25- KEŞİF, KERAMET, KERAMET İZHARI CAİZ MİDİR? (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) Evliyâ-yı kirâm'ın bir çoklarından keşiflerin kerametlerin zuhura tevatür ile sabit olduğu halde daha yüksek makamda bulunan bir hayli evliyâ-yi izâm'dan bir keramet zuhur etmediği mervidir. Bunun sebebi ise kesbi ilimden (Kesbî ilim; okuyarak, dinleyerek, araştırarak öğrendiklerimizdir.) ziyade ledünni ilim (Ledün ilmi, Allah tarafından özel olarak verilen, yüce bir kuvvetin tecellisidir. Bu nurani ilim ancak takva sahiplerine ve salih amel işleyenlere layıktır.) ile peygamberlere vâris bulunan evliyâ-i kirâm'ın üç suretle zuhura gelmiş olmalarıdır: Birincisi: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i nübüvvetine vâris bulunan zatlardır ki, vazifeleri yalnız kulları irşat, nefs ve şeytana mağlup olan biçarelere manen ve maddeten bi-iznillâhi Teâlâ imdat eylemekten ibarettir. Bu gibi zevata kerametin lüzumu yoktur. İkincisi: Aleyhis-selâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i velâyetine vâris bulunan zatlardır. Bunların vazifesi, huzûr-ı daimîde bulunmak, muhabbetullah, zikrullah ile hâne-i kalplerini tenvir ve hak ve hakikatten gayri masivâdan tenvir (tenvir: aydınlık verme, aydınlatma.) eylemekten ibarettir. Maamâfih makamları, birinci zevatın makamına vasıl olamaz. Çünkü nübüvvet'in makam ve vazifesi, velayetin makam ve vazifesinden daha âlimdir. Üçüncüsü: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Eferidimiz Hazretlerinin sehm-i nübüvvet ve sehm-i velayetlerinden nasip almış ve bu suretle sehm-i nübüvvete vâris olmuş bulunan zevât-ı kiramdır. Sırası gelmiş iken şunu da arz ve ilâve edeyim ki, evliyâullahi Teâlâ'nın şan ve şereflerini keşifleriyle, kerametleriyle takdir eylemek doğru olamaz. Zira bütün kutupların ser-tâcı bulunan ashâb-ı kiramdan, takriben üç beş meseleden başka keramet rivayet olunmamıştır. Denilmiştir ki, Yeryüzü hâli değildir; eğer hâli olsa, ehl-i zikr ve Ehlüllah bulunmamış olsa, ahvâl-i arz, munkalip olur, bozulup değişir. KERÂMET İZHÂRI CÂIZ MİDİR? Enbiya üzerine izhar-ı mucize vacip olduğu gibi, evliya üzerine de izmar-i keramet yani kerametin gizlenmesi vaciptir, denilmiştir. Sebebi ise, enbiya aleyhimüs-selâm kendinden evvel gelen nebinin kavminin dinini neshettiğinden ecdadının dininden döndürmek müşkil olacağından, onun için enbiyaya izhar-ı mucize istihsânen vaciptir. Veli ise Hâtemûl-enbiya sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimizin vekili demek olacağından onların vazifesi Kitâbullah'ın ahkâmını tebliğ olup ümmetin Kur'an ile amel etmesi ve imanlarının kuvvetlenmesi için izhâr-i keramete lüzum yoktur. Çünkü, bir kavmi dininden döndürmek müşkil olacağından mucize lazımdır. Evliyaya ise izhar-ı keramete lüzum yoktur. Hâtem, bir hüküm ve kararın altını mühürlemek ve başka bir hüküm ve karara lüzum ve imkân kalmadı, demektir. Sâhibü'l-Kuran olan Peygamberimiz sallellahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz de Hâtemü'l-enbiyâdır. Ondan sonra bir nebi gelmez. Veli ise verese-i enbiya olmakla her zaman mevcut ve Kur'an ile hüküm ve ameli emreder. Bir tarihte bir Hristiyan riyazetle keşf elde etmiş. Sonra bir İslam memleketine gelerek sihirbazlıkla halkı idlâle başlamış. Ehl-i halden biri, ben bunu Müslümanların başından temizleyeceğim demiş, silahını almış, gelip kapısını çalmış. içeride adam: - Ne istersin? Demiş. - Aç kapıyı, seninle görüşeceğim, demiş. Ben seninle görüşemem. Zira sende sû-i kasd niyeti var. Açmam, demiş. Kalbinde tuttuğu ve Cenâb-ı Allah'tan gayrı kimsenin vâkıf olmadığı bir şeyden bahsetmesi daha ziyade merakını mucip olduğundan, herhalde görüşmeden gitmek istememiş. Onun üzerine: - Bana kapıyı ne suretle acarsın? Demiş. O da: - Eğer sen niyetini değiştirirsen açarım, demiş. - Niyetimi değiştirdim, deyince kapıyı açmış. Ona sormuş ki: - Sen bu keşfi nasıl elde ettin? O da: - Ben Hristiyan'ım. Bu keşfi riyazetle elde ettim, yalnız nefsim