Bu soruyu ben yaklaşık 2 yıl önce bir camii hocasına sormuştum. Ama cevap alamadım şuan kafamdaki tüm soru işaretleri kalktı. Çok ama çok teşekkür ederim. Allah razı olsun hepinizden.
Cami hocalarinin vazifesi namaz kildirtmak oldugu icin onalrin bu tio sorulara cevap verememesi normal, cunku onlarin vazifesi o degil. Bu tip sorular genelde bu video yapan veya buyuk ilahiyatci professorlere sormak lazim.
@hakkı karamnlı nurcularin hepsi kuran okur bunu siz nereden uyduruyorsunuz ve her yil biz yıllık ile kuran okuyarak hatim ediyoruz yani bunları bilip bilmeden konuşmak çok saçma
sizin gibilere helal olsun hocam deist bir hocam olduğu için ben de nerdeyse deist olacaktım ama sayenizde imanım artıyor bi de hoca mı imana getirsem super olur :)
bu arada vazifemi de yaptım hem beğendim hemde yorumda yaptım serkan aktaş anlatımın çok açık ve net gayet güzel ders yapıyosun Allah ilimlerinizi artırsın
Kader ve özgür irade konusunda seyrettiğim en ikna edici video oldu. En azından külliyen saçmalık değil. Fiziksel bir mantık zemini var. Şimdi bunun nasıl gerçekleşiyor olabileceğini anlamak gerekiyor.
Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir.(1)kader bu anımıza bakıyor, her an önümüze teklifler çıkıyor 2)vicdanen herkes özgür seçme kabiliyeti olduğunu vicdanen hisseder ) Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur. Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. ... Bizzarure, herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder, o ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte, şu cüz-ü ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Herşey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez... Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder... İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir." Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder. Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin. Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar. 26. söz(kader risalesinden) tamamını okuyabilirsiniz
ağzınıza yüreğinize sağlık video harika olmuş. Felsefe öğretmenim deist din felsefesini işlerken bu soruların aynısını söyledi biz pek açıklama yapamadık tatmin oldum sayenizde sağolun
Samet abide okulumuza geldiğnde güzel bi örnek vermişti."şu Kapıdan sarhoş bi adam sallana sallana girse, ben onun az sonra düşeceğini şuraya yazsam ve biraz yürüdükten sonra düşse, ben Yazdığım içinmi düşmüş olur? "Diye açıklamıştı.
"Kaderimi Allah yazdıysa?" İşte burda bilinen yanlış. Kaderimi Allah biliyor! Yaradan yazdı ama, aslında ön gördü..Hani yanlış anlaşılma olmasın, sorulan bu soruda"kaderimi Allah yazdıysa?" Akla gelen, yani bilinen yanlış şu ki; ben yazılmışı yaşıyorum! Hayır, yaşanılacak olanı Allah sadece biliyor, bir müdahale söz konus değil. Güzel video teşekkürler
Cok ama cok guzel bir video olmus.Agziniza,yureginize saglik.Kisacasi bizim yaptigimizi Allah bildigi icin yaziyor yazdigi icin yapmiyoruz.Yapacaklarimiz yazildigi icin sorumlu tutuluyoruz.
"Biz her insanın kaderini kendi çabasina bağlı kildik "isra 13" yapmış olduğumuz tercihler kaderimizi yön veriyoruz. Kaderimde ne varsa suçum ne? demek yanlış olur . Allah bizim irademiz dışında gerçekleşen şeylerle bizi sorumlu tutmaz!
