıklıyor; Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Nur Suresi, 34. ayet: Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik. Furkan Suresi, 37. ayet: Nuh'un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azap hazırladık. Şuara Suresi, 2. ayet: Bunlar, apaçık olan Kitab'ın ayetleridir. Şuara Suresi, 4. ayet: Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir. Şuara Suresi, 67. ayet: Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Neml Suresi, 12. ayet: "Ve elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin, (bu,) Firavun ve kavmine olan dokuz ayet (mucize) içinde(n biri)dir. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdir." Neml Suresi, 82. ayet: O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler. Kasas Suresi, 47. ayet: Kendi ellerinin öne sürdükleri dolayısıyla, onlara bir musibet isabet ettiğinde: "Rabbimiz, bize de bir elçi gönderseydin de böylece Senin ayetlerine uysaydık ve mü'minlerden olsaydık" diyecek olmasalardı (seni göndermezdik). Ankebut Suresi, 35. ayet: Andolsun, Biz akledebilecek bir kavim için orada apaçık bir ayet bırakmışızdır. Ankebut Suresi, 47. ayet: İşte Biz sana böyle bir Kitap indirdik. Bundan dolayı kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman etmektedirler. Bunlar (putatapıcılar)dan da ona iman edecek olanlar vardır. İnkarcılardan başkası Bizim ayetlerimizi inkar etmez. Ankebut Suresi, 49. ayet: Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir. Zulmedenlerden başkası, Bizim ayetlerimizi inkar etmez. Rum Suresi, 21. ayet: Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Rum Suresi, 23. ayet: Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Lokman Suresi, 2. ayet: Bunlar hikmetli Kitab'ın ayetleridir; Sebe Suresi, 5. ayet: (Sözde) Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında çaba harcamış olanlar, işte onlar; onlar için de (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır. Yasin Suresi, 37. ayet: Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir. Yasin Suresi, 41. ayet: Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir ayettir. Zümer Suresi, 52. ayet: Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve (dilediğine) kısar da. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır. Zümer Suresi, 63. ayet: Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Allah'ın ayetlerine (karşı) inkar edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır. Zümer Suresi, 71. ayet: İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.
Sizi ilk tanıdığımda,babanızın insanları sizden uzak durmak için uyardığına rastlamış ve sizin adınıza çok üzülmüştüm.Allah razı olsun muhterem babanızdan, şimdi size ve size inananlara acıyorum.
Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu, şu şekilde açıklanmıştır: 1. Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber, Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur: “Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevap yazılır, yaptığı takdirde ise on sevap yazılır. Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” (Müslim, Îman, 259) Bu husustaki uzun hadîs-i şerîfte beyân olunduğu üzere Allâh Teâlâ, başlangıçta elli vakit olarak emredilmiş olan namazı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in müteaddid mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Bunun mânâsı, insanlar üzerindeki hukûkullâh îcâbı olarak namazın elli vakit kılınmasının müstehak olduğu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutf u keremi ile bu mükellefiyetin bire on nisbetinde azaltıldığıdır. Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın: “Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) beyânı, beşer için aslî faâliyetin ibâdet olduğu, ancak merhamet-i ilâhiyye îcâbı en zayıf fert dahî dikkate alınarak bu hususta tenzîlât yapıldığı mânâsına geldiği gibi, mecbûrî olmamakla birlikte beş vakitten fazlasına cevaz verildiğini ve bunun gerekliliğini de ifâde eder. Kâmil mü’minler, farz olan bu beş vakte ilâveten, kuşluk, işrâk, evvâbin gibi nâfile namazlar kılarlar ve bilhassa gece teheccüde kalkarlar. Bütün bunlar bu vâkıanın tabiî bir neticesidir. Ancak bu gibi ibâdetlerin, insanların tâkat getirebilen ve o zevke ulaşabilen kısmına âit olması için, namaz emri elli vakitten başlatılıp bilâhare Hz. Peygamber’in mürâcaatı ile beş vakte indirilmiştir. 2. Allâh Resûlü’ne hitâben: “Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248) 3. Bakara Sûresi’nin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir.
Ya desenize biz miraca inanmıyoruz,o kadar ayrıca kimse de inanmak zorunda değil kendilerince bu zamana kadar gelenler gidenler hiç biri bilmediler bu iki si yada benzerleri yuzyillardir kaos olan bu olayi cozmek için çaba sarf ediyorlar, konusrken de kendilerince amiyane tabirle espri de katarak kednilerince sohbetlerini etkili kılmaya cabaliyorlar...başka bir şey demeye de gerek yok...sadece Allah ıslah etsin...azicik da etik nasip etsin...
Şura Suresi, 32. ayet: Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O'nun ayetlerindendir. Zuhruf Suresi, 46. ayet: Andolsun, Biz Musa'yı, Firavun'a ve onun 'önde gelen çevresine' ayetlerimizle gönderdik. O da, dedi ki: "Gerçekten ben, alemlerin Rabbinin elçisiyim." Casiye Suresi, 11. ayet: İşte bu (Kur'an) bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkar edenler ise, onlar için, (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır. Casiye Suresi, 20. ayet: Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir. Fetih Suresi, 20. ayet: Allah, alacağınız daha birçok ganimetleri size va'detti, bunu size hemencecik verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki, (bu,) mü'minler için bir ayet olsun ve sizi dosdoğru bir yola yöneltsin. Zariyat Suresi, 37. ayet: Ve orada, acı bir azaptan korkanlar için bir ayet bıraktık. Cum'a Suresi, 2. ayet: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler. Müddesir Suresi, 16. ayet: Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır." bunların hepsi de miraç ile ayetlerdir
miraç ayet ile ilgili ayetler... Bakara Suresi, 187. ayet: Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar. Bakara Suresi, 211. ayet: İsrailoğulları'na sor, onlara nice açık ayet(ler) verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır. Bakara Suresi, 219. ayet: Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz; Bakara Suresi, 221. ayet: Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler. Bakara Suresi, 266. ayet: Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar, ki düşünesiniz. Al-i İmran Suresi, 13. ayet: Karşı karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun bir ayet (ibret) vardır. Bir topluluk, Allah yolunda çarpışıyordu, diğeri ise kafirdi ki göz görmesiyle karşılarındakini kendilerinin iki katı görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır. Al-i İmran Suresi, 19. ayet: Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir. Al-i İmran Suresi, 21. ayet: Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele. Al-i İmran Suresi, 49. ayet: İsrailoğulları'na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları'na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır." Al-i İmran Suresi, 50. ayet: "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin." Al-i İmran Suresi, 101. ayet: Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun elçisi içinizdeyken nasıl oluyor da inkar ediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir. Al-i İmran Suresi, 103. ayet: Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar. Al-i İmran Suresi, 164. ayet: Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler. Nisa Suresi, 155. ayet: Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar. En'am Suresi, 4. ayet: Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, mutlaka ondan yüz çevirirler. En'am Suresi, 39. ayet: Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar. En'am Suresi, 68. ayet: Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara dalanlar:' -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma. En'am Suresi, 130. ayet: Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler. Araf Suresi, 32. ayet: De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız. Araf Suresi, 35. ayet: Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır. Araf Suresi, 37. ayet: Öyleyse, Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitaptan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.
Beled Suresi, 19. ayet: Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme). Bakara Suresi, 73. ayet: Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız. Bakara Suresi, 118. ayet: Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik. Bakara Suresi, 151. ayet: Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik. Bakara Suresi, 242. ayet: İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz. Bakara Suresi, 252. ayet: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; onları sana bir hak olarak okuyoruz. Sen de gönderilen elçilerdensin. Al-i İmran Suresi, 70. ayet: Ey Kitap Ehli, siz şahid olup dururken, ne diye Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz? Al-i İmran Suresi, 97. ayet: Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de inkar ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır. En'am Suresi, 37. ayet: "Ona Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye güç yetirendir." Ama onların çoğu bilmezler. En'am Suresi, 46. ayet: De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar? En'am Suresi, 54. ayet: Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir." En'am Suresi, 97. ayet: O, karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için size yıldızları var edendir. Bilebilen bir topluluk için Biz ayetleri birer birer (bölüm bölüm) açıkladık. En'am Suresi, 109. ayet: Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz? Araf Suresi, 36. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. Araf Suresi, 51. ayet: Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, Biz de bugün onları unutacağız. Araf Suresi, 72. ayet: Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımız'dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk. Araf Suresi, 146. ayet: Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır. Araf Suresi, 177. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür. Enfal Suresi, 2. ayet: Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler. Tevbe Suresi, 9. ayet: Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O'nun yolunu engellediler. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür. Yunus Suresi, 20. ayet: Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim." Yunus Suresi, 97. ayet: Onlara her ayet getirilse bile. Acı azabı görünceye kadar. Yunus Suresi, 101. ayet: De ki: "Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin." İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar bir şey sağlamaz. Ra'd Suresi, 4. ayet: Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
Prof. Dr. İsrafil Balcı Cuma hutbesinin Peygamberimiz döneminde namazdan sonra okunduğunu, Emevilerin siyasileştirdikleri hutbeleri dinletmek için namaz öncesine aldığını iddia ediyor. Kaynak olarak Serahsi’nin Mebsut’u, İbn Şebbe’nin Tarihu’l-Medine’si gibi kitapları göstermiş. Başka iddiaları da var. Önce bu iki kitaba bakayım dedim. İkisini de yanlış anlamış. Yani koskoca iddiasını üzerine temellendirdiği metinleri anlayamamış. Her iki kitapdaki ifade cuma değil bayram namazı hutbesi ile ilgili. İnsan ne diyeceğini bilemiyor.
Sizin düşüncenize göre; En büyük hadis karşıtı İmam Buhari'dir...Topladığı 600 bin hadisi elemeye tabi tutmuş kitabında 7300 hadise yer vermiştir. Kalan hadisleri red etmiştir... Hâdis, Peygamberimizin söylediği sözler değildir. Peygamberimizin söylediği raviler tarafından idda edilen rivayetlerdir.
@@yuksely2783 benim anlayışıma göre imam-ı Buhari en büyük muhaddistir. Kur'an'dan sonra dinimizde en muteber kaynaktır. hadis ilmine göre sahih olarak bize ulaşan bütün hadisler peygamberin sözleridir ve biz dinimizi böyle anlar ve yaşarız. bize göre böyledir. Sizi bilmeyiz.
En'am Suresi, 118. ayet: Eğer O'nun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah'ın ismi anılanlardan yiyin. En'am Suresi, 126. ayet: Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık. En'am Suresi, 157. ayet: Ya da: "Kitap bize de indirilseydi, elbette onlardan daha çok doğru yolda olurduk" dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azapla karşılık vereceğiz. Araf Suresi, 9. ayet: Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır. Araf Suresi, 40. ayet: Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız. Araf Suresi, 126. ayet: "Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz'in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür." Araf Suresi, 132. ayet: Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler. Araf Suresi, 176. ayet: Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler. Araf Suresi, 203. ayet: Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Sen onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana" derler. De ki: "Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir." Yunus Suresi, 5. ayet: Güneş'i bir aydınlık, Ay'ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır. Yunus Suresi, 6. ayet: Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır. Yunus Suresi, 21. ayet: İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika çevirmek) onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim)dir. De ki: "Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, Bizim elçilerimiz, sizin 'geliştirmekte olduğunuz düzenleri' yazmaktadırlar." Yunus Suresi, 24. ayet: Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız. Yunus Suresi, 95. ayet: Ve Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma; yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun. Hicr Suresi, 77. ayet: Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır. Nahl Suresi, 13. ayet: Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır. Nahl Suresi, 105. ayet: Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte yalancıların asıl kendileri onlardır. Meryem Suresi, 10. ayet: Dedi ki: "Rabbim, bana bir alamet (ayet) ver." Dedi ki: "Senin alametin, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır." Meryem Suresi, 21. ayet: "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti. Taha Suresi, 126. ayet: (Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın." Taha Suresi, 128. ayet: Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır. Hac Suresi, 57. ayet: İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar; artık onlar için aşağılatıcı bir azap vardır. Mü'minun Suresi, 50. ayet: Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik. Mü'minun Suresi, 67. ayet: Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz. Nur Suresi, 59. ayet: Sizden olan çocuklar, erginlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istediği gibi, bundan böyle izin istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir. Nur Suresi, 61. ayet: Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep birarada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız.
Peygamber Efendimize Miraç’ta üç şey ikrâm edildi. Peygamberimize Miraç gecesi vahyedilenler. Allah Teâlâ buyuruyor: “Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10) Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu şu şekilde açıklanmıştır: 1. Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mûsâ Aleyhisselâm’ın tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. 2. Allâh Resûlü’ne -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hitâben: “Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248) 3. Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir. Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh’a -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi... ” (Müslim, Îman, 279) Bununla birlikte Miraç’taki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir. Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh’a -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara sûresinin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279) Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Mekke Devri, Erkam Yayınları
Koskoca Allah düşünememiş 50 rekâtın bize çok geleceğini de kendi ilminden bi parça verdiği muhammedin düşünmesi tuhaf geliyor namaz Tevrat ve incil de de geçiyor 2 sinde okudum namazın Muhammet’le geldiğini düşünmüyorum ademle geldiğini düşünüyorum bu benim şahsi düşüncem tabii ki en doğrusunu Allah bilir yanlışımız varsa affetsin
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. 3.O, nefis arzusu ile konuşmaz. 4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. 8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. 9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. 10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. 11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. 12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? 13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. 14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında. 15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır. 16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. 18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. 3.O, nefis arzusu ile konuşmaz. 4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. 8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. 9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. 10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. 11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. 12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? 13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. 14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında. 15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır. 16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. 18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Biri yazmis kuranda ne varsa o ne yani o zaman namaz yok mu yani zekat yokmu nasil bir kafa bu anlamak mumkun degil kuranda olani alirom olmayani almam Bunlarda ayrica prof memlwkette prof nasil olunur az cok belli
isra suresi ve sahih hadisler elimizde olmasa dahi Allah resulunun ruh ve bütün bütünlüğünde miraca çıkması yüksek bir makamda Allah ile görüşmesine ne gibi bir mani var ? sayın hocalarım. iddia ettiğiniz gibi bir rüya/manevi yükselme ise bu uruc şekli Allah ile iritibatlı her kul yapar. peygamber olması dahi gerekmez. insan hayalen bile yerde yürürken aklı,ruhu yedi kat göklerde dolaşabilirken sizin bu kabullenme zorluğunuz şaşırtıcı. Hele ki işi gevezeliğe vurup peygamberler(diğer peygamberlerin mucizelerine de inanırız) arası müsabakaya çevirmeniz tam bir çok bilmişlik zehirlenmesi. Egonuzdan vahyin elçisini amcaoğlunuza postacıya benzettiniz yahu.
Araf Suresi, 64. ayet: Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi. Araf Suresi, 106. ayet: (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)." Araf Suresi, 136. ayet: Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk. Araf Suresi, 147. ayet: Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı? Araf Suresi, 182. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız. Enfal Suresi, 54. ayet: Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi. Yunus Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Ra. Bunlar, hikmetli Kitab'ın ayetleridir. Yunus Suresi, 7. ayet: Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar; Yusuf Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Ra. Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir. Yusuf Suresi, 105. ayet: Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler. Ra'd Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitab'ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların çoğu iman etmezler. Ra'd Suresi, 7. ayet: İnkar edenler derler ki: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya." Sen, yalnızca bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderisin. Ra'd Suresi, 27. ayet: İnkar edenler: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir." Hicr Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Ra. Bunlar, Kitab'ın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir. Hicr Suresi, 81. ayet: Onlara ayetlerimizi vermiştik de ondan yüz çevirmişlerdi. Nahl Suresi, 67. ayet: Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır. İsra Suresi, 12. ayet: Biz geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık; gece ayetini sildik de Rabbinizden bir fazl aramanız, yılların sayısını ve hesabı öğrenmeniz için gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık. Biz, herşeyi yeterince açıkladık. İsra Suresi, 98. ayet: Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" demelerine karşılık cezalarıdır. İsra Suresi, 101. ayet: Andolsun, Biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğulları'na sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti. Kehf Suresi, 9. ayet: Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın? Meryem Suresi, 73. ayet: Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda, o inkar edenler, iman edenlere derler ki: "İki gruptan hangisi, makam bakımından daha iyi, topluluk bakımından daha güzeldir?" Enbiya Suresi, 32. ayet: Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar. Enbiya Suresi, 77. ayet: Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden 'ona yardım edip-öcünü aldık'. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, Biz de onların tümünü suya batırıp boğduk.
Mustafa Bey Necm ve İsra suresi tefsir videolarınızda yalan mı söylediniz de şimdi mi aydınız...işiniz gücünüz tahrif olmuş önceleri bu kadar da değildiniz
Sen ilk önce kendi sayfandaki yorumları açtı insanlar altlarına yorum yazsınlar eleştirdiler kendin gibi zindiklarla anca bunları tartışır kalbinde zerre Allah sevgisi olmayanlara bunları anlatırsın
Şuara Suresi, 190. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler. Şuara Suresi, 197. ayet: İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi? Neml Suresi, 52. ayet: İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş ıpıssız evleri. Şüphesiz bilen bir kavim için bunda bir ayet vardır. Neml Suresi, 81. ayet: Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır. Neml Suresi, 86. ayet: Görmediler mi, Biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim için bunda ayetler vardır. Kasas Suresi, 2. ayet: Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir. Kasas Suresi, 45. ayet: Ancak Biz birçok nesiller inşa ettik de onların üzerinde (nice) ömür(ler) uzayıp geçti. Ve sen Medyen halkı içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak (bu bilgileri sana) gönderen Biziz. Kasas Suresi, 59. ayet: Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz. Ankebut Suresi, 24. ayet: Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır. Ankebut Suresi, 50. ayet: Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım." Rum Suresi, 25. ayet: Göğün ve yerin O'nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız. Rum Suresi, 58. ayet: Andolsun, Biz bu Kur'an'da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: "Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz" derler. Lokman Suresi, 31. ayet: Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır. Lokman Suresi, 32. ayet: Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O'na 'halis kılan gönülden bağlılar' olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez. Secde Suresi, 15. ayet: Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder. Ahzab Suresi, 34. ayet: Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır. Sebe Suresi, 9. ayet: Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer Biz dilersek, onları yerin-dibine geçirir ya da gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Hiç şüphesiz, bunda 'gönülden (Allah'a) yönelen' her kul için bir ayet vardır. Sebe Suresi, 15. ayet: Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)." Sebe Suresi, 19. ayet: Onlar ise: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır) dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece Biz de onları efsaneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır. Sebe Suresi, 38. ayet: Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir. Fatır Suresi, 25. ayet: Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; elçileri ise; kendilerine apaçık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi. Saffat Suresi, 14. ayet: Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar. Mü'min Suresi, 23. ayet: Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik; Fussilet Suresi, 15. ayet: Ad (kavmin)e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: "Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş?" Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah'ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, Bizim ayetlerimizi (bilerek) inkar ediyorlardı. Şura Suresi, 33. ayet: Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır. Casiye Suresi, 5. ayet: Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır. Casiye Suresi, 25. ayet: Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, onların (sözde) delilleri: "Eğer doğru sözlüler iseniz, atalarımızı (diriltip) getirin" demekten başkası değildir. Ahkaf Suresi, 26. ayet: Andolsun, Biz onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (size vermediğimiz güç ve iktidar imkanlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme, görme (duygularını) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve ne gönülleri kendilerine herhangi bir şey sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp- kuşattı. Ahkaf Suresi, 27. ayet: Andolsun, Biz çevrenizde bulunan şehirlerden (birçoğunu) yıkıma uğrattık ve belki dönerler diye ayetleri çeşitli şekillerde açıkladık. Zariyat Suresi, 43. ayet: Semud (kavmin)de de (ayetler vardır). Hani onlara: "Belli bir süreye kadar yararlanın" denmişti. Necm Suresi, 18. ayet: Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü. Kamer Suresi, 15. ayet: Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı? Tegabün Suresi, 10. ayet: İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da içinde sürekli kalıcılar olmak üzere, ateşin halkıdırlar. Ne kötü bir dönüş yeridir O. Talak Suresi, 11. ayet: İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde süresiz kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.
Miraç’a Çıkış Hâdisesi “−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. «−Gelen kim?» denildi. «−Cibrîl!» dedi. «−Berâberindeki kim?» denildi. «−Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi. «−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi. «−Evet!» dedi. «−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm. «−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana: «−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık. «−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na: «-Niye ağlıyorsun?» denildi. «−Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3] Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Cebrâîl -aleyhisselâm-: «−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra: «−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Daha sonra bana: «−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl -aleyhisselâm- bana: «−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.” Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir. «-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselâm-: «-Şu iki bâtınî nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-: “-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh: “-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben: “-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251) Sidre-i Müntehâ Efendimiz’e soruldu: “-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” Buyurdular ki: “-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279) Peygamberimizin Allah Teâla’yı görmesi İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem: “Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben: “Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)
@@helixhelix6979 istiyorsan her o zaman paraya kıyıp hadis külliyatı alacaksın vede okuyacaksın akılla alak suresi gelsin ben sana herşeyi yazmak zorunda değil herhalde parayla al kitapları oku sen ver kaynakları bize bizde sana dua edelim olurum kardeşim
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler ► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1) ► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1) ► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2) ► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3) ► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4) ► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5) ► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6) ► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7) ► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8) ► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9) ► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10) ► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11) ► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12) ► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13) ► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14) ► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15) ► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16) ► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17) ► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18) @@helixhelix6979
@@helixhelix6979 Miraç, Peygamber Efendimizin (s.a.v) Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya oradan da Allah’ın huzuruna yükseldiği hadiseye denir. Recep ayının 27. gecesine Miraç gecesidir. Miraç kelime anlamı itibariyle göğe çıkma, yükselme anlamlarına gelir. İsra ve Miraç hâdisesi, Peygamber Efendimizin (s.a.v) hicretinden 18 ay evvel vukû bulmuştur. İsrâ Sûresi: 1. Ayet Hak Teâlâ buyurur: “Kulunu (Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı) bir gece, Mescid-i Harâm’dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla görendir.” (el-İsrâ, 1) Necm Sûresi: 1. Ayet “İnmekte olan yıldıza[1] and olsun.” (en-Necm, 1) Necm Sûresi: 2 - 7. Ayetler “Sâhibiniz (Muhammed Mustafâ) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzûsuna göre de konuşmamaktadır. O’nun konuşması vahiyden başka bir şey değildir. Çünkü (bildirdiklerini) O’na güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (olan Cebrâîl, Rabbinin emri üzere) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu).” (en-Necm, 2-7) Necm Sûresi: 8. Ayet “Sonra yaklaştı ve tedellî etti.” (en-Necm, 8) Necm Sûresi: 9. Ayet “(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) Necm Sûresi: 10. Ayet “Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10) Necm Sûresi: 11- 12. Ayetler “(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12) Necm Sûresi: 13 - 14. Ayetler “And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14) Necm Sûresi: 15 - 16. Ayetler “Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16) Necm Sûresi: 17 - 18. Ayetler “(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18)
MİRAÇ İLE İLGİLİ HADİSLER Şerh-i Sadr (Kalbinin Temizlenmesi) Resûlullâh miraça çıkmadan sadrının temizlenmesini şöyle anlatır: “Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264) Efendimizin Sütü Tercihi Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resûl-i Ekrem’a, birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Hz. Peygamber şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s.): “−Seni, insanın yaratılış gâyesine uygun olana yönlendiren Allâh’a hamd olsun. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” dedi. (Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92)[2] Miraç’a Çıkış Hâdisesi “−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. «−Gelen kim?» denildi. «−Cibrîl!» dedi. «−Berâberindeki kim?» denildi. «−Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi. «−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi. «−Evet!» dedi. «−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm. «−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana: «−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık. «−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na: «-Niye ağlıyorsun?» denildi. «−Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3] Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Cebrâîl -aleyhisselâm-: «−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra: «−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Daha sonra bana: «−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl -aleyhisselâm- bana: «−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.” Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir. «-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselâm-: «-Şu iki bâtınî nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-: “-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh: “-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben: “-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251) Sidre-i Müntehâ Efendimiz’e soruldu: “-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” Buyurdular ki: “-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279) Peygamberimizin Allah Teâla’yı görmesi İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem: “Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben: “Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292) Yetim Malı Yiyenler Allâh Resûlü, Miraç’ta bir topluluğa uğradılar ve gördüler ki, onların dudakları deve dudağı gibidir. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koyuyor. “-Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu. Cebrâîl -aleyhisselâm-: “-Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” dedi. (Taberî, XV, 18-19) Gıybet Edenler Resûlullâh, başka bir topluluğa rastladı. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı: “-Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu. Cebrâîl -aleyhisselâm-: “-Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır.” cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878) Zinâ Edenler Peygamber Efendimiz orada; zinâkârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; fâiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü. (Bkz. Taberî, XV, 18-19) Borç Sadakadan Üstündür Resûlullâh yine Miraç’ta yaşadığı müşâhedelerle alâkalı bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır: “Miraç gecesinde Cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm: «Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfâtlandırılacaktır.» Ben: «−Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor?» diye sordum. «−Çünkü, sâil (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talepte bulunur.» cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19) Cennete Girenlerin Ekserîsi Peygamberimiz diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır: “(Mîrâc esnâsında) Cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ fakirler idi. Zenginler de (hesap vermek için) mahpus idiler. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin ekserisi kadınlardı.” (Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Zühd, 93) Abdurrahmân bin Avf’ın (r.a.) Cennetle Müjdelenmesi Hadîs-i şerîfte buyrulur: “O gece (Mîrâc Gecesi’nde) Abdurrahmân bin Avf’ı gördüm. Cennete, oturduğu yerde emekleyerek giriyordu. Ona dedim ki: «-Niçin bu kadar ağır geliyorsun?» Dedi ki: «-Yâ Resûlallâh! Malımın hesâbı dolayısıyla, çocukları bile ihtiyarlatacak kadar ağır sıkıntılar geçirdim. Öyle ki, bir daha sizi göremeyeceğimi zannettim…»” (Muhammed Pârsâ, Faslu’l-Hıtâb, s. 403) Kaderi Yazan Kalem Hadîs-i şerîflerinde buyurur: “(O gece) göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.” (Buhârî, Salât, 1)@@helixhelix6979
Necm Suresi - 5-18 . Ayet Tefsiri Ayet عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰىۙ ﴿٥﴾ ذُو مِرَّةٍؕ فَاسْتَوٰىۙ ﴿٦﴾ وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىؕ ﴿٧﴾ ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ ﴿٨﴾ فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ ﴿٩﴾ فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِهٖ مَٓا اَوْحٰىؕ ﴿١٠﴾ مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى ﴿١١﴾ اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى ﴿١٢﴾ وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ ﴿١٣﴾ عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى ﴿١٤﴾ عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىؕ ﴿١٥﴾ اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ ﴿١٦﴾ مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ﴿١٧﴾ لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى ﴿١٨﴾ Meal (Kur'an Yolu) ﴾5-7﴿ Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri (Cebrâil) öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü. ﴾8﴿ Sonra yaklaştıkça yaklaştı. ﴾9﴿ Öyle ki, iki yay kadar hatta daha yakın oldu. ﴾10﴿ Böylece Allah, kuluna vahyini iletti. ﴾11﴿ Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı. ﴾12﴿ Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz? ﴾13-14﴿ Andolsun ki onu (meleği) iniş esnasında en sondaki sidretü’l-müntehânın yanında bir daha gördü. ﴾15﴿ Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır. ﴾16﴿ O an sidreyi bürüyen bürümüştü. ﴾17﴿ Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı. ﴾18﴿ Hiç kuşkusuz o, rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü.
