Kur’an insan içinse, neden insanlığın çok önemsediği medeniyet harikalarından açıkça bahsetmiyor?

แชร์
ฝัง
  • เผยแพร่เมื่อ 28 ส.ค. 2024
  • Konu:
    Yirminci Söz
    Yirminci Sözün İkinci Makamı
    Mu’cizât-ı enbiya yüzünde parlayan bir lem’a-i i’câz-ı Kur’ân
    (Âhirdeki iki sual ve iki cevaba dikkat et.)
    بِسْمِ اللّٰهِ الرَّحْمٰنِ الرَّحِيمِ
    وَلاَ رَطْبٍ وَلاَ يَابِسٍ اِلاَّ فِى كِتَابٍ مُبِينٍ (Rahmân ve Rahîm olan Allah’ın adıyla.) (“Yaş ve kuru ne varsa apaçık bir kitapta yazılmıştır.” En’am Sûresi: 59.)
    İki mühim suâle karşı iki mühim cevap
    BİRİNCİSİ:
    Eğer desen: "Mâdem Kur’ân, beşer için nâzil olmuştur. Neden beşerin nazarında en mühim olan medeniyet hârikalarını tasrih etmiyor? Yalnız gizli bir remz ile, hafî bir îmâ ile, hafif bir işaretle, zayıf bir ihtar ile iktifâ ediyor?”
    Elcevap: Çünkü, medeniyet-i beşeriye hârikalarının hakları bahs-i Kur’ânîde o kadar olabilir. Zîrâ, Kur’ân’ın vazife-i asliyesi daire-i Rubûbiyetin kemâlât ve şuûnâtını ve daire-i ubûdiyetin vezâif ve ahvâlini tâlim etmektir. Öyle ise, şu havârik-ı beşeriyenin o iki dairede hakları yalnız bir zayıf remz, bir hafif işaret ancak düşer. Çünkü, onlar daire-i Rubûbiyetten haklarını isteseler, o vakit pek az hak alabilirler.
    Meselâ, tayyâre-i beşer (Haşiye: Şu ciddî meseleyi yazarken, ihtiyârsız olarak, kalemim üslûbunu şu latîf latîfeye çevirdi. Ben de kalemimi serbest bıraktım. Ümit ederim ki, üslûbun latîfeliği, meselenin ciddiyetine halel vermesin.) Kur’ân’a dese: "Bana bir hakk-ı kelâm ver, âyâtında bir mevkî ver." Elbette o daire-i Rubûbiyetin tayyâreleri olan seyyârât, arz, kamer, Kur’ân nâmına diyecekler: "Burada cirmin kadar bir mevkî alabilirsin."
    Eğer beşerin tahte’l-bahirleri, âyât-ı Kur’âniyeden mevkî isteseler, o dairenin tahte’l-bahirleri, yani, bahr-i muhît-i havaîde ve esir denizinde yüzen zemin ve yıldızlar ona diyecekler: "Yanımızda senin yerin görünmeyecek derecede azdır."
    Eğer elektriğin, parlak, yıldız-misâl lâmbaları, hakk-ı kelâm isteyerek, âyetlere girmek isteseler, o dairenin elektrik lâmbaları olan şimşekler, şahaplar ve gökyüzünü zînetlendiren yıldızlar ve misbahlar diyecekler: "Işığın nisbetinde bahis ve beyâna girebilirsin."
    Eğer havârik-ı medeniyet, dekàik-ı san’at cihetinde haklarını isterlerse ve âyetlerden makam talep ederlerse, o vakit birtek sinek onlara, "Susunuz!" diyecek. "Benim bir kanadım kadar hakkınız yoktur. Zîrâ sizlerdeki, beşerin cüz-i ihtiyârıyla kesb edilen bütün ince san’atlar ve bütün nâzik cihazlar toplansa, benim küçücük vücudumdaki ince san’at ve nâzenin cihazlar kadar acîb olamaz. اِنَّ الَّذِينَ تَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ لَنْ يَخْلُقوُا ذُباَباً وَلَوِاجْتَمَعُوا لَهُ (“Sizin Allah’ı bırakıp da taptıklarınızın hepsi bir araya gelse, bir sinek bile yaratamazlar… İlaahir” Hac Sûresi: 73.) âyeti sizi susturur.”
    Eğer o hârikalar, daire-i ubûdiyete gidip, o daireden haklarını isterlerse, o zaman o daireden şöyle bir cevap alırlar ki:
    "Sizin münâsebetiniz bizimle pek azdır ve dairemize kolay giremezsiniz. Çünkü, programımız budur ki: Dünya bir misafirhânedir. İnsan ise, onda az duracaktır ve vazifesi çok bir misafirdir ve kısa bir ömürde hayat-ı ebediyeye lâzım olan levâzımâtı tedârik etmekle mükelleftir. En ehem ve en elzem işler takdim edilecektir. Halbuki, siz ekseriyet itibâriyle şu fânî dünyayı bir makarr-ı ebedî nokta-i nazarında ve gaflet perdesi altında, dünyaperestlik hissiyle işlenmiş bir sûret sizde görülüyor. Öyle ise, hakperestlik ve âhireti düşünmeklik esasları üzerine müesses olan ubûdiyetten hisseniz pek azdır. "Lâkin, eğer kıymettar bir ibâdet olan sırf menfaat-i ibâdullah için ve menâfi-i umumiye ve istirahat-i âmmeye ve hayat-ı içtimâiyenin kemâline hizmet eden ve elbette ekalliyet teşkil eden muhterem san’atkârlar ve mülhem keşşaflar, arkanızda ve içinizde varsa, o hassas zâtlara şu remz ve işârât-ı Kur’âniye, sa’ye teşvik ve san’atlarını takdir etmek için, elhak kâfi ve vâfîdir.”
    ...
    Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yeni Asya Neşriyat: İstanbul, Şubat 2004, s. 419-423.

ความคิดเห็น • 2