Harika bir şiir,harika bir yorum,kurtuluş savaşının kahramanlarının yazdığı müthiş destan ,onu bize anlatan büyük ozan Nazım Hikmet ran .sana ve destanın kahramanlarına minnettarız rununuz saat mekanınız cennet olsun. Teşekürler büyük usta Genco Erkal.
Harika demek İhtişamı karşısında eksik kalır Başka da kelime yok denecek, olsa da benzer anlamda bir kaç söz Harika, müthiş, fevkalade olağanüstü,inanılmaz Tek kelimeyle harika. Zira, Bizim Mücadelimizdi Milli Mücadele Hilafeçi, halifeci din adamı eyyamcıların olsa da matemi, kutlayacağımız zafer bayramıdır, İçimizdeki hain,arsız,isbirlikcilerinse matemi, dünkü ihanetin, bugün vücut bulmuş hali tepemizde tepinse de, yok olacaktır bu süflı takkeli ayaktakımı, tarih diyor bu kehaneti.
Bir sıkıntı halinde birisi Allah büyüktür dediği anda tekne de küçüktür diye tamamlıyorum. Öyle ya da böyle hepimizin teknesi küçük. Ve malum olmuyor kimseye bir sonraki yaşayacakları. Arhavili İsmail’in hikayesi hep hüzünlü gelmiştir bana.....
Ateşi ve ihaneti gördük. Düşman ordusu yine başladı yürümeğe. Akhisar, Karacabey, Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu, çarpışarak çekildik... 920'nin 29 Ağustos'u : Uşak düştü. Yaralı ve dehşetli kızgın fakat toprağımızdan emin, Dumlupınar sırtlarındayız. Nazilli düştü. Ateşi ve ihaneti gördük. Dayandık dayanmaktayız. 1920 Şubat, Nisan, Mayıs, Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı : İçimizde Hilâfet Ordusu, Anzavur isyanları. Ve aynı sıradan, 3 Ekim Konya. Sabah. 500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş girdi şehre. Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler. Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp ölümlerine giderken terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler. Ve 29 Aralık Kütahya : 4 top ve 1800 atlı bir ihanet yani Çerkez Ethem, bir gece vakti kilim ve halı yüklü katırları, koyun ve sığır sürülerini önüne katıp düşmana geçti. Yürekleri karanlık, kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü, atları ve kendileri semizdiler... Ateşi ve ihaneti gördük. Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil. Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil, inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle, silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan. Beygirler çirkindiler, bakımsızdılar, hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi. Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı. İnsanlar uzun asker kaputluydu, yalnayaktı insanlar. İnsanların başında kalpak, yüreklerinde keder, yüreklerinde müthiş bir ümit vardı. İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler. İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla köy odalarında unutulmuştular. Ve orda sargı, deri ve asker postalları halinde yan yana, sırtüstü yatıyorlardı. Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden eğrilip bükülmüştü ve avuçlarında toprak ve kan vardı. Ve asker kaçakları, korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı. Acıkmıştılar, merhametsizdiler, bedbahttılar. Şosenin ıssız beyazlığına inip nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için deviriyorlardı uçurumlara : şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları. Ve çok uzak, çok uzaklardaki İstanbul limanında, gecenin bu geç vakitlerinde, kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları : hürriyet ve ümit, su ve rüzgârdılar. Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar. Tekneleri kestane ağacındandı, üç tondan on tona kadardılar ve lâkin yelkenlerinin altında fındık ve tütün getirip şeker ve zeytinyağı götürürlerdi. Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı. Şimdi, denizde bir insan sesinin ve demirli şileplerin kederlerini ve Kabataş açıklarında sallanan saman kayıklarının fenerlerini peşlerinde bırakıp ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp küçük, kurnaz ve mağrur gidiyorlardı Karadeniz'e. Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki bunlar uzun eğri burunlu ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin zaferi için hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler... Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan baltabaş gemi İngiliz torpitosudur. Ve dalgaların üstünde sallanarak alev alev yanan : Şaban Reisin beş tonluk takası. Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında, gecenin karanlığında, dalgalar minare boyundaydılar ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu. Rüzgar : yıldız - poyraz. Esirlerini bordasına alıp kayboldu İngiliz torpitosu. Şaban Reisin teknesi ateşten diregiyle gömüldü suya. Arheveli İsmail bu ölen teknedendi. Ve şimdi Kerempe Fenerinin açığında, batan teknenin kayığında emanetiyle tek başınadır, fakat yalnız değil : rüzgârın, bulutların ve dalgaların kalabalığı, İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu. Arheveli İsmail kendi kendine sordu : «Emanetimizle varabilecek miyiz?» Kendine cevap verdi : «Varmamış olmaz.» Gece, Tophane rıhtımında Kamacı ustası Bekir Usta ona : «Evlâdım İsmail,» dedi, «hiç kimseye değil,» dedi, «bu, sana emanettir.» Ve Kerempe Fenerinde düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde, İsmail, reisinden izin isteyip, «Şaban Reis,» deyip, «emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip atladı takanın patalyasına, açıldı. «Allah büyük ama kayık küçük» demiş Yahudi. İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi, bir sağnak daha, peşinden üç-kardeşler. Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer alabora olacaktı. Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor. Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor : Sıvastopol'a giden bir geminin sancak feneri. Elleri kanayarak çekiyor İsmail kürekleri. İsmail rahattır. Kavgadan ve emanetinden başka her şeyin haricinde, İsmail unsurunun içinde. Emanet : bir ağır makinalı tüfektir. Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini ta Ankara'ya kadar gidip onu kendi eliyle teslim edecektir. Rüzgâr bocalıyor. Belki karayel gösterecek. En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil. Fakat İsmail ellerine güvenir. O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini aynı emniyetle tutarlar. Rüzgâr karayel göstermedi. Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi düştü. İsmail beklemiyordu bunu. Dalgalar bir müddet daha yuvarlandılar teknenin altında sonra deniz dümdüz ve simsiyah durdu. İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri. Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine. Bir ürperme geldi İsmail'in içine. Ve bir balık gibi ürkerek, bir sandal bir çift kürek ve durgun ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı. Ve birdenbire öyle kahrolup duydu ki insansızlığı yıldı elleri, yüklendi küreklere, kırıldı kürekler. Sular tekneyi açığa sürüklüyor. Artık hiçbir şey mümkün değil. Kaldı ölü bir denizin ortasında kanayan elleri ve emanetiyle İsmail. İlkönce küfretti. Sonra, «elham» okumak geldi içinden. Sonra, güldü, eğilip okşadı mübarek emaneti. Sonra... Sonra, malûm olmadı insanlara Arhaveli İsmail'in âkıbeti...
Evet Memleketimden insan mazaralarin da geciyor.Yemek vagonun da bir garson ve bir yolcu arasinda gecen sohbet gibi Kuvayi Milliye Destani olarak anlatiliyor.
Böyle guzel birsey varmi nazim yazmis genco.erkal okumus nuri kurtcebe çizmiş. Tarihi yaşatan böyle birşey var mı. ¿
O kadar etkilendim ki. Bugünü yaşadığıma utanıyorum. Namus, şeref ve kahramanlık o günlerde kalmış.
Saygı, sevgi size. İnsanlığımdan utandım. Bu Vatan size minnettardır. Nazım Hikmet ve Genco Erkal ne güzel anlatmışlar.
Túylerim ürperdi... müthiş ....
boğazım düğümlenerek izledim ve bu gün SUSAN, BAŞ EĞEN çoğunluktan utanarak !
Genco hoca öyle bir okuyorki sanki o anı yaşıyor insan
Muhterem buyuk sair Nazim Hikmet'i herzaman oldugu gibi, simdide sevgi ve saygiyla aniyorum!
ATATÜRK ve bütün ŞEHİTLERİMİZİN “ anne babadan fazla üzerimizde hakları , var.. Can vebali, ödenmez.. Sonsuz..Minnettarız..💙🌹🇹🇷🇹🇷🇹🇷
Yok böyle şiir. Bu muhteşemlik... Bu yücelik. Yok yazılamaz bir benzeri.
