İsmet Özel - Beni Yaşamakla Coşturan Bir Kaynak / Of Not Being a Jew’dan

แชร์
ฝัง
  • เผยแพร่เมื่อ 25 พ.ย. 2024
  • *The Best Pessimist, Above the Fog (Pt.2)
    **Andreas Achenbach
    I
    nereye bir kucak dolusu
    sonluluk sorgusu getiriyorsam
    oraya bir kucak da getiriyorum
    bir kucak sadece genç ve diri değil
    bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
    bir kucak sadece erkek ve vakur değil
    bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
    bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
    bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
    bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
    bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
    bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
    bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
    bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
    bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
    bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
    bir kucak
    sadece bir kucak
    açılınca açıkları kapatan
    acıkınca doyuran
    ve doyurunca
    nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
    darası alınmaz yüküm bu benim
    kayda geçirilemez, narhı konulmaz
    resmen ve alenen ifade usulü yok
    gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
    dizimin dermanıdır o
    buradan gelir cesaretim
    bende bu kucak olduktan sonra
    iyi veya kötü ne yapılabilir
    kendi hayatı aleyhine
    binlerce defa dolap
    çevirmiş olan bana?
    bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
    kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak
    her sevincimi viran eden bu hayvan
    yalanlar içinde boğulmamı önlüyor
    ondan kurtulacak olursam biliyorum
    beni yaşamakla coşturan
    bir kaynak keşfederim
    ondan kurtulduğum an
    bütün boyutlarımı
    kaybederim.
    önceleri, acemiyken
    bu vaşak yokken daha yanıbaşımda
    okul müdürü
    veresiye satan bakkal
    kapıcı ve akrabaları
    dört ayrı ölümle ölmeyi öğren
    demişlerdi bana
    dört bucakmış
    anlattıklarına bakılırsa dünya
    omzun güneş kokuyor demişti
    kısa eteklikli kız
    o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
    işte o zaman bildimdi
    anladımdı o sıra
    ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim
    bu çuha, bu sicim elden çıkarsa
    acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza
    bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi
    berbattır balkonda o güneşli sabahlar
    biraz açılmak için açıldığınız kırların
    aniden karşılaştığınız ırmakların
    ürpertisi ahmakça
    böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem
    benden iki bakışık parça
    çıkarmaya çabalayan boylam da berbat
    ipekli libas giymem, altın takınmam
    atımın eğerinde kaplan derisi yoktur
    çehreme iyi baksalardı yırtılırdı
    uykularının zarı
    uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar
    bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken
    uykularına tutundular…
    çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
    acılardır paylaşan çocukları
    gün geldi paylaşıldı acılar
    çocuklar paylaşıldı
    bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
    gittim bir kuyudan su çektim
    halka boynumdan geçti
    geçti boynuma kemend
    d harfine bak dedim
    nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
    harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
    harf ol harfle birlikte kıyam et
    harf of harfler ummanına bat
    çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
    çünkü böndür altında kaldığım töhmet
    uğradığım kinayeler bön ve berbat.
    evet, ilmektir boynumdaki ama ben
    kimsenin kölesi değilim
    tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
    tarantulaymış benim adım diyecek değilim
    tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
    kendime rabb bellemiyeceğim
    razı değilim beni tanımayan tarihe
    beni sinesine sarmayan
    tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
    gittim su çektim en derin kuyudan
    en hileli desteden
    kendi kartımı çektim
    yaktım belgeleri
    bütün tanıkları yok etmek için
    ricacıları öldürdüm
    onlar bu dumanlı dünyanın
    beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
    gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
    özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
    bu dokunuş parlatınca beni
    benden biraz dünya
    isteyen ricacıları
    öldürdüm ve
    kıtal bitti.
    yazık.
    yazık ki yazgımın boyası koyu.
    inilecek kadar indim. Hayfa.
    yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
    eskilerin tayfası yine hep buradalar
    hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
    havada hayza benzeyen aynı koku
    binalara yaklaşırken eskisi gibi
    sıklet artıyor
    hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları
    çocuk çığlıklarından
    tanıyorum bunlar
    bulutlara bakmak için penceresi evlerin
    bu da deniz
    hırs püsküren, toynak durduran deniz
    rezeleri yerlerinden oynatan
    vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
    bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
    ufku muallâk deniz, bir yanımda
    kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
    kimin yüzünü çevirdiysem
    hüznü de sevinci kadar ıskarta…
    niye indim buraya ben?
    boşuna mıydı yol boyunca benliğime
    musallat olan belâ?
    bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
    yine mi döndüm başa?
    olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
    kimse başa dönmemiştir, dönemez
    hele sen geçtiğin o ormanlar
    rüyalarındaki canavarlardan sonra
    çok uzaksın o ilk
    fırlatıldığın zamana.
    aldanma bunlar tayfa değil
    burada doğdu hepsi
    denize hiç açılmadılar
    denizi sen kadar bile
    tanıyan yoktur aralarında
    her biri uzak bir beldeden geldi
    sanılsın istiyor yosmalar
    böylece saygın fahişeler
    arasına katışacaklar
    müptezel birer facire ofsalar da.
    tecimenler, onlar da sahi değil
    onlar da olmayan tayfaların
    gemilerinden çıkan malları
    sattıklarına inandırmak istiyor
    şehrin acemi insanlarını.
    sen ve yağmur.
    başa dönemezsiniz.
    öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
    dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz

ความคิดเห็น • 51