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler ► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1) ► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1) ► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2) ► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3) ► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4) ► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5) ► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6) ► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7) ► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8) ► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9) ► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10) ► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11) ► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12) ► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13) ► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14) ► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15) ► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16) ► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17) ► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18) @@helixhelix6979 iyi oku anlarsın paraya kıyı kuran-ı kerim türkçe meali al oku sen yaz sen bize bilgi ver dua edelim nasıl fikir ama iyi mi hep hep bana olmaz kardeşim
@@helixhelix6979 Mİ‘RAC المعراج Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eden terim. Sözlükte “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âlet olan mi‘râc kelimesi “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” demektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘rac” şeklinde geçerse de Türkçe’de mi‘rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle mi‘rac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Resûl-i Ekrem’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan göklere yükselmesine mi‘rac denilmiştir. Literatürdeki bu ayırım her iki terimin naslarda zikredilmesinden ileri gelmektedir. Sery (geceleyin yürüme, gece yolculuğu yapma) kökünden türeyen isrâ’ Kur’an’da mâzi sîgasıyla yer almış ve sûreye ad olmuştur. Buna göre Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kuluna (Hz. Peygamber) Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya geceleyin bir seyahat yaptırmıştır (el-İsrâ 17/1). Mi‘rac kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte çoğul şekli olan meâric “yükselme dereceleri” mânasında Allah’a nisbet edilmiştir (el-Meâric 70/3). Ayrıca “merdiven” anlamında meâric bir âyette ve urûc kökünden türemiş fiiller çeşitli âyetlerde yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿarc” md.). Semaya yükseliş tasavvuru eski Hint ve İran mitolojileriyle diğer dinlerde de mevcuttur. Yahudi geleneğinde İdrîs, İbrâhim, Mûsâ ve İşâyâ gibi peygamberlerle bazı tarihî şahsiyetlerin yeryüzünden ilâhî âlemlere çıktığına inanılır. Özellikle melek Yahoel tarafından semavî bir vasıtayla bulut içinde göğe yükseltilen Hz. İbrâhim’in rabbinin tahtını müşahede edişiyle ilgili tasvirlere sonraki yahudi literatüründe rastlanmaktadır. Hıristiyanlık inancına göre Hz. Îsâ çarmıha gerildikten sonra mezarından çıkıp ilâhî âleme yükselmiştir (Matta, 28/1-7; Markos, 16/19). Ayrıca Pavlus’un Kudüs’e doğru giderken melek eşliğinde göğe yolculuk yaptığı rivayet edilir (Gündüz v.dğr., s. 59-60).
@@helixhelix6979 Hadis kaynakları ile siyer ve delâil kitaplarında isrâ ve mi‘racla ilgili birçok rivayet mevcuttur. Buhârî ve Müslim’de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Resûlullah, Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrâil geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâ’da iki rek‘at namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine “fıtratı seçtin” dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülma‘mûr’un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrâhim’le buluştu. Sidretü’l-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allah’ın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti (Buhârî, “Ṣalât”, 1, “Tevḥîd”, 37, “Enbiyâʾ”, 5, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7, “Menâḳıb”, 24, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 262-263, “Feżâʾil”, 164; değerlendirme için aş.bk.). Bir rivayete göre Resûl-i Ekrem’e mi‘racda Bakara sûresinin son âyetleri indirilmiş ve Allah’a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir (Müsned, I, 422; Müslim, “Îmân”, 279). Ancak bazı âyetlerin ayrı olarak nâzil olmasının Kur’an’ın Cebrâil tarafından indirilmesi gerçeğine aykırı düşeceği ve bu tür rivayetlerin âyetlerin faziletine hamledilmesi gerektiği belirtilmiştir (Akpınar, sy. 1 [1996], s. 95-101).
@@helixhelix6979 Mi‘racla ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar mevcuttur. Meselâ sahih rivayetlerin bir kısmında doğrudan Mescid-i Harâm’dan semaya yükseliş anlatılır (Buhârî, “Ṣalât”, 1; “Tevḥîd”, 37; “Enbiyâʾ”, 5; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7). Ancak isrâ ve mi‘racın aynı gecede gerçekleştiği kabul edilip rivayetlerin bütünü göz önüne alındığında Resûl-i Ekrem’in Mescid-i Aksâ’ya uğradığı ve burada içlerinde İbrâhim, Mûsâ ve Îsâ’nın da bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır (Müslim, “Îmân”, 259; İbn Hişâm, II, 37-38). Diğer bazı haberlere göre de Resûlullah olayı Mekke’de haber verdiği zaman Kureyş kabilesi kendisini yalanlayıp Mescid-i Aksâ hakkında sorular sorunca Allah ona mescidi göstermiş ve böylece sorulara cevap vermiştir (Müsned, I, 309; Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 41). Mi‘racla ilgili haberlerde mevcut ayrıntılı tasvirler arasında (meselâ bk. Beyhakī, II, 362, 398) zayıf rivayetlerin bulunduğu bildirilmektedir (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, 22). Kaynaklarda mi‘racın vukuu hakkında bazı tarihler verilmekle beraber (Nüveyrî, XVII, 283-284; Kastallânî, VI, 3-4) en sahih kabul edilen rivayet bunun müslümanların Birinci ve İkinci Habeşistan hicretlerinden sonra, Hz. Hatice ve Ebû Tâlib’in vefatlarını takip eden dönemde hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki nakildir (İbn Kesîr, es-Sîre, II, 93, 107). Rebîülevvel veya ramazan ayından bahseden rivayetler varsa da müslümanların çoğunluğu mi‘racı Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadır. Mi‘rac hadisesinde önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ’nın hangi mescid olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksâ’nın “uzak mescid” anlamına geldiği halbuki Kur’an’da Filistin için “edne’l-arz” (en yakın yer) ifadesinin kullanıldığı (er-Rûm 30/3) belirtilerek Mescid-i Aksâ’nın semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde durulmakla birlikte (Muhammed Hamîdullah, I, 93), hem tarihî veriler hem de âyetteki ifadeler dikkate alındığında söz konusu mâbedin tarihî bir gerçekliğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüs’te Mescid-i Aksâ’nın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksâ’nın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtildiği gibi Resûlullah dönemindeki Kâbe Hz. İbrâhim’in kurduğu binadan farklıdır (Buhârî, “Ḥac”, 42; Müslim, “Ḥac”, 398-405). Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekânın mânevî konumunu etkilemez.
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı. 3.O, nefis arzusu ile konuşmaz. 4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir. 5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu. 8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu. 9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu. 10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti. 11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı. 12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz? 13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü. 14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında. 15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır. 16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı. 17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı. 18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Necm Suresi ile İsra olayının hiçbir alakası yoktur. Miraç hadisleri ile Kur’an ayetleri arasında ciddi problemler vardır. Şöyle ki; Miraç olayında geçen “sidre-i münteha, kab-ı kavseyn” gibi kavramlar Necm suresinden alınmadır. Oysa Necm suresi bisetin 3. veya 4. senesi inmiştir. Yani İsra ve Miraç olayından en az sekiz sene önce nazil olmuştur. Bu nedenle Necm suresinin kendisinden sekiz sene sonra olacak bir olayı anlatması düşünülemez. Sonra inenler öncekileri açıklar. Necm suresinde anlatılan, Peygamberin Cebrail’i görmesidir. Kur’an’ın hiçbir ayetinde Peygamberin Allah’ı gördüğüne, göğe çıktığına, O’nunla konuştuğuna dair tek bir ayet yoktur. Hatta ima bile yoktur.
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler ► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1) ► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1) ► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2) ► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3) ► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4) ► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5) ► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6) ► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7) ► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8) ► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9) ► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10) ► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11) ► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12) ► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13) ► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14) ► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15) ► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16) ► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17) ► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18)
Allah'ın ayetlerini çarpıtmaya çalışırlar Araf Suresi, 86. ayet: "O'na iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın." Yunus Suresi, 21. ayet: İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika çevirmek) onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim)dir. De ki: "Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, Bizim elçilerimiz, sizin 'geliştirmekte olduğunuz düzenleri' yazmaktadırlar." Hud Suresi, 19. ayet: Bunlar Allah'ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti tanımayanlardır. İbrahim Suresi, 13. ayet: İnkar edenler, resullerine dediler ki: "Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz." Böylelikle Rableri kendilerine vahyetti ki: "Şüphesiz Biz, zulmedenleri helak edeceğiz. Hac Suresi, 51. ayet: Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar, alevli ateşin halkıdır. Allah'ın ayetlerine karşı büyüklenme içindedirler Bakara Suresi, 206. ayet: Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o. Nisa Suresi, 172. ayet: Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır. Araf Suresi, 36. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır. Araf Suresi, 75. ayet: Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız" dediler. Araf Suresi, 76. ayet: Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız." Hac Suresi, 72. ayet: Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır." Furkan Suresi, 21. ayet: Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: "Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimiz'i görmemiz gerekmez miydi?" Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar. Furkan Suresi, 60. ayet: Onlara: "Rahman (olan Allah)a secde edin" denildiği zaman, "Rahman da neymiş? Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?" derler ve (bu,) onların nefretini arttırır. Neml Suresi, 14. ayet: Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak. Casiye Suresi, 8. ayet: Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azapla müjdele.
El İsra suresinin ilk ayeti Abdulmalik bin Mervan Kudüs da AL Aksa camisini yaptıktan sonra yazılmış, Bunun inkar edilemez ispatı bu ayetin Al Aksa camisinden söz etmesi dır çünkü Peygamberin hayatta olduğu dönem de Kudüs da Al Aksa camisinin olmamasıdır, Al Aksa camisi Peygamberin vefatından 220 sene sonra yapıldı .
Ayasofya bile peygamberimizden önce yapılmış, sanki o zaman hristiyanlığın merkezi filistinde mescid yokmuş gibi aptalca bir iftiraya yelteniyorsun. Çüşşş.
aksa cami değil o.kubbetil sahra.aksa denen yapıyı hz süleyman yaptı yani süleyman tapınağını bir parçası.kudüs yahudilerindir ve müslümanlıkla hiç alakası yoktur.
Abdulrezzakin musannefinde yok.iki dk sonra abdurrezzakin musannefin tefsir bölümünde var...adam konuşurken bi dk önce söylediğini bi dk sonra kendi yalanlıyor....
Sayın İsrafil balcı hoca Konu dışı ama Sevdim seni mabuduma canan diye Başlayan güya ilahi ne anlama geliyor 1.Mabut ne 2.canan ne YANILMIYORSAM mabut, Allah Canan ,erkeğin eşi anlamına geliyor Diyanetinden,hacısından,hocasına herkes bu sözleri ilahi diye okuyor Sapıklık had safhada Bu ilahi denen şirk sözlere bi dokunsanız Yoksa benmi yanılıyorum?😢
Ben boşuna ateist oldum o zaman yaw. Ciddi ciddi dinledikçe islama ısınıyorum. Bu saçmalıklar beni ateist etmişti. Çocuk masallarına inanmam bana gerçek lazım derdim hep. Ama zaten böyle masallar yokmuş.
Miraç bahsini Risale i nur dan öğrenin. Miraç haktır. Allah sizi miraca iman etmeniz için zorlamaz.Sizin bilmemeniz inanmamanız biz müminleri bağlamaz.
@@burhanbulut2278 Milyonlarca dini kitap boşuna yazılmadı... Eğer içeriği Kurana zıt değilse sıkıntı yok ama maalesef Milyonlarca dini kitap ların çoğu Kuranda olmayaan ve Kurana ters rivayetlerle dolu... İslamı sadece Kurandan öğrenmeliyiz... Diğer dini kitapları elbette okumalıyız ama önce Kuran... Biz ne yaptık bu güne kadar sadece rivayet leri okuduk Kuran ı arapça okuduk anlamadan... Kuranda geçen ile bize anlatılan Miraç çok farklı, Biz şimdi hangisine bakacaz...Tabiki Kurana....
@@userrating815 Evet haklısın hepsi doğru demek değil. Burada ölçü sünnet i Seniye. Risaleler sünnete uygun..islam alimleri onaylı. Sünnete uygun olduğu için diyanetde basıyor. Ama sen bilirsin. Risale i nur hakikatlı bir Kuran tefsiri. Kuran denizinden bir damla sadece. Büyük alimler Kurandan anladıkları manaları kitaba dökmüşler. Her büyük alimin kitapları vardır. Bize kolaylık olsun diye. Tabiki maksat Kuranı anlamak. Risale okurken Kuranın büyüklüğünü mucizeliğini daha iyi anladım. Daha fazla Kuran okuma iştiyakı geldi. Allah sizleri ve bizleri Kurandan ayırmasın. Amin
Miraç uydurmayın resülüllahın buna ihtiyacı yok hocalarımız doğru söylüyor mehdi veya isa gelmeyecek kuran mehdi dir isa as gelmeyecek Muhammet Mustafa son peygamber dir nokta kuran yeterlidir
Anlatım tarzları bile dalga geçer gibi İnanma konusun da hiiiiçççç bi sıkıntımız yokta siz niye hadisleri göz ardı ediyorsunuz 1400 küsür senedir alimler bunları bulamadı da sizmi buldunuz🤔
Allah bunların şerrinden korusun bizleri. Doğru bilgileri hatırına dahi zinhar dinlememek lazım. Zira bir yanlış bütün doğruları götürür, hebaen mensura.
@@oguzhan8648 bunlara prof unvanı kim veripte piyasaya ne karşılığı sürüyor anlamıyorum. Dini olan bir kimseye profesörlük verilmez diyen bir sistemden ne beklersin. Din bilimsel değilmiş çünkü. Ne kadar bozarsan o kadar büyük profsun.
Miraç denen olay Zerdüştlük'ten İslam'a uyarlanan bir şeydir. Peygamber efendimiz hiçbir zaman bedeniyle Kudüs'e gittiği, oradan da göğe yükselip miraca çıktığı yönünde bir şey söylememiştir. Allah'ı gözüyle gördüğünü de söylememiştir. İsra Suresi 60. ayete bakarsanız bunu Kur'an da söylüyor. zaten.
@@mehmetnurigomuk875 Isrâ Sûresi / 1.Ayet 1. Kulu geceleyin Mescid-i Haram’ dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya* götüren (Allah’)ın şânı yüce (ve her türlü noksanlıktan uzak)tır. (Bunu,) kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (yaptık). Şüphesiz O, (evet) O, hakkıyla işitendir, görendir. Ve Necm suresini oku. Sende bu bozuklara aldanıp heba olanlardansın eğer tevbe etmezsen.
İSRA VE MİRAÇ HADİSESİ Peygamberimiz bu hâdiseyi şöyle anlatırlar: “−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim... Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselam- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi. «−Gelen kim?» denildi. «−Cibrîl!» dedi. «−Berâberindeki kim?» denildi. «−Muhammed» dedi. «−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi. «−Evet!» dedi. «−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Âdem’i -aleyhisselam- gördüm. «−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana: «−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hz. Cebrâîl -aleyhisselam- beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hz. Yahyâ ve Îsâ -aleyhisselam- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl -aleyhisselam- beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hz. Yûsuf -aleyhisselam- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hz. İdrîs -aleyhisselam- ile, beşinci kat semâda Hz. Hârûn -aleyhisselam- ile, altıncı kat semâda ise Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ile karşılaştık. «−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na: «-Niye ağlıyorsun?» denildi. «−Çünkü, benden sonra bir delikanlı Peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3] Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselam- ile karşılaştık. Cebrâîl -aleyhisselam-: «−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra: «−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Daha sonra bana: «−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl -aleyhisselam- bana: «−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi. Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir. «-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselam-: «-Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi...” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselam-: “-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh: “-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben: “-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251) Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Resûlü yalnız devâm etti. Kendisine hârikulâde tecellîler lutfedildi. Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu. Bu yolculuktaki hârikulâdeliklerin lâyıkıyla ifâdeye dökülmesi, hayâl ötesi bir hakîkati, beşer idrâkinin çerçevesine sığdırmaya çalışmak gibi zor bir keyfiyettir. Hakîkati ve asıl mâhiyeti Allâh ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler, tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir. Bununla birlikte, Allâh ile O’nun yüce Peygamberi arasındaki bu muhteşem esrâr tecellîsi, vahye muhâtab olanlara Rabbin sonsuz kudret, azamet ve saltanatını sergilemektedir. Ayrıca Miraç hâdisesi, Hz. Peygamber Efendimiz’in son olarak Tâif’te mâruz kaldığı zulümler netîcesinde kalbini dolduran hüznü, sürûra tebdîl etmek maksad-ı ilâhîsine de mâtuftur. Aslında zaman ve mekân kaydı dışında gerçekleşen bu ilâhî tecellînin, insan müfekkiresi için tamâmının kavranması imkânsızdır. Böyle beşer idrâkini aşan hassas ve müstesnâ mevzûlarda muhayyileyi zorlamak menedilmiştir. Hâsılı, Peygamber Efendimiz, bütün peygamberler hakkında vâkî olan ilâhî lutufları aşan müstesnâ bir ikrâm-ı ilâhî ile Miraç’ta Zât-ı Ulûhiyyet’e mahsus zamansız ve mekânsız bir âlemde: “(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) diye bilinen bir tecellîye muhâtab olmuştur. Bu tecellînin bir zerresini müşâhede etmekle, ülü’l-azm peygamberlerden olmasına rağmen Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- düşüp bayıldığı hatırlanırsa, Peygamberimizin Allâh katındaki ulvî mevkii ve kendisine lutfedilmiş husûsî salâhiyet ve iktidârın derecesi az-çok kavranmış olur. Diğer taraftan Hz. Mûsâ’ya -aleyhisselam-, mukaddes mekânda nâlinlerini (ayakkabılarını) çıkarması emredilmiş ve ayaklarının, oranın bereketinden istifâde edip, şerefiyle şerefyâb olması istenmişti. Fakat Resûlullâh Efendimiz’e Miraç gecesi bir bakıma: “Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı üzerinde pabuçlarınla yürü ki, Arş, Sen’in pabuçlarının tozu ile şereflensin ve Arş’ın nûru, Sana kavuşma nîmetine nâil olsun!..” denilmiş olmaktaydı. (Bursevî, V, 370)
Mürşid ilimdir de ilimi nereden alacaksın? Gökten sana mı inecek, içgüdüsel mi ana karnında kalıtsal mı? Okullar öğretmenler ustalar ne için var? Mürşid öğretmendir, ustadır, tekkeler okuldur. Ama ben mürşidim şeyhim diyene bakma. Gözü açık ve istekli(talebe) olmak gerekiyor. O zaman bulursun mürşid.
İsra suresinin ilgili ayet çok açık. Peygambwrimizin Allah katına çıktığı yok zaten. Gereksiz uzun bir anlatım olmuş. Bir de öğle uykusu rüyası nerden çıktı anlaşılmadı. Allah Mescidi aksa ya gece yolculuğundan bahsediyor. Miraç Allah katına yükselmek anlamında ise miraç diye bir husus Kuran da yok.
Allah razı olsun hocam hikaye leştirmeye gerek yok Rabbimizin bize dediği gibi akletmezmisiniz iman etmemiz için peygamberimizin peygamberlik belgesi yeterlidir bu da kur andır
Yunus Suresi, 15. ayet: Onlara ayetlerimiz apaçık belgeler olarak okunduğunda, Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, derler ki: "Bundan başka bir Kur'an getir veya onu değiştir." De ki: "Benim onu kendi nefsimin bir öngörmesi olarak değiştirmem benim için olacak şey değildir. Ben, yalnızca bana vahyolunana uyarım. Eğer Rabbime isyan edersem, gerçekten ben, büyük günün azabından korkarım."
Yunus Suresi, 17. ayet: Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden ve O'nun ayetlerini yalanlayandan daha zalim kimdir? Şüphesiz O, suçlu-günahkarları kurtuluşa erdirmez.
Yunus Suresi, 71. ayet: Onlara Nuh'un haberini oku. Hani kavmine demişti ki: "Ey kavmim, benim makamım ve Allah'ın ayetleriyle hatırlatmalarım eğer size ağır geliyorsa ben, şüphesiz Allah'a tevekkül etmişim. Artık siz ortaklarınızla toplanıp yapacağınız işi karara bağlayın da işiniz size örtülü kalmasın (veya tasa konusu olmasın), sonra hakkımdaki hükmünüzü -bana süre tanımaksızın- verin.
Yunus Suresi, 75. ayet: Sonra bunların ardından Firavun'a ve onun önde gelen çevresine Musa'yı ve Harun'u ayetlerimizle gönderdik. Fakat onlar büyüklendiler. Onlar suçlu-günahkar bir kavimdi.
Yunus Suresi, 92. ayet: Bugün ise, senden sonrakilere bir ayet (tarihi bir belge, ibret) olman için seni yalnızca bedeninle kurtaracağız (herkese cesedini göstereceğiz). Gerçekten insanlardan çoğu, Bizim ayetlerimizden habersizdirler.
Hud Suresi, 59. ayet: İşte Ad (halkı): Rablerinin ayetlerini tanımayıp reddettiler. O'nun elçilerine isyan ettiler ve her inatçı zorbanın emri ardınca yürüdüler.
Hud Suresi, 96. ayet: Andolsun, Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık olan bir delille gönderdik.
Ra'd Suresi, 2. ayet: Allah O'dur ki, gökleri dayanak olmaksızın yükseltti; onları görmektesiniz. Sonra arşa istiva etti ve güneş ile aya boyun eğdirdi, her biri adı konulmuş bir süreye kadar akıp gitmektedirler. Her işi evirip düzenler, ayetleri birer birer açıklar. Umulur ki, Rabbinize kavuşacağınıza kesin bilgiyle inanırsınız.
Ra'd Suresi, 3. ayet: Ve O, yeri yayıp uzatan, onda sarsılmaz-dağlar ve ırmaklar kılandır. Orada ürünlerin her birinden ikişer çift yaratmıştır; geceyi gündüze bürümektedir. Şüphesiz bunlarda düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
Ra'd Suresi, 38. ayet: Andolsun, senden önce de elçiler gönderdik, onlara eşler ve çocuklar verdik. Allah'ın izni olmaksızın (hiç)bir elçiye herhangi bir ayeti (mucizeyi) getirmek olacak iş değildi. Her ecel (tespit edilmiş süre) için bir kitap (yazı, hüküm, son) vardır.
Nahl Suresi, 12. ayet: Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı sizin emrinize verdi; yıldızlar da O'nun emriyle emre hazır kılınmıştır. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilen bir topluluk için ayetler vardır.
Nahl Suresi, 65. ayet: Allah gökten su indirdi, ölümünden sonra yeri onunla diriltti; işitebilen bir topluluk için bunda gerçekten bir ayet vardır.
Nahl Suresi, 69. ayet: Sonra meyvelerin tümünden ye, böylece Rabbinin sana kolaylaştırdığı yollarda yürü-uçuver. Onların karınlarından türlü renklerde şerbetler çıkar, onda insanlar için bir şifa vardır. Şüphesiz düşünen bir topluluk için gerçekten bunda bir ayet vardır.
İsra Suresi, 1. ayet: Bir kısım ayetlerimizi kendisine göstermek için, kulunu bir gece Mescid-i Haram'dan, çevresini bereketlendirdiğimiz Mescid-i Aksa'ya götüren O (Allah) Yücedir. Gerçekten O, işitendir, görendir.
İsra Suresi, 59. ayet: Bizi ayet (mucize)ler göndermekten, öncekilerin onu yalanlamasından başka bir şey alıkoymadı. Semud'a dişi deveyi görünür (bir mucize) olarak gönderdik, fakat onlar bununla (onu boğazlamakla) zulmetmiş oldular. Oysa Biz ayetleri ancak korkutmak için göndeririz.
Kehf Suresi, 17. ayet: (Onlara baktığında) Görürsün ki, güneş doğduğunda mağaralarına sağ yandan yönelir, battığında onları sol yandan keser-geçerdi ve onlar da onun (mağaranın) geniş boşluğundalardı. Bu, Allah'ın ayetlerindendir. Allah, kime hidayet verirse, işte hidayet bulan odur, kimi saptırırsa onun için asla doğru-yolu gösterici bir veli bulamazsın.
Kehf Suresi, 56. ayet: Biz elçileri, müjde vericiler ve uyarıcılar olmak dışında (başka bir amaçla) göndermeyiz. İnkar edenler ise, hakkı batıl ile geçersiz kılmak için mücadele ediyorlar. Onlar Benim ayetlerimi ve uyarıldıklarını (azabı) alay konusu edindiler.
Kehf Suresi, 57. ayet: Kendisine Rabbinin ayetleri öğütle hatırlatıldığı zaman, sırt çeviren ve ellerinin önden gönderdikleri (amelleri)ni unutandan daha zalim kimdir? Biz gerçekten, kalpleri üzerine onu kavrayıp anlamalarını engelleyen bir perde (gerdik), kulaklarına bir ağırlık koyduk. Sen onları hidayete çağırsan bile, onlar sonsuza kadar asla hidayet bulamazlar.
Kehf Suresi, 105. ayet: İşte onlar, Rablerinin ayetlerini ve O'na kavuşmayı inkar edenlerdir. Artık onların yapıp-ettikleri boşa çıkmıştır, kıyamet gününde onlar için bir tartı tutmayacağız.
Meryem Suresi, 58. ayet: İşte bunlar; kendilerine Allah'ın nimet verdiği peygamberlerdendir; Adem'in soyundan, Nuh ile birlikte taşıdıklarımız (insan nesillerin)den, İbrahim ve İsrail (Yakup)in soyundan, doğru yola eriştirdiklerimizden ve seçtiklerimizdendirler. Onlara Rahman (olan Allah')ın ayetleri okunduğunda, ağlayarak secdeye kapanırlar.
Taha Suresi, 22. ayet: "Elini koltuğuna sok, bir hastalık olmadan, başka bir mucize (ayet) olarak bembeyaz bir durumda çıksın."
Taha Suresi, 42. ayet: "Sen ve kardeşin ayetlerimle gidin ve Beni zikretmede gevşek davranmayın.
Taha Suresi, 47. ayet: "Haydi ona gidin de deyin ki: Biz senin Rabbinin elçileriyiz, İsrailoğulları'nı bizimle birlikte gönder ve onlara (artık) azap verme. Sana Rabbinden bir ayetle geldik. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun."
Taha Suresi, 134. ayet: Eğer Biz onları bundan önceki bir azap ile yıkıma uğratmış olsaydık, şüphesiz diyeceklerdi ki: "Rabbimiz, bize bir elçi gönderseydin de, küçülmeden ve aşağılanmadan önce Senin ayetlerine tabi olsaydık."
Furkan Suresi, 32. ayet: İnkar edenler dediler ki: "Kur'an Ona tek bir defada, toplu olarak indirilmeli değil miydi?" Biz onunla kalbini sağlamlaştırıp-pekiştirmek için böylece (ayet ayet indirdik) ve onu 'belli bir okuma düzeniyle (tertil üzere) düzene koyup' okuduk.
Furkan Suresi, 73. ayet: Onlar, kendilerine Rablerinin ayetleri hatırlatıldığı zaman, onun üstünde sağır ve körler olarak kapanıp kalmayanlardır.
Şuara Suresi, 139. ayet: Böylelikle onu yalanladılar, Biz de onları yıkıma uğrattık. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Miracı kaldırdı attı, fakat Mehdi'den vazgeçmiyor. Tasma Mollanın elinde olunca böyle oluyor.
Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Resûlullâh’a (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279)
Bununla birlikte Mîrâc’daki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir. Burada âşikâr olan, Allâh Resûlü’nün Miraç’daki tecellîleri bir hayâl olarak değil, kalp ve vicdânının da tasdîk ettiği bir hakîkat olarak müşâhede etmiş olduğu keyfiyetidir. Yâni:
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12)
Allâh Resûlü, Miraç gecesi Rabbine mülâkî olup sayısız tecellîler ve ibretli hâdiseler müşâhede ettikten sonra, hiçbir kulun ulaşamayacağı o husûsî makamdan geri dönerken, Cebrâîl’i -aleyhisselam- bıraktığı yerde (Sidretü’l-Müntehâ’da) bir defâ daha aslî sûretinde gördü. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14)
Âyette Allâh Resûlü’nün makam cihetiyle Cebrâîl’den -aleyhisselam- daha ileride olduğuna işâret edilmiştir. Nitekim Cebrâîl -aleyhisselam-, Mîrâc Gecesi’nde kendisinin: “Bir parmak ucu daha yaklaşsaydım, muhakkak yanardım!” dediği makamda kalmış ve Peygamber Efendimiz daha ileriye gitmiştir. Bu hakîkat, Allâh Resûlü’nün dönüşte tekrar Cebrâîl’e rastlaması ile daha bâriz bir şekilde anlaşılmaktadır.
“Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16) Fahr-i Kâinât Efendimiz’e soruldu:
“-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” Buyurdular ki:
“-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279) İbn-i Abbâs’ın rivâyetlerine göre:
Allâh Teâlâ, Hz. Mûsâ’yı -aleyhisselam- kelâm, İbrâhîm’i dostluk ve Muhammed Mustafâ’yı da ru’yetullâh (Cenâb-ı Hakk’ı keyfiyeti bizler tarafından bilinemeyecek bir sûrette müşâhade etme) şerefiyle taltîf etmiştir. (Taberî, XXVII, 64) Gözün Mahbûb’un huzûrunda O’ndan (sevgiliden) başka bir yere kaymaması, edebin en üst noktasıdır. Hakîkaten:
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18)
Bu âyetlerden de anlaşıldığı vechile Hz. Peygamber, Cebrâîl -aleyhisselam- dâhil hiçbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı “Sidre-i Müntehâ”nın ötesine geçirildi. Âyette, beşer idrâkine “birleştirilmiş iki yay arası veya daha az” mesâfe olarak bildirilen keyfiyetiyle kullarca kavranması muhâl ve mahrem olan bir vuslat vukû buldu.
Bu vuslatta Peygamberler Sultânı, kelâmın ifâde hudûduna sığmayacak derecede ulvî ve büyük hakîkatler, yâni Rabbin rubûbiyet âyetlerinden, mülk ve saltanatının ihtişâmından, ancak müşâhede ile ulaşılabilecek büyük âyetler gördü.
Burada müfessirlerin beyânı, “Hz. Peygamber, kalp gözü ile Allâh’ı gördü.” şeklindedir. (Taberî, XXVII, 63) İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem:
“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:
“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292) En doğrusunu Allâh bilir…[6]
Rivayetleri yaz, sonra en doğrusunu Allah bilir de. Ne güzel iş.
Kuran'ı kerimde açık olarak bildirilen KADİR gecesidir ramazan ayının son on gününde vede tekli gecelerde arayınız diye yüce ALLAH bildirmiştir nokta
Hocam Son on gündre arayınız cümlesi hadiistir ALLAH bildirmemiştir ALLAH bildirse ayet olur kadir suresi okursan öyle bir ibare olmadığını görürsün ;) Sahabe peygamber efendimize sorar hangi gecedir o gece diye efendimizde son 10 gece içerisinde tekli gecelerde arayınız diye buyurmuştur ve 27. Gecesinde diger günlere nazaran daha sık ibadetle meşgul olup odasından çıkmayınca o gece olduğu kanaatine varılarak ağırlık 27. Gece olduğu görüşüyle ifa etmekteyiz.
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler
► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1)
► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1)
► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2)
► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3)
► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4)
► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5)
► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6)
► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7)
► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8)
► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9)
► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10)
► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11)
► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12)
► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13)
► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14)
► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15)
► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16)
► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17)
► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18)
İsrâ Sûresi: 1. Ayet
Hak Teâlâ buyurur:
“Kulunu (Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı) bir gece, Mescid-i Harâm’dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla görendir.” (el-İsrâ, 1)
Necm Sûresi: 1. Ayet
“İnmekte olan yıldıza[1] and olsun.” (en-Necm, 1)
Necm Sûresi: 2 - 7. Ayetler
“Sâhibiniz (Muhammed Mustafâ) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzûsuna göre de konuşmamaktadır. O’nun konuşması vahiyden başka bir şey değildir. Çünkü (bildirdiklerini) O’na güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (olan Cebrâîl, Rabbinin emri üzere) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu).” (en-Necm, 2-7)
Necm Sûresi: 8. Ayet
“Sonra yaklaştı ve tedellî etti.” (en-Necm, 8)
Necm Sûresi: 9. Ayet
“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9)
Necm Sûresi: 10. Ayet
“Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10)
Necm Sûresi: 11- 12. Ayetler
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12)
Necm Sûresi: 13 - 14. Ayetler
“And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14)
Necm Sûresi: 15 - 16. Ayetler
“Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16)
Necm Sûresi: 17 - 18. Ayetler
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18)
MİRAÇ İLE İLGİLİ HADİSLER
Şerh-i Sadr (Kalbinin Temizlenmesi)
Resûlullâh miraça çıkmadan sadrının temizlenmesini şöyle anlatır:
“Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264)
Efendimizin Sütü Tercihi
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resûl-i Ekrem’a, birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Hz. Peygamber şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s.):
“−Seni, insanın yaratılış gâyesine uygun olana yönlendiren Allâh’a hamd olsun. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” dedi. (Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92)[2]
MİRAÇ’TA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN ÜÇ ŞEY
Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu, şu şekilde açıklanmıştır:
1. Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber, Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevap yazılır, yaptığı takdirde ise on sevap yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” (Müslim, Îman, 259)
Bu husustaki uzun hadîs-i şerîfte beyân olunduğu üzere Allâh Teâlâ, başlangıçta elli vakit olarak emredilmiş olan namazı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in müteaddid mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Bunun mânâsı, insanlar üzerindeki hukûkullâh îcâbı olarak namazın elli vakit kılınmasının müstehak olduğu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutf u keremi ile bu mükellefiyetin bire on nisbetinde azaltıldığıdır. Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın:
“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) beyânı, beşer için aslî faâliyetin ibâdet olduğu, ancak merhamet-i ilâhiyye îcâbı en zayıf fert dahî dikkate alınarak bu hususta tenzîlât yapıldığı mânâsına geldiği gibi, mecbûrî olmamakla birlikte beş vakitten fazlasına cevaz verildiğini ve bunun gerekliliğini de ifâde eder.
Kâmil mü’minler, farz olan bu beş vakte ilâveten, kuşluk, işrâk, evvâbin gibi nâfile namazlar kılarlar ve bilhassa gece teheccüde kalkarlar. Bütün bunlar bu vâkıanın tabiî bir neticesidir. Ancak bu gibi ibâdetlerin, insanların tâkat getirebilen ve o zevke ulaşabilen kısmına âit olması için, namaz emri elli vakitten başlatılıp bilâhare Hz. Peygamber’in mürâcaatı ile beş vakte indirilmiştir.
2. Allâh Resûlü’ne hitâben:
“Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248)
3. Bakara Sûresi’nin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir.
MİRAÇ’TA PEYGAMBERİMİZE VERİLEN HEDİYELER
Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Resûlullâh’a (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara Sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279)
Bununla birlikte Mîrâc’daki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir. Burada âşikâr olan, Allâh Resûlü’nün Miraç’daki tecellîleri bir hayâl olarak değil, kalp ve vicdânının da tasdîk ettiği bir hakîkat olarak müşâhede etmiş olduğu keyfiyetidir. Yâni:
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12)
Allâh Resûlü, Miraç gecesi Rabbine mülâkî olup sayısız tecellîler ve ibretli hâdiseler müşâhede ettikten sonra, hiçbir kulun ulaşamayacağı o husûsî makamdan geri dönerken, Cebrâîl’i -aleyhisselam- bıraktığı yerde (Sidretü’l-Müntehâ’da) bir defâ daha aslî sûretinde gördü. Âyet-i kerîmede buyrulur:
“And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14)
Âyette Allâh Resûlü’nün makam cihetiyle Cebrâîl’den -aleyhisselam- daha ileride olduğuna işâret edilmiştir. Nitekim Cebrâîl -aleyhisselam-, Mîrâc Gecesi’nde kendisinin: “Bir parmak ucu daha yaklaşsaydım, muhakkak yanardım!” dediği makamda kalmış ve Peygamber Efendimiz daha ileriye gitmiştir. Bu hakîkat, Allâh Resûlü’nün dönüşte tekrar Cebrâîl’e rastlaması ile daha bâriz bir şekilde anlaşılmaktadır.
“Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16) Fahr-i Kâinât Efendimiz’e soruldu:
“-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?” Buyurdular ki:
“-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279) İbn-i Abbâs’ın rivâyetlerine göre:
Allâh Teâlâ, Hz. Mûsâ’yı -aleyhisselam- kelâm, İbrâhîm’i dostluk ve Muhammed Mustafâ’yı da ru’yetullâh (Cenâb-ı Hakk’ı keyfiyeti bizler tarafından bilinemeyecek bir sûrette müşâhade etme) şerefiyle taltîf etmiştir. (Taberî, XXVII, 64) Gözün Mahbûb’un huzûrunda O’ndan (sevgiliden) başka bir yere kaymaması, edebin en üst noktasıdır. Hakîkaten:
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18)
Bu âyetlerden de anlaşıldığı vechile Hz. Peygamber, Cebrâîl -aleyhisselam- dâhil hiçbir mahlûkun hudûdunu aşamadığı “Sidre-i Müntehâ”nın ötesine geçirildi. Âyette, beşer idrâkine “birleştirilmiş iki yay arası veya daha az” mesâfe olarak bildirilen keyfiyetiyle kullarca kavranması muhâl ve mahrem olan bir vuslat vukû buldu.
Bu vuslatta Peygamberler Sultânı, kelâmın ifâde hudûduna sığmayacak derecede ulvî ve büyük hakîkatler, yâni Rabbin rubûbiyet âyetlerinden, mülk ve saltanatının ihtişâmından, ancak müşâhede ile ulaşılabilecek büyük âyetler gördü.
Burada müfessirlerin beyânı, “Hz. Peygamber, kalp gözü ile Allâh’ı gördü.” şeklindedir. (Taberî, XXVII, 63) İbn-i Abbâs’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem:
“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78) Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:
“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292) En doğrusunu Allâh bilir…[6]
Siyasi rant a yaramayan hakiki dini ve peygamberimi anlattığiniz için bazılarının zoruna gidiyor hocalarım !! Allah sizden razı olsun ,,bu milletin çoğunun hoşuna gitmezsiniz cunki bu millete Mehdi lazım kıyamet alameti lazım rüyada Allah la konuşan şeyhler lazım halifeler lazım ağalar lazım uçan veliler lazım ,,çocukların ağzına tüküren peygamber lazım , sümük ü şerif lazım , yanmayan kefen lazım , bedavadan şefaat lazım , iki rekat namaz la tüm günahların garantili affı lazım ,,o yuzden siz sevilmezsiniz cunki beleş ten cennet ve huri vaadi niz yok 😀
guzel anlatmissin kardesim..
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3.O, nefis arzusu ile konuşmaz.
4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında.
15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır.
16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Cehennem odunu olmak talebindesiniz belli ki...leblebi kadar ilminiz yok..konuşmanızi dinleyip vaktimi harcadığım icin kendime kızıyorum.
@@kurtubagmail7115 la senin her yerin ilim olsa ne olur , Bi kac adamın hatta sizofrenin ortacagdaki dünya şartlarında uydurduğu manevi alemler hakkında yazılan pardon uydurulan masal kitaplarını okuyup ilim mi yapmış oldun ?? Ilimmis 😀🫢,, bir gram hatta bir zerre insanlığa faydası olan bilgiye ilim denir , senin ilminin ahiret diye yarattığın olmayan Bi yer haricinde neye faydası var Bi söyle, medeni dünyanın oluşumunda refah düzenimiz in gerceklesmesinde bir tornavida bir elektrik akımı hatta üçlü prizin hayatımıza kattığı değerin binde biri kadar işe yaramayan bilgilerin senin olsun ,, benim umurumda bile degilsiniz,, yakında tüm insanlığın da umurunda olmicaksiniz
@@kanunisultansuleyman3430SADAKALLAHULAZİM
Allahı tesbihe devam edelim, teşekkür edrim ne güzel bilgiler.
Allah bizleri ve evlatlarımızı sizlerden ve fikriyatınızdan korusun.
Uyumaya devam et
@@semihtufek6595 okuduğunu anlamıyorsun. Ben ne yazmışım? Sen ne cevap vermişsin.
Amin amin amin kardeşim
Allah akletmeyi nasibeylesin
@@samoz7496 etmez ise Allah teala neden kuranı keriminde akletmemisiniz buyuruyor peki?
İsrafil hocaya katılıyorum mantıklı konuşüyor
Allah razı olsun, tevhid erlerine selam olsun.Anlattıklarını anlayamayanlara da Allah yardım etsin..
İbn Abbas (r.a.)’dan gelen rivayete göre Resûl-i Ekrem (s.a.s.):“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, I, 285; Heysemî, Mecma‘u’z-zevâid, I, 78) Müfessirler bunu, “Peygamberimiz, kalb gözüyle Allah’ı gördü” şeklinde izah ederler. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XXVII, 63) Bir başka rivayette Peygamber Efendimiz’in, “Rabbini gördün mü?” sorusuna “Bir nûr gördüm!” diye cevap verdiği nakledilir. (Müslim, Îman 292)
Bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Miraç gecesi göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.” (Buhârî, Salât 1) Yâni Allah Resûlü (s.a.s.) öyle bir yüksek seviyeye çıkarıldı ki, orada kâinatın mukadderâtını yazan kalemlerin seslerini işitiyor, akıl ve idrâk ötesi gerçekleri görüyordu.
Habîb-i Ekrem (s.a.s.) o gece cemâli, celâli, izzeti, kibriyâsı, şânı, şerefi ve yüceliği bakımından hiçbir şeyin Allah Teâlâ gibi olmadığını yakînen görmüştür. Yine nübüvveti, risâleti, hâlinin güzelliği ve rütbesinin yüceliği bakımından varlıklar içerisinde hiçbir kimsenin kendisi gibi olmadığını da görmüştür. (Kuşeyrî, Letâifü’l-İşârât, II, 180)
Peygamberimiz (s.a.s.)’ın haber verdiği şu manzaralar ise, o gece gördüğü dehşetli olaylardan bazı ipuçları mesabesindedir:
Efendimiz (a.s.), Mîraç’ta bir topluluğa uğrar ve onların dudaklarının deve dudağı gibi olduğunu görür. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koymaktadır. Peygamberimiz:“Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.): “Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” buyurur. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XV, 18-19)
Sonra Resûlullah (s.a.s.) başka bir topluluğa rastlar. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalamaktadırlar: “Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sorunca, Cebrâil (a.s.): “Bunlar, gıybet etmek sûretiyle insanların etlerini yiyenler, onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır” cevâbını verir. (Ebû Dâvûd, Edeb 35/4878)
Peygamberimiz (s.a.s.) orada ayrıca zinakârları leş yiyen bedbahtlar olarak; faiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde görür. (bk. Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XV, 18-19)
Allah Resûlü (s.a.s.), bu kadar büyük ve ibretli hâdiseleri temaşa ettiği Miraç’tan ümmetine üç büyük hediye getirmiştir. Bunların biri mü’minin miracı olan günde beş vakit namazdır. Namazın Efendimiz’e Mîraç’ta doğrudan doğruya vasıtasız emredilmesi, onun ibâdetler içinde apayrı bir önem taşıdığını göstermeye yeter. İkincisi bize Rabbimize nasıl dua edeceğimizi öğreten ve toplumumuzda اٰمَنَ الرَّسُولُ (Âmenerresûlü) olarak bilinen Bakara sûresinin son iki âyetidir. Üçüncüsü ümmetinden şirke düşmeyenlerin büyük günahlarının affedileceği müjdesidir. (bk. Müslim, İman 279)
Necm Suresi Türkçe Meali
Rahman ve Rahim Olan Allah'ın Adıyla
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3.O, nefis arzusu ile konuşmaz.
4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında.
15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır.
16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
19, 20.Lât ve Uzza'ya ve diğer üçüncüsü Menat'a ne dersiniz?
21.Erkek size de, dişi O'na mı?
22.Öyle ise bu çok insafsızca bir paylaştırmadır.
23.Onlar ancak sizin ve atalarınızın (ilah edindiğiniz şeylere) taktığınız isimlerdir. Allah, onlar hakkında hiçbir delil indirmemiştir. Onlar (putperestler)yalnız zanna ve nefislerin arzusuna tâbi oluyorlar. Andolsun ki, kendilerine, Rableri katından yol gösterici gelmiştir.
24.Yoksa insan (kayıtsız şartsız), her temenni ettiği şeye sahip mi olacaktır?
25.Oysa, Ahiret de dünya da Allah'ındır.
26.Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah'ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
27.Şüphesiz ahirete iman etmeyenler, meleklere dişi isimleri veriyorlar.
28.Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar sadece zanna uyuyorlar. Şüphesiz zan, hakikat namına hiçbir şey ifade etmez.
29.Öyle ise bizim zikrimizden (Kur'an'dan) yüz çeviren ve dünya hayatından başka bir şey istemeyen kimselerden yüz çevir.
30.İşte onların ilimden ulaşabildikleri nokta! Şüphesiz senin Rabbin, yolundan sapanı daha iyi bilir. O, hidayete ereni de daha iyi bilir.
31.Göklerdeki her şey, yerdeki her şey Allah'ındır. (Bu) kötülük edenleri yaptıklarıyla cezalandırması, iyilik edenleri de daha güzeliyle mükafatlandırması için (böyle)dir.
32.Onlar, ufak tefek kusurları dışında, büyük günahlardan ve çirkin işlerden uzak duran kimselerdir. Şüphesiz Rabbin, bağışlaması çok geniş olandır. Sizi, topraktan yarattığında da ve analarınızın karnında ceninler iken de, en iyi bilendir. Bunun için kendinizi temize çıkarmayın. Çünkü O, Allah'a karşı gelmekten sakınanları en iyi bilendir.
33, 34.Şimdi yüz çevireni; pek az verip de kaskatı cimrileşeni gördün mü?
35.Gayb'ın ilmi kendi yanında da o gerçeği mi görüyor?
36, 37.Yoksa, Mûsâ'nın ve Allah'ın emirlerini bütünüyle yerine getiren İbrahim'in sahifelerindeki şu hakikatler kendisine haber verilmedi mi?
38.Hiçbir günahkâr, başkasının günah yükünü yüklenmez.
39.İnsan için ancak çalıştığı vardır.
40.Şüphesiz onun çalışması ileride görülecektir.
41.Sonra çalışmasının karşılığı kendisine tastamam verilecektir.
42.Şüphesiz en son varış Rabbinedir.
43.Şüphesiz O güldürür ve ağlatır.
44.Şüphesiz O öldürür ve diriltir.
45, 46.Şüphesiz O iki eşi, erkeği ve dişiyi, (rahme) atıldığında az bir sudan (meniden) yaratmıştır.
47.Şüphesiz tekrar diriltmek de O'na aittir.
48.Şüphesiz O, başkalarına muhtaç olmaktan kurtardı ve varlık sahibi kıldı.
49.Şüphesiz O, "Şi'râ'nın Rabbidir.
50, 51.Şüphesiz O, önce gelen Âd kavmini ve Semûd kavmini helak etti ve hiç kimseyi bırakmadı.
52.Daha önce de Nûh'un kavmini helak etmişti. Şüphesiz onlar daha zalim ve daha azgın kimselerdi.
53, 54.O, "Mu'tefike"yi6 de kaldırıp yere çarpmış ve onlara örttüğü azap örtüsünü örtmüştür.
55.O halde Rabbi'nin nimetlerinin hangisinden şüphe ediyorsun (ey insan!).
56.Bu da önceki uyarıcılardan bir uyarıcıdır.
57.Yaklaşmakta olan (Kıyamet iyice) yaklaştı.
58.Onu Allah'tan başka açacak kimse yoktur.
59, 60, 61.Şimdi siz gaflet içinde eğlenerek bu söze mi (Kur'an'a mı) şaşıyorsunuz, gülüyorsunuz da ağlamıyorsunuz?
62.Haydi Allah'a secde edin ve ona kulluk edin.
Allah ki sonsuz evreni yaratandır. Bu sonsuzluğu yaratan’ın neresini nasıl göreceksiniz. Evrende dünya sahillerindeki kum taneciklerinin iki katı gezegen vardır. Ayrıca yaratıcı insanlara verdiği akıl ile mütenasip sorumlu tutacaktır. Her önüne gelenin hadis adı altında anlatılarına ki ( binlercesi de sahte olmaları nedeniyle ayıklanmıştır) inanmakla sorumlu tutacak değildir.
Cum'a Suresi, 5. ayet: Kendilerine Tevrat yükletilip de sonra onu (içindeki derin anlamları, hikmet ve hükümleriyle gereği gibi) yüklenmemiş olanların durumu, koskoca kitap yükü taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın ayetlerini yalanlayan kavmin durumu ne kötüdür. Allah, zalim bir kavmi hidayete erdirmez.
Bakara Suresi, 61. ayet: Siz (ise şöyle) demiştiniz: "Ey Musa, biz bir çeşit yemeğe katlanmayacağız, Rabbine yalvar da, bize yerin bitirdiklerinden bakla, acur, sarmısak, mercimek ve soğan çıkarsın." (O zaman Musa:) "Hayırlı olanı, şu değersiz şeyle mi değiştirmek istiyorsunuz? (Öyleyse) Mısır'a inin, çünkü (orada) kendiniz için istediğiniz vardır" demişti. Onların üzerine horluk ve yoksulluk (damgası) vuruldu ve Allah'tan bir gazaba uğradılar. Bu, kuşkusuz, Allah'ın ayetlerini tanımazlıkları ve peygamberleri haksız yere öldürmelerindendi. (Yine) bu, isyan etmelerinden ve sınırı çiğnemelerindendi.
Bakara Suresi, 106. ayet: Biz, daha hayırlısını veya bir benzerini getirinceye (kadar) hiçbir ayeti neshetmez (hükmünü yürürlükten kaldırmaz) veya unutturmayız. Bilmez misin ki Allah, gerçekten herşeye güç yetirendir.
Bakara Suresi, 145. ayet: Andolsun, kendilerine kitap verilenlere her ayeti (delili) getirsen, yine onlar senin kıblene uymaz; sen de onların kıblelerine uyacak değilsin. Onlardan bir kısmı, bir kısmının kıblesine (bile) uymaz. Andolsun, eğer sana gelen bunca ilimden sonra onların heva (istek ve tutku)larına uyacak olursan, o zaman gerçekten zalimlerden olursun.
Bakara Suresi, 164. ayet: Şüphesiz, göklerin ve yerin yaratılmasında, gece ile gündüzün art arda gelişinde, insanlara yararlı şeyler ile denizde yüzen gemilerde, Allah'ın yağdırdığı ve kendisiyle yeryüzünü ölümünden sonra dirilttiği suda, her canlıyı orada üretip-yaymasında, rüzgarları estirmesinde, gökle yer arasında boyun eğdirilmiş bulutları evirip çevirmesinde düşünen bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
Al-i İmran Suresi, 4. ayet: Bundan (Kur'an'dan) önce (onlar) insanlar için bir hidayet idiler. Doğruyu yanlıştan ayıran (Furkan)ı da indirdi. Gerçek şu ki, Allah'ın ayetlerini inkar edenler için şiddetli bir azap vardır. Allah güçlüdür, intikam alıcıdır.
Al-i İmran Suresi, 7. ayet: Sana Kitab'ı indiren O'dur. Ondan, Kitab'ın anası (temeli) olan bir kısım ayetler muhkem'dir; diğerleri ise müteşabihtir. Kalplerinde bir kayma olanlar, fitne çıkarmak ve olmadık yorumlarını yapmak için ondan müteşabih olanına uyarlar. Oysa onun tevilini Allah'tan başkası bilmez. İlimde derinleşenler ise: "Biz ona inandık, tümü Rabbimiz'in Katındandır" derler. Temiz akıl sahiplerinden başkası öğüt alıp-düşünmez.
Al-i İmran Suresi, 11. ayet: Tıpkı Firavun ailesi ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Ayetlerimizi yalanladılar, böylece Allah günahları nedeniyle onları yakalayıverdi. Allah, (cezayla) sonuçlandırması pek şiddetli olandır.
Al-i İmran Suresi, 108. ayet: Bunlar sana hak olarak okumakta olduğumuz Allah'ın ayetleridir. Allah, alemlere zulüm isteyen değildir.
Al-i İmran Suresi, 118. ayet: Ey iman edenler, sizden olmayanları sırdaş edinmeyin. Onlar size kötülük ve zarar vermeye çalışıyor, size zorlu bir sıkıntı verecek şeyden hoşlanırlar. Buğz (ve düşmanlıkları) ağızlarından dışa vurmuştur, sinelerinin gizli tuttukları ise, daha büyüktür. Size ayetlerimizi açıkladık; belki akıl erdirirsiniz.
Al-i İmran Suresi, 190. ayet: Şüphesiz göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün art arda gelişinde temiz akıl sahipleri için gerçekten ayetler vardır.
Maide Suresi, 44. ayet: Gerçek şu ki, Biz Tevrat'ı, içinde bir hidayet ve nur olarak indirdik. Teslim olmuş peygamberler, Yahudilere onunla hükmederlerdi. Bilgin-yöneticiler (Rabbaniyun) ve yüksek bilginler de (Ahbar), Allah'ın Kitabı'nı korumakla görevli kılındıklarından ve onun üzerine şahidler olduklarından (onunla hükmederlerdi.) Öyleyse insanlardan korkmayın, Benden korkun ve ayetlerimi az bir değere karşılık satmayın. Kim Allah'ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar, kafir olanlardır.
Maide Suresi, 89. ayet: Allah sizi, yeminlerinizdeki rastgele söylemelerinizden, boş sözlerden' dolayı sorumlu tutmaz, ancak yeminlerinizle bağladığınız sözlerden dolayı sizi sorumlu tutar. Onun (yeminin) kefareti, ailenizdekilere yedirdiklerinizin ortalamasından on yoksulu doyurmak ya da onları giydirmek veya bir köleyi özgürlüğüne kavuşturmaktır. (Bunlara imkan) Bulamayan (için) üç gün oruç (vardır.) Bu, yemin ettiğinizde (bozduğunuz) yeminlerinizin kefaretidir. Yeminlerinizi koruyunuz. Allah, size ayetlerini böyle açıklar, umulur ki şükredersiniz.
En'am Suresi, 49. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlara, fıska sapmalarından dolayı azap dokunacaktır.
En'am Suresi, 93. ayet: Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya kendisine hiçbir şey vahyolunmamışken "Bana da vahy geldi" diyen ve "Allah'ın indirdiğinin bir benzerini de ben indireceğim" diyenden daha zalim kimdir? Sen bu zalimleri, ölümün 'şiddetli sarsıntıları' sırasında meleklerin ellerini uzatarak onlara: "Canlarınızı (bu kıskıvrak yakalanıştan) çıkarın, bugün Allah'a karşı haksız olanı söylediğiniz ve O'nun ayetlerinden büyüklenerek (yüz çevirmeniz) dolayısıyla alçaltıcı bir azapla karşılık göreceksiniz" (dediklerinde) bir görsen...
En'am Suresi, 98. ayet: O, sizi tek bir nefisten yaratandır. (Sizin için) Bir karar (kalış) ve emanet (olarak konuluş) yeri vardır. Kavrayabilen bir topluluk için ayetleri birer birer açıkladık.
En'am Suresi, 99. ayet: O, gökten su indirendir. Bununla herşeyin bitkisini bitirdik, ondan bir yeşillik çıkardık, ondan birbiri üstüne bindirilmiş taneler türetiyoruz. Ve hurma ağacının tomurcuğundan da yere sarkmış salkımlar, -birbirine benzeyen ve benzemeyen üzümlerden, zeytinden ve nardan bahçeler (kılıyoruz.) Meyvesine, ürün verdiğinde ve olgunluğa eriştiğinde bir bakıverin. Şüphesiz inanacak bir topluluk için bunda gerçekten ayetler vardır.
CENNET’E GİRECEK İLK ÜMMET
2. Allâh Rasûlü sallâllâhu aleyhi ve sellem’e hitâben:
“Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248)
BÜYÜK GÜNAHLAR AFFEDİLECEK
3. Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir.
İmam Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur:
“Rasûlullâh sallâllâhu aleyhi ve sellem’e Miraç’ta üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara sûresinin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279)
Bununla birlikte Miraçtaki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir.