S- İlm-i ezelînin veya irade-i ezeliyenin bir fiile taallûkları, ihtiyara mahal bırakmıyor? C- Birincisi: Abdin ihtiyarından neş'et eden bir fiile ilm-i ezelînin taalluku, o ihtiyara münafî ve mani değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir. İlim, ma'lûma tâbidir. İkincisi: İlm-i ezelî muhit olduğu için, müsebbebatla esbabı birlikte abluka eder, içine alır, Yoksa ilm-i ezelî, zannedildiği gibi uzun bir silsilenin başı değildir ki, esbabdan tegafül ile, yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin. Üçüncüsü: Ma'lûm nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taallûk eder. Öyle ise ma'lûmun mekayîsi ve esbabı, kadere isnad edilemez. Dördüncüsü: Zannedildiği gibi, irade-i külliyenin bir defa müsebbebe, bir defa da sebebe ayrı ayrı taallûku yoktur. Ancak müsebbeble sebebe bir taallûku vardır. sh: » (İ: 75) Bu mezheblerin nokta-i nazarlarını bir misal ile izah edelim: Bir adam, bir âletle bir şahsı öldürse, sebebin ma'dum olduğunu farzedersek, müsebbebin keyfiyeti nasıl olur? Ehl-i cebr'in nokta-i nazarları: "Ölecekti." Çünkü onlarca taallûk ikidir ve sebeble müsebbeb arasında inkıta' caizdir. Ehl-i i'tizalce: "Ölmeyecekti." Çünkü onlarca muradın iradeden tahallüfü caizdir. Ehl-i sünnet ve-l cemaatça, bu misâlde sükût ve tevakkuf lâzımdır. Çünkü irade-i külliyenin sebeble müsebbebe bir taallûku vardır. Bu itibarla sebebin ademi farzedilirse, müsebbebin de farz-ı ademi lâzımgelir. Çünkü taallûk birdir. Cebir ve i'tizal, ifrat ve tefrittir. İkinci bir mukaddeme: Ehl-i tabiat, esbaba hakikî bir tesir veriyor. Mecusîler; biri şerre, diğeri hayra olmak üzere iki hâlika itikad ediyorlar. Ehl-i i'tizal de, "Ef'al-i ihtiyariyenin hâlıkı abddir" diyor. Bu üç mezhebin esası; bâtıl bir vehm-i mahz, bir hata ve hududdan tecavüzdür. Bu vehmi izale için, birkaç mes'eleyi dinlemek lâzımdır. Birincisi: İnsanın dinlemesi, konuşması, düşünmesi cüz'î olduğu için, teakub suretiyle eşyaya taallûk ettiği gibi, himmeti de cüz'îdir. Nöbetle, eşya ile meşgul olabilir. İkincisi: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar. Üçüncüsü: İnsan hangi birşeye teveccüh ederse, onun ile bağlanır ve onda fâni olur. Bu sırra binaendir ki; insanlar, hasis ve cüz'î şeyleri büyük adamlara isnad etmezler. Ancak esbaba ve vesâile atfederler. Sanki hasis işler ile iştigal onların vakarına münasip olmadığı gibi, cüz'î şeyler de onların azîm himmetlerini işgal, etmeye lâyık değildir. Dördüncüsü: İnsan bir şeyin ahvalini muhakeme ettiği zaman, o şeyin rabıtalarını, esbabını, esaslarını evvelâ kendi nefsinde, sonra ebna-yı cinsinde, sonra etraftaki mümkinatta taharri eder. Hatta hiçbir suretle mümkinata müşabeheti olmayan Cenab-ı Hakk'ı düşünecek olursa, kuvve-i vâhimesi ile bir insanın mekayîsini, esasatını, ahvalini mikyas yaparak Cenab-ı Hakk'ı düşünmeye başlar. Halbuki Cenab-ı Hakk'a bu gibi mikyaslar ile bakılamaz. Zira, sıfâtı inhisar altında değildir. Beşincisi: Cenab-ı Hakk'ın kudret, ilim, iradesi; şemsin ziyası gibi bütün mevcudata âmm ve şâmil olup, hiçbir şeyle müvazene edilemez. Arş-ı Âzam'a taallûk ettikleri gibi, zerrelere de taallûk ederler. Cenab-ı Hak şems ve kameri halkettiği gibi, sineğin gözünü de O halketmiştir. sh: » (İ: 76) Cenab-ı Hak; kâinatta vaz'ettiği yüksek nizam gibi, hurdebînî hayvanların bağırsaklarında da pek ince ve lâtif bir nizam vaz' etmiştir. Semadaki ecramı birbiriyle rabteden cazibe-i umumî kanunu gibi, cevahir-i ferdi de, yani zerratı da o kanunun bir misliyle nazmetmiştir. Sanki bu zerrat âlemi, o semavî âleme küçük bir misaldir. Hülâsa, aczin müdahalesi ile kudret mertebeleri ayrılır. Aczi mümteni' olan kudretçe; büyük, küçük birdir. Altıncısı: Kudret-i Ezeliye, en evvel eşyanın melekût, yani iç yüzüne taallûk eder. Bu yüz ise, alelumum güzel ve şeffaftır. Evet şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da iç yüzleri ziyadardır. Yedincisi: Beşerin zihni ve fikri, Cenab-ı Hakk'ın azametine bir mikyas, kemalâtına bir mîzan, evsafının muhakemesine bir vasıta bulmak vüs'atinde değildir; ancak cemi' masnuatından ve mecmu-u âsârından ve bütün ef'alinden tahassül ve tecelli eden bir vecihle bakılabilir. Evet zerre mir'at olur; fakat mikyas olamaz. Bu mes'elelerden tebarüz ettiği vecihle, Cenab-ı Hakk'ın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın onun şuunatına mikyas yapılması, en büyük cehalet ve hamakattır. Çünki aralarındaki fark, yerden göğe kadardır. Evet vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek garib ve gülünç şeyler çıkar. Meselâ: Ehl-i tabiat, o aldatıcı kıyas ile, tesir-i hakikîyi esbaba; Ehl-i i'tizal, halk-ı ef'ali abde; Mecusîler, şerri ikinci bir hâlika isnad etmeye mecbur olmuşlardır. Güya zuumlarınca Cenab-ı Hak, azamet-i kibriya ve tenezzühü dolayısıyla, bu gibi hasis ve çirkin şeylere tenezzül etmez. Demek akılları vehimlerine esir olanlar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar. İhtar: Mü'minlerden de, vesvese cihetiyle bu vehme maruz kalanlar vardır, dikkat etmek lâzımdır. işarat-ul icaz
Bu soruyu ben yaklaşık 2 yıl önce bir camii hocasına sormuştum. Ama cevap alamadım şuan kafamdaki tüm soru işaretleri kalktı. Çok ama çok teşekkür ederim. Allah razı olsun hepinizden.