Dinlendiren sesinizle muhteşem yorumunuzla şiirleri dinlemek çok mutlu ediyor beni hep var olun Genco Erkal saygılarımla
Nn
Harika bir şiir,harika bir yorum,kurtuluş savaşının kahramanlarının yazdığı müthiş destan ,onu bize anlatan büyük ozan Nazım Hikmet ran .sana ve destanın kahramanlarına minnettarız rununuz saat mekanınız cennet olsun. Teşekürler büyük usta Genco Erkal.
Bu kaçıncı dinleyişim bilmiyorum hiçbiri biri öncekinden daha az etkili değildi. Sağol Nazım Hikmet, Yaşa Genco abi👏
ne korkuçtur düşmek kavganın haricine
Mükemmel bir yorum elinize ve yüreğinize sağlık
“Ateşi ve ihaneti gördük…” diye başlıyor şiir…
-Ateşi ve ihaneti-görmeye halen devam ediyoruz!
Harika demek
İhtişamı karşısında eksik kalır
Başka da kelime yok denecek, olsa da benzer anlamda bir kaç söz
Harika, müthiş, fevkalade olağanüstü,inanılmaz
Tek kelimeyle harika. Zira,
Bizim Mücadelimizdi Milli Mücadele
Hilafeçi, halifeci din adamı eyyamcıların olsa da matemi, kutlayacağımız zafer bayramıdır,
İçimizdeki hain,arsız,isbirlikcilerinse matemi,
dünkü ihanetin, bugün vücut bulmuş hali tepemizde tepinse de, yok olacaktır
bu süflı takkeli ayaktakımı,
tarih diyor bu kehaneti.
Bir sıkıntı halinde birisi Allah büyüktür dediği anda tekne de küçüktür diye tamamlıyorum. Öyle ya da böyle hepimizin teknesi küçük. Ve malum olmuyor kimseye bir sonraki yaşayacakları. Arhavili İsmail’in hikayesi hep hüzünlü gelmiştir bana.....
Müthiş olmuş müthiş
Çok samimi geldi
afferim afferim
trabzonda bunu bilen sayısı 5 i geçsin beni züksünler.
selam len size bin selam
Bizde kahraman biter mi? Ellerinize sağlık.
oku ve ismail biz burdayız bize mail oldu garı biz biliriz rahat uyu(şimdi harhavili) bilemedik beceremeddik ağabeye yalan söylenmez)affey noolur
ÜÇÜNCÜ BAP
YIL 1920
ve
ARHAVELİ İSMAİL'İN HİKÂYESİ
Ateşi ve ihaneti gördük.
Düşman ordusu yine başladı yürümeğe.
Akhisar, Karacabey,
Bursa ve Bursa'nın doğusunda Aksu,
çarpışarak çekildik...
920'nin
29 Ağustos'u :
Uşak düştü.
Yaralı
ve dehşetli kızgın
fakat toprağımızdan emin,
Dumlupınar sırtlarındayız.
Nazilli düştü.
Ateşi ve ihaneti gördük.
Dayandık
dayanmaktayız.
1920 Şubat, Nisan, Mayıs,
Bolu, Düzce, Geyve, Adapazarı :
İçimizde Hilâfet Ordusu,
Anzavur isyanları.
Ve aynı sıradan,
3 Ekim Konya.
Sabah.
500 asker kaçağı ve yeşil bayrağıyla Delibaş
girdi şehre.
Alaeddin tepesinde üç gün üç gece hüküm sürdüler.
Ve Manavgat istikametlerinde kaçıp
ölümlerine giderken
terkilerinde kesilmiş kafalar götürdüler.
Ve 29 Aralık Kütahya :
4 top
ve 1800 atlı bir ihanet
yani Çerkez Ethem,
bir gece vakti
kilim ve halı yüklü katırları,
koyun ve sığır sürülerini önüne katıp
düşmana geçti.
Yürekleri karanlık,
kemerleri ve kamçıları gümüşlüydü,
atları ve kendileri semizdiler...