Bakara suresi son ayetleri okumak için tıklayınız.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz.Muhammed Mustafa-1, Erkam Yayınları
Üslup, istihza hak getire!! Islamoglu hoca'ya hic yakistiramadim,..
Allah akibetimizi hayretsin, bizleri muhafaza buyursun. Mirac; Kaylule ve ruya tozu ey ahali!!!!!
SİZİN HER TARAFINIZ PROF OLSA NE YAZAR HOCA OLSA KAÇ GRAM BASAR
RİSALE-İ NUR DAN 31. SÖZ Mİ'RAC RİSALESİNİ OKUYUN
OKUMAK NEFSİNİZE AĞIR GELİRSE İNTERNETDEN İZLEYİN DİNLEYİN DE Mİ'RAC NEYMİŞ İSRA NEYMİŞ PEYGAMBERİMİZ ALEYHİSSALÂTÜ VESSELÂM KİMMİŞ GÖRÜN
BÂKİ SELAMLAR....
ALLAH’IN AYETLERİNDE(DELİLLERİNDE) YANİ KURAN’DA BİR ÇOK AYETTE İŞTE BİZ DÜŞÜNEN BİR TOPLUM İÇİN AYETLERİ BÖYLE AÇIKLIYORUZ GİBİ ŞEYLER DEMİYOR MU EN SAĞLAM KAYNAK ORTADAYKEN NİYE SAĞDAN SOLDAN KAYNAK ARAMA CABASINA DÜŞÜYORUZ ŞU ANDA ÇOĞU KİŞİNİN YAŞADIĞI MÜSLÜMANLIK HADİS MÜSLÜMANLIĞI VE BUNLAR KURANI AÇIPTA BİR KERE ANLADIĞI DİLDEN OKUMAMIŞ KİŞİLER
Risale-i Nur dediğin o müşrik herifin bana bu yazdirildi dediğin masal mi ,,bence tövbe et de peygamberine iftira atma
Okuyup düşünenler için diyor evet . Okuyup düşündükleri için onlar takvaca ustunler . Sen hiç okumamişsin belli .. bak birader ben tanırım bu taraftaki insanları . Onlar la sizin aranızda çok basamak var .. yani siz yol alıp gitmiş bir toplulugun ardından bagiriyorsunuz . Size ancak biz cevap veririz . Onlar ALLAHın lutfuyla sizden çok basamak yukardalar . Aşağı inip size laf yetiştirmekle ugrasmazlar . Sizin durdugunz yeri geçeli çok oldu yani siz onları anlamazsınız lakin onlar ALLAH ın izni ile arkadaşlarınızı da dost esindiklerinizide çok iyi biliyorlar . Sessizlikleri bilgisizlikten değil sizin seslendiginiz yerin alcakligindan . Ve sizin batilda ısrarcı olmanizdandir . Yani Temeliniz bozuk zayıf Hikmetsiz yıkılmaya mahkum .. farkında bile değilsiniz . Bak oku dahada istersen ALLAH ın sözlerini yazmaya kalksan denizler yetmez . Aç Kitabı Ehillerinin tefsirleriyle oku
"Andolsun Allah'ın Resûlünde sizin için -Allah'ı ve âhireti arzu eden ve Allah'ı çok anan kimseler için- (uyulacak) en güzel bir örnek vardır." (Ahzâb, 33/21).
Tövbe ve itat insanın takvasini arttırır
Şirk şarlatanlanlari cahil köpekler.Risale ne dir ki acip bakayim Allah kelam imi serefsiz kopek surusu
Allâh Teâlâ, Miraç’ı, Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle beyan buyurur:
“İnmekte olan yıldıza[5] and olsun.” (en-Necm, 1)
Sûre’nin bu şekilde bir kasemle başlaması, ihtivâ ettiği hakîkate karşı münkirler tarafından yapılabilecek îtirazlar sebebiyle Mîrâc’ın hakkâniyetini vurgulamak içindir. Nitekim bu husus, kasemin ardından gelen âyet-i kerîmelerle de şöyle te’yîd edilmektedir:
“Sâhibiniz (Muhammed Mustafâ) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzûsuna göre de konuşmamaktadır. O’nun konuşması vahiyden başka bir şey değildir. Çünkü (bildirdiklerini) O’na güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (olan Cebrâîl, Rabbinin emri üzere) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu).” (en-Necm, 2-7)
Âyette geçen “istivâ” ifâdesi, kaplama, kuşatma ve doğrulma mânâlarına gelir. Müfessirlerin ekserisi, istivâ kelimesinin fâilinin Cebrâîl -aleyhisselam- olduğunu beyân etmekle birlikte, tercîhen onu Hz. Peygamber’e izâfe ederler. Bu durumda istivâ, Allâh Resûlü’nün kadr ü kıymetinin, rütbe ve makâmının yüksekliğini ifâde etmektedir. Yâni Allâh Resûlü, önce en yüksek ufukta doğruldu:
“Sonra yaklaştı ve tedellî etti.” (en-Necm, 8) Yâni, Varlık Nûru, ilâhî cezbenin eseri olarak yukarıya çekildi. Bulunduğu yer ve makamdan daha yukarı çıkarıldı. Böylece Hz. Peygamber, Miraç’ta en yüksek ufukta yalnız istivâ ile kalmayıp Allâh’a doğru yaklaştı. Ardından ilâhî cezbenin tesiri arttı, arttı, arttı ve Hz. Peygamber, bir anda en yüksek ufkun ötelerine geçiverdi:
“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9)
Âyet-i kerîmedeki:
قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنَى
“İki yay arası veya daha az mesâfe” ifâdesi, beşeriyet üstü bir gerçeğin beşer idrâkine sığdırılabilmesi için kullanılmış bir teşbîh ifâdesidir. Şöyle ki:
İslâm’dan evvel Araplar, bir ittifak kurmak üzere antlaşacakları zaman iki yay çıkarır, birini diğerinin üzerine koyarak ikisinin “kāb”ını (yayın, kabza ile kiriş kısmı olan iki köşe aralığını) birleştirirler, sonra da ikisini berâber çekip onlarla bir ok atarlardı. Bu, onlardan birinin râzı olacağı şeye diğerlerinin de râzı olacağını, birisini gazaplandıran şeyin diğerlerini de gazaplandıracağını ifâde eden bir berâberlik ve bütünlük antlaşmasıydı. Buna göre “kābe kavseyn”, hem maddî hem de mânevî yakınlığı ihtivâ eden ve beşer idrâkini aşan ulvî bir hakîkattir. Yâni Hz. Muhammed (s.a.v.) bu noktada Rabbine o kadar yaklaştı ki, bütün vâsıtalar kaldırıldı ve doğrudan doğruya:
“Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10)
Bütün din hocalarımız kur an dan Ayet ler hadis ten bilgiler anlatır karar kabül bizvarlığın yaratıcımız Allah tan din de kuralları kur an belirler uygun olan hadisler kabülümüzdür.
Kur’anda ne yazıyorsa o! Amenna ve saddaknâ!
18. âyetteki “Hiç kuşkusuz o, ... görmüştü” anlamındaki cümlede öznenin Hz. Peygamber olduğu açıktır; fakat onun neyi gördüğünü şu mânalardan biriyle açıklamak mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü, b) Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını, c) Rabbinin en büyük âyetlerini gördü. Bunlardan ilk mânayı tercih eden müfessirlerden bazıları bunu Cebrâil’i görmesi şeklinde açıklamışlar, bazıları da Hz. Peygamber’in rabbini görmüş olması ihtimali üzerinde durarak bu konuyu geniş biçimde tartışmışlardır. İbn Abbas’tan meşhur olarak nakledilen rivayette Peygamber’in rabbini gözüyle gördüğü belirtilirken, kendisine bu konuda soru sorulan Hz. Âişe bu ihtimali reddetmiştir. İbn Mes‘ûd ve Ebû Hüreyre’den meşhur olarak nakledilen rivayet de bu yöndedir. İslâm âlimleri bu rivayetleri Allah’ın zâtı, sıfatları ve görülmesine ilişkin âyet ve hadislerle birlikte değerlendirerek iki eğilimi de savunan açıklamalar yapmışlardır. Bazı âlimler Hz. Peygamber’in Allah’ı gözüyle değil kalbiyle gördüğü, Allah’ın zâtının değil sıfatının tecelli ettiği gibi telifçi yorumlar ortaya koymuşlardır. Bu noktada unutulmaması gereken bir husus da, anlatılan oluş ve tecellilerin farklı bir âlemde, farklı varlık boyutunda, farklı şartlar içinde gerçekleşmiş olmasıdır; dolayısıyla bu bir iman konusudur.
Elmalılı’nın sûrenin, başından buraya kadarki kısımla ilgili yorumları verirken ara ara kaydettiği ve önemli bulduğumuz kendi tercihiyle ilgili düşüncelerini şöyle toparlamak mümkündür: Resûlullah, Cebrâil’i Kur’an’ın her inen parçası esnasında, hangi sûrete girmişse öyle görüyordu. Gerçek sûretinde ise bir defa mi‘racdan önce gördü, o vakit Cebrâil Resûlullah’a inmişti. Bir kere de mi‘racdan inerken gördü, bunda Resûlullah Cebrâil’e doğru iniyordu ve Cebrâil sidretü’l-müntehânın yanında onu karşılıyordu. Hz. Peygamber namaz konusunda birkaç defa inip çıkmış olduğundan 13. âyetteki “nezleten uhrâ” tamlamasını “son bir iniş” şeklinde düşünmek daha mânidar olur. Dolayısıyla ufukta istivâ etmeyi (doğrulmayı) Hz. Peygamber’in kendisine yapılan tâlim (öğretme) üzerine nübüvvet ilminde yükselip istikametini alması (en yüksek ufukta istivâ etmesi) şeklinde anlamak uygun olur. Cebrâil’in tâlimi üzerine Resûlullah en yüksek ufukta istivâ ile kalmamış, ondan sonra Allah Teâlâ’ya doğru yaklaşmıştır. Bu durumda 8. âyetteki yaklaşmanın Resûlullah hakkında olduğu, cezbe (çekme) mânası içeren “tedellâ” fiiliyle de onun cezbedilmesinin yani aşağıdan yukarı doğru çekilip çıkarılmasının kastedildiğini, dolayısıyla burada mi‘raca işaret bulunduğunu söyleyebiliriz. 9 ve 10. âyetlerden de şu mâna çıkmaktadır: Mi‘racda Allah’ın has kulu olan arkadaşınız Muhammed (a.s.), o istivâdan sonra rabbine öyle yaklaştı ki, her vasıta ortadan kalktı yani mi‘racda Cebrâil dahi vasıta olmaksızın Allah Teâlâ kuluna her ne vahyetti ise vahyetti. 18. âyetten, Resûlullah’ın, Cenâb-ı Allah’ın rubûbiyyetini gösteren, mutlak egemenliği altındakilere ait hayretler uyandırıcı ve söz kalıpları içine sığmayacak nice delilleri veya en büyük delili gördüğü anlaşılmaktadır; şu halde bunun mahiyetini açıklamaya kalkmak bizim haddimiz değildir. Âyette “Rabbini gördü” denmeyip “Rabbinin âyetlerinden en büyüğünü gördü” buyurulduğuna göre, bu ifadenin zâhirinden O’nun zâtını gördüğü anlamı çıkmaz. Bu konuyu açıklarken Râzî’nin kullandığı bir ifade bize başka bir mânayı düşündürdü: Rü’yet (görme) en büyük âyet olunca burada “kübrâ” (en büyük) kelimesini “rü’yet” ile tefsir edebiliriz. Bunu da iki yönlü düşünmek mümkündür: a) Rabbinin âyetlerinden yani mûcizelerinden en büyüğü olan rü’yet mûcizesini gördü; âhirette ümmetinin göreceği gibi beni gördü demek olabilir. b) En büyük âyet olan rü’yetin hakikatini gördü demek olabilir. Çünkü En‘âm sûresinin 103. âyetinde geçtiği üzere “basar” (görme) olayının künhünü ve dolayısıyla rü’yetin hakikatini Allah bilir. O halde rü’yetin hakikatini görmek, -bir kudsî hadiste yer alan “... artık onun kulağı, gözü ve kalbi ben olurum” (Müsned, VI, 256; Buhârî, “Rikāk”, 38) ifadesiyle Enfâl sûresinin 17. âyetinin mazmunu üzere- Allah Teâlâ’nın Resûlullah’ta tecelli eden en büyük yakınlık âyet ve delillerinden olmuş olur. Bu yoruma göre âyet-i kübrâ (en büyük delil) “hakîkat-i Muhammediyye” demektir. Sözün akışı makam-ı Muhammedî’nin açıklanmasıyla ilgili olduğundan, biz de (Elmalılı) en büyük âyetin hakîkat-i Muhammediyye olduğu kanaatini taşıdığımızı belirtmek istiyoruz. Çünkü maksat hangisi olursa olsun, âyetlerin en büyüğünün veya âyetlerden en büyüğünün onda tecelli etmiş bulunduğunda şüphe yoktur (VII, 4570, 4574, 4576, 4577, 4579-4580, 4582-4583,4586, 4588-4589; mi‘rac olayının mahiyeti ve bu esnada vahyedilenler hakkında bilgi için bk. İsrâ 17/1).
Kaynak : Kur'an Yolu Tefsiri Cilt: 5 Sayfa: 195-165
Hicr Suresi, 75. ayet: Elbette bunda 'derin bir kavrayışa sahip olanlar' için gerçekten ayetler vardır.
Nahl Suresi, 101. ayet: Biz bir ayeti, bir (başka) ayetin yeriyle değiştirdiğimiz zaman, -Allah neyi indirdiğini daha iyi bilir.- "Sen yalnızca iftira edicisin" dediler. Hayır, onların çoğu bilmezler.
Taha Suresi, 54. ayet: "Yiyin ve hayvanlarınızı otlatın. Şüphesiz, bunda sağduyu sahipleri için elbette ayetler vardır.
Hac Suresi, 16. ayet: İşte Biz onu (Kur'an'ı) apaçık ayetler olarak indirdik; şüphesiz Allah, dilediğini hidayete yöneltir.
Hac Suresi, 51. ayet: Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar, alevli ateşin halkıdır.
Mü'minun Suresi, 66. ayet: Gerçekten Benim ayetlerim size okunuyordu, fakat siz topuklarınız üzerinde geri dönüyordunuz;
Mü'minun Suresi, 105. ayet: Ayetlerim size okunuyorken, yalanlayanlar sizler değil miydiniz?
Nur Suresi, 1. ayet: (Bu,) İndirdiğimiz ve (hükümlerini) farz kıldığımız bir sûredir. İçinde, umulur ki öğüt alıp düşünürsünüz diye apaçık ayetler indirdik.
Furkan Suresi, 36. ayet: Böylece onlara: "Ayetlerimizi yalanlayan kavme gidin" dedik; sonunda onları (Firavun ve çevresini) kökünden darmadağın ettik.
Şuara Suresi, 15. ayet: (Allah:) "Hayır," dedi. "İkiniz de ayetlerimle gidin, şüphesiz sizinle birlikteyiz (ve) işitmekteyiz."
Şuara Suresi, 121. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Şuara Suresi, 158. ayet: Böylece azap onları yakaladı. Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Şuara Suresi, 174. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Kasas Suresi, 35. ayet: (Allah) Dedi ki: "Pazunu kardeşinle pekiştirip güçlendireceğiz; sizin ikinize de öyle bir 'güç ve yetki' vereceğiz ki, ayetlerimiz sayesinde size erişemeyecekler. Siz ve size uyanlar galip olanlarsınız."
Rum Suresi, 16. ayet: Ancak inkar edip ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar ise; artık onlar da azap için hazır bulundurulurlar.
Rum Suresi, 22. ayet: Göklerin ve yerin yaratılması ile dillerinizin ve renklerinizin ayrı olması, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, alimler için gerçekten ayetler vardır.
Rum Suresi, 24. ayet: Size bir korku ve umut (unsuru) olarak şimşeği göstermesi ile gökten su indirmek suretiyle ölümünden sonra yeri onunla diriltmesi de, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, aklını kullanabilecek bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Rum Suresi, 46. ayet: Size Kendi rahmetinden taddırması, emriyle gemileri yürütmesi ve O'nun fazlından (rızkınızı) aramanız ile umulur ki şükretmeniz için, rüzgarları müjde vericiler olarak göndermesi, O'nun ayetlerindendir.
Rum Suresi, 53. ayet: Ve sen kendi sapıklıkları içinde kör olanları da doğruya iletici değilsin. Sen yalnızca, Bizim ayetlerimize iman edenlere duyurabilirsin ki onlar Müslümanlardır.
Secde Suresi, 22. ayet: Kendisine Rabbinin ayetleri hatırlatıldıktan sonra, yüz çevirenden daha zalim kimdir? Gerçekten Biz, suçlu-günahkarlardan intikam alıcılarız.
Yasin Suresi, 33. ayet: Ölü toprak kendileri için bir ayettir; Biz onu dirilttik, ondan taneler çıkarttık, böylelikle ondan yemektedirler.
Mü'min Suresi, 69. ayet: Allah'ın ayetleri hakkında mücadele edenleri görmüyor musun; nasıl da döndürülüyorlar?
Fussilet Suresi, 28. ayet: Bu, Allah'ın düşmanlarının cezası olan ateştir. Bizim ayetlerimizi inkar etmeleri dolayısıyla bir ceza olarak, orada onlar için ebedilik yurdu vardır.
Fussilet Suresi, 37. ayet: Gece, gündüz, güneş ve ay O'nun ayetlerindendir. Siz güneşe de, aya da secde etmeyin. Allah'a secde edin, ki bunları Kendisi yaratmıştır. Eğer O'na ibadet edecekseniz.
Fussilet Suresi, 53. ayet: Biz ayetlerimizi hem afakta, hem kendi nefislerinde onlara göstereceğiz; öyle ki, şüphesiz onun hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Herşeyin üzerinde Rabbinin şahid olması yetmez mi?
Şura Suresi, 35. ayet: (Öyle ki) Ayetlerimiz hakkında mücadele edenler, kendileri için hiçbir kaçacak yer olmadığını bilip-öğrensinler.
Zuhruf Suresi, 69. ayet: "Ki onlar, Benim ayetlerime iman edenler ve Müslüman olanlardır."
Duhan Suresi, 33. ayet: Ve onlara, her birinde açık birer imtihan bulunan ayetler verdik.
Casiye Suresi, 3. ayet: Şüphesiz, mü'minler için göklerde ve yerde ayetler vardır.
Casiye Suresi, 4. ayet: Sizin yaratılışınızda ve türetip-yaydığı canlılarda kesin bilgiyle inanan bir kavim için ayetler vardır.
Casiye Suresi, 13. ayet: Kendinden (bir nimet olarak) göklerde ve yerde olanların tümüne sizin için boyun eğdirdi. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Zariyat Suresi, 38. ayet: Musa (olayın)da da (düşündürücü ayetler vardır). Hani Biz onu açık bir delille Firavun'a göndermiştik;
Hadid Suresi, 17. ayet: Bilin ki gerçekten Allah, ölümünden sonra yeryüzüne hayat verir. Şüphesiz Biz, umulur ki aklınızı kullanırsınız diye size ayetleri açıkladık.
Ne kadar çelişkili konuşuyorsunuz eleştirdiğiniz adamların kaynaklarından delil getiriyorsunuz Allah sizi ishal etsin
Hadisten bahsediyorlar fen kitabından mı örnek verecek delil getirecekler?? Ne saçma laf etnişsiniz
Yakında "Peygamber yoktur bu öğretilerin hepsi buda öğretilerinin yorumlanmış şeklidir" demeye başliyabilirler...
Yok zaten
İki müfsit ! Al birini, vur birine... Miracla ilgili, hem ayet, hem de hadisler var...
Peygamberimiz bu hâdiseyi şöyle anlatırlar:
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim... Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselam- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
«−Gelen kim?» denildi.
«−Cibrîl!» dedi.
«−Berâberindeki kim?» denildi.
«−Muhammed» dedi.
«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
«−Evet!» dedi.
«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Âdem’i -aleyhisselam- gördüm.
«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:
«−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hz. Cebrâîl -aleyhisselam- beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hz. Yahyâ ve Îsâ -aleyhisselam- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl -aleyhisselam- beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hz. Yûsuf -aleyhisselam- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hz. İdrîs -aleyhisselam- ile, beşinci kat semâda Hz. Hârûn -aleyhisselam- ile, altıncı kat semâda ise Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ile karşılaştık.
«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na:
«-Niye ağlıyorsun?» denildi.
«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı Peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3] Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselam- ile karşılaştık. Cebrâîl -aleyhisselam-:
«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:
«−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Daha sonra bana:
«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl -aleyhisselam- bana:
«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi. Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
«-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselam-:
«-Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi...” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselam-:
“-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh:
“-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben:
“-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)
Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Resûlü yalnız devâm etti. Kendisine hârikulâde tecellîler lutfedildi. Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu. Bu yolculuktaki hârikulâdeliklerin lâyıkıyla ifâdeye dökülmesi, hayâl ötesi bir hakîkati, beşer idrâkinin çerçevesine sığdırmaya çalışmak gibi zor bir keyfiyettir. Hakîkati ve asıl mâhiyeti Allâh ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler, tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir.
Bununla birlikte, Allâh ile O’nun yüce Peygamberi arasındaki bu muhteşem esrâr tecellîsi, vahye muhâtab olanlara Rabbin sonsuz kudret, azamet ve saltanatını sergilemektedir. Ayrıca Miraç hâdisesi, Hz. Peygamber Efendimiz’in son olarak Tâif’te mâruz kaldığı zulümler netîcesinde kalbini dolduran hüznü, sürûra tebdîl etmek maksad-ı ilâhîsine de mâtuftur.
Aslında zaman ve mekân kaydı dışında gerçekleşen bu ilâhî tecellînin, insan müfekkiresi için tamâmının kavranması imkânsızdır. Böyle beşer idrâkini aşan hassas ve müstesnâ mevzûlarda muhayyileyi zorlamak menedilmiştir. Hâsılı, Peygamber Efendimiz, bütün peygamberler hakkında vâkî olan ilâhî lutufları aşan müstesnâ bir ikrâm-ı ilâhî ile Miraç’ta Zât-ı Ulûhiyyet’e mahsus zamansız ve mekânsız bir âlemde:
“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) diye bilinen bir tecellîye muhâtab olmuştur.
Bu tecellînin bir zerresini müşâhede etmekle, ülü’l-azm peygamberlerden olmasına rağmen Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- düşüp bayıldığı hatırlanırsa, Peygamberimizin Allâh katındaki ulvî mevkii ve kendisine lutfedilmiş husûsî salâhiyet ve iktidârın derecesi az-çok kavranmış olur.
Diğer taraftan Hz. Mûsâ’ya -aleyhisselam-, mukaddes mekânda nâlinlerini (ayakkabılarını) çıkarması emredilmiş ve ayaklarının, oranın bereketinden istifâde edip, şerefiyle şerefyâb olması istenmişti. Fakat Resûlullâh Efendimiz’e Miraç gecesi bir bakıma:
“Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı üzerinde pabuçlarınla yürü ki, Arş, Sen’in pabuçlarının tozu ile şereflensin ve Arş’ın nûru, Sana kavuşma nîmetine nâil olsun!..” denilmiş olmaktaydı. (Bursevî, V, 370)
Bursevi şizofren belki nerden biliyon daltarak
Kuran haric birbir kitaba inanmam kuranada sizin gibiler yuzunden inanmakta zorlaniyoz
Mutezilenin günümüz versiyonu. Allah bizleri bunlardan korusun.
Allah sana akıl fikir versin ,
Kurani anla kardesim....Kuran ne diyorsa o...
Acip kuran da okumazsaniz hurefeleri din haline getirir sonrada size kuran diyenleri tekfir edersiniz.
7 sülalenin din bilgisi İsrafil hocanın yüzde 10'u etmez gelmiş konuşuyorsun
Sende EBU CEHİLİN TORUNUSUN , Allah senin gibi KUR AN DÜŞMANLARINDAN KORUSUN İNŞALLAH !!😂😂😂😂
Enbiya Suresi, 5. ayet: "Hayır" dediler. (Bunlar) Karmakarışık düşlerdir; hayır, onu kendisi uydurmuştur; hayır o bir şairdir. Böyle değilse, öncekilere gönderildiği gibi bize de bir ayet (mucize) getirsin."
Enbiya Suresi, 37. ayet: İnsan aceleden (aceleci olarak) yaratıldı. Size ayetlerimi yakında göstereceğim. Şimdi hemen acele etmeyin.
Enbiya Suresi, 91. ayet: Irzını koruyan (Meryem); Biz ona Kendi ruhumuzdan üfledik, onu ve çocuğunu insanlığa bir ayet kıldık.
Hac Suresi, 52. ayet: Biz senden önce hiçbir Resul ve Nebi göndermiş olmayalım ki, o bir dilekte bulunduğu zaman, şeytan, onun dilediğine (bir kuşku veya sapma unsuru) katıp bırakmış olmasın. Ama Allah, şeytanın katıp-bırakmalarını giderir, sonra Kendi ayetlerini sağlamlaştırıp-pekiştirir. Allah, gerçekten bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nur Suresi, 46. ayet: Andolsun Biz, açıklayıcı ayetler indirdik. Allah, dilediğini doğru yola yöneltip-iletir.
Nur Suresi, 58. ayet: Ey iman edenler, sağ ellerinizin malik olduğu ile sizden olup da henüz erginlik çağına ermemiş olan (çocuk)lar, (odalarınıza girmek için şu) üç vakitte izin istesinler: Sabah namazından önce, öğleyin üstünüzü çıkardığınız vakit ve yatsı namazından sonra. (Bu) Üçü sizin için mahrem (vakitleri)dir. Bunların dışında size de, onlara da bir sakınca yoktur; onlar yanınızda dolaşabilirler, birbirinizin yanında olabilirsiniz. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklamaktadır. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Şuara Suresi, 8. ayet: Şüphesiz, bunda bir ayet vardır; ancak onların çoğu mü'min değildirler.
Şuara Suresi, 103. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Neml Suresi, 1. ayet: Ta, sin. Bunlar Kur'an'ın ve apaçık olan Kitab'ın ayetleridir.
Neml Suresi, 13. ayet: Ayetlerimiz onlara, gözler önünde sergilenmiş olarak gelince dediler ki: "Bu, apaçık olan bir büyüdür."
Neml Suresi, 83. ayet: Ve her ümmetten ayetlerimizi yalanlayan bir grubu toplayacağımız gün, artık onlar 'tutuklanıp (azap yerine) dağıtılırlar.'
Neml Suresi, 84. ayet: Nihayet geldikleri zaman, (Allah) der ki: "Siz Benim ayetlerimi, bilgi bakımından kavramadığınız halde yalanladınız mı? Yoksa ne yapıyordunuz?"
Neml Suresi, 93. ayet: Ve de ki: "Allah'a hamdolsun, O size ayetlerini gösterecektir, siz de onları bilip tanıyacaksınız." Senin Rabbin, yaptıklarınızdan gafil değildir.
Kasas Suresi, 36. ayet: Musa, onlara apaçık olan ayetlerimizle geldiği zaman: "Bu, düzüp uydurulmuş bir büyüden başkası değildir. Biz geçmiş atalarımızdan bunu işitmedik" dediler.
Kasas Suresi, 87. ayet: Sana indirildikten sonra, sakın seni Allah'ın ayetlerinden alıkoymasınlar. Sen Rabbine çağır ve sakın müşriklerden olma.
Ankebut Suresi, 23. ayet: Allah'ın ayetlerini ve O'na kavuşmayı 'yok sayıp inkar edenler'; işte onlar, Benim rahmetimden umut kesmişlerdir; ve işte onlar, acı azap onlarındır.
Ankebut Suresi, 44. ayet: Allah gökleri ve yeri hak olarak yarattı. Şüphesiz, bunda iman edenler için bir ayet vardır.