neyi arzu ettiyse ben yapmadım. Bütün mevcudiyetimle muhalefet ettim, bu keşfe nail oldum, demiş. O zat da demiş ki: - Mademki sen ne buldunsa nefsine muhalefetten buldun, öyleyse bu hâlini bir hakikate raptetmek lazım. Bir kere de İslamiyet'i nefsine teklif et razı olacak mı? Demiş. O da: - Nefsime teklif ettim razı olmuyor, demiş. Yine o zât da cevaben: - O halde senin keşfinin sahih olması için İslamiyet'i kabul etmen şarttır, demiş. O Hristiyan, hakkı teslim ederek şeref-i İslam ile müşerref olmuş. İşte bazı kimseler, șer-i hakikî rehbersiz riyazet yaparak, gördükleri hali, şer-i şerifi hilafına olduğu halde keramet zannederek çıkmaz ve batıl bir itikada kapılıp istidrâc kabilinden olan süfli ve şeytani hallere aldanarak helâk ve hüsran-ı ebediye duçar oluyorlar, Salikin hâline göre ''Kalk, uyu!'' emri verildiği gibi, evliyaullah da zamanı gelinceye kadar hizmet ve zahmetle emrederler. Nitekim: ''Bizi bidayet hâlimizde gören Sıddık zanneder, nihâyet halimizde gören de zındık zanneder,'' buyurulmuştur. Bidayet halinde ''kalk'' emri verilir. Nefis ile mücadele için geceleri kalkar, ibadet ve tâatta bulunur. Nefis tezkiye oldu mu, ''Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile muamele et!'' hadis-i şerifinde buyurulduğu veçhile ''uyu'' emri verilir. Bağdat'ta Müfessir Alûsî'nin oğlu Numan Efendi vaaz ederken: ''Gaybı Allah'tan başkası bilmez.'' (Kuran/en-Neml, 65) ayeti celilesiyle istidlâl ederek kerameti inkâr etmiş. Cemaat arasında bulunan ehl-i hâl bir zat demiş ki: - Bu ayet-i celile kerametin sübutuna delildir. Çünkü El-gayb'da elif lâm yâni harf-i tarif, istiğrak içindir. Manası, gaybın küllisini ancak Allah Teâlâ bilir. Lakin, dilerse bazı cüz'iyyâtını kuluna bildirir, demektir. Zira kaidedir: ''Sâlibe-i külliyye, mûcibe-i cüz'iyyeyi selb etmez.'' Bu kaideye göre ayet-i celilede beyan edildiği veçhile: ''Melekler de seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok, dediler. (Kuran/el-Bakara, 32) (Zaten) size az bir ilimden başka (bir şey) de verilmemiştir,'' (Kuran/el-İsrâ, 85.) buyurulmaktadır. Sahabeden birisi: - Ya Rasûlullah! Bu ayet-i celileye siz de muhatap mısınız? diye sual edince Peygamberimiz: - Evet, buyurmuştur - Bütün enbiya ve evliyânin ilmi, Hak celle ve alâ Hazretlerinin ilmine nispetle bir nokta kadar bile değildir. Evliyâullah'tan birisi fakir kıyafetiyle gezerken bir câmie gitmiş. Bir hoca azametle vaaz edermiş. Kendisinde bir varlık hisseder, ilmine gururlanırmış. Vaazı hitamında o zât, hocanın yanına vararak bir sual soracağını söylemiş. - Cenab-i Allah'ın ilmine nispetle bütün enbiya ve evliyanın ilmi ne nispettir? demiş. Hoca: - Bu nasıl sual! Hiç nispet kabul etmez! demiş. Sonra orada rahle üzerinde bir büyük kâğıt varmış üzerine bir nokta koyarak: Bu kâğıda nispetle bu nokta nasıl? Yani Cenab-ı Allah'ın ilmini bu kâğıdın büyüklüğü nispetinde farz etsek, bütün enbiya ve evliyanın ilmi bu nokta kadar nispet olunabilir mi? Demiş. Bunun üzerine fakir: - Bilcümle enbiya ve evliyanın ilmi Cenab-ı Hakk'ın ilmine nispetle nokta kadar olmadığına göre senin ilmin bu noktanın içinde ne kadardır? diye sual edince Vaiz kızarak: - Haydi şuradan! diye onu kovmuş. Sonra sorulan sualin bir hikmet tahtında olduğunu anlamış. İşte vaaz ve nasihatte, gurur ve azamet layık değildir. Keşif ikidir: 1- İyânî, 2- Vicdânî Selef-i sâlihîn zamanında erzak şüpheli olmadığından keşif, iyânî olurdu. Hal-i hazırda ise ekseriyetle rızık şüpheli olduğundan keşif vicdanidir. Keşf-i vicdani, âmânın hamamda bulunup hisleriyle hamamı keşfi gibidir. İyânî keşif ise sağlam gözlünün hamamı hem görerek hem de hissederek keşfetmesi gibidir. Tarikatta iki saha vardır: 1- Nefis sahası, 2- Ruh sahası. Nefis sahasında insan hiddet eder, mâsivâdan geçemez. Rûh sahasında mâsivâ kâmilen sükût eder, kalp ancak Cenab-ı Hakka merbut olur. Fakat eskisinden daha rahim olur. Seyr-i âfâki rüyada görülen zuhurat, seyri enfûsî yakaza halindeki zuhurattır.