Ateşi ve ihaneti gördük.
Ruhumuz fırtınalı, etimiz mütehammil.
Sevgisiz ve ihtirassız çıplak devler değil,
inanılmaz zaafları, korkunç kuvvetleriyle,
silâhları ve beygirleriyle insanlardı dayanan.
Beygirler çirkindiler,
bakımsızdılar,
hasta bir fundalıktan yüksek değillerdi.
Fakat bozkırda kişneyip köpürmeden
sabırlı ve doludizgin koşmasını biliyorlardı.
İnsanlar uzun asker kaputluydu,
yalnayaktı insanlar.
İnsanların başında kalpak,
yüreklerinde keder,
yüreklerinde müthiş bir ümit vardı.
İnsanlar devrilmişti, kedersiz ve ümitsizdiler.
İnsanlar, etlerinde kurşun yaralarıyla
köy odalarında unutulmuştular.
Ve orda sargı,
deri
ve asker postalları halinde
yan yana, sırtüstü yatıyorlardı.
Koparılmış gibiydi parmakları saplandığı yerden
eğrilip bükülmüştü
ve avuçlarında toprak ve kan vardı.
Ve asker kaçakları,
korkuları, mavzerleri, çıplak, ölü ayaklarıyla
karanlıkta köylerin içinden geçiyorlardı.
Acıkmıştılar,
merhametsizdiler,
bedbahttılar.
Şosenin ıssız beyazlığına inip
nal sesleri ve yıldızlarla gelen atlıyı çeviriyor
ve Bolu dağında ekmek bulamadıkları için
deviriyorlardı uçurumlara :
şayak, cıgara kâadı, tuz ve sabun yüklü yaylıları.
Ve çok uzak,
çok uzaklardaki İstanbul limanında,
gecenin bu geç vakitlerinde,
kaçak silâh ve asker ceketi yükleyen laz takaları :
hürriyet ve ümit,
su ve rüzgârdılar.
Onlar, suda ve rüzgârda ilk deniz yolculuğundan beri vardılar.
Tekneleri kestane ağacındandı,
üç tondan on tona kadardılar
ve lâkin yelkenlerinin altında
fındık ve tütün getirip
şeker ve zeytinyağı götürürlerdi.
Şimdi, büyük sırlarını götürüyorlardı.
Şimdi, denizde bir insan sesinin
ve demirli şileplerin kederlerini
ve Kabataş açıklarında sallanan
saman kayıklarının fenerlerini
peşlerinde bırakıp
ve karanlık suda Amerikan taretlerinin önünden akıp
küçük,
kurnaz
ve mağrur
gidiyorlardı Karadeniz'e.
Dümende ve başaltlarında insanları vardı ki
bunlar
uzun eğri burunlu
ve konuşmayı şehvetle seven insanlardı ki
sırtı lâcivert hamsilerin ve mısır ekmeğinin
zaferi için
hiç kimseden hiçbir şey beklemeksizin
bir şarkı söyler gibi ölebilirdiler...
Karanlıkta kurşunîi derisi kırmızıya boyanan
baltabaş gemi
İngiliz torpitosudur.
Ve dalgaların üstünde sallanarak
alev alev
yanan :
Şaban Reisin beş tonluk takası.
Kerempe Fenerinin yirmi mil açığında,
gecenin karanlığında,
dalgalar minare boyundaydılar
ve başları bembeyaz parçalanıp dağılıyordu.
Rüzgar :
yıldız - poyraz.
Esirlerini bordasına alıp
kayboldu İngiliz torpitosu.
Şaban Reisin teknesi
ateşten diregiyle gömüldü suya.
Arheveli İsmail
bu ölen teknedendi.
Ve şimdi
Kerempe Fenerinin açığında,
batan teknenin kayığında
emanetiyle tek başınadır,
fakat yalnız değil :
rüzgârın,
bulutların
ve dalgaların kalabalığı,
İsmail'in etrafında hep bir ağızdan konuşuyordu.
Arheveli İsmail
kendi kendine sordu :
«Emanetimizle varabilecek miyiz?»