Rum Suresi, 10. ayet: Sonra kötülük yapanların uğradıkları son, Allah'ın ayetlerini yalanlamaları ve alay konusu edinmeleri dolayısıyla çok kötü oldu.
Rum Suresi, 20. ayet: Sizi topraktan yaratmış bulunması, O'nun ayetlerindendir; sonra siz, (yeryüzünün her yanına) yayılmakta olan bir beşer (türü) oldunuz.
Rum Suresi, 28. ayet: Size kendi nefislerinizden bir örnek verdi: "Size rızık olarak verdiğimiz şeylerde, sağ ellerinizin malik olduklarınızdan, sizinle eşit olup kendi kendinizden korktuğunuz gibi kendilerinden de korktuğunuz (veya çekinip saygı duyduğunuz) ortaklar var mıdır? "İşte Biz, aklını kullanabilen bir kavim için ayetleri böyle birer birer açıklarız.
Secde Suresi, 24. ayet: Ve onların içinden, sabrettikleri zaman emrimizle doğru yola iletip-yönelten önderler kıldık; onlar Bizim ayetlerimize kesin bilgiyle inanıyorlardı.
Secde Suresi, 26. ayet: Yurtlarında gezip dolaştıkları nice nesilleri kendilerinden evvel yıkıma uğratmış olmamız, hala onları doğru yola iletip yöneltmedi mi? Elbette, bunda ayetler vardır; yine de işitmiyorlar mı?
Sebe Suresi, 43. ayet: Onlara, apaçık olan ayetlerimiz okunduğunda: "Bu, sizi babalarınızın taptıkların(ilahlar)dan alıkoymak isteyen bir adamdan başkası değildir" dediler. Ve dediler ki: "Bu, düzülüp uydurulmuş bir yalan (iftira)dan başka bir şey de değildir." İnkar edenler de, kendilerine geldiği zaman hak için: "Bu, apaçık bir büyüden başka bir şey değildir" dediler.
Yasin Suresi, 46. ayet: Onlara, Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyi görsün, mutlaka ondan yüz çevirirler.
Sad Suresi, 29. ayet: (Bu Kur'an,) Ayetlerini, iyiden iyiye düşünsünler ve temiz akıl sahipleri öğüt alsınlar diye sana indirdiğimiz mübarek bir Kitap'tır.
Mü'min Suresi, 4. ayet: Allah'ın ayetleri konusunda inkar edenlerden başkası mücadele etmez. Öyleyse onların şehirlerde dönüp dolaşması seni aldatmasın.
Mü'min Suresi, 56. ayet: Şüphesiz, kendilerine gelmiş bulunan hiçbir delil olmaksızın, Allah'ın ayetleri konusunda mücadele edenlere gelince; onların göğüslerinde kendisine ulaşamayacakları bir büyüklük (isteğin)den başkası yoktur. Artık sen Allah'a sığın. Şüphesiz O hakkıyla işiten, hakkıyla görendir.
Mü'min Suresi, 81. ayet: Size Kendi ayetlerini gösteriyor; artık Allah'ın ayetlerinden hangisini inkar ediyorsunuz?
Fussilet Suresi, 39. ayet: O'nun ayetlerinden biri de, senin gerçekten yeryüzünü huşu içinde (solmuş, boynu bükülmüş ve kupkuru) görmendir. Ama Biz onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, deprenir ve kabarır. Şüphesiz onu dirilten, ölüleri de elbette dirilticidir. Çünkü O, herşeye güç yetirendir.
Fussilet Suresi, 44. ayet: Eğer Biz onu A'cemi (Arapça olmayan bir dilde) olan bir Kur'an kılsaydık, herhalde derlerdi ki: "Onun ayetleri açıklanmalı değil miydi? Arap olana, A'cemi (Arapça olmayan bir dil)mi?" De ki: "O, iman edenler için bir hidayet ve bir şifadır. İman etmeyenlerin ise kulaklarında bir ağırlık vardır ve o (Kur'an), onlara karşı bir körlüktür. İşte onlara (sanki) uzak bir yerden seslenilir."
Tefsir (Kur'an Yolu)
Hz. Peygamber’e gelen vahyin kaynağı ve onun Allah katındaki üstün mertebesi hakkında hiçbir kuşku duyulmaması için oldukça canlı bir tasvire yer veren bu âyetlerin üslûbundaki gizemlilik, bir taraftan da duyularla algılanamayan, fizik âlemin ötesine taşan konularda imanın esas olduğuna ve bu hususta aklın sınırlarını zorlamanın anlamsızlığına dikkat çekildiğini düşündürmektedir. Müşahhas unsurlarla bezenmiş izlenimi vermekle birlikte zihni soyut düşünme düzeyine doğru yükselten ve etkileyici bir üslûp taşıyan bu tasvirdeki asıl amacın, tarihin her döneminde değişik biçimler altında benzerleri görülen Mekke putperestlerinin maddî veya mânevî birtakım varlıkları devreye sokarak tanrı inancını somut bir tasavvura indirgeme, böylece Allah’tan başka varlıklara tanrılık izâfe etme telakkisini mahkûm etme olduğu söylenebilir.
Sûrenin inişi erken Mekke dönemine rastlamakla beraber, bu âyetler kümesinin ve özellikle 13-18. âyetlerin, Mekke döneminin sonlarına doğru gerçekleştiği bilinen mi‘rac olayı ile ilgili olduğu kabul edilir. Tefsirlerde bu âyetlerde yer alan kelimeler için yapılan geniş açıklamalar ve buna göre ortaya çıkan farklı yorumlar (bk. Taberî, XXVII, 42-57; Râzî, XXVIII, 284-295; Elmalılı, VII, 4572-4589) aşağıda özetlenmeye çalışılacaktır.
Pek çok âyette, Kur’an’ın vahyedilmesi kelâmın asıl sahibi olan Allah’a nisbet edildiğine göre onu asıl öğretenin Cenâb-ı Hak olduğunda şüphe yoktur; Rahmân sûresinin 1-2. âyetinde de “Kur’an’ı rahmân öğretti” buyurularak bu husus ayrıca ifade edilmiştir. Öte yandan yüce Allah, Şûrâ sûresinin 51. âyetinde belirtildiği üzere vahyini elçi gönderip onun vasıtasıyla da bildirebilmektedir ve -bazı âyetlerden açıkça anlaşıldığına göre- bu elçi de vahiy meleği Cebrâil’dir (bk. Bakara 2/97; Nahl 16/ 102; Şuarâ 26/193). Bu durum karşısında, 5. âyette geçen “öğretti” anlamındaki fiilin öznesinin Allah Teâlâ veya Cebrâil olabileceği yorumları yapılmıştır. Fakat buradaki ifade akışı ve özneyi nitelemek üzere seçilen kelimeler göz önüne alınarak ikinci ihtimal daha güçlü bulunmuştur. Bazı müfessirlerce, burada “öğreten” hakkında övgü ifadesi kullanılmasının öğrenenin faziletine dikkat çekme anlamı taşıdığı, ayrıca bu ifadeyle inkârcıların, “Kesin olarak ona bir insan öğretiyor” tarzındaki iddialarını (Nahl 16/103) reddetmenin amaçlandığı belirtilmiştir. 6. âyetteki “üstün niteliklerle donatılmış” diye çevrilen sıfat “çok güçlü veya etki ve nüfuzu çok kuvvetli” mânasına alındığında bunu hem Allah’ın hem de Cebrâil’in sıfatı olarak düşünmek mümkündür. Ayrıca bu tamlama “aklî melekeleri çok güçlü, korkusuz, sağlam yapılı, heybetli, güzel görünümlü” gibi mânalara da gelmektedir ki bunlar Cebrâil’in nitelikleri olabilir. 6. âyetteki “asıl şekliyle göründü” diye tercüme edilen cümlenin öznesini Cebrâil olarak düşünen müfessirler burada, onun başka zamanlarda insan sûretinde göründüğü halde bu defa gerçek sûretinde göründüğüne işaret bulunduğunu söylemişlerdir. Onlar bu yorumu bazı rivayetlerle desteklerken, vahiy meleğinin sadece Hz. Muhammed’e gerçek sûretinde görünmüş bulunduğunu ve bunun da hayatında iki defa vâki olduğunu belirtirler. Diğer bir yoruma göre ise bu cümlenin öznesi Hz. Peygamber olup burada öğretme fiilinin etkisini yani onun peygambere ait ilimde yükselip doğrulduğu anlatılmaktadır; dolayısıyla 6. âyetteki istevâ fiilinin “doğruluverdi” şeklinde tercüme edilmesi uygun olur. “Ufkun en yüce noktasındayken” diye çevrilen 7. âyet de söz konusu “doğrulma” veya “asıl şekliyle görünme” anlamındaki fiilin öznesine göre açıklanmaktadır. Bunları Cebrâil’in semâda, ufkun en yüce noktasında veya ufku tamamen kaplar bir halde görünmesi veya Hz. Peygamber’in mânevî mertebesinin yükselmesi şeklinde özetlemek mümkündür. Belirtilen fiilin birinci öznesini Cebrâil, fiilin hemen ardından gelen “vav” harfini bağlaç ve “hüve” zamirini Hz. Muhammed’i ifade eden ikinci özne olarak düşünüp, “Cebrâil ve Peygamber en yüce ufukta (güneşin doğduğu yönün en üst noktasında) yükselip doğruldular” mânasını verenler de vardır (Taberî, XXVII, 43-44). İbn Atıyye dilbilimcilerin bu tür özne takdir edilmesini tasvip etmediklerini; ayrıca “ufuk” kelimesinin mânasını bu şekilde sınırlandırmanın mesnetsiz olduğunu belirtir (V, 197).
“Sonra yaklaştıkça yaklaştı” şeklinde çevrilen 8. âyetteki denâ ve tedellâ fiillerinin öznesi açık olmadığı için üç türlü yorum yapılmıştır: a) Cebrâil’in Resûlullah’a yaklaşması ve ona doğru inişi, b) Cenâb-ı Allah’ın Resûlullah’a yaklaşması, onu kendine cezbetmesi, c) Resûlullah’ın yüce Allah’a yaklaşması, O’nun çekmesiyle yukarılara yükseltilmesi kastedilmiştir. Bazı müfessirler ikinci fiilin sözlük anlamlarından birine dayanarak burada habîb (seven) ve mahbûb (sevilen) arasındaki naz ve muhabbet tecellilerini ifade eden edebî bir anlatım bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
“O kadar ki iki yay kadar hatta daha yakın oldu” diye çevrilen 9. âyetteki kavseyn “iki yay” mânasına gelir; kab de yayın kabzasıyla kirişlerin bağlandığı iki köşe aralığına denir ki bir yayda iki kab bulunur. Kab kelimesinin yayın kabzasıyla kirişi arasını ifade etmek için kullanıldığı da olur. Kabe kavseyn ifadesi hakkında çok geniş açıklamalar ve burada kastedilen mâna ile ilgili değişik yorumlar yapılmıştır. Bunlar şöyle özetlenebilir: a) O dönemde Araplar bir antlaşma yaparlarken iki yay çıkarıp üst üste koyarak tek bir yay görünümü verirler (kablerini birleştirirler), sonra ikisini birlikte çekip bir ok atarlar böylece tam olarak ahidleştiklerini simgelerlerdi. Buna göre kabe kavseyn hem maddî anlamda fevkalâde yakın olmayı hem de mânevî bir yakınlığı ifade eder. b) Hicaz dilinde “kavs” kelimesi bir uzunluk ölçüsü (zirâ) anlamında kullanılırdı. Buna göre iki arşın uzunluğunda bir mesafenin kastedildiği söylenebilir. c) Kabe kavseyn ifadesini dönüştürme (kalb) yöntemine göre “bir yayın iki ucu arasındaki mesafe kadar” şeklinde anlamak da mümkündür. Âyet “hatta daha yakın oldu” şeklinde tamamlanmakta, böylece “Âdeta elini uzatsa değecek kadar yakındı” mânasına gelen maddî bir yakınlık tasviri yapılarak, -mânevî anlamda- Resûlullah’ın vahyi aldığı kaynağın sağlamlığına, arada vahye hiçbir şeyin karışma ihtimalinin bulunmadığına dikkat çekmenin amaçlandığı anlaşılmaktadır. Daha çok tasavvufî ve işârî tefsirlerde itibar edilen bir yoruma göre ise buradaki yaklaşma olayı mi‘racda Allah ile peygamberi arasında gerçekleşmiştir.
“O, kuluna vahyini iletti” diye çevrilen 10. âyette de öznenin Cebrâil veya Cenâb-ı Allah olması muhtemeldir. Birinci ihtimale göre mâna, “Bu yaklaşmayı takiben Cebrâil, Allah’ın, kulu Muhammed’e gönderdiği vahiyleri ona getirip öğretti” şeklinde olur. İkinci ihtimale göre ise âyeti şöyle yorumlamak gerekir: Resûlullah rabbine öylesine yaklaştı ki aradaki vasıtalar kalktı ve Allah Teâlâ kuluna vahyini doğrudan doğruya verdi. Bu âyetlerde mi‘rac sırasındaki gelişmelerin anlatıldığı kabul edildiği takdirde ikinci yorum daha kuvvetli olmaktadır. Bize göre âyet şöyle de yorumlanabilir: Cebrâil asıl şekliyle göründü, sonra iyice yaklaştı ve Allah onun aracılığıyla kuluna dilediğini vahyetti. Âyetlerin mi‘racı anlattığı kabul edilirse “görünme, yüce ufukta, sidretü’l-müntehâda olma, inme, çok yaklaşma” gibi ifadeleri mecazi mânada almak, nasıllık ve nicelikle ilgili olmaksızın Allah’a mahsus fiilller ve sıfatlar olarak anlamak gerekecektir.
Kur'an'a imanda kimse zorlanmıyor fakat hadisi şeriflere imanda siz zorlanıyorsunuz,hata imanda etmiyorsunuz
Hac Suresi, 72. ayet: Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır."
Mü'minun Suresi, 30. ayet: Hiç şüphesiz bunda ayetler vardır ve Biz gerçekten denemeden geçiririz.
Mü'minun Suresi, 45. ayet: Sonra Musa ve kardeşi Harun'u ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik.
Mü'minun Suresi, 58. ayet: Rablerinin ayetlerine iman edenler,
Nur Suresi, 18. ayet: Allah size ayetleri açıklıyor; Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nur Suresi, 34. ayet: Andolsun, size açıklayıcı ayetler, sizden önce gelip geçenlerden bir örnek ve takva sahipleri için bir öğüt indirdik.
Furkan Suresi, 37. ayet: Nuh'un kavmi de, elçileri yalanlandıklarında onları suda boğduk ve insanlar için bir ayet kıldık. Biz zulmedenlere acıklı bir azap hazırladık.
Şuara Suresi, 2. ayet: Bunlar, apaçık olan Kitab'ın ayetleridir.
Şuara Suresi, 4. ayet: Dilersek, onların üzerine gökten bir ayet (mucize) indiririz de, ona boyunları eğilmiş kalıverir.
Şuara Suresi, 67. ayet: Şüphesiz, bunda bir ayet vardır. Ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Neml Suresi, 12. ayet: "Ve elini koynuna sok, kusursuz olarak bembeyaz çıkıversin, (bu,) Firavun ve kavmine olan dokuz ayet (mucize) içinde(n biri)dir. Gerçekten onlar, fasık olan bir kavimdir."
Neml Suresi, 82. ayet: O söz, başlarına geldiği zaman, onlara yerden bir Dabbe çıkarırız; o da, insanların Bizim ayetlerimize kesin bir bilgiyle inanmadıklarını onlara söyler.
Kasas Suresi, 47. ayet: Kendi ellerinin öne sürdükleri dolayısıyla, onlara bir musibet isabet ettiğinde: "Rabbimiz, bize de bir elçi gönderseydin de böylece Senin ayetlerine uysaydık ve mü'minlerden olsaydık" diyecek olmasalardı (seni göndermezdik).
Ankebut Suresi, 35. ayet: Andolsun, Biz akledebilecek bir kavim için orada apaçık bir ayet bırakmışızdır.
Ankebut Suresi, 47. ayet: İşte Biz sana böyle bir Kitap indirdik. Bundan dolayı kendilerine kitap verdiklerimiz ona iman etmektedirler. Bunlar (putatapıcılar)dan da ona iman edecek olanlar vardır. İnkarcılardan başkası Bizim ayetlerimizi inkar etmez.
Ankebut Suresi, 49. ayet: Hayır, o, kendilerine ilim verilenlerin göğüslerinde apaçık olan ayetlerdir. Zulmedenlerden başkası, Bizim ayetlerimizi inkar etmez.
Rum Suresi, 21. ayet: Onda 'sükun bulup durulmanız' için, size kendi nefislerinizden eşler yaratması ve aranızda bir sevgi ve merhamet kılması da, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz bunda, düşünebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Rum Suresi, 23. ayet: Geceleyin ve gündüzün uyumanız ile O'nun fazlından (geçiminizi temin için rızkınızı) aramanız, O'nun ayetlerindendir. Şüphesiz işitebilen bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Lokman Suresi, 2. ayet: Bunlar hikmetli Kitab'ın ayetleridir;
Sebe Suresi, 5. ayet: (Sözde) Aciz bırakmak için ayetlerimiz hakkında çaba harcamış olanlar, işte onlar; onlar için de (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır.
Yasin Suresi, 37. ayet: Gece de kendileri için bir ayettir. Gündüzü ondan sıyırıp yüzeriz, hemen artık karanlıkta kalıvermişlerdir.
Yasin Suresi, 41. ayet: Onların soylarını dolu gemilerde taşımamız da kendileri için bir ayettir.
Zümer Suresi, 52. ayet: Onlar bilmiyorlar mı ki, gerçekten Allah, dilediğine rızkı genişletip-yayar ve (dilediğine) kısar da. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için gerçekten ayetler vardır.
Zümer Suresi, 63. ayet: Göklerin ve yerin anahtarları O'nundur. Allah'ın ayetlerine (karşı) inkar edenler ise; işte onlar, hüsrana uğrayanlardır.
Zümer Suresi, 71. ayet: İnkar edenler, cehenneme bölük bölük sevkedildiler. Sonunda oraya geldikleri zaman, kapıları açıldı ve onlara (cehennemin) bekçileri dedi ki: "Size Rabbinizin ayetlerini okuyan ve bugünle karşılaşacağınızı (söyleyip) sizi uyaran elçiler gelmedi mi?" Onlar: "Evet." dediler. Ancak azap kelimesi kafirlerin üzerine hak oldu.
Sizi ilk tanıdığımda,babanızın insanları sizden uzak durmak için uyardığına rastlamış ve sizin adınıza çok üzülmüştüm.Allah razı olsun muhterem babanızdan, şimdi size ve size inananlara acıyorum.
😂😂
Hey Allahım kafa yapısına bak.
Allah selameti üzerinize olsun
Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu, şu şekilde açıklanmıştır:
1. Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hz. Peygamber, Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir. Daha sonra Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur:
“Her kim bir hayır işlemek ister de onu yapamazsa, o kimseye (bu iyi niyetinden dolayı) bir sevap yazılır, yaptığı takdirde ise on sevap yazılır.
Her kim de, bir kötülük yapmak ister, ancak onu yapmazsa, kendisine günah yazılmaz. Şâyet o kötülüğü yaparsa, bir günah yazılır!” (Müslim, Îman, 259)
Bu husustaki uzun hadîs-i şerîfte beyân olunduğu üzere Allâh Teâlâ, başlangıçta elli vakit olarak emredilmiş olan namazı, Resûl-i Ekrem Efendimiz’in müteaddid mürâcaatı ile beş vakte indirmiştir. Bunun mânâsı, insanlar üzerindeki hukûkullâh îcâbı olarak namazın elli vakit kılınmasının müstehak olduğu, ancak Cenâb-ı Hakk’ın lutf u keremi ile bu mükellefiyetin bire on nisbetinde azaltıldığıdır. Esâsen Cenâb-ı Hakk’ın:
“Ben cinleri ve insanları ancak Bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (ez-Zâriyât, 56) beyânı, beşer için aslî faâliyetin ibâdet olduğu, ancak merhamet-i ilâhiyye îcâbı en zayıf fert dahî dikkate alınarak bu hususta tenzîlât yapıldığı mânâsına geldiği gibi, mecbûrî olmamakla birlikte beş vakitten fazlasına cevaz verildiğini ve bunun gerekliliğini de ifâde eder.
Kâmil mü’minler, farz olan bu beş vakte ilâveten, kuşluk, işrâk, evvâbin gibi nâfile namazlar kılarlar ve bilhassa gece teheccüde kalkarlar. Bütün bunlar bu vâkıanın tabiî bir neticesidir. Ancak bu gibi ibâdetlerin, insanların tâkat getirebilen ve o zevke ulaşabilen kısmına âit olması için, namaz emri elli vakitten başlatılıp bilâhare Hz. Peygamber’in mürâcaatı ile beş vakte indirilmiştir.
2. Allâh Resûlü’ne hitâben:
“Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248)
3. Bakara Sûresi’nin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir.
Ya desenize biz miraca inanmıyoruz,o kadar ayrıca kimse de inanmak zorunda değil kendilerince bu zamana kadar gelenler gidenler hiç biri bilmediler bu iki si yada benzerleri yuzyillardir kaos olan bu olayi cozmek için çaba sarf ediyorlar, konusrken de kendilerince amiyane tabirle espri de katarak kednilerince sohbetlerini etkili kılmaya cabaliyorlar...başka bir şey demeye de gerek yok...sadece Allah ıslah etsin...azicik da etik nasip etsin...
Şura Suresi, 32. ayet: Denizde yüksek dağlar gibi seyreden gemiler O'nun ayetlerindendir.
Zuhruf Suresi, 46. ayet: Andolsun, Biz Musa'yı, Firavun'a ve onun 'önde gelen çevresine' ayetlerimizle gönderdik. O da, dedi ki: "Gerçekten ben, alemlerin Rabbinin elçisiyim."
Casiye Suresi, 11. ayet: İşte bu (Kur'an) bir hidayettir. Rablerinin ayetlerini inkar edenler ise, onlar için, (en) iğrenç olanından acı bir azap vardır.
Casiye Suresi, 20. ayet: Bu (Kur'an), insanlar için basiret (nuruyla Allah'a yönelten ayet)lerdir, kesin bilgiyle inanan bir kavim için de bir hidayet ve bir rahmettir.
Fetih Suresi, 20. ayet: Allah, alacağınız daha birçok ganimetleri size va'detti, bunu size hemencecik verdi ve insanların ellerini sizden çekti ki, (bu,) mü'minler için bir ayet olsun ve sizi dosdoğru bir yola yöneltsin.
Zariyat Suresi, 37. ayet: Ve orada, acı bir azaptan korkanlar için bir ayet bıraktık.
Cum'a Suresi, 2. ayet: O, ümmîler içinde, kendilerinden olan ve onlara ayetlerini okuyan, onları arındırıp-temizleyen ve onlara kitap ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. Oysa onlar, bundan önce gerçekten açıkça bir sapıklık içinde idiler.
Müddesir Suresi, 16. ayet: Hayır; çünkü o, Bizim ayetlerimize karşı 'kesin bir inatçıdır."
bunların hepsi de miraç ile ayetlerdir
Arda viraf kitabını okuyun miraç olayı yalan hadislerin nereden geldigini ögrenirsiniz
Aciz zavallı insanlarıniz Allah sizleri sevdiklerinizle ve inandiklarinizla haşr eylesin
miraç ayet ile ilgili ayetler...
Bakara Suresi, 187. ayet: Oruç gecesinde kadınlarınıza yaklaşmak size helal kılındı. Onlar, sizin örtüleriniz, siz de onlara örtüsünüz. Allah, gerçekten sizin, nefislerinize ihanet etmekte olduğunuzu bildi, tevbenizi kabul etti ve sizi bağışladı. Artık onlara yaklaşın ve Allah'ın sizin için yazdıklarını dileyin. Fecir vakti, sizce beyaz iplik siyah iplikten ayırt edilinceye kadar yiyin, için, sonra geceye kadar orucu tamamlayın. Mescidlerde itikafta olduğunuz zamanlarda onlara (kadınlarınıza) yaklaşmayın. Bunlar, Allah'ın sınırlarıdır, (sakın) onlara yanaşmayın. İşte Allah, insanlara ayetlerini böylece açıklar; umulur ki sakınırlar.
Bakara Suresi, 211. ayet: İsrailoğulları'na sor, onlara nice açık ayet(ler) verdik. Kendisine geldikten sonra kim Allah'ın nimetini değiştirirse, (bilsin ki) şüphesiz Allah, cezası pek şiddetli olandır.
Bakara Suresi, 219. ayet: Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki: "Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için (bazı) yararlar vardır. Ama günahları yararlarından daha büyüktür." Ve sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki: "İhtiyaçtan artakalanı." Böylece Allah, size ayetlerini açıklar; umulur ki düşünürsünüz;
Bakara Suresi, 221. ayet: Müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir cariye, -hoşunuza gitse de- müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikahlamayın; iman eden bir köle, -hoşunuza gitse de- müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar, ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi izniyle cennete ve mağfirete çağırır. O, insanlara ayetlerini açıklar. Umulur ki öğüt alıp-düşünürler.
Bakara Suresi, 266. ayet: Hangi biriniz ister ki, altından ırmaklar akan hurmalardan, üzümlerden bir bahçesi olsun, içinde kendisinin olan bütün ürünler de bulunsun; fakat kendisine ihtiyarlık gelip çatsın, (üstelik) zayıf ve küçük çocukları olsun (böyle bir durumda iken) ona (bahçesine) ateşli bir kasırga isabet etsin de yanıversin. İşte Allah size ayetleri böyle açıklar, ki düşünesiniz.
Al-i İmran Suresi, 13. ayet: Karşı karşıya gelen iki toplulukta, sizin için andolsun bir ayet (ibret) vardır. Bir topluluk, Allah yolunda çarpışıyordu, diğeri ise kafirdi ki göz görmesiyle karşılarındakini kendilerinin iki katı görüyorlardı. İşte Allah, dilediğini yardımıyla destekler. Şüphesiz bunda, basiret sahipleri için gerçekten bir ibret vardır.
Al-i İmran Suresi, 19. ayet: Hiç şüphesiz din, Allah Katında İslam'dır. Kitap verilenler, ancak kendilerine ilim geldikten sonra, aralarındaki "kıskançlık ve hakka başkaldırma" (bağy) yüzünden ayrılığa düştüler. Kim Allah'ın ayetlerini inkar ederse, (bilsin ki) gerçekten Allah, hesabı pek çabuk görendir.
Al-i İmran Suresi, 21. ayet: Allah'ın ayetlerini inkar edenler, peygamberleri haksız yere öldürenler ve insanlardan adaleti emredenleri öldürenler; işte onlara acıklı bir azabı müjdele.
Al-i İmran Suresi, 49. ayet: İsrailoğulları'na elçi kılacak. (O, İsrailoğulları'na şöyle diyecek:) "Gerçek şu, ben size Rabbinizden bir ayetle geldim. Ben size çamurdan kuş biçiminde bir şey oluşturur, içine üfürürüm, o da hemencecik Allah'ın izniyle kuş oluverir. Ve Allah'ın izniyle doğuştan kör olanı, alaca hastalığına tutulanı iyileştirir ve ölüyü diriltirim. Yediklerinizi ve biriktirdiklerinizi size haber veririm. Şüphesiz, eğer inanmışsanız bunda sizin için kesin bir ayet vardır."
Al-i İmran Suresi, 50. ayet: "Benden önceki Tevrat'ı doğrulamak ve size haram kılınan bazı şeyleri helal kılmak üzere size Rabbinizden bir ayetle geldim. Artık Allah'tan korkup bana itaat edin."
Al-i İmran Suresi, 101. ayet: Allah'ın ayetleri size okunuyorken ve O'nun elçisi içinizdeyken nasıl oluyor da inkar ediyorsunuz? Kim Allah'a sımsıkı tutunursa, artık elbette o, dosdoğru olan bir yola iletilmiştir.
Al-i İmran Suresi, 103. ayet: Allah'ın ipine hepiniz sımsıkı sarılın. Dağılıp ayrılmayın. Ve Allah'ın sizin üzerinizdeki nimetini hatırlayın. Hani siz düşmanlar idiniz. O, kalplerinizin arasını uzlaştırıp-ısındırdı ve siz O'nun nimetiyle kardeşler olarak sabahladınız. Yine siz, tam ateş çukurunun kıyısındayken, oradan sizi kurtardı. Umulur ki hidayete erersiniz diye, Allah, size ayetlerini böyle açıklar.
Al-i İmran Suresi, 164. ayet: Andolsun ki Allah, mü'minlere, içlerinde kendilerinden onlara bir peygamber göndermekle lütufta bulunmuştur. (Ki O) Onlara ayetlerini okuyor, onları arındırıyor ve onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ondan önce ise onlar apaçık bir sapıklık içindeydiler.
Nisa Suresi, 155. ayet: Onların kendi sözlerini bozmaları, Allah'ın ayetlerine karşı inkara sapmaları, peygamberleri haksız yere öldürmeleri ve: "Kalplerimiz örtülüdür" demeleri nedeniyle (onları lanetledik.) Hayır; Allah, inkarları dolayısıyla ona (kalplerine) damga vurmuştur. Onların azı dışında, inanmazlar.
En'am Suresi, 4. ayet: Onlara Rablerinin ayetlerinden bir ayet gelmeyiversin, mutlaka ondan yüz çevirirler.
En'am Suresi, 39. ayet: Bizim ayetlerimizi yalan sayanlar karanlıklar içinde sağırdırlar, dilsizdirler. Allah, kimi dilerse onu şaşırtıp-saptırır, kimi dilerse de onu dosdoğru yol üzerinde kılar.
En'am Suresi, 68. ayet: Ayetlerimiz konusunda 'alaylı tartışmalara dalanlar:' -onlar bir başka söze geçinceye kadar- onlardan yüz çevir. Şeytan sana unutturacak olursa, bu durumda hatırlamadan sonra, artık zulmeden toplulukla beraber oturma.
En'am Suresi, 130. ayet: Ey cin ve insan topluluğu, içinizden size ayetlerimi aktarıp-okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp-korkutan elçiler gelmedi mi? Onlar: "Nefislerimize karşı şehadet ederiz" derler. Dünya hayatı onları aldattı ve gerçekten kafir olduklarına dair kendi nefislerine karşı şehadet ettiler.
Araf Suresi, 32. ayet: De ki: "Allah'ın kulları için çıkardığı ziyneti ve temiz rızıkları kim haram kılmıştır?" De ki: "Bunlar, dünya hayatında iman edenler içindir, kıyamet günü ise yalnızca onlarındır." Bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklarız.
Araf Suresi, 35. ayet: Ey Ademoğulları, içinizden size ayetlerimi haber veren elçiler geldiğinde, kim sakınırsa ve (davranışlarını) düzeltirse işte onlar için korku yoktur, onlar mahzun olmayacaklardır.
Araf Suresi, 37. ayet: Öyleyse, Allah'a karşı yalan uydurup iftira düzenden veya ayetlerini yalanlayanlardan daha zalim kimdir? Kitaptan kendilerine bir pay erişecek olanlar bunlardır. Nihayet elçilerimiz, hayatlarına son vermek üzere kendilerine gittiklerinde onlara diyecekler ki: "Allah'tan başka taptıklarınız nerede?" "Onlar bizi (yüzüstü) bırakıp-kayboldular" diyecekler. (Böylelikle) Bunlar, gerçekten kafirler olduklarına kendi aleyhlerinde şehadet ettiler.
Beled Suresi, 19. ayet: Ayetlerimizi inkar edenler ise, sol yanın adamlarıdır (Ashab-ı Meş'eme).
Bakara Suresi, 73. ayet: Bunun için de: "Ona (cesede, kestiğiniz ineğin) bir parçasıyla vurun" demiştik. Böylece, Allah ölüleri diriltir ve size ayetlerini gösterir; ki akıllanasınız.
Bakara Suresi, 118. ayet: Bilgisizler, dediler ki: "Allah bizimle konuşmalı veya bize de bir ayet gelmeli değil miydi?" Onlardan öncekiler de onların bu söylediklerinin benzerini söylemişlerdi. Kalpleri birbirine benzedi. Biz, kesin bilgiyle inanan bir topluluğa ayetleri apaçık gösterdik.
Bakara Suresi, 151. ayet: Öyle ki size, kendinizden, size ayetlerimizi okuyacak, sizi arındıracak, size kitap ve hikmeti öğretecek ve bilmediklerinizi bildirecek bir elçi gönderdik.
Bakara Suresi, 242. ayet: İşte Allah, size ayetlerini böyle açıklar; ki akıl erdiresiniz.
Bakara Suresi, 252. ayet: İşte bunlar, Allah'ın ayetleridir; onları sana bir hak olarak okuyoruz. Sen de gönderilen elçilerdensin.
Al-i İmran Suresi, 70. ayet: Ey Kitap Ehli, siz şahid olup dururken, ne diye Allah'ın ayetlerini inkar ediyorsunuz?
Al-i İmran Suresi, 97. ayet: Orada apaçık ayetler (ve) İbrahim'in makamı vardır. Kim oraya girerse o güvenliktedir. Ona bir yol bulup güç yetirenlerin Ev'i haccetmesi Allah'ın insanlar üzerindeki hakkıdır. Kim de inkar ederse, şüphesiz, Allah alemlere karşı muhtaç olmayandır.
En'am Suresi, 37. ayet: "Ona Rabbinden bir ayet indirilmeli değil miydi?" dediler. De ki: Şüphesiz Allah, ayet indirmeye güç yetirendir." Ama onların çoğu bilmezler.
En'am Suresi, 46. ayet: De ki: "Düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alıverir ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah'tan başka getirebilecek ilah kimdir?" Bak, Biz nasıl ayetleri 'çeşitli biçimlerde açıklıyoruz da' sonra onlar (yine) sırt çevirip-engelliyorlar?
En'am Suresi, 54. ayet: Bizim ayetlerimize iman edenler sana geldiklerinde, onlara de ki: "Selam olsun size. Rabbiniz rahmeti Kendi üzerine yazdı ki, içinizden kim bir cehalet sonucu bir kötülük işler sonra tevbe eder ve (kendini) ıslah ederse şüphesiz, O, bağışlayandır, esirgeyendir."
En'am Suresi, 97. ayet: O, karanın ve denizin karanlıklarından yolunuzu bulmanız için size yıldızları var edendir. Bilebilen bir topluluk için Biz ayetleri birer birer (bölüm bölüm) açıkladık.
En'am Suresi, 109. ayet: Olanca yeminleriyle, eğer kendilerine bir ayet gelse, kesin olarak ona inanacaklarına dair Allah'a yemin ettiler. De ki: "Ayetler, ancak Allah Katındadır; onlara (mucizeler) gelse de kuşkusuz inanmayacaklarının şuurunda değil misiniz?
Araf Suresi, 36. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.
Araf Suresi, 51. ayet: Onlar, dinlerini bir eğlence ve oyun (konusu) edinmişlerdi ve dünya hayatı onları aldatmıştı. Onlar, bu günleriyle karşılaşmayı unuttukları ve Bizim ayetlerimizi 'yok sayarak tanımadıkları' gibi, Biz de bugün onları unutacağız.
Araf Suresi, 72. ayet: Böylece onu ve onunla birlikte olanları Katımız'dan bir rahmet ile kurtardık. Ayetlerimizi yalan sayarak inanmamış olanların kökünü kuruttuk.
Araf Suresi, 146. ayet: Yeryüzünde haksız yere büyüklük taslayanları ayetlerimden engelleyeceğim. Onlar her ayeti görseler bile ona inanmazlar; dosdoğru yolu (rüşd yolunu) da görseler, yol olarak benimsemezler, azgınlık yolunu, gördüklerinde ise onu yol olarak benimserler. Bu, onların ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan gafil olmaları dolayısıyladır.
Araf Suresi, 177. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve yalnızca kendi nefislerine zulmedenlerin örneği ne kötüdür.
Enfal Suresi, 2. ayet: Mü'minler ancak o kimselerdir ki, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperir. O'nun ayetleri okunduğunda imanlarını arttırır ve yalnızca Rablerine tevekkül ederler.
Tevbe Suresi, 9. ayet: Allah'ın ayetlerine karşılık az bir değeri satın aldılar, böylece O'nun yolunu engellediler. Onların yaptıkları gerçekten ne kötüdür.
Yunus Suresi, 20. ayet: Bir de derler ki: "Rabbinden üzerine bir ayet (mucize) indirilse ya!.." De ki: "Gayb yalnızca Allah'ındır, siz bekleyedurun; ben de sizlerle birlikte bekleyenlerdenim."
Yunus Suresi, 97. ayet: Onlara her ayet getirilse bile. Acı azabı görünceye kadar.
Yunus Suresi, 101. ayet: De ki: "Göklerde ve yerde ne var? Bir bakıverin." İman etmeyen bir topluluğa apaçık ayetler ve uyarmalar bir şey sağlamaz.
Ra'd Suresi, 4. ayet: Yeryüzünde birbirine yakın komşu kıtalar vardır; üzüm bağları, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar da vardır ki, bunlar aynı su ile sulanır; ama ürünlerinde (ki verimde ve lezzette) bazısını bazısına üstün kılıyoruz. Şüphesiz, bunlarda aklını kullanan bir topluluk için gerçekten ayetler vardır.
Prof. Dr. İsrafil Balcı Cuma hutbesinin Peygamberimiz döneminde namazdan sonra okunduğunu, Emevilerin siyasileştirdikleri hutbeleri dinletmek için namaz öncesine aldığını iddia ediyor. Kaynak olarak Serahsi’nin Mebsut’u, İbn Şebbe’nin Tarihu’l-Medine’si gibi kitapları göstermiş.
Başka iddiaları da var. Önce bu iki kitaba bakayım dedim. İkisini de yanlış anlamış. Yani koskoca iddiasını üzerine temellendirdiği metinleri anlayamamış. Her iki kitapdaki ifade cuma değil bayram namazı hutbesi ile ilgili. İnsan ne diyeceğini bilemiyor.
Asil sen nasıl oluyorda kuran da gecmeyen miraç'a inanır. Kuran isra diyecek, sen yok miraç diyeceksin.😅
Şerefsiz emeviler islama elemedikleri kötülük burakmayıblar.Kaş Bedr savaşında Hezreti Hemze ve hezreti Ali ebu süfyan itinde orda öldürüb müaviyenin kökün orda keseydiler.
Hadis karşıtı olan birinden miraç'ı anlamasını beklemem
Sizin düşüncenize göre; En büyük hadis karşıtı İmam Buhari'dir...Topladığı 600 bin hadisi elemeye tabi tutmuş kitabında 7300 hadise yer vermiştir. Kalan hadisleri red etmiştir...
Hâdis, Peygamberimizin söylediği sözler değildir. Peygamberimizin söylediği raviler tarafından idda edilen rivayetlerdir.
@@yuksely2783 benim anlayışıma göre imam-ı Buhari en büyük muhaddistir. Kur'an'dan sonra dinimizde en muteber kaynaktır. hadis ilmine göre sahih olarak bize ulaşan bütün hadisler peygamberin sözleridir ve biz dinimizi böyle anlar ve yaşarız.
bize göre böyledir. Sizi bilmeyiz.
@@mehmetensaroglu2655 Bir hadisin sahihlik derecesi hangi kritere göre belirleniyor biliyor musun?
@@yuksely2783kuranın dayanağı ne peki, hadisten nasıl ayırt ediyon
Hocalarımızı da dinleyelim ve akıl bilim hangi tarafı doğruluyorsa eyvallah, körükörğne kabul ve reddetmeyelim
Sanki Kuran matematik kitabı gibi kesin sonuç veriyorsa ona göre hz Musa tur dağına çıkıpda Allah'la görüşmüş!
En'am Suresi, 118. ayet: Eğer O'nun ayetlerine inanıyorsanız, artık üzerinde yalnızca Allah'ın ismi anılanlardan yiyin.
En'am Suresi, 126. ayet: Bu, Rabbinin dosdoğru yoludur. Öğüt alıp düşünmesini bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıkladık.
En'am Suresi, 157. ayet: Ya da: "Kitap bize de indirilseydi, elbette onlardan daha çok doğru yolda olurduk" dememeniz (için) işte size Rabbinizden apaçık bir belge, bir hidayet ve bir rahmet gelmiştir. Allah'ın ayetlerini yalanlayandan ve (insanları) ondan alıkoyup-çevirenden daha zalim kimdir? Ayetlerimizden alıkoyup-çevirenlere, bu 'engelleme ve çevirmelerinden' dolayı pek çetin bir azapla karşılık vereceğiz.
Araf Suresi, 9. ayet: Kimin tartıları hafif kalırsa, bunlar da ayetlerimize zulmedegeldiklerinden dolayı nefislerini hüsrana uğratanlardır.
Araf Suresi, 40. ayet: Şüphesiz ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, onlar için göğün kapıları açılmaz ve halat (ya da deve) iğnenin deliğinden geçinceye kadar cennete girmezler. Biz suçlu-günahkarları işte böyle cezalandırırız.
Araf Suresi, 126. ayet: "Oysa sen, yalnızca, bize geldiğinde Rabbimiz'in ayetlerine inanmamızdan başka bir nedenle bizden intikam almıyorsun. Rabbimiz, üstümüze sabır yağdır ve bizi Müslüman olarak öldür."
Araf Suresi, 132. ayet: Onlar: "Bizi büyülemek için mucize (ayet) olarak her ne getirirsen getir, yine de biz sana inanacak değiliz" dediler.
Araf Suresi, 176. ayet: Eğer Biz dileseydik, onu bununla yükseltirdik. Ama o yere meyletti (veya yere saplandı), hevasına uydu. Onun durumu, üstüne varsan dilini sarkıtıp soluyan, kendi başına bıraksan dilini sarkıtıp soluyan köpeğin durumu gibidir. İşte ayetlerimizi yalanlayan topluluğun durumu böyledir. Artık gerçek haberi onlara aktar. Ki düşünsünler.
Araf Suresi, 203. ayet: Onlara bir ayet getirmediğin zaman: "Sen onu (inmeyen ayeti) derleyip-toplasana" derler. De ki: "Ben, yalnızca bana Rabbimden vahyolunana uyarım. Bu, Rabbinizden olan basiretlerdir; iman edecek bir topluluk için bir hidayet ve bir rahmettir."
Yunus Suresi, 5. ayet: Güneş'i bir aydınlık, Ay'ı bir nur kılan ve yılların sayısını ve hesabı bilmeniz için ona duraklar tespit eden O'dur. Allah, bunları ancak hak ile yaratmıştır. O, bilen bir topluluk için ayetleri böyle birer birer açıklamaktadır.
Yunus Suresi, 6. ayet: Gerçekten, gece ile gündüzün art arda gelişinde ve Allah'ın göklerde ve yerde yarattığı şeylerde korkup-sakınan bir topluluk için elbette ayetler vardır.
Yunus Suresi, 21. ayet: İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika çevirmek) onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim)dir. De ki: "Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, Bizim elçilerimiz, sizin 'geliştirmekte olduğunuz düzenleri' yazmaktadırlar."
Yunus Suresi, 24. ayet: Dünya hayatının örneği, ancak gökten indirdiğimiz, onunla insanların ve hayvanların yediği yeryüzünün bitkisi karışmış olan bir su gibidir. Öyle ki yer, güzelliğini takınıp süslendiği ve ahalisi gerçekten ona güç yetirdiklerini sanmışlarken (işte tam bu sırada) gece veya gündüz ona emrimiz gelmiştir de, dün sanki hiçbir zenginliği yokmuş gibi, onu kökünden biçilip atılmış bir durumda kılmışız. Düşünen bir topluluk için Biz ayetleri böyle birer birer açıklarız.
Yunus Suresi, 95. ayet: Ve Allah'ın ayetlerini yalanlayanlardan olma; yoksa hüsrana uğrayanlardan olursun.
Hicr Suresi, 77. ayet: Elbette, bunda iman edenler için gerçekten ayetler vardır.
Nahl Suresi, 13. ayet: Yerde sizin için üretip-türettiği çeşitli renklerdekileri de (faydanıza verdi). Şüphesiz bunda, öğüt alıp düşünen bir topluluk için ayetler vardır.
Nahl Suresi, 105. ayet: Yalanı, yalnızca Allah'ın ayetlerine inanmayanlar uydurur. İşte yalancıların asıl kendileri onlardır.
Meryem Suresi, 10. ayet: Dedi ki: "Rabbim, bana bir alamet (ayet) ver." Dedi ki: "Senin alametin, sapasağlam iken, üç tam gece insanlarla konuşmamandır."
Meryem Suresi, 21. ayet: "İşte böyle" dedi. "Rabbin, dedi ki: -Bu Benim için kolaydır. Onu insanlara bir ayet ve Bizden bir rahmet kılmak için (bu çocuk olacaktır)." Ve iş de olup bitmişti.
Taha Suresi, 126. ayet: (Allah da) Der ki: "İşte böyle, sana ayetlerimiz gelmişti, fakat sen onları unuttun, bugün de sen işte böyle unutulmaktasın."
Taha Suresi, 128. ayet: Kendilerinden önceki nesillerden nicelerini yıkıma uğratmamız, onları doğruya yöneltmedi mi? (Oysa bugün kendileri) onların kaldıkları yerlerde (tarihi kalıntıları üzerinde) gezinip duruyorlar. Şüphesiz bunda sağduyu sahipleri için ayetler vardır.
Hac Suresi, 57. ayet: İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlar; artık onlar için aşağılatıcı bir azap vardır.
Mü'minun Suresi, 50. ayet: Biz, Meryem'in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık ve ikisini barınmaya elverişli ve akar suyu olan bir tepede yerleştirdik.
Mü'minun Suresi, 67. ayet: Buna (ayetlerime) karşı büyüklük taslayarak; gece vakti de hezeyanlar sergiliyordunuz.
Nur Suresi, 59. ayet: Sizden olan çocuklar, erginlik çağına erdikleri zaman, kendilerinden öncekilerin izin istediği gibi, bundan böyle izin istesinler. İşte Allah, ayetlerini size böyle açıklar. Allah bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.
Nur Suresi, 61. ayet: Kör olana güçlük yoktur, topal olana güçlük yoktur, hasta olana da güçlük yoktur; sizin için de, gerek kendi evlerinizden, gerekse babalarınızın evlerinden, annelerinizin evlerinden, erkek kardeşlerinizin evlerinden, kız kardeşlerinizin evlerinden, amcalarınızın evlerinden, halalarınızın evlerinden, dayılarınızın evlerinden, teyzelerinizin evlerinden, anahtarına malik olduğunuz (yerlerden) ya da dostlarınızın (evlerin)den yemenizde bir güçlük yoktur. Hep birarada veya ayrı ayrı yemenizde de bir günah yoktur. Evlere girdiğiniz vakit, Allah tarafından kutlu, güzel bir yaşama dileği olarak birbirinize selam verin. İşte Allah, size ayetleri böyle açıklar, umulur ki aklınızı kullanırsınız.
peygamber gittim diyor. ne yani şimdi siz peygamberi yalanlıyormusunuz
Ayet var bilmiyorum Kur'an okumuşunuzdur
Peygambere diyor sen yukarıda çıksan kâfirler
İnandıramazsin bu ne demek onu siz analiz yapın
Peygambere inanmıyorki.. Allah'a bile bizim inandığımız gibi inanmıyor..
Rüya gördüm diyor.gittim demiyor
Peygamber Efendimize Miraç’ta üç şey ikrâm edildi. Peygamberimize Miraç gecesi vahyedilenler.
Allah Teâlâ buyuruyor:
“Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10)
Bu vahyin mâhiyetinin ne olduğu şu şekilde açıklanmıştır:
1. Namaz: Miraç’taki en mühim hususlardan biri, beş vakit namazın farz kılınmasıdır. Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Mûsâ Aleyhisselâm’ın tavsiyeleriyle Cenâb-ı Hakk’a mürâcaat etmiş ve başlangıçta elli vakit olarak farz kılınan namaz, beş vakte indirilmiştir. Bununla birlikte Cenâb-ı Hak, bire on vererek, beş vakti kılana elli vaktin ecrini ihsân edeceğini bildirmiştir.
2. Allâh Resûlü’ne -sallâllâhu aleyhi ve sellem- hitâben:
“Peygamberlerden hiçbiri Sen’den evvel, ümmetlerden hiçbiri de Sen’in ümmetinden evvel cennete girmeyecektir!” diye buyrulmuştur. (Râzî, XXVIII, 248)
3. Bakara sûresinin son iki âyet-i kerîmesi vahyedilmiştir.
Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh’a -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara sûresi’nin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi... ” (Müslim, Îman, 279) Bununla birlikte Miraç’taki vahyin tafsîlât ve keyfiyetini ancak Allâh ve Peygamberi bilir.
Müslim’de rivâyet edilen bir hadîs-i şerîfte şöyle buyrulur: “Resûlullâh’a -sallâllâhu aleyhi ve sellem- (Miraç’ta) üç şey verildi: Beş vakit namaz, Bakara sûresinin sonu ve ümmetinden şirke düşmeyenlere büyük günahlarının affedildiği haberi...” (Müslim, Îman, 279)
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) Mekke Devri, Erkam Yayınları
Allah akil vere...
Koskoca Allah düşünememiş 50 rekâtın bize çok geleceğini de kendi ilminden bi parça verdiği muhammedin düşünmesi tuhaf geliyor namaz Tevrat ve incil de de geçiyor 2 sinde okudum namazın Muhammet’le geldiğini düşünmüyorum ademle geldiğini düşünüyorum bu benim şahsi düşüncem tabii ki en doğrusunu Allah bilir yanlışımız varsa affetsin
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3.O, nefis arzusu ile konuşmaz.
4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında.
15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır.
16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3.O, nefis arzusu ile konuşmaz.
4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında.
15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır.
16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Biri yazmis kuranda ne varsa o ne yani o zaman namaz yok mu yani zekat yokmu nasil bir kafa bu anlamak mumkun degil kuranda olani alirom olmayani almam
Bunlarda ayrica prof memlwkette prof nasil olunur az cok belli
Körler sağırlar bir birini ağırlar
isra suresi ve sahih hadisler elimizde olmasa dahi Allah resulunun ruh ve bütün bütünlüğünde miraca çıkması yüksek bir makamda Allah ile görüşmesine ne gibi bir mani var ? sayın hocalarım. iddia ettiğiniz gibi bir rüya/manevi yükselme ise bu uruc şekli Allah ile iritibatlı her kul yapar. peygamber olması dahi gerekmez. insan hayalen bile yerde yürürken aklı,ruhu yedi kat göklerde dolaşabilirken sizin bu kabullenme zorluğunuz şaşırtıcı. Hele ki işi gevezeliğe vurup peygamberler(diğer peygamberlerin mucizelerine de inanırız) arası müsabakaya çevirmeniz tam bir çok bilmişlik zehirlenmesi. Egonuzdan vahyin elçisini amcaoğlunuza postacıya benzettiniz yahu.
Araf Suresi, 64. ayet: Onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide onunla birlikte olanları kurtardık, ayetlerimizi yalan sayanları suda-boğduk. Çünkü onlar kör bir kavimdi.
Araf Suresi, 106. ayet: (Firavun) Dedi ki: "Eğer gerçekten bir ayet getirmişsen ve doğru sözlülerden isen, bu durumda onu getir (bakalım)."
Araf Suresi, 136. ayet: Biz de onlardan intikam aldık ve ayetlerimizi yalanlamaları ve onlardan habersizmişler (gibi) olmaları nedeniyle onları suda boğduk.
Araf Suresi, 147. ayet: Ayetlerimizi ve ahirete kavuşmayı yalanlayanlar, onların amelleri boşa çıkmıştır. Onlar yaptıklarından başkasıyla mı cezalandırılacaklardı?
Araf Suresi, 182. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanları ise, onları bilmeyecekleri bir yönden derece derece (günahları yükletip azaba) yaklaştıracağız.
Enfal Suresi, 54. ayet: Firavun ailesinin ve onlardan öncekilerin gidiş tarzı gibi. Onlar, Rablerinin ayetlerini yalanladılar; Biz de günahları dolayısıyla onları helak ettik. Firavun ordusunu suda boğduk. Onların tümü zulmeden kimselerdi.
Yunus Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Ra. Bunlar, hikmetli Kitab'ın ayetleridir.
Yunus Suresi, 7. ayet: Bizimle karşılaşmayı ummayanlar, dünya hayatına razı olanlar ve bununla tatmin olanlar ve Bizim ayetlerimizden habersiz olanlar;
Yusuf Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Ra. Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir.
Yusuf Suresi, 105. ayet: Göklerde ve yerde nice ayetler vardır ki, üzerinden geçerler de, ona sırtlarını dönüp giderler.
Ra'd Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Mim, Ra. Bunlar Kitab'ın ayetleridir. Ve sana Rabbinden indirilen haktır. Ancak insanların çoğu iman etmezler.
Ra'd Suresi, 7. ayet: İnkar edenler derler ki: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya." Sen, yalnızca bir uyarıcısın ve her topluluk için bir hidayet önderisin.
Ra'd Suresi, 27. ayet: İnkar edenler: "Ona Rabbinden bir ayet (mucize) indirilseydi ya!" derler. De ki: "Şüphesiz Allah, dilediğini şaşırtıp-saptırır, Kendisi'ne katıksızca yöneleni de dosdoğru yola yöneltip-iletir."
Hicr Suresi, 1. ayet: Elif, Lam, Ra. Bunlar, Kitab'ın ve apaçık olan Kur'an'ın ayetleridir.
Hicr Suresi, 81. ayet: Onlara ayetlerimizi vermiştik de ondan yüz çevirmişlerdi.
Nahl Suresi, 67. ayet: Hurmalıkların ve üzümlüklerin meyvelerinden kurdukları çardaklarda hem sarhoşluk verici içki, hem güzel bir rızık edinmektesiniz. Şüphesiz aklını kullanabilen bir topluluk için, gerçekten bunda bir ayet vardır.
İsra Suresi, 12. ayet: Biz geceyi ve gündüzü iki ayet kıldık; gece ayetini sildik de Rabbinizden bir fazl aramanız, yılların sayısını ve hesabı öğrenmeniz için gündüzün ayetini aydınlatıcı kıldık. Biz, herşeyi yeterince açıkladık.
İsra Suresi, 98. ayet: Bu, şüphesiz, onların ayetlerimizi inkar etmelerine ve: "Biz kemikler haline geldikten, toprak olup ufalandıktan sonra mı, gerçekten biz mi yeni bir yaratılışla diriltileceğiz?" demelerine karşılık cezalarıdır.
İsra Suresi, 101. ayet: Andolsun, Biz Musa'ya apaçık dokuz ayet (mucize) vermiştik; işte İsrailoğulları'na sor; onlara geldiği zaman Firavun ona: "Gerçekten ben seni büyülenmiş sanıyorum" demişti.
Kehf Suresi, 9. ayet: Sen, yoksa Kehf ve Rakim Ehlini Bizim şaşılacak ayetlerimizden mi sandın?
Meryem Suresi, 73. ayet: Onlara apaçık ayetlerimiz okunduğunda, o inkar edenler, iman edenlere derler ki: "İki gruptan hangisi, makam bakımından daha iyi, topluluk bakımından daha güzeldir?"
Enbiya Suresi, 32. ayet: Gökyüzünü korunmuş bir tavan kıldık; onlar ise bunun ayetlerinden yüz çeviriyorlar.
Enbiya Suresi, 77. ayet: Ve ayetlerimizi yalanlayan kavimden 'ona yardım edip-öcünü aldık'. Şüphesiz onlar, kötü bir kavimdi, Biz de onların tümünü suya batırıp boğduk.