25- KEŞİF, KERAMET, KERAMET İZHARI CAİZ MİDİR? (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.) Evliyâ-yı kirâm'ın bir çoklarından keşiflerin kerametlerin zuhura tevatür ile sabit olduğu halde daha yüksek makamda bulunan bir hayli evliyâ-yi izâm'dan bir keramet zuhur etmediği mervidir. Bunun sebebi ise kesbi ilimden (Kesbî ilim; okuyarak, dinleyerek, araştırarak öğrendiklerimizdir.) ziyade ledünni ilim (Ledün ilmi, Allah tarafından özel olarak verilen, yüce bir kuvvetin tecellisidir. Bu nurani ilim ancak takva sahiplerine ve salih amel işleyenlere layıktır.) ile peygamberlere vâris bulunan evliyâ-i kirâm'ın üç suretle zuhura gelmiş olmalarıdır: Birincisi: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i nübüvvetine vâris bulunan zatlardır ki, vazifeleri yalnız kulları irşat, nefs ve şeytana mağlup olan biçarelere manen ve maddeten bi-iznillâhi Teâlâ imdat eylemekten ibarettir. Bu gibi zevata kerametin lüzumu yoktur. İkincisi: Aleyhis-selâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i velâyetine vâris bulunan zatlardır. Bunların vazifesi, huzûr-ı daimîde bulunmak, muhabbetullah, zikrullah ile hâne-i kalplerini tenvir ve hak ve hakikatten gayri masivâdan tenvir (tenvir: aydınlık verme, aydınlatma.) eylemekten ibarettir. Maamâfih makamları, birinci zevatın makamına vasıl olamaz. Çünkü nübüvvet'in makam ve vazifesi, velayetin makam ve vazifesinden daha âlimdir. Üçüncüsü: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Eferidimiz Hazretlerinin sehm-i nübüvvet ve sehm-i velayetlerinden nasip almış ve bu suretle sehm-i nübüvvete vâris olmuş bulunan zevât-ı kiramdır. Sırası gelmiş iken şunu da arz ve ilâve edeyim ki, evliyâullahi Teâlâ'nın şan ve şereflerini keşifleriyle, kerametleriyle takdir eylemek doğru olamaz. Zira bütün kutupların ser-tâcı bulunan ashâb-ı kiramdan, takriben üç beş meseleden başka keramet rivayet olunmamıştır. Denilmiştir ki, Yeryüzü hâli değildir; eğer hâli olsa, ehl-i zikr ve Ehlüllah bulunmamış olsa, ahvâl-i arz, munkalip olur, bozulup değişir. KERÂMET İZHÂRI CÂIZ MİDİR? Enbiya üzerine izhar-ı mucize vacip olduğu gibi, evliya üzerine de izmar-i keramet yani kerametin gizlenmesi vaciptir, denilmiştir. Sebebi ise, enbiya aleyhimüs-selâm kendinden evvel gelen nebinin kavminin dinini neshettiğinden ecdadının dininden döndürmek müşkil olacağından, onun için enbiyaya izhar-ı mucize istihsânen vaciptir. Veli ise Hâtemûl-enbiya sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimizin vekili demek olacağından onların vazifesi Kitâbullah'ın ahkâmını tebliğ olup ümmetin Kur'an ile amel etmesi ve imanlarının kuvvetlenmesi için izhâr-i keramete lüzum yoktur. Çünkü, bir kavmi dininden döndürmek müşkil olacağından mucize lazımdır. Evliyaya ise izhar-ı keramete lüzum yoktur. Hâtem, bir hüküm ve kararın altını mühürlemek ve başka bir hüküm ve karara lüzum ve imkân kalmadı, demektir. Sâhibü'l-Kuran olan Peygamberimiz sallellahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz de Hâtemü'l-enbiyâdır. Ondan sonra bir nebi gelmez. Veli ise verese-i enbiya olmakla her zaman mevcut ve Kur'an ile hüküm ve ameli emreder. Bir tarihte bir Hristiyan riyazetle keşf elde etmiş. Sonra bir İslam memleketine gelerek sihirbazlıkla halkı idlâle başlamış. Ehl-i halden biri, ben bunu Müslümanların başından temizleyeceğim demiş, silahını almış, gelip kapısını çalmış. içeride adam: - Ne istersin? Demiş. - Aç kapıyı, seninle görüşeceğim, demiş. Ben seninle görüşemem. Zira sende sû-i kasd niyeti var. Açmam, demiş. Kalbinde tuttuğu ve Cenâb-ı Allah'tan gayrı kimsenin vâkıf olmadığı bir şeyden bahsetmesi daha ziyade merakını mucip olduğundan, herhalde görüşmeden gitmek istememiş. Onun üzerine: - Bana kapıyı ne suretle acarsın? Demiş. O da: - Eğer sen niyetini değiştirirsen açarım, demiş. - Niyetimi değiştirdim, deyince kapıyı açmış. Ona sormuş ki: - Sen bu keşfi nasıl elde ettin? O da: - Ben Hristiyan'ım. Bu keşfi riyazetle elde ettim, yalnız nefsim neyi arzu ettiyse ben yapmadım. Bütün mevcudiyetimle muhalefet ettim, bu keşfe nail oldum, demiş. O zat da demiş ki: - Mademki sen ne buldunsa nefsine muhalefetten buldun, öyleyse bu hâlini bir hakikate raptetmek lazım. Bir kere de İslamiyet'i nefsine teklif et razı olacak mı? Demiş. O da: - Nefsime teklif ettim razı olmuyor, demiş. Yine o zât da cevaben: - O halde senin keşfinin sahih olması için İslamiyet'i kabul etmen şarttır, demiş. O Hristiyan, hakkı teslim ederek şeref-i İslam ile müşerref olmuş. İşte bazı kimseler, șer-i hakikî rehbersiz riyazet yaparak, gördükleri hali, şer-i şerifi hilafına olduğu halde keramet zannederek çıkmaz ve batıl bir itikada kapılıp istidrâc kabilinden olan süfli ve şeytani hallere aldanarak helâk ve hüsran-ı ebediye duçar oluyorlar, Salikin hâline göre ''Kalk, uyu!'' emri verildiği gibi, evliyaullah da zamanı gelinceye kadar hizmet ve zahmetle emrederler. Nitekim: ''Bizi