Cami hocalarinin vazifesi namaz kildirtmak oldugu icin onalrin bu tio sorulara cevap verememesi normal, cunku onlarin vazifesi o degil. Bu tip sorular genelde bu video yapan veya buyuk ilahiyatci professorlere sormak lazim.
@@rockingjump986 tm 😂
Sizin gibi gençler görmek bu ülkede o kadar güzelki..Allah sayılarınızı artırsın.Allah razı olsun
Çok güzel olmuş RABBİM Razı olsun videoların devamını diliyoruz İNŞaALLAH..
@hakkı karamnlı ne alaka
@hakkı karamnlı nurcularin hepsi kuran okur bunu siz nereden uyduruyorsunuz ve her yil biz yıllık ile kuran okuyarak hatim ediyoruz yani bunları bilip bilmeden konuşmak çok saçma
@hakkı karamnlı ne boş yaptın be kur an hiç bir şey olmasa teberrüken okunur
ALLAH ebediyyen sizlerden ve sizin gibilerden razı olsun Ümmetin Arslanları.. RABBİM sizlerin şuurunda olan insanları artırsın..
Hakikate dayanamadı 😅Allah razı olsun
sizin gibilere helal olsun hocam
deist bir hocam olduğu için ben de nerdeyse deist olacaktım ama sayenizde imanım artıyor
bi de hoca mı imana getirsem super olur :)
RABBİM ilminizi artırsın kaderi nekadar güzel anlatmışsınız
Ben simdi herseyi daha cok anliyorum Serkan abi. Herseyi senin sayende anladim. Allah binlerce kez razi olsun.
çok açıklayıcı olmuş herkezin anlayabileceği tarz örnekler vermişsiniz emeği geçenlerden dinleyenlerden Allah razı olsun
Allah razı olsun sizden 😇😇
bu arada vazifemi de yaptım hem beğendim hemde yorumda yaptım serkan aktaş anlatımın çok açık ve net gayet güzel ders yapıyosun Allah ilimlerinizi artırsın
ALLAH RAZI OLSUN.
Subhanallah rabbim sizlerden razı olsun ilminizi daim etsin
Allah razı olsun
Nokta atışı benzetmelerle insanların şüphelerini yok ediyorsunuz.Allah razı olsun
örnekler çok güzel. Allah razı olsun
Çok saolun Allah Razı Olsun
"Artık anla da yanii " Abi yine süper anlatmışsınız ya. Allah sizden razı olsun :)))
allah sizden razı olsun
Allah razı olsun...
en cok sevdigim sohbet
Çok tatmin edici..
allah razı olsun
Evet evet güzel örnek güzel sohbet ............
Allah razı olsun 😊
ALLAH razı olsun.Güzel anlattın
ALLAH RAZI OLSUN
allah razi olsun örneklerinle daga iyi anladim sizi cok seviyorum
müthiş bir konu..
- Allah razı olsun. )
valla ben hep sizlere duâ ediyorum ALLAH sizden razı olsun çok güzel anlatıyorsun
Allah razi olsun
Allah Razi Olsun.
Benimde bi süredir aklımı kurcalayan bi meseleydi Allah Razi Olsun :)
ALLAH razı olsun Serkan abi izlemenizi tavsiye ederim..
Allah razı olsun abi
çok güzel anlatmışşın allah razı olsun.
Çok güzel anlatmissiniz teşekkürler
Mukemmel bir anlatım...
Maaşallah barekallah nazar değmesin ALLAH gayretini kabul etsin
Uzun zamandir bekliyordum boyle bir video :)
ALLAH(c.c) cumlemizden razi olsun InsALLAH
bu soruyu çok merak ediyordum hatta dun aklima gelmişti Allah razi olsun sizden
Beğenilmezmi bu be abi.. Harika bir anlatım Allah cc razı olsun inşaAllah.
cok saolun bende bu soruyu dusunuyