“Allah’ın isim ve sıfatları” tabiri neyi anlatmaktadır?
ฝัง
- เผยแพร่เมื่อ 10 ม.ค. 2025
- Konu:
Yirmi Dördüncü Söz
Şu Söz Beş Daldır. Dördüncü Dala dikkat et. Beşinci Dala yapış, çık, meyvelerini kopar, al.
بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّح۪يمِ
اَللّٰهُ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَهُ اْلاَسْمَاۤءُ الْحُسْنٰى
(Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla. “O Allah ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi: 8.)
Şu âyet-i celîlenin şecere-i nurâniyesinin çok hakikatlerinden bir hakikatinin Beş Dalına işaret ederiz.
Birinci Dal
Nasıl ki, bir sultanın kendi hükümetinin dairelerinde ayrı ayrı unvanları ve raiyyetinin tabakalarında başka başka nâm ve vasıfları ve saltanatının mertebelerinde çeşit çeşit isim ve alâmetleri vardır: meselâ, adliye dairesinde hâkim-i âdil ve mülkiyede sultan ve askeriyede kumandan-ı âzam ve ilmiyede halîfe. Daha buna kıyasen sâir isim ve unvanlarını bilsen anlarsın ki; bir tek padişah, saltanatının dairelerinde ve tabaka-i hükümet mertebelerinde bin isim ve unvâna sahip olabilir. Güyâ o hâkim, her bir dairede, şahsiyet-i mâneviye haysiyetiyle ve telefonuyla mevcut ve hazırdır, bulunur ve bilir. Ve her tabakada kanunuyla, nizâmıyla, mümessiliyle meşhut ve nâzırdır, görünür, görür. Ve her bir mertebede, perde arkasında, hükmüyle, ilmiyle, kuvvetiyle, mutasarrıf ve basîrdir, idare eder, bakar.
Öyle de Ezel-Ebed Sultanı olan Rabbü’l-âlemîn için, rubûbiyetinin mertebelerinde ayrı ayrı, fakat birbirine bakar şen ve nâmları; ve ulûhiyetinin dairelerinde başka başka, fakat birbiri içinde görünür isim ve nişanları; ve haşmetnümâ icraatında ayrı ayrı, fakat birbirine benzer temsil ve cilveleri; ve kudretinin tasarrufâtında başka başka, fakat birbirini ihsâs eder ünvanları var. Ve sıfatlarının tecelliyâtında başka başka, fakat birbirini gösterir mukaddes zuhurâtı var. Ve ef’âlinin cilvelerinde çeşit çeşit, fakat birbirini ikmâl eder hikmetli tasarrufâtı var. Ve rengârenk sanatında ve mütenevvi’ masnuâtında çeşit çeşit, fakat birbirini temâşâ eder haşmetli rubûbiyâtı vardır.
Bununla beraber, kâinatın her bir âleminde, her bir tâifesinde, Esmâ-i Hüsnâdan bir ismin ünvânı tecellî eder. O isim, o dairede hâkimdir; başka isimler orada ona tâbidirler, belki onun zımnında bulunurlar.
Hem mahlûkatın her bir tabakasında az ve çok, küçük ve büyük, has ve âmm her birisinde, has bir tecellî, has bir rubûbiyet, has bir isimle cilvesi vardır. Yani, o isim her şeye muhît ve âmm olduğu halde, öyle bir kasd ve ehemmiyetle bir şeye teveccüh eder; güyâ o isim yalnız o şeye hastır.
Hem, bununla beraber, Halık-ı Zülcelâl her şeye yakın olduğu halde, yetmiş bine yakın nurânî perdeleri vardır. Meselâ, sana tecellî eden Halık isminin mahlûkiyetindeki cüzî mertebesinden tut, tâ bütün kâinatın Halıkı olan mertebe-i kübrâ ve ünvân-ı âzama kadar ne kadar perdeler bulunduğunu kıyas edebilirsin. Demek bütün kâinatı arkada bırakmak şartıyla, mahlûkıyetin kapısından Halık isminin müntehâsına yetişirsin, daire-i sıfâta yanaşırsın.
Mâdem perdelerin birbirine temâşâ eder pencereleri var; ve isimler birbiri içinde görünüyor; ve şuûnât birbirine bakar; ve temessülât birbiri içine girer; ve ünvanlar birbirini ihsâs eder; ve zuhurât birbirine benzer; ve tasarrufât birbirine yardım edip itmâm eder; ve Rubûbiyetin mütenevvi’ terbiyeleri birbirine imdat edip muâvenet eder; elbette gerektir ki, Cenâb-ı Hakkı bir isim, bir ünvan ile, bir rubûbiyetle ve hâkezâ, tanısa, başka ünvanları, rubûbiyetleri, şenleri, içinde inkâr etmesin. Belki, her bir ismin cilvesinden sâir esmâya intikal etmezse, zarar eder. Meselâ, Kadîr ve Halık isminin eserini görse, Alîm ismini görmezse, gaflet ve tabiat dalâletine düşebilir. Belki lâzım gelir ki, onun nazarı, daima karşısında “Hüve, Hüvallah” okusun, görsün. Onun kulağı herşeyden قُلْ هُوَ اللّٰهُ اَحَدٌ (“De ki: O Allah birdir.” İhlâs Sûresi: 1.) dinlesin, işitsin. Onun lisanı “Lâ ilâhe illâhû beraber mîzened âlem” (Bütün âlem, beraber "Lâ ilâhe illâ Hu" diyor.) desin, ilân etsin.
İşte, Kur’ân-ı Mübîn, اَللّٰهُ لاَۤ اِلٰهَ اِلاَّ هُوَ لَهُ اْلاَسْمَاۤءُ الْحُسْنٰى (“O Allah ki, Ondan başka ibâdete lâyık hiçbir ilâh yoktur. En güzel isimler Onundur.” Tâhâ Sûresi: 8.) fermanıyla, zikrettiğimiz hakikatlere işaret eder.
Eğer o yüksek hakikatleri yakından temâşâ etmek istersen, git fırtınalı bir denizden, zelzeleli bir zeminden sor, "Ne diyorsunuz?" de; elbette, "Yâ Celîl, yâ Celîl, yâ Azîz, yâ Cebbâr" dediklerini işiteceksin. Sonra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle terbiye edilen küçük hayvanâttan ve yavrulardan sor, "Ne diyorsunuz?" de; elbette "Yâ Cemîl, yâ Cemîl, yâ Rahîm, yâ Rahîm" diyecekler.
Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat: İstanbul, Şubat 2004, s. 530-536.