bidayet hâlimizde gören Sıddık zanneder, nihâyet halimizde gören de zındık zanneder,'' buyurulmuştur. Bidayet halinde ''kalk'' emri verilir. Nefis ile mücadele için geceleri kalkar, ibadet ve tâatta bulunur. Nefis tezkiye oldu mu, ''Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile muamele et!'' hadis-i şerifinde buyurulduğu veçhile ''uyu'' emri verilir. Bağdat'ta Müfessir Alûsî'nin oğlu Numan Efendi vaaz ederken: ''Gaybı Allah'tan başkası bilmez.'' (Kuran/en-Neml, 65) ayeti celilesiyle istidlâl ederek kerameti inkâr etmiş. Cemaat arasında bulunan ehl-i hâl bir zat demiş ki: - Bu ayet-i celile kerametin sübutuna delildir. Çünkü El-gayb'da elif lâm yâni harf-i tarif, istiğrak içindir. Manası, gaybın küllisini ancak Allah Teâlâ bilir. Lakin, dilerse bazı cüz'iyyâtını kuluna bildirir, demektir. Zira kaidedir: ''Sâlibe-i külliyye, mûcibe-i cüz'iyyeyi selb etmez.'' Bu kaideye göre ayet-i celilede beyan edildiği veçhile: ''Melekler de seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok, dediler. (Kuran/el-Bakara, 32) (Zaten) size az bir ilimden başka (bir şey) de verilmemiştir,'' (Kuran/el-İsrâ, 85.) buyurulmaktadır. Sahabeden birisi: - Ya Rasûlullah! Bu ayet-i celileye siz de muhatap mısınız? diye sual edince Peygamberimiz: - Evet, buyurmuştur - Bütün enbiya ve evliyânin ilmi, Hak celle ve alâ Hazretlerinin ilmine nispetle bir nokta kadar bile değildir. Evliyâullah'tan birisi fakir kıyafetiyle gezerken bir câmie gitmiş. Bir hoca azametle vaaz edermiş. Kendisinde bir varlık hisseder, ilmine gururlanırmış. Vaazı hitamında o zât, hocanın yanına vararak bir sual soracağını söylemiş. - Cenab-i Allah'ın ilmine nispetle bütün enbiya ve evliyanın ilmi ne nispettir? demiş. Hoca: - Bu nasıl sual! Hiç nispet kabul etmez! demiş. Sonra orada rahle üzerinde bir büyük kâğıt varmış üzerine bir nokta koyarak: Bu kâğıda nispetle bu nokta nasıl? Yani Cenab-ı Allah'ın ilmini bu kâğıdın büyüklüğü nispetinde farz etsek, bütün enbiya ve evliyanın ilmi bu nokta kadar nispet olunabilir mi? Demiş. Bunun üzerine fakir: - Bilcümle enbiya ve evliyanın ilmi Cenab-ı Hakk'ın ilmine nispetle nokta kadar olmadığına göre senin ilmin bu noktanın içinde ne kadardır? diye sual edince Vaiz kızarak: - Haydi şuradan! diye onu kovmuş. Sonra sorulan sualin bir hikmet tahtında olduğunu anlamış. İşte vaaz ve nasihatte, gurur ve azamet layık değildir. Keşif ikidir: 1- İyânî, 2- Vicdânî Selef-i sâlihîn zamanında erzak şüpheli olmadığından keşif, iyânî olurdu. Hal-i hazırda ise ekseriyetle rızık şüpheli olduğundan keşif vicdanidir. Keşf-i vicdani, âmânın hamamda bulunup hisleriyle hamamı keşfi gibidir. İyânî keşif ise sağlam gözlünün hamamı hem görerek hem de hissederek keşfetmesi gibidir. Tarikatta iki saha vardır: 1- Nefis sahası, 2- Ruh sahası. Nefis sahasında insan hiddet eder, mâsivâdan geçemez. Rûh sahasında mâsivâ kâmilen sükût eder, kalp ancak Cenab-ı Hakka merbut olur. Fakat eskisinden daha rahim olur. Seyr-i âfâki rüyada görülen zuhurat, seyri enfûsî yakaza halindeki zuhurattır.
TÜM SOHBETLER th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JsklOQUJ68GR1lNGBwGj_1.html
Dualar ve Zikirler KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0K5uZsgWk6UvnuP4KRvmz88.html
MUSÂHABE 1 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Lfo65AsXEzWDnw9yJrXkhV.html
MUSÂHABE 2 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KRvDcohUJ-KP4vAzmSplY8.html
MUSÂHABE 3 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KjKoWyhcHUPT9RV5EPLouP.html
MUSÂHABE 4 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0I1r4qcoSuY-ZxC77EiZ7PM.html
MUSÂHABE 5 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Lvy37SSLJNV92Cywx-ehbu.html
MUSÂHABE 6 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0ImYbhzxn5K4s5sYtsXyo10.html
HZ. YÛSUF KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Iz1FfNnIBYrSTxvjx4TtYd.html
BEDİR GAZVESİ KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0Juz2ZBlMPy1V19tvlV18TB.html
HZ. EBÛBEKİR KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0L-AWhPD6yiYsNYFazfdywR.html
HZ. ALİ'YYÜL-MURTEZÂ KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JjRJSNu9qbJXMJHNt6Gs3N.html
HÂLİD BİN VELİD KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0LUjTc_TBxUyz611lUHtR_X.html
OSMAN ZİNNÜREYN KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KcKzzC8CzS8G8Jm5j099kb.html
HZ. ÖMER'UL-FÂRUK KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JIKasFPoFSTCh1uKGERAQj.html
ASHÂB-I KİRAM 1 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0L-nOyI6Aid_ZrNL5K2ri41.html
ASHÂB-I KİRAM 2 KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0K9V39oqDPS7HyGOrkYWgc5.html
UHUD GAZVESİ KİTABI th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KA4PJ9_Sbtaa2uRorlYSCq.html
25- KEŞİF, KERAMET, KERAMET İZHARI CAİZ MİDİR? (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.)
Evliyâ-yı kirâm'ın bir çoklarından keşiflerin kerametlerin zuhura tevatür ile sabit olduğu halde daha yüksek makamda bulunan bir hayli evliyâ-yi izâm'dan bir keramet zuhur etmediği mervidir. Bunun sebebi ise kesbi ilimden (Kesbî ilim; okuyarak, dinleyerek, araştırarak öğrendiklerimizdir.) ziyade ledünni ilim (Ledün ilmi, Allah tarafından özel olarak verilen, yüce bir kuvvetin tecellisidir. Bu nurani ilim ancak takva sahiplerine ve salih amel işleyenlere layıktır.) ile peygamberlere vâris bulunan evliyâ-i kirâm'ın üç suretle zuhura gelmiş olmalarıdır:
Birincisi: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i nübüvvetine vâris bulunan zatlardır ki, vazifeleri yalnız kulları irşat, nefs ve şeytana mağlup olan biçarelere manen ve maddeten bi-iznillâhi Teâlâ imdat eylemekten ibarettir. Bu gibi zevata kerametin lüzumu yoktur.
İkincisi: Aleyhis-selâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i velâyetine vâris bulunan zatlardır. Bunların vazifesi, huzûr-ı daimîde bulunmak, muhabbetullah, zikrullah ile hâne-i kalplerini tenvir ve hak ve hakikatten gayri masivâdan tenvir (tenvir: aydınlık verme, aydınlatma.) eylemekten ibarettir. Maamâfih makamları, birinci zevatın makamına vasıl olamaz. Çünkü nübüvvet'in makam ve vazifesi, velayetin makam ve vazifesinden daha âlimdir.
Üçüncüsü: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Eferidimiz Hazretlerinin sehm-i nübüvvet ve sehm-i velayetlerinden nasip almış ve bu suretle sehm-i nübüvvete vâris olmuş bulunan zevât-ı kiramdır.
Sırası gelmiş iken şunu da arz ve ilâve edeyim ki, evliyâullahi Teâlâ'nın şan ve şereflerini keşifleriyle, kerametleriyle takdir eylemek doğru olamaz. Zira bütün kutupların ser-tâcı bulunan ashâb-ı kiramdan, takriben üç beş meseleden başka keramet rivayet olunmamıştır.
Denilmiştir ki, Yeryüzü hâli değildir; eğer hâli olsa, ehl-i zikr ve Ehlüllah bulunmamış olsa, ahvâl-i arz, munkalip olur, bozulup değişir.
KERÂMET İZHÂRI CÂIZ MİDİR?
Enbiya üzerine izhar-ı mucize vacip olduğu gibi, evliya üzerine de izmar-i keramet yani kerametin gizlenmesi vaciptir, denilmiştir. Sebebi ise, enbiya aleyhimüs-selâm kendinden evvel gelen nebinin kavminin dinini neshettiğinden ecdadının dininden döndürmek müşkil olacağından, onun için enbiyaya izhar-ı mucize istihsânen vaciptir. Veli ise Hâtemûl-enbiya sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimizin vekili demek olacağından onların vazifesi Kitâbullah'ın ahkâmını tebliğ olup ümmetin Kur'an ile amel etmesi ve imanlarının kuvvetlenmesi için izhâr-i keramete lüzum yoktur. Çünkü, bir kavmi dininden döndürmek müşkil olacağından mucize lazımdır. Evliyaya ise izhar-ı keramete lüzum yoktur.
Hâtem, bir hüküm ve kararın altını mühürlemek ve başka bir hüküm ve karara lüzum ve imkân kalmadı, demektir.
Sâhibü'l-Kuran olan Peygamberimiz sallellahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz de Hâtemü'l-enbiyâdır. Ondan sonra bir nebi gelmez. Veli ise verese-i enbiya olmakla her zaman mevcut ve Kur'an ile hüküm ve ameli emreder.
Bir tarihte bir Hristiyan riyazetle keşf elde etmiş. Sonra bir İslam memleketine gelerek sihirbazlıkla halkı idlâle başlamış. Ehl-i halden biri, ben bunu Müslümanların başından temizleyeceğim demiş, silahını almış, gelip kapısını çalmış. içeride adam:
- Ne istersin? Demiş.
- Aç kapıyı, seninle görüşeceğim, demiş.
Ben seninle görüşemem. Zira sende sû-i kasd niyeti var. Açmam, demiş. Kalbinde tuttuğu ve Cenâb-ı Allah'tan gayrı kimsenin vâkıf olmadığı bir şeyden bahsetmesi daha ziyade merakını mucip olduğundan, herhalde görüşmeden gitmek istememiş.
Onun üzerine:
- Bana kapıyı ne suretle acarsın? Demiş. O da:
- Eğer sen niyetini değiştirirsen açarım, demiş.
- Niyetimi değiştirdim, deyince kapıyı açmış.
Ona sormuş ki:
- Sen bu keşfi nasıl elde ettin?
O da:
- Ben Hristiyan'ım. Bu keşfi riyazetle elde ettim, yalnız nefsim neyi arzu ettiyse ben yapmadım. Bütün mevcudiyetimle muhalefet ettim, bu keşfe nail oldum, demiş.
O zat da demiş ki:
- Mademki sen ne buldunsa nefsine muhalefetten buldun, öyleyse bu hâlini bir hakikate raptetmek lazım. Bir kere de İslamiyet'i nefsine teklif et razı olacak mı? Demiş. O da:
- Nefsime teklif ettim razı olmuyor, demiş.
Yine o zât da cevaben:
- O halde senin keşfinin sahih olması için İslamiyet'i kabul etmen şarttır, demiş. O Hristiyan, hakkı teslim ederek şeref-i İslam ile müşerref olmuş.
İşte bazı kimseler, șer-i hakikî rehbersiz riyazet yaparak, gördükleri hali, şer-i şerifi hilafına olduğu halde keramet zannederek çıkmaz ve batıl bir itikada kapılıp istidrâc kabilinden olan süfli ve şeytani hallere aldanarak helâk ve hüsran-ı ebediye duçar oluyorlar, Salikin hâline göre ''Kalk, uyu!'' emri verildiği gibi, evliyaullah da zamanı gelinceye kadar hizmet ve zahmetle emrederler.
Nitekim:
''Bizi bidayet hâlimizde gören Sıddık zanneder, nihâyet halimizde gören de zındık zanneder,'' buyurulmuştur.
Bidayet halinde ''kalk'' emri verilir. Nefis ile mücadele için geceleri kalkar, ibadet ve tâatta bulunur. Nefis tezkiye oldu mu, ''Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile muamele et!'' hadis-i şerifinde buyurulduğu veçhile ''uyu'' emri verilir.
Bağdat'ta Müfessir Alûsî'nin oğlu Numan Efendi vaaz ederken:
''Gaybı Allah'tan başkası bilmez.'' (Kuran/en-Neml, 65)
ayeti celilesiyle istidlâl ederek kerameti inkâr etmiş. Cemaat arasında bulunan ehl-i hâl bir zat demiş ki:
- Bu ayet-i celile kerametin sübutuna delildir. Çünkü El-gayb'da elif lâm yâni harf-i tarif, istiğrak içindir. Manası, gaybın küllisini ancak Allah Teâlâ bilir. Lakin, dilerse bazı cüz'iyyâtını kuluna bildirir, demektir. Zira kaidedir: ''Sâlibe-i külliyye, mûcibe-i cüz'iyyeyi selb etmez.'' Bu kaideye göre ayet-i celilede beyan edildiği veçhile: ''Melekler de seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok, dediler. (Kuran/el-Bakara, 32) (Zaten) size az bir ilimden başka (bir şey) de verilmemiştir,'' (Kuran/el-İsrâ, 85.) buyurulmaktadır.
Sahabeden birisi:
- Ya Rasûlullah! Bu ayet-i celileye siz de muhatap mısınız? diye sual edince Peygamberimiz:
- Evet, buyurmuştur
- Bütün enbiya ve evliyânin ilmi, Hak celle ve alâ Hazretlerinin ilmine nispetle bir nokta kadar bile değildir.
Evliyâullah'tan birisi fakir kıyafetiyle gezerken bir câmie gitmiş. Bir hoca azametle vaaz edermiş. Kendisinde bir varlık hisseder, ilmine gururlanırmış. Vaazı hitamında o zât, hocanın yanına vararak bir sual soracağını söylemiş.
- Cenab-i Allah'ın ilmine nispetle bütün enbiya ve evliyanın ilmi ne nispettir? demiş. Hoca:
- Bu nasıl sual! Hiç nispet kabul etmez! demiş.
Sonra orada rahle üzerinde bir büyük kâğıt varmış üzerine bir nokta koyarak:
Bu kâğıda nispetle bu nokta nasıl? Yani Cenab-ı Allah'ın ilmini bu kâğıdın büyüklüğü nispetinde farz etsek, bütün enbiya ve evliyanın ilmi bu nokta kadar nispet olunabilir mi? Demiş. Bunun üzerine fakir:
- Bilcümle enbiya ve evliyanın ilmi Cenab-ı Hakk'ın ilmine nispetle nokta kadar olmadığına göre senin ilmin bu noktanın içinde ne kadardır? diye sual edince Vaiz kızarak:
- Haydi şuradan! diye onu kovmuş. Sonra sorulan sualin bir hikmet tahtında olduğunu anlamış.
İşte vaaz ve nasihatte, gurur ve azamet layık değildir.
Keşif ikidir:
1- İyânî,
2- Vicdânî
Selef-i sâlihîn zamanında erzak şüpheli olmadığından keşif, iyânî olurdu. Hal-i hazırda ise ekseriyetle rızık şüpheli olduğundan keşif vicdanidir.
Keşf-i vicdani, âmânın hamamda bulunup hisleriyle hamamı keşfi gibidir. İyânî keşif ise sağlam gözlünün hamamı hem görerek hem de hissederek keşfetmesi gibidir.
Tarikatta iki saha vardır:
1- Nefis sahası,
2- Ruh sahası.
Nefis sahasında insan hiddet eder, mâsivâdan geçemez. Rûh sahasında mâsivâ kâmilen sükût eder, kalp ancak Cenab-ı Hakka merbut olur. Fakat eskisinden daha rahim olur.
Seyr-i âfâki rüyada görülen zuhurat, seyri enfûsî yakaza halindeki zuhurattır.