Bunlar bir birine geçirmiye çalışıyor biri sıkı defans yaptığını sanıyor oysa geçirecek olan yolda yakındır
Mustafa Bey Necm ve İsra suresi tefsir videolarınızda yalan mı söylediniz de şimdi mi aydınız...işiniz gücünüz tahrif olmuş önceleri bu kadar da değildiniz
Arı duru din Ancak kuranın Nurun ışığında Mümkündür
Aksi hikaye iftira
yalan hurafe
Allah razı olsun sizlerden
Beyler kendi arasında maç yapıyor adeta...insan Peygamber Efendimizi konu ederken biraz edep ve adap takınır...
Miraçtan mı bahsediliyor yoksa kahvede okey oynarken derbi maçı mı izleniyor belli değil. Sonra da "ilim insanı" titriyle saygı bekliyorlar. İyiymiş..
Sen ilk önce kendi sayfandaki yorumları açtı insanlar altlarına yorum yazsınlar eleştirdiler kendin gibi zindiklarla anca bunları tartışır kalbinde zerre Allah sevgisi olmayanlara bunları anlatırsın
O sıkar biraz dürüst ve doğru söylese yorum acar demek yemiyor
Emeğinize sağlık hocam!🌹
Allah hidayet versin size bide akik fikir nedir bi peygamberimize düşmanliğiniz
Şuara Suresi, 190. ayet: Gerçekten, bunda bir ayet vardır, ama onların çoğu iman etmiş değildirler.
Şuara Suresi, 197. ayet: İsrailoğulları bilginlerinin onu bilmesi onlar için bir delil (ayet) değil mi?
Neml Suresi, 52. ayet: İşte, zulmetmeleri dolayısıyla enkaza dönüşmüş ıpıssız evleri. Şüphesiz bilen bir kavim için bunda bir ayet vardır.
Neml Suresi, 81. ayet: Ve sen körleri düştükleri sapıklıktan çekip hidayete erdirici değilsin; sen ancak, ayetlerimize iman edenlere (söz) dinletebilirsin, işte Müslüman olanlar bunlardır.
Neml Suresi, 86. ayet: Görmediler mi, Biz geceyi onda sükun bulmaları için, gündüzü de aydınlık(la görsünler) diye yarattık. Şüphesiz, iman eden bir kavim için bunda ayetler vardır.
Kasas Suresi, 2. ayet: Bunlar, apaçık Kitab'ın ayetleridir.
Kasas Suresi, 45. ayet: Ancak Biz birçok nesiller inşa ettik de onların üzerinde (nice) ömür(ler) uzayıp geçti. Ve sen Medyen halkı içinde yaşayıp da ayetlerimizi onlardan okuyarak öğrenmiş değilsin. Ancak (bu bilgileri sana) gönderen Biziz.
Kasas Suresi, 59. ayet: Senin Rabbin, 'ana yerleşim merkezlerine' onlara ayetlerimizi okuyan bir elçi göndermedikçe şehirleri yıkıma uğratıcı değildir. Ve Biz, halkı zulmeden şehirlerden başkasını da yıkıma uğratıcı değiliz.
Ankebut Suresi, 24. ayet: Bunun üzerine kavminin (İbrahim'e) cevabı yalnızca: "Onu öldürün ya da yakın" demek oldu. Böylece Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman eden bir kavim için ayetler vardır.
Ankebut Suresi, 50. ayet: Dediler ki: "Ona Rabbinden ayetler (birtakım mucizeler) indirilmeli değil miydi?" De ki: "Ayetler yalnızca Allah'ın Katındadır. Ben ise, ancak apaçık bir uyarıcıyım."
Rum Suresi, 25. ayet: Göğün ve yerin O'nun emriyle (hareketten kesilip olduğu yerde veya bu düzen içinde) durması da, O'nun ayetlerindendir. Sonra sizi yerden (toprağın altından) bir (kere) çağırma ile çağırdığı zaman, hemencecik siz (bir de bakarsınız ki) çıkarılmışsınız.
Rum Suresi, 58. ayet: Andolsun, Biz bu Kur'an'da insanlar için her örneği gösterdik. Şüphesiz, sen onlara bir ayetle geldiğin zaman, o inkar edenler, mutlaka: "Siz ancak muptil olanlardan başkası değilsiniz" derler.
Lokman Suresi, 31. ayet: Görmüyor musun ki, size ayetlerinden (bazılarını) göstermesi için, gemiler Allah'ın nimetiyle denizde akıp gitmektedir! Hiç şüphesiz bunda, çok sabreden, çok şükreden için gerçekten ayetler vardır.
Lokman Suresi, 32. ayet: Onları kara gölgeler gibi dalgalar sarıverdiği zaman, dini yalnızca O'na 'halis kılan gönülden bağlılar' olarak Allah'a yalvarıp yakarırlar (dua ederler). Böylece onları karaya çıkarıp-kurtarınca, artık onlardan bir kısmı orta yolu tutuyor. Bizim ayetlerimizi gaddar, nankör olandan başkası inkar etmez.
Secde Suresi, 15. ayet: Bizim ayetlerimize, ancak kendilerine hatırlatıldığı zaman, hemen secdeye kapananlar, Rablerini hamd ile tesbih edenler ve büyüklük taslamayan (müstekbir olmayan)lar iman eder.
Ahzab Suresi, 34. ayet: Evlerinizde okunmakta olan Allah'ın ayetlerini ve hikmeti hatırlayın. Şüphesiz Allah, latiftir, haberdar olandır.
Sebe Suresi, 9. ayet: Onlar, gökten ve yerden önlerinde ve arkalarında olanı görmüyorlar mı? Eğer Biz dilersek, onları yerin-dibine geçirir ya da gökten üzerlerine parçalar düşürürüz. Hiç şüphesiz, bunda 'gönülden (Allah'a) yönelen' her kul için bir ayet vardır.
Sebe Suresi, 15. ayet: Andolsun, Sebe' (halkı)nın oturduğu yerlerde de bir ayet vardır. (Evleri) Sağdan ve soldan iki bahçeliydi. (Onlara demiştik ki:) "Rabbinizin rızkından yiyin ve O'na şükredin. Güzel bir şehir ve bağışlayan bir Rabb(iniz var)."
Sebe Suresi, 19. ayet: Onlar ise: "Rabbimiz, seferlerimizin arasını aç (şehirlerimiz birbirine çok yakındır) dediler ve kendi nefislerine zulmetmiş oldular. Böylece Biz de onları efsaneler(e konu olan bir halk) kıldık ve onları darmadağın edip dağıttık. Şüphesiz bunda, çok sabreden ve çok şükreden herkes için gerçekten ayetler vardır.
Sebe Suresi, 38. ayet: Ayetlerimizi etkisiz bırakmak için çaba harcayanlar; işte onlar da azabın içine getirilmişlerdir.
Fatır Suresi, 25. ayet: Eğer seni yalanlıyorlarsa, senden öncekiler de yalanlandı; elçileri ise; kendilerine apaçık ayetler, sahifeler ve aydınlatıcı kitaplar getirmişlerdi.
Saffat Suresi, 14. ayet: Bir ayet (mucize) gördüklerinde de, alay konusu edinip eğleniyorlar.
Mü'min Suresi, 23. ayet: Andolsun, Biz Musa'yı ayetlerimizle ve apaçık bir delille gönderdik;
Fussilet Suresi, 15. ayet: Ad (kavmin)e gelince; onlar yeryüzünde haksız yere büyüklendiler ve dediler ki: "Kuvvet bakımından bizden daha üstünü kimmiş?" Onlar, gerçekten kendilerini yaratan Allah'ı görmediler mi? O, kuvvet bakımından kendilerinden daha üstündür. Oysa onlar, Bizim ayetlerimizi (bilerek) inkar ediyorlardı.
Şura Suresi, 33. ayet: Eğer dileyecek olsa, rüzgarı durdurur, böylece onun üstünde kalakalırlar. Şüphesiz, bunda çokça sabreden, çokça şükreden kimse için gerçekten ayetler vardır.
Casiye Suresi, 5. ayet: Gece ile gündüzün ardarda gelişinde (veya aykırılığında), Allah'ın gökten rızık indirip ölümünden sonra yeryüzünü diriltmesinde ve rüzgarları (belli bir düzen içinde) yönetmesinde aklını kullanan bir kavim için ayetler vardır.
Casiye Suresi, 25. ayet: Onlara açık belgeler olarak ayetlerimiz okunduğu zaman, onların (sözde) delilleri: "Eğer doğru sözlüler iseniz, atalarımızı (diriltip) getirin" demekten başkası değildir.
Ahkaf Suresi, 26. ayet: Andolsun, Biz onları, sizleri kendisinde yerleşik kılmadığımız yerlerde (size vermediğimiz güç ve iktidar imkanlarıyla) yerleşik kıldık ve onlara işitme, görme (duygularını) ve gönüller verdik. Ancak ne işitme, ne görme (duyuları) ve ne gönülleri kendilerine herhangi bir şey sağlamadı. Çünkü onlar, Allah'ın ayetlerini inkar ediyorlardı. Alay konusu edindikleri şey, onları sarıp- kuşattı.
Ahkaf Suresi, 27. ayet: Andolsun, Biz çevrenizde bulunan şehirlerden (birçoğunu) yıkıma uğrattık ve belki dönerler diye ayetleri çeşitli şekillerde açıkladık.
Zariyat Suresi, 43. ayet: Semud (kavmin)de de (ayetler vardır). Hani onlara: "Belli bir süreye kadar yararlanın" denmişti.
Necm Suresi, 18. ayet: Andolsun, o, Rabbinin en büyük ayetlerinden olanı gördü.
Kamer Suresi, 15. ayet: Andolsun, Biz bunu bir ayet olarak bıraktık. Fakat öğüt alıp-düşünen var mı?
Tegabün Suresi, 10. ayet: İnkar edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince; onlar da içinde sürekli kalıcılar olmak üzere, ateşin halkıdırlar. Ne kötü bir dönüş yeridir O.
Talak Suresi, 11. ayet: İman edip salih amellerde bulunanları karanlıklardan nura çıkarması için Allah'ın apaçık ayetlerini size okuyan bir elçi de (gönderdik). Kim iman edip salih bir amelde bulunursa, (Allah) onu içinde süresiz kalıcılar olmak üzere altından ırmaklar akan cennetlere sokar. Allah, gerçekten ona ne güzel bir rızık vermiştir.
iki çapsız bir araya gelmiş miracı anlatmaya çalışıyor. hey yavrum hey
Miraç’a Çıkış Hâdisesi
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
«−Gelen kim?» denildi.
«−Cibrîl!» dedi.
«−Berâberindeki kim?» denildi.
«−Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi.
«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
«−Evet!» dedi.
«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı.
Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm.
«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi.
Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:
«−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.
Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na:
«-Niye ağlıyorsun?» denildi.
«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3]
Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi.
Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:
«−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi.
Daha sonra bana:
«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi.
Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrâîl -aleyhisselâm- bana:
«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.”
Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
«-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselâm-:
«-Şu iki bâtınî nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418)
Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh:
“-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu.
O da cevâben:
“-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)
Sidre-i Müntehâ
Efendimiz’e soruldu:
“-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?”
Buyurdular ki:
“-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279)
Peygamberimizin Allah Teâla’yı görmesi
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem:
“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78)
Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:
“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)
Bos rivayetler kaynak veremezsin. Kurani kesimden kaynak ver.
@@helixhelix6979 istiyorsan her o zaman paraya kıyıp hadis külliyatı alacaksın vede okuyacaksın akılla alak suresi gelsin ben sana herşeyi yazmak zorunda değil herhalde parayla al kitapları oku sen ver kaynakları bize bizde sana dua edelim olurum kardeşim
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler
► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1)
► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1)
► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2)
► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3)
► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4)
► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5)
► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6)
► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7)
► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8)
► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9)
► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10)
► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11)
► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12)
► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13)
► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14)
► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15)
► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16)
► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17)
► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18)
@@helixhelix6979
@@helixhelix6979 Miraç, Peygamber Efendimizin (s.a.v) Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya oradan da Allah’ın huzuruna yükseldiği hadiseye denir. Recep ayının 27. gecesine Miraç gecesidir. Miraç kelime anlamı itibariyle göğe çıkma, yükselme anlamlarına gelir. İsra ve Miraç hâdisesi, Peygamber Efendimizin (s.a.v) hicretinden 18 ay evvel vukû bulmuştur.
İsrâ Sûresi: 1. Ayet
Hak Teâlâ buyurur:
“Kulunu (Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-’ı) bir gece, Mescid-i Harâm’dan kendisine bâzı âyetlerimizi göstermek için, etrâfını mübârek kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya götüren Allâh, her türlü noksan sıfatlardan münezzehtir. Şüphesiz O, her şeyi hakkıyla bilen, hakkıyla görendir.” (el-İsrâ, 1)
Necm Sûresi: 1. Ayet
“İnmekte olan yıldıza[1] and olsun.” (en-Necm, 1)
Necm Sûresi: 2 - 7. Ayetler
“Sâhibiniz (Muhammed Mustafâ) sapmadı ve bâtıla inanmadı. O, arzûsuna göre de konuşmamaktadır. O’nun konuşması vahiyden başka bir şey değildir. Çünkü (bildirdiklerini) O’na güçlü, kuvvetli ve üstün yaratılışlı biri (olan Cebrâîl, Rabbinin emri üzere) öğretti. Sonra en yüksek ufukta (Sidretü’l-Müntehâ’da) iken asıl şekliyle istivâ etti (doğruldu).” (en-Necm, 2-7)
Necm Sûresi: 8. Ayet
“Sonra yaklaştı ve tedellî etti.” (en-Necm, 8)
Necm Sûresi: 9. Ayet
“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9)
Necm Sûresi: 10. Ayet
“Allâh o anda kuluna vahyini bildirdi.” (en-Necm, 10)
Necm Sûresi: 11- 12. Ayetler
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözleriyle gördüğünü kalbi yalanlamadı. (Ey inkârcılar!) O’nun gördükleri hakkında şimdi kendisiyle tartışacak mısınız?” (en-Necm, 11-12)
Necm Sûresi: 13 - 14. Ayetler
“And olsun ki (Muhammed Mustafâ), onu (Cebrâîl’i) Sidretü’l-Müntehâ’da bir defâ daha gördü.” (en-Necm, 13-14)
Necm Sûresi: 15 - 16. Ayetler
“Orada Me’vâ cenneti vardır. O Sidre’yi kaplayan kaplamıştı.” (en-Necm, 15-16)
Necm Sûresi: 17 - 18. Ayetler
“(Muhammed Mustafâ’nın) gözü, oradan ne kaydı, ne de sınırı aştı. And olsun O, Rabbinin en büyük âyetlerinden bir kısmını (da) gördü.” (en-Necm, 17-18)
MİRAÇ İLE İLGİLİ HADİSLER
Şerh-i Sadr (Kalbinin Temizlenmesi)
Resûlullâh miraça çıkmadan sadrının temizlenmesini şöyle anlatır:
“Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında yatıyordum. Uyku ile uyanıklık arasında bana biri geldi, şuradan şuraya kadar (göğsümü) yardı. (Bu sözünü söylerken boğaz çukurundan kıl biten yere kadar olan kısmı gösteriyordu.) Kalbimi çıkardı. Sonra bana, içerisi îman ve hikmetle dolu, altından bir kab getirildi. Kalbim (çıkarılıp su ve Zemzem ile) yıkandı. Sonra içerisi îman ve hikmetle doldurulup tekrar yerine kondu…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk 6, Enbiyâ 22, 43; Müslim, Îman 264)
Efendimizin Sütü Tercihi
Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet edildiğine göre, İsrâ gecesi Resûl-i Ekrem’a, birinde şarap diğerinde süt bulunan iki kâse getirildi. Hz. Peygamber şöyle bir baktıktan sonra süt kâsesini tercîh etti. Bunun üzerine Cebrâîl (a.s.):
“−Seni, insanın yaratılış gâyesine uygun olana yönlendiren Allâh’a hamd olsun. Şâyet içki dolu bardağı alsaydın, ümmetin sapıklığa düşerdi.” dedi. (Müslim, Îman, 272; Eşribe, 92)[2]
Miraç’a Çıkış Hâdisesi
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
«−Gelen kim?» denildi.
«−Cibrîl!» dedi.
«−Berâberindeki kim?» denildi.
«−Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi.
«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
«−Evet!» dedi.
«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı.
Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm.
«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi.
Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:
«−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi.
Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.
Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na:
«-Niye ağlıyorsun?» denildi.
«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden Cennete girecek olanlar, benim ümmetimden Cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3]
Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi.
Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:
«−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi.
Daha sonra bana:
«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara Cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi.
Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.
Cebrâîl -aleyhisselâm- bana:
«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.”
Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
«-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselâm-:
«-Şu iki bâtınî nehir, Cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi…” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418)
Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh:
“-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu.
O da cevâben:
“-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)
Sidre-i Müntehâ
Efendimiz’e soruldu:
“-Yâ Resûlallâh! Sidre’yi kaplayan ne gördün?”
Buyurdular ki:
“-Altundan pervânelerin onu bürüdüğünü ve her yaprağında bir meleğin oturup Allâh’ı tesbîh ettiğini gördüm.” (Taberî, XXVII, 75; Müslim, Îman, 279)
Peygamberimizin Allah Teâla’yı görmesi
İbn-i Abbâs -radıyallâhu anh-’tan gelen rivâyete göre Resûl-i Ekrem:
“Ben, yüce Rabbimi gördüm!” buyurmuştur. (Ahmed, I, 285; Heysemî, I, 78)
Bir başka rivâyette Peygamber Efendimiz “Rabbini gördün mü?” sorusuna cevâben:
“Bir nûr gördüm!” buyurmuşlardır. (Müslim, Îman, 292)
Yetim Malı Yiyenler
Allâh Resûlü, Miraç’ta bir topluluğa uğradılar ve gördüler ki, onların dudakları deve dudağı gibidir. Birtakım vazîfeli memurlar da onların dudaklarını kesip ağızlarına taş koyuyor.
“-Ey Cibrîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“-Bunlar, yetimlerin mallarını haksızlıkla yiyenlerdir!” dedi. (Taberî, XV, 18-19)
Gıybet Edenler
Resûlullâh, başka bir topluluğa rastladı. Onlar da bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalıyorlardı:
“-Ey Cebrâîl! Bunlar kimlerdir?” diye sordu.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
“-Bunlar, (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır.” cevâbını verdi. (Ebû Dâvûd, Edeb, 35/4878)
Zinâ Edenler
Peygamber Efendimiz orada; zinâkârları, leş yiyen bedbahtlar olarak; fâiz yiyenleri, karınları iyice şişmiş ve şeytan çarpmış rezil bir vaziyette; zinâ edip çocuklarını öldüren kadınları da, bir kısmını göğüslerinden, bir kısmını baş aşağı asılı hüsrâna dûçâr olmuş bir hâlde gördü. (Bkz. Taberî, XV, 18-19)
Borç Sadakadan Üstündür
Resûlullâh yine Miraç’ta yaşadığı müşâhedelerle alâkalı bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
“Miraç gecesinde Cennetin kapısı üzerinde şu ibârenin yazılı olduğunu gördüm:
«Sadaka on misliyle, borç vermek ise on sekiz misliyle mükâfâtlandırılacaktır.»
Ben:
«−Ey Cibrîl! Borç verilen şey niçin sadakadan daha üstün oluyor?» diye sordum.
«−Çünkü, sâil (çoğu kere) yanında para olduğu hâlde sadaka ister. Borç isteyen ise, ihtiyâcı sebebiyle talepte bulunur.» cevâbını verdi.” (İbn-i Mâce, Sadakât, 19)
Cennete Girenlerin Ekserîsi
Peygamberimiz diğer bir hadîs-i şerîflerinde de şöyle buyurmuşlardır:
“(Mîrâc esnâsında) Cennetin kapısında durup içeri baktım. Oraya girenler ekseriyâ fakirler idi. Zenginler de (hesap vermek için) mahpus idiler. Bunlardan cehennemlik olanların ise ateşe atılmaları emredilmişti. Cehennemin kapısında da durdum. Oraya girenlerin ekserisi kadınlardı.” (Buhârî, Rikâk, 51; Müslim, Zühd, 93)
Abdurrahmân bin Avf’ın (r.a.) Cennetle Müjdelenmesi
Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“O gece (Mîrâc Gecesi’nde) Abdurrahmân bin Avf’ı gördüm. Cennete, oturduğu yerde emekleyerek giriyordu. Ona dedim ki:
«-Niçin bu kadar ağır geliyorsun?»
Dedi ki:
«-Yâ Resûlallâh! Malımın hesâbı dolayısıyla, çocukları bile ihtiyarlatacak kadar ağır sıkıntılar geçirdim. Öyle ki, bir daha sizi göremeyeceğimi zannettim…»” (Muhammed Pârsâ, Faslu’l-Hıtâb, s. 403)
Kaderi Yazan Kalem
Hadîs-i şerîflerinde buyurur:
“(O gece) göğe yükseltildim. Öyle bir makâma çıktım ki, orada kalemlerin gıcırtılarını duyuyordum.” (Buhârî, Salât, 1)@@helixhelix6979
Ne gök var ne de kapısı… Uzay boşluğu var.
Necm Suresi - 5-18 . Ayet Tefsiri
Ayet
عَلَّمَهُ شَدٖيدُ الْقُوٰىۙ ﴿٥﴾
ذُو مِرَّةٍؕ فَاسْتَوٰىۙ ﴿٦﴾
وَهُوَ بِالْاُفُقِ الْاَعْلٰىؕ ﴿٧﴾
ثُمَّ دَنَا فَتَدَلّٰىۙ ﴿٨﴾
فَكَانَ قَابَ قَوْسَيْنِ اَوْ اَدْنٰىۚ ﴿٩﴾
فَاَوْحٰٓى اِلٰى عَبْدِهٖ مَٓا اَوْحٰىؕ ﴿١٠﴾
مَا كَذَبَ الْفُؤٰادُ مَا رَاٰى ﴿١١﴾
اَفَتُمَارُونَهُ عَلٰى مَا يَرٰى ﴿١٢﴾
وَلَقَدْ رَاٰهُ نَزْلَةً اُخْرٰىۙ ﴿١٣﴾
عِنْدَ سِدْرَةِ الْمُنْتَهٰى ﴿١٤﴾
عِنْدَهَا جَنَّةُ الْمَأْوٰىؕ ﴿١٥﴾
اِذْ يَغْشَى السِّدْرَةَ مَا يَغْشٰىۙ ﴿١٦﴾
مَا زَاغَ الْبَصَرُ وَمَا طَغٰى ﴿١٧﴾
لَقَدْ رَاٰى مِنْ اٰيَاتِ رَبِّهِ الْكُبْرٰى ﴿١٨﴾
Meal (Kur'an Yolu)
﴾5-7﴿ Onu, çok güçlü, üstün niteliklerle donatılmış biri (Cebrâil) öğretti. O, ufkun en yüce noktasındayken asıl şekliyle göründü.
﴾8﴿ Sonra yaklaştıkça yaklaştı.
﴾9﴿ Öyle ki, iki yay kadar hatta daha yakın oldu.
﴾10﴿ Böylece Allah, kuluna vahyini iletti.
﴾11﴿ Gözün gördüğünü kalp yalanlamadı.
﴾12﴿ Şimdi siz şüpheye düşüp gördükleri hakkında onunla tartışmaya mı kalkışıyorsunuz?
﴾13-14﴿ Andolsun ki onu (meleği) iniş esnasında en sondaki sidretü’l-müntehânın yanında bir daha gördü.
﴾15﴿ Ki onun yanında huzur içinde kalınacak cennet vardır.
﴾16﴿ O an sidreyi bürüyen bürümüştü.
﴾17﴿ Göz ne kaydı ne de hedefinden şaştı.
﴾18﴿ Hiç kuşkusuz o, rabbinin âyetlerinden en büyüğünü görmüştü.
Miraç bu sürenin neresinde?
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler
► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1)
► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1)
► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2)
► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3)
► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4)
► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5)
► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6)
► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7)
► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8)
► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9)
► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10)
► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11)
► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12)
► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13)
► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14)
► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15)
► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16)
► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17)
► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18)
@@helixhelix6979 iyi oku anlarsın paraya kıyı kuran-ı kerim türkçe meali al oku sen yaz sen bize bilgi ver dua edelim nasıl fikir ama iyi mi hep hep bana olmaz kardeşim
@@helixhelix6979 Mİ‘RAC
المعراج
Hz. Peygamber’in Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya, oradan da göğe yaptığı yolculuğu ifade eden terim.
Sözlükte “yukarı çıkmak, yükselmek” anlamındaki urûc kökünden türemiş bir ism-i âlet olan mi‘râc kelimesi “yukarı çıkma vasıtası, merdiven” demektir. Terim olarak Hz. Peygamber’in göğe yükselişini ve Allah katına çıkışını ifade eder. Olay, Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya gidiş ve oradan da yükseklere çıkış şeklinde yorumlandığından kaynaklarda daha çok “isrâ ve mi‘rac” şeklinde geçerse de Türkçe’de mi‘rac kelimesiyle her ikisi de kastedilir. İslâmî kaynaklarda genellikle ele alındığı şekliyle mi‘rac hadisesi iki safhada meydana gelmiştir. Resûl-i Ekrem’in bir gece Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya yaptığı yolculuğa isrâ, oradan göklere yükselmesine mi‘rac denilmiştir. Literatürdeki bu ayırım her iki terimin naslarda zikredilmesinden ileri gelmektedir. Sery (geceleyin yürüme, gece yolculuğu yapma) kökünden türeyen isrâ’ Kur’an’da mâzi sîgasıyla yer almış ve sûreye ad olmuştur. Buna göre Allah, kudretinin işaretlerini göstermek için kuluna (Hz. Peygamber) Mescid-i Harâm’dan çevresi mübarek kılınan Mescid-i Aksâ’ya geceleyin bir seyahat yaptırmıştır (el-İsrâ 17/1). Mi‘rac kelimesi Kur’an’da geçmemekle birlikte çoğul şekli olan meâric “yükselme dereceleri” mânasında Allah’a nisbet edilmiştir (el-Meâric 70/3). Ayrıca “merdiven” anlamında meâric bir âyette ve urûc kökünden türemiş fiiller çeşitli âyetlerde yer almaktadır (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “ʿarc” md.).
Semaya yükseliş tasavvuru eski Hint ve İran mitolojileriyle diğer dinlerde de mevcuttur. Yahudi geleneğinde İdrîs, İbrâhim, Mûsâ ve İşâyâ gibi peygamberlerle bazı tarihî şahsiyetlerin yeryüzünden ilâhî âlemlere çıktığına inanılır. Özellikle melek Yahoel tarafından semavî bir vasıtayla bulut içinde göğe yükseltilen Hz. İbrâhim’in rabbinin tahtını müşahede edişiyle ilgili tasvirlere sonraki yahudi literatüründe rastlanmaktadır. Hıristiyanlık inancına göre Hz. Îsâ çarmıha gerildikten sonra mezarından çıkıp ilâhî âleme yükselmiştir (Matta, 28/1-7; Markos, 16/19). Ayrıca Pavlus’un Kudüs’e doğru giderken melek eşliğinde göğe yolculuk yaptığı rivayet edilir (Gündüz v.dğr., s. 59-60).
@@helixhelix6979 Hadis kaynakları ile siyer ve delâil kitaplarında isrâ ve mi‘racla ilgili birçok rivayet mevcuttur. Buhârî ve Müslim’de yer alan rivayetlerin ortak noktalarına göre olay şu şekilde cereyan etmiştir: Bir gece Resûlullah, Kâbe’de Hicr veya Hatîm denilen yerde iken -bazı rivayetlerde uykuda bulunduğu sırada veya uyku ile uyanıklık arası bir halde- Cebrâil geldi; göğsünü açtı, zemzemle yıkadıktan sonra içine iman ve hikmet doldurup kapattı. Burak adlı bineğe bindirip Beytülmakdis’e götürdü. Resûl-i Ekrem Mescid-i Aksâ’da iki rek‘at namaz kılıp dışarı çıktığında Cebrâil biri süt, diğeri şarap dolu iki kap getirdi. Resûlullah süt dolu kabı seçince Cebrâil kendisine “fıtratı seçtin” dedi, ardından onu alıp dünya semasına yükseltti. Semaların her birinde sırasıyla Âdem, Îsâ, Yûsuf, İdrîs, Hârûn ve Mûsâ peygamberlerle görüştü; nihayet Beytülma‘mûr’un bulunduğu yedinci semada Hz. İbrâhim’le buluştu. Sidretü’l-müntehâ denilen yere vardıklarında yazıcı meleklerin kalem cızırtılarını duydu ve Allah’ın huzuruna çıktı. Burada Cenâb-ı Hak elli vakit namazı farz kıldı. Dönüşte Hz. Mûsâ, elli vakit namazın ümmetine ağır geleceğini söyleyip Allah’tan onu hafifletmesini istemesini tavsiye etti. Namaz beş vakte indirilinceye kadar Hz. Peygamber’in huzûr-i ilâhîye müracaatı ve Mûsâ ile diyalogu devam etti (Buhârî, “Ṣalât”, 1, “Tevḥîd”, 37, “Enbiyâʾ”, 5, “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7, “Menâḳıb”, 24, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 42; Müslim, “Îmân”, 259, 262-263, “Feżâʾil”, 164; değerlendirme için aş.bk.). Bir rivayete göre Resûl-i Ekrem’e mi‘racda Bakara sûresinin son âyetleri indirilmiş ve Allah’a ortak koşmayanların affedileceği müjdesi verilmiştir (Müsned, I, 422; Müslim, “Îmân”, 279). Ancak bazı âyetlerin ayrı olarak nâzil olmasının Kur’an’ın Cebrâil tarafından indirilmesi gerçeğine aykırı düşeceği ve bu tür rivayetlerin âyetlerin faziletine hamledilmesi gerektiği belirtilmiştir (Akpınar, sy. 1 [1996], s. 95-101).
@@helixhelix6979 Mi‘racla ilgili rivayetlerde bazı farklılıklar mevcuttur. Meselâ sahih rivayetlerin bir kısmında doğrudan Mescid-i Harâm’dan semaya yükseliş anlatılır (Buhârî, “Ṣalât”, 1; “Tevḥîd”, 37; “Enbiyâʾ”, 5; “Bedʾü’l-ḫalḳ”, 7). Ancak isrâ ve mi‘racın aynı gecede gerçekleştiği kabul edilip rivayetlerin bütünü göz önüne alındığında Resûl-i Ekrem’in Mescid-i Aksâ’ya uğradığı ve burada içlerinde İbrâhim, Mûsâ ve Îsâ’nın da bulunduğu peygamberler topluluğuna namaz kıldırdığı anlaşılmaktadır (Müslim, “Îmân”, 259; İbn Hişâm, II, 37-38). Diğer bazı haberlere göre de Resûlullah olayı Mekke’de haber verdiği zaman Kureyş kabilesi kendisini yalanlayıp Mescid-i Aksâ hakkında sorular sorunca Allah ona mescidi göstermiş ve böylece sorulara cevap vermiştir (Müsned, I, 309; Buhârî, “Menâḳıbü’l-enṣâr”, 41). Mi‘racla ilgili haberlerde mevcut ayrıntılı tasvirler arasında (meselâ bk. Beyhakī, II, 362, 398) zayıf rivayetlerin bulunduğu bildirilmektedir (İbn Kesîr, Tefsîrü’l-Ḳurʾân, III, 22).
Kaynaklarda mi‘racın vukuu hakkında bazı tarihler verilmekle beraber (Nüveyrî, XVII, 283-284; Kastallânî, VI, 3-4) en sahih kabul edilen rivayet bunun müslümanların Birinci ve İkinci Habeşistan hicretlerinden sonra, Hz. Hatice ve Ebû Tâlib’in vefatlarını takip eden dönemde hicretten bir yıl önce meydana geldiği şeklindeki nakildir (İbn Kesîr, es-Sîre, II, 93, 107). Rebîülevvel veya ramazan ayından bahseden rivayetler varsa da müslümanların çoğunluğu mi‘racı Receb ayının 27. gecesinde kutlamaktadır.
Mi‘rac hadisesinde önemli yer işgal eden Mescid-i Aksâ’nın hangi mescid olduğu hususunda âyetlerde açıklama yapılmamış, sadece çevresinin mübarek kılındığı belirtilmiştir. Mescid-i Aksâ’nın “uzak mescid” anlamına geldiği halbuki Kur’an’da Filistin için “edne’l-arz” (en yakın yer) ifadesinin kullanıldığı (er-Rûm 30/3) belirtilerek Mescid-i Aksâ’nın semavî bir mescid olması ihtimali üzerinde durulmakla birlikte (Muhammed Hamîdullah, I, 93), hem tarihî veriler hem de âyetteki ifadeler dikkate alındığında söz konusu mâbedin tarihî bir gerçekliğinin bulunduğu anlaşılmaktadır. O dönemlerde mescidin mevcut olmaması daha önceleri Kudüs’te Mescid-i Aksâ’nın bulunmadığını göstermediği gibi Mescid-i Aksâ’nın müslümanların ilk kıblesi olduğu da bilinen bir husustur. Bir hadiste de belirtildiği gibi Resûlullah dönemindeki Kâbe Hz. İbrâhim’in kurduğu binadan farklıdır (Buhârî, “Ḥac”, 42; Müslim, “Ḥac”, 398-405). Öyle anlaşılıyor ki semavî dinlerde tevhid inancı açısından ibadetlerin ifası sırasında müminlerin yöneldiği mekân (kıble) bir amaç değil bir araçtır. Bu mekânın üzerindeki binanın yüzyıllar içinde yıkılıp yeniden yapılması veya zaman zaman mevcut olmaması mekânın mânevî konumunu etkilemez.
1, 2.Battığı zaman yıldıza andolsun ki, arkadaşınız (Muhammed haktan) sapmadı ve azmadı.
3.O, nefis arzusu ile konuşmaz.
4.(Size okuduğu) Kur'an ancak kendisine bildirilen bir vahiydir.
5, 6, 7.(Kur'an'ı) ona, üstün güçlere sahip, muhteşem görünümlü (Cebrail) öğretti. O, en yüksek ufukta bulunuyorken (aslî sûretine girip) doğruldu.
8.Sonra (ona) yaklaştı derken sarkıp daha da yakın oldu.
9.(Peygambere olan mesafesi) iki yay aralığı kadar, yahut daha az oldu.
10.Böylece Allah kuluna vahyedeceğini vahyetti.
11.Kalp, (gözün) gördüğünü yalanlamadı.
12.(Şimdi siz) gördüğü şey hakkında onunla tartışıyor musunuz?
13.Andolsun ki, o, Cebrail'i bir başka inişte daha (aslî suretiyle) görmüştü.
14.Sidretü'l Müntehâ'nın yanında.
15.Me'va cenneti onun (Sidre'nin) yanındadır.
16.O zaman Sidre'yi kaplayan kaplamıştı.
17.Göz (gördüğünden) şaşmadı ve (onu) aşmadı.
18.Andolsun, o, Rabbinin en büyük alametlerinden bir kısmını gördü.
Necm Suresi ile İsra olayının hiçbir alakası yoktur.
Miraç hadisleri ile Kur’an ayetleri arasında ciddi problemler vardır. Şöyle ki; Miraç olayında geçen “sidre-i münteha, kab-ı kavseyn” gibi kavramlar Necm suresinden alınmadır. Oysa Necm suresi bisetin 3. veya 4. senesi inmiştir. Yani İsra ve Miraç olayından en az sekiz sene önce nazil olmuştur. Bu nedenle Necm suresinin kendisinden sekiz sene sonra olacak bir olayı anlatması düşünülemez. Sonra inenler öncekileri açıklar. Necm suresinde anlatılan, Peygamberin Cebrail’i görmesidir. Kur’an’ın hiçbir ayetinde Peygamberin Allah’ı gördüğüne, göğe çıktığına, O’nunla konuştuğuna dair tek bir ayet yoktur. Hatta ima bile yoktur.
Bisetin nübüvvet in mi demeekti
@@kamuranyldz9862 Evet, bis'et Hz. Muhammed'in peygamber olduğunu söylediği tarih demektir.
Ağzına sağlık güzel anlattın
Peygamberin Miraç Mucizesi ile ilgili ayetler
► Ayetlerimizin bir kısmını kendisine göstermek için bir gece kulunu Mescid-i Haram’dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksa’ya götüren (Allah) tüm eksikliklerden münezzehtir. O, (işiten ve dualara icabet eden) Es-Semi’, (her şeyi gören) El-Basîr’dir. (17/İsrâ 1)
► Battığı zaman yıldıza andolsun ki, (53/Necm 1)
► Arkadaşınız sapmadı ve azgınlaşmadı. (53/Necm 2)
► O, hevadan konuşmaz. (53/Necm 3)
► (Onun konuştukları,) kendisine vahyedilen vahiyden başkası değildir. (53/Necm 4)
► Ona (Kur’ân’ı), çetin güç sahibi (Cibril) öğretti. (53/Necm 5)
► O, büyük bir kuvvete sahiptir. Hemen doğruldu. (53/Necm 6)
► O, en yüce ufuktaydı. (53/Necm 7)
► Sonra (Muhammed’e) iyice yakınlaşmak için yanaştı. (53/Necm 8)
► Böylece iki yay boyu veya daha yakın (bir mesafe kaldı aralarında). (53/Necm 9)
► (Allah,) kuluna vahyedeceğini vahyetti. (53/Necm 10)
► Kalp gördüğünde yanılmadı. (53/Necm 11)
► Siz (buna rağmen), gördüğü hakkında onunla tartışacak mısınız? (53/Necm 12)
► Andolsun ki onu, bir diğer inişte de görmüştü. (53/Necm 13)
► Sidret-i Münteha’nın yanında. (53/Necm 14)
► Onun hemen yanında Me’va Cenneti vardır. (53/Necm 15)
► O vakit Sidre ağacını (kimsenin kelimelerle tarif edemeyeceği güzellikler) bürüyordu. (53/Necm 16)
► Göz (edebinden dolayı sağa sola) kaymadı, (görmesi gerekenin dışına da) taşmadı. (53/Necm 17)
► Andolsun ki O, Rabbinin en büyük ayetlerinden bazısını gördü. (53/Necm 18)
Allah'ın ayetlerini çarpıtmaya çalışırlar
Araf Suresi, 86. ayet: "O'na iman edenleri tehdit ederek, Allah'ın yolundan alıkoymak için ve onda çarpıklık arayarak (böyle) her yolun (başını) kesip-oturmayın. Hatırlayın ki siz azınlıkta (ve güçsüz) iken O, sizi çoğalttı. Bozgunculuk çıkaranların nasıl bir sona uğradıklarına bir bakın."
Yunus Suresi, 21. ayet: İnsanlara, şiddetli bir sıkıntı dokunduktan sonra, bir rahmet dokundurduğumuz zaman, ayetlerimiz konusunda hileli bir düzen kurmak (bir entrika çevirmek) onlar için (bir alışkanlık ve kötü bir edinim)dir. De ki: "Düzen kurmada (karşılık vermede) Allah daha hızlıdır. Şüphesiz, Bizim elçilerimiz, sizin 'geliştirmekte olduğunuz düzenleri' yazmaktadırlar."
Hud Suresi, 19. ayet: Bunlar Allah'ın yolundan engelleyenler ve onda çarpıklık arayanlardır. Onlar, ahireti tanımayanlardır.
İbrahim Suresi, 13. ayet: İnkar edenler, resullerine dediler ki: "Muhakkak (ya) sizi kendi toprağımızdan süreceğiz veya dinimize geri döneceksiniz." Böylelikle Rableri kendilerine vahyetti ki: "Şüphesiz Biz, zulmedenleri helak edeceğiz.
Hac Suresi, 51. ayet: Ayetlerimiz konusunda acze düşürücü çabalar harcayanlar, alevli ateşin halkıdır.
Allah'ın ayetlerine karşı büyüklenme içindedirler
Bakara Suresi, 206. ayet: Ona: "Allah'tan kork" denildiğinde, büyüklük gururu onu günaha sürükler, kuşatır. Böylesine cehennem yeter; ne kötü bir yataktır o.
Nisa Suresi, 172. ayet: Mesih ve yakınlaştırılmış (yüksek derece sahibi) melekler, Allah'a kul olmaktan kesinlikle çekimser kalmazlar. Kim O'na ibadet etmeye 'karşı çekimser' davranırsa ve büyüklenme gösterirse (bilmeli ki,) onların tümünü huzurunda toplayacaktır.
Araf Suresi, 36. ayet: Ayetlerimizi yalanlayanlar ve onlara karşı büyüklenenler, işte onlar ateşin arkadaşlarıdır; onda sonsuzca kalacaklardır.
Araf Suresi, 75. ayet: Kavminin önde gelenlerinden büyüklük taslayanlar (müstekbirler), içlerinden iman edip de onlarca zayıf bırakılanlara (müstaz'aflara) dediler ki: "Salih'in gerçekten Rabbi tarafından gönderildiğini biliyor musunuz?" Onlar: "Biz gerçekten onunla gönderilene inananlarız" dediler.
Araf Suresi, 76. ayet: Büyüklük taslayanlar (müstekbirler de şöyle) dedi: "Biz de, gerçekten sizin inandığınızı tanımayanlarız."
Hac Suresi, 72. ayet: Onlara karşı apaçık olan ayetlerimiz okunduğu zaman, sen o inkar edenlerin yüzlerindeki 'red ve inkarı' tanıyabilirsin. Neredeyse, kendilerine karşı ayetlerimizi okuyanın üzerine çullanıverecekler. De ki: "Size, bundan daha kötü olanını haber vereyim mi? Ateş... Allah, onu inkar edenlere va'detmiş bulunmaktadır; ne kötü bir duraktır."
Furkan Suresi, 21. ayet: Bize kavuşmayı ummayanlar, dediler ki: "Bize meleklerin indirilmesi ya da Rabbimiz'i görmemiz gerekmez miydi?" Andolsun, onlar kendi nefislerinde büyüklüğe kapıldılar ve büyük bir azgınlıkla baş kaldırdılar.
Furkan Suresi, 60. ayet: Onlara: "Rahman (olan Allah)a secde edin" denildiği zaman, "Rahman da neymiş? Biz senin bize emrettiğine mi secde edecek mişiz?" derler ve (bu,) onların nefretini arttırır.
Neml Suresi, 14. ayet: Vicdanları kabul ettiği halde, zulüm ve büyüklenme dolayısıyla bunları inkar ettiler. Artık sen, bozguncuların nasıl bir sona uğratıldıklarına bir bak.
Casiye Suresi, 8. ayet: Kendisine Allah'ın ayetleri okunurken işitir, sonra müstekbirce (inatla büyüklük taslayarak) sanki işitmemiş gibi ısrar eder. Artık sen onu acı bir azapla müjdele.
El İsra suresinin ilk ayeti Abdulmalik bin Mervan Kudüs da AL Aksa camisini yaptıktan sonra yazılmış, Bunun inkar edilemez ispatı bu ayetin Al Aksa camisinden söz etmesi dır çünkü Peygamberin hayatta olduğu dönem de Kudüs da Al Aksa camisinin olmamasıdır, Al Aksa camisi Peygamberin vefatından 220 sene sonra yapıldı .
cahil adam arastir bakalim kudus bir camii mi yoksa bir bolge mi
Ayasofya bile peygamberimizden önce yapılmış, sanki o zaman hristiyanlığın merkezi filistinde mescid yokmuş gibi aptalca bir iftiraya yelteniyorsun. Çüşşş.
aksa cami değil o.kubbetil sahra.aksa denen yapıyı hz süleyman yaptı yani süleyman tapınağını bir parçası.kudüs yahudilerindir ve müslümanlıkla hiç alakası yoktur.
Allah uyandirsin
Sanki yapımcı anlatıyor mustifa ilk defa duyuyor. Tiyatro oynuyorlar dini tahrifte stand up yapıyorlar
Abdulrezzakin musannefinde yok.iki dk sonra abdurrezzakin musannefin tefsir bölümünde var...adam konuşurken bi dk önce söylediğini bi dk sonra kendi yalanlıyor....
Ebu Hüreyre 90 yaşinda
Sayın İsrafil balcı hoca
Konu dışı ama
Sevdim seni mabuduma canan diye
Başlayan güya ilahi ne anlama geliyor
1.Mabut ne
2.canan ne
YANILMIYORSAM
mabut, Allah
Canan ,erkeğin eşi anlamına geliyor
Diyanetinden,hacısından,hocasına herkes bu sözleri ilahi diye okuyor
Sapıklık had safhada
Bu ilahi denen şirk sözlere bi dokunsanız
Yoksa benmi yanılıyorum?😢
Kendine Kuranı yorumlayın isra süresini herhalde Kuranda sayıyorsunuz galiba
Ben boşuna ateist oldum o zaman yaw. Ciddi ciddi dinledikçe islama ısınıyorum. Bu saçmalıklar beni ateist etmişti. Çocuk masallarına inanmam bana gerçek lazım derdim hep. Ama zaten böyle masallar yokmuş.
Allahla çay kahvede içiyorlar allahla musa
Allah C. C sizi nasil biliyorsa öyle yapsin. Din düsmanlari.
Sonunda abuk sabuk konuşarak hilal tv i kapattiniz iyi de oldu böyle devam edin
Tebrikler
Tehlike
Bu kanala sahip çıkamadık ya yazık bize
Miraç bahsini Risale i nur dan öğrenin. Miraç haktır. Allah sizi miraca iman etmeniz için zorlamaz.Sizin bilmemeniz inanmamanız biz müminleri bağlamaz.
Kuran dururken neden Risalei nurdan öğrenelim
O zaman milyonlarca dini kitap boşuna yazıldı.
@@burhanbulut2278 Milyonlarca dini kitap boşuna yazılmadı... Eğer içeriği Kurana zıt değilse sıkıntı yok ama maalesef Milyonlarca dini kitap ların çoğu Kuranda olmayaan ve Kurana ters rivayetlerle dolu... İslamı sadece Kurandan öğrenmeliyiz... Diğer dini kitapları elbette okumalıyız ama önce Kuran... Biz ne yaptık bu güne kadar sadece rivayet leri okuduk Kuran ı arapça okuduk anlamadan... Kuranda geçen ile bize anlatılan Miraç çok farklı, Biz şimdi hangisine bakacaz...Tabiki Kurana....
@@userrating815 Evet haklısın hepsi doğru demek değil. Burada ölçü sünnet i Seniye. Risaleler sünnete uygun..islam alimleri onaylı. Sünnete uygun olduğu için diyanetde basıyor. Ama sen bilirsin. Risale i nur hakikatlı bir Kuran tefsiri. Kuran denizinden bir damla sadece. Büyük alimler Kurandan anladıkları manaları kitaba dökmüşler. Her büyük alimin kitapları vardır. Bize kolaylık olsun diye. Tabiki maksat Kuranı anlamak. Risale okurken Kuranın büyüklüğünü mucizeliğini daha iyi anladım. Daha fazla Kuran okuma iştiyakı geldi. Allah sizleri ve bizleri Kurandan ayırmasın. Amin
@@burhanbulut2278 Allah cümlemize hidayet versinn.
Miraç uydurmayın resülüllahın buna ihtiyacı yok hocalarımız doğru söylüyor mehdi veya isa gelmeyecek kuran mehdi dir isa as gelmeyecek Muhammet Mustafa son peygamber dir nokta kuran yeterlidir
mekke ile ci'rane mescidi arası mesafe google mapste 28 km, yürüme 6 saatlik yol, gidiş geliş 12 saat, bir gecede olması mümkün,
Dönüşten bahsetmiyor ayet belki ertesi gün döndü, bunu unutmamalı.
@@hakanhakan2140 kimse merak etmedi mi peygamber nerde diye ertesi gün döndüyse
Anlatım tarzları bile dalga geçer gibi
İnanma konusun da hiiiiçççç bi sıkıntımız yokta siz niye hadisleri göz ardı ediyorsunuz 1400 küsür senedir alimler bunları bulamadı da sizmi buldunuz🤔
Hadis reddi golaylarına geliyoru şincilik
🐶🐶🐶havlama kanalı hilal tv avareleri
❤
Allah sizin gibileri ıslah etsin
Allah bunların şerrinden korusun bizleri. Doğru bilgileri hatırına dahi zinhar dinlememek lazım. Zira bir yanlış bütün doğruları götürür, hebaen mensura.
Araştır o zaman adam doğru söylüyor yanlış mı
@@oguzhan8648 bunlara prof unvanı kim veripte piyasaya ne karşılığı sürüyor anlamıyorum. Dini olan bir kimseye profesörlük verilmez diyen bir sistemden ne beklersin. Din bilimsel değilmiş çünkü. Ne kadar bozarsan o kadar büyük profsun.
Adamlar doğru söylüyor. Bu kişiler profesör seni 10 defa cebinden çıkartır.
Miraç denen olay Zerdüştlük'ten İslam'a uyarlanan bir şeydir. Peygamber efendimiz hiçbir zaman bedeniyle Kudüs'e gittiği, oradan da göğe yükselip miraca çıktığı yönünde bir şey söylememiştir. Allah'ı gözüyle gördüğünü de söylememiştir. İsra Suresi 60. ayete bakarsanız bunu Kur'an da söylüyor. zaten.
@@mehmetnurigomuk875 Isrâ Sûresi / 1.Ayet
1. Kulu geceleyin Mescid-i Haram’ dan, çevresini bereketli kıldığımız Mescid-i Aksâ’ya* götüren (Allah’)ın şânı yüce (ve her türlü noksanlıktan uzak)tır. (Bunu,) kendisine âyetlerimizden bir kısmını gösterelim diye (yaptık). Şüphesiz O, (evet) O, hakkıyla işitendir, görendir.
Ve Necm suresini oku.
Sende bu bozuklara aldanıp heba olanlardansın eğer tevbe etmezsen.
elifi görseniz mertek zandedersiniz bırakın ilim adamları ile dalaşmayı iman edin mümin olun
İSRA VE MİRAÇ HADİSESİ
Peygamberimiz bu hâdiseyi şöyle anlatırlar:
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim... Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselam- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
«−Gelen kim?» denildi.
«−Cibrîl!» dedi.
«−Berâberindeki kim?» denildi.
«−Muhammed» dedi.
«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
«−Evet!» dedi.
«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı. Kapıdan geçince, orada Hz. Âdem’i -aleyhisselam- gördüm.
«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi. Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:
«−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!” dedi. Sonra Hz. Cebrâîl -aleyhisselam- beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hz. Yahyâ ve Îsâ -aleyhisselam- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı. Sonra Cebrâîl -aleyhisselam- beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hz. Yûsuf -aleyhisselam- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hz. İdrîs -aleyhisselam- ile, beşinci kat semâda Hz. Hârûn -aleyhisselam- ile, altıncı kat semâda ise Hz. Mûsâ -aleyhisselam- ile karşılaştık.
«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Ben onu geçince, ağladı. O’na:
«-Niye ağlıyorsun?» denildi.
«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı Peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.[3] Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselam- ile karşılaştık. Cebrâîl -aleyhisselam-:
«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi. Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:
«−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih Peygamber hoş geldin!» dedi. Daha sonra bana:
«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de Cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi. Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi. Cebrâîl -aleyhisselam- bana:
«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi. Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.
«-Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum. Cebrâîl -aleyhisselam-:
«-Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!»[4] dedi...” (Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418) Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselam-:
“-Ey Allâh’ın Resûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi. Resûlullâh:
“-Niçin ey Cibrîl?” diye sordu. O da cevâben:
“-Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)
Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Resûlü yalnız devâm etti. Kendisine hârikulâde tecellîler lutfedildi. Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu. Bu yolculuktaki hârikulâdeliklerin lâyıkıyla ifâdeye dökülmesi, hayâl ötesi bir hakîkati, beşer idrâkinin çerçevesine sığdırmaya çalışmak gibi zor bir keyfiyettir. Hakîkati ve asıl mâhiyeti Allâh ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler, tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir.
Bununla birlikte, Allâh ile O’nun yüce Peygamberi arasındaki bu muhteşem esrâr tecellîsi, vahye muhâtab olanlara Rabbin sonsuz kudret, azamet ve saltanatını sergilemektedir. Ayrıca Miraç hâdisesi, Hz. Peygamber Efendimiz’in son olarak Tâif’te mâruz kaldığı zulümler netîcesinde kalbini dolduran hüznü, sürûra tebdîl etmek maksad-ı ilâhîsine de mâtuftur.
Aslında zaman ve mekân kaydı dışında gerçekleşen bu ilâhî tecellînin, insan müfekkiresi için tamâmının kavranması imkânsızdır. Böyle beşer idrâkini aşan hassas ve müstesnâ mevzûlarda muhayyileyi zorlamak menedilmiştir. Hâsılı, Peygamber Efendimiz, bütün peygamberler hakkında vâkî olan ilâhî lutufları aşan müstesnâ bir ikrâm-ı ilâhî ile Miraç’ta Zât-ı Ulûhiyyet’e mahsus zamansız ve mekânsız bir âlemde:
“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) diye bilinen bir tecellîye muhâtab olmuştur.
Bu tecellînin bir zerresini müşâhede etmekle, ülü’l-azm peygamberlerden olmasına rağmen Hz. Mûsâ’nın -aleyhisselam- düşüp bayıldığı hatırlanırsa, Peygamberimizin Allâh katındaki ulvî mevkii ve kendisine lutfedilmiş husûsî salâhiyet ve iktidârın derecesi az-çok kavranmış olur.
Diğer taraftan Hz. Mûsâ’ya -aleyhisselam-, mukaddes mekânda nâlinlerini (ayakkabılarını) çıkarması emredilmiş ve ayaklarının, oranın bereketinden istifâde edip, şerefiyle şerefyâb olması istenmişti. Fakat Resûlullâh Efendimiz’e Miraç gecesi bir bakıma:
“Ey Habîbim! Sen Arş yaygısı üzerinde pabuçlarınla yürü ki, Arş, Sen’in pabuçlarının tozu ile şereflensin ve Arş’ın nûru, Sana kavuşma nîmetine nâil olsun!..” denilmiş olmaktaydı. (Bursevî, V, 370)
Allah yok etsin hadis inkarcilarni
Simdi sen muslumanmisin Elestirebilirsin allah yok etsin ne demek allah akil fikir versin de isde sakalli cuppelililerden ogrendiginiz din bu sizin
bırakın bu işleri en hakiki mürşit ilimdir
Buda din düşmanlarının lafidr
Sen o şahsın son meclis konuşmasını dinledin mi,ey Müslüman?
Ha Müslüman değilim diyorsan o başka...
Mürşid ilimdir de ilimi nereden alacaksın? Gökten sana mı inecek, içgüdüsel mi ana karnında kalıtsal mı? Okullar öğretmenler ustalar ne için var? Mürşid öğretmendir, ustadır, tekkeler okuldur. Ama ben mürşidim şeyhim diyene bakma. Gözü açık ve istekli(talebe) olmak gerekiyor. O zaman bulursun mürşid.
Siz neden miraca Efendimizin miraca çıktığına inanmakta zorlanıyorsunuz. Açıkça inkara gidiyorsunuz. Dikkat edin.
muhteşem bir anlatım .mitoloji islamda eğemen olmuş sırat köprüsü sur adlı düdüğe üflenip kıyamet kopması gibi.
Ayetten de mi haberin yok, Zümer suresi 68.
Allah akil fikir size versin
İsra suresinin ilgili ayet çok açık. Peygambwrimizin Allah katına çıktığı yok zaten. Gereksiz uzun bir anlatım olmuş. Bir de öğle uykusu rüyası nerden çıktı anlaşılmadı. Allah Mescidi aksa ya gece yolculuğundan bahsediyor. Miraç Allah katına yükselmek anlamında ise miraç diye bir husus Kuran da yok.
Körler sağırlar birbirini ağırlar....:))))))))))))))))))))))))
İranda bunu eğitip memleketime salmışlar.
Allah hidayet versin size
Allah razı olsun hocam hikaye leştirmeye gerek yok Rabbimizin bize dediği gibi akletmezmisiniz iman etmemiz için peygamberimizin peygamberlik belgesi yeterlidir bu da kur andır