Kendine cevap verdi :
«Varmamış olmaz.»
Gece, Tophane rıhtımında
Kamacı ustası Bekir Usta ona :
«Evlâdım İsmail,» dedi,
«hiç kimseye değil,» dedi,
«bu, sana emanettir.»
Ve Kerempe Fenerinde
düşman projektörü dolaşınca takanın yelkenlerinde,
İsmail, reisinden izin isteyip,
«Şaban Reis,» deyip,
«emaneti yerine götürmeliyiz,» deyip
atladı takanın patalyasına,
açıldı.
«Allah büyük
ama kayık küçük» demiş Yahudi.
İsmail bodoslamadan bir sağnak yedi,
bir sağnak daha,
peşinden üç-kardeşler.
Ve denizi bıçak atmak kadar iyi bilmeseydi eğer
alabora olacaktı.
Rüzgâr tam kerte yıldıza dönüyor.
Ta karşıda bir kırmızı damla ışık görünüyor :
Sıvastopol'a giden bir geminin
sancak feneri.
Elleri kanayarak
çekiyor İsmail kürekleri.
İsmail rahattır.
Kavgadan
ve emanetinden başka her şeyin haricinde,
İsmail unsurunun içinde.
Emanet :
bir ağır makinalı tüfektir.
Ve İsmail'in gözü tutmazsa liman reislerini
ta Ankara'ya kadar gidip
onu kendi eliyle teslim edecektir.
Rüzgâr bocalıyor.
Belki karayel gösterecek.
En azdan on beş mil uzaktır en yakın sahil.
Fakat İsmail
ellerine güvenir.
O eller ekmeği, küreklerin sapını, dümenin yekesini
ve Kemeraltı'nda Fotika'nın memesini
aynı emniyetle tutarlar.
Rüzgâr karayel göstermedi.
Yüz kerte birden atlayıp rüzgâr
bir anda bütün ipleri bıçakla kesilmiş gibi
düştü.
İsmail beklemiyordu bunu.
Dalgalar bir müddet daha
yuvarlandılar teknenin altında
sonra deniz dümdüz
ve simsiyah
durdu.
İsmail şaşırıp bıraktı kürekleri.
Ne korkunçtur düşmek kavganın haricine.
Bir ürperme geldi İsmail'in içine.
Ve bir balık gibi ürkerek,
bir sandal
bir çift kürek
ve durgun
ölü bir deniz şeklinde gördü yalnızlığı.
Ve birdenbire
öyle kahrolup duydu ki insansızlığı
yıldı elleri,
yüklendi küreklere,
kırıldı kürekler.
Sular tekneyi açığa sürüklüyor.
Artık hiçbir şey mümkün değil.
Kaldı ölü bir denizin ortasında
kanayan elleri ve emanetiyle İsmail.
İlkönce küfretti.
Sonra, «elham» okumak geldi içinden.
Sonra, güldü,
eğilip okşadı mübarek emaneti.
Sonra...
Sonra, malûm olmadı insanlara
Arhaveli İsmail'in âkıbeti...
Ağlayasım geliyor bunu dinleyince.. Kurtulacağız bu girdaptan, bu dincilik bok çukurundan..
ANLIYORMUSUN...
İHANET denmez ama ne bu kardeşim bizim bilmediğimiz ne ne bu karaden,z halkı
Bu destan memleketim insan manzaraları da geçiyordu dimi?
@@kubilaykaanbaykal5644 benim okuduğum versiyonunda kesit kesit vardı.
@@kubilaykaanbaykal5644 doğrudur ben destanın tamamını bilmiyorum
Evet Memleketimden insan mazaralarin da geciyor.Yemek vagonun da bir garson ve bir yolcu arasinda gecen sohbet gibi Kuvayi Milliye Destani olarak anlatiliyor.
Sultan Abdülhamit Han'ın karikatürleri hayli betbah gözüküyor o zat hayli edep hayli haya sahibi idi
Yazan Nazım olunca
@@user-yz2ct2sy3l 12 karısı ile çizmek gerekirdi
@@samilgunaydn6904 çiz bro