Allah razı olsun hocam emeğine sağlık
25- KEŞİF, KERAMET, KERAMET İZHARI CAİZ MİDİR? (Musahabe 6 Kitabı) - Mahmud Sami Ramazanoğlu (K.s.)
Evliyâ-yı kirâm'ın bir çoklarından keşiflerin kerametlerin zuhura tevatür ile sabit olduğu halde daha yüksek makamda bulunan bir hayli evliyâ-yi izâm'dan bir keramet zuhur etmediği mervidir. Bunun sebebi ise kesbi ilimden (Kesbî ilim; okuyarak, dinleyerek, araştırarak öğrendiklerimizdir.) ziyade ledünni ilim (Ledün ilmi, Allah tarafından özel olarak verilen, yüce bir kuvvetin tecellisidir. Bu nurani ilim ancak takva sahiplerine ve salih amel işleyenlere layıktır.) ile peygamberlere vâris bulunan evliyâ-i kirâm'ın üç suretle zuhura gelmiş olmalarıdır:
Birincisi: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i nübüvvetine vâris bulunan zatlardır ki, vazifeleri yalnız kulları irşat, nefs ve şeytana mağlup olan biçarelere manen ve maddeten bi-iznillâhi Teâlâ imdat eylemekten ibarettir. Bu gibi zevata kerametin lüzumu yoktur.
İkincisi: Aleyhis-selâtü ve's-selâm Efendimizin sehm-i velâyetine vâris bulunan zatlardır. Bunların vazifesi, huzûr-ı daimîde bulunmak, muhabbetullah, zikrullah ile hâne-i kalplerini tenvir ve hak ve hakikatten gayri masivâdan tenvir (tenvir: aydınlık verme, aydınlatma.) eylemekten ibarettir. Maamâfih makamları, birinci zevatın makamına vasıl olamaz. Çünkü nübüvvet'in makam ve vazifesi, velayetin makam ve vazifesinden daha âlimdir.
Üçüncüsü: Aleyhi's-salâtü ve's-selâm Eferidimiz Hazretlerinin sehm-i nübüvvet ve sehm-i velayetlerinden nasip almış ve bu suretle sehm-i nübüvvete vâris olmuş bulunan zevât-ı kiramdır.
Sırası gelmiş iken şunu da arz ve ilâve edeyim ki, evliyâullahi Teâlâ'nın şan ve şereflerini keşifleriyle, kerametleriyle takdir eylemek doğru olamaz. Zira bütün kutupların ser-tâcı bulunan ashâb-ı kiramdan, takriben üç beş meseleden başka keramet rivayet olunmamıştır.
Denilmiştir ki, Yeryüzü hâli değildir; eğer hâli olsa, ehl-i zikr ve Ehlüllah bulunmamış olsa, ahvâl-i arz, munkalip olur, bozulup değişir.
KERÂMET İZHÂRI CÂIZ MİDİR?
Enbiya üzerine izhar-ı mucize vacip olduğu gibi, evliya üzerine de izmar-i keramet yani kerametin gizlenmesi vaciptir, denilmiştir. Sebebi ise, enbiya aleyhimüs-selâm kendinden evvel gelen nebinin kavminin dinini neshettiğinden ecdadının dininden döndürmek müşkil olacağından, onun için enbiyaya izhar-ı mucize istihsânen vaciptir. Veli ise Hâtemûl-enbiya sallallahu teâlâ aleyhi ve sellem Efendimizin vekili demek olacağından onların vazifesi Kitâbullah'ın ahkâmını tebliğ olup ümmetin Kur'an ile amel etmesi ve imanlarının kuvvetlenmesi için izhâr-i keramete lüzum yoktur. Çünkü, bir kavmi dininden döndürmek müşkil olacağından mucize lazımdır. Evliyaya ise izhar-ı keramete lüzum yoktur.
Hâtem, bir hüküm ve kararın altını mühürlemek ve başka bir hüküm ve karara lüzum ve imkân kalmadı, demektir.
Sâhibü'l-Kuran olan Peygamberimiz sallellahü teâlâ aleyhi ve sellem Efendimiz de Hâtemü'l-enbiyâdır. Ondan sonra bir nebi gelmez. Veli ise verese-i enbiya olmakla her zaman mevcut ve Kur'an ile hüküm ve ameli emreder.
Bir tarihte bir Hristiyan riyazetle keşf elde etmiş. Sonra bir İslam memleketine gelerek sihirbazlıkla halkı idlâle başlamış. Ehl-i halden biri, ben bunu Müslümanların başından temizleyeceğim demiş, silahını almış, gelip kapısını çalmış. içeride adam:
- Ne istersin? Demiş.
- Aç kapıyı, seninle görüşeceğim, demiş.
Ben seninle görüşemem. Zira sende sû-i kasd niyeti var. Açmam, demiş. Kalbinde tuttuğu ve Cenâb-ı Allah'tan gayrı kimsenin vâkıf olmadığı bir şeyden bahsetmesi daha ziyade merakını mucip olduğundan, herhalde görüşmeden gitmek istememiş.
Onun üzerine:
- Bana kapıyı ne suretle acarsın? Demiş. O da:
- Eğer sen niyetini değiştirirsen açarım, demiş.
- Niyetimi değiştirdim, deyince kapıyı açmış.
Ona sormuş ki:
- Sen bu keşfi nasıl elde ettin?
O da:
- Ben Hristiyan'ım. Bu keşfi riyazetle elde ettim, yalnız nefsim neyi arzu ettiyse ben yapmadım. Bütün mevcudiyetimle muhalefet ettim, bu keşfe nail oldum, demiş.
O zat da demiş ki:
- Mademki sen ne buldunsa nefsine muhalefetten buldun, öyleyse bu hâlini bir hakikate raptetmek lazım. Bir kere de İslamiyet'i nefsine teklif et razı olacak mı? Demiş. O da:
- Nefsime teklif ettim razı olmuyor, demiş.
Yine o zât da cevaben:
- O halde senin keşfinin sahih olması için İslamiyet'i kabul etmen şarttır, demiş. O Hristiyan, hakkı teslim ederek şeref-i İslam ile müşerref olmuş.
İşte bazı kimseler, șer-i hakikî rehbersiz riyazet yaparak, gördükleri hali, şer-i şerifi hilafına olduğu halde keramet zannederek çıkmaz ve batıl bir itikada kapılıp istidrâc kabilinden olan süfli ve şeytani hallere aldanarak helâk ve hüsran-ı ebediye duçar oluyorlar, Salikin hâline göre ''Kalk, uyu!'' emri verildiği gibi, evliyaullah da zamanı gelinceye kadar hizmet ve zahmetle emrederler.
Nitekim:
''Bizi bidayet hâlimizde gören Sıddık zanneder, nihâyet halimizde gören de zındık zanneder,'' buyurulmuştur.
Bidayet halinde ''kalk'' emri verilir. Nefis ile mücadele için geceleri kalkar, ibadet ve tâatta bulunur. Nefis tezkiye oldu mu, ''Nefsin senin bineğindir, ona rıfk ile muamele et!'' hadis-i şerifinde buyurulduğu veçhile ''uyu'' emri verilir.
Bağdat'ta Müfessir Alûsî'nin oğlu Numan Efendi vaaz ederken:
''Gaybı Allah'tan başkası bilmez.'' (Kuran/en-Neml, 65)
ayeti celilesiyle istidlâl ederek kerameti inkâr etmiş. Cemaat arasında bulunan ehl-i hâl bir zat demiş ki:
- Bu ayet-i celile kerametin sübutuna delildir. Çünkü El-gayb'da elif lâm yâni harf-i tarif, istiğrak içindir. Manası, gaybın küllisini ancak Allah Teâlâ bilir. Lakin, dilerse bazı cüz'iyyâtını kuluna bildirir, demektir. Zira kaidedir: ''Sâlibe-i külliyye, mûcibe-i cüz'iyyeyi selb etmez.'' Bu kaideye göre ayet-i celilede beyan edildiği veçhile: ''Melekler de seni tenzih ederiz, senin bize öğrettiğinden başka bizim hiçbir bilgimiz yok, dediler. (Kuran/el-Bakara, 32) (Zaten) size az bir ilimden başka (bir şey) de verilmemiştir,'' (Kuran/el-İsrâ, 85.) buyurulmaktadır.
Sahabeden birisi:
- Ya Rasûlullah! Bu ayet-i celileye siz de muhatap mısınız? diye sual edince Peygamberimiz:
- Evet, buyurmuştur
- Bütün enbiya ve evliyânin ilmi, Hak celle ve alâ Hazretlerinin ilmine nispetle bir nokta kadar bile değildir.
Evliyâullah'tan birisi fakir kıyafetiyle gezerken bir câmie gitmiş. Bir hoca azametle vaaz edermiş. Kendisinde bir varlık hisseder, ilmine gururlanırmış. Vaazı hitamında o zât, hocanın yanına vararak bir sual soracağını söylemiş.
- Cenab-i Allah'ın ilmine nispetle bütün enbiya ve evliyanın ilmi ne nispettir? demiş. Hoca:
- Bu nasıl sual! Hiç nispet kabul etmez! demiş.
Sonra orada rahle üzerinde bir büyük kâğıt varmış üzerine bir nokta koyarak:
Bu kâğıda nispetle bu nokta nasıl? Yani Cenab-ı Allah'ın ilmini bu kâğıdın büyüklüğü nispetinde farz etsek, bütün enbiya ve evliyanın ilmi bu nokta kadar nispet olunabilir mi? Demiş. Bunun üzerine fakir:
- Bilcümle enbiya ve evliyanın ilmi Cenab-ı Hakk'ın ilmine nispetle nokta kadar olmadığına göre senin ilmin bu noktanın içinde ne kadardır? diye sual edince Vaiz kızarak:
- Haydi şuradan! diye onu kovmuş. Sonra sorulan sualin bir hikmet tahtında olduğunu anlamış.
İşte vaaz ve nasihatte, gurur ve azamet layık değildir.
Keşif ikidir:
1- İyânî,
2- Vicdânî
Selef-i sâlihîn zamanında erzak şüpheli olmadığından keşif, iyânî olurdu. Hal-i hazırda ise ekseriyetle rızık şüpheli olduğundan keşif vicdanidir.
Keşf-i vicdani, âmânın hamamda bulunup hisleriyle hamamı keşfi gibidir. İyânî keşif ise sağlam gözlünün hamamı hem görerek hem de hissederek keşfetmesi gibidir.
Tarikatta iki saha vardır:
1- Nefis sahası,
2- Ruh sahası.
Nefis sahasında insan hiddet eder, mâsivâdan geçemez. Rûh sahasında mâsivâ kâmilen sükût eder, kalp ancak Cenab-ı Hakka merbut olur. Fakat eskisinden daha rahim olur.
Seyr-i âfâki rüyada görülen zuhurat, seyri enfûsî yakaza halindeki zuhurattır.
Tüh senin reklamina
Ne reklami
Derdin neyse efendice ifade et
Rahatsizliğiniz nedir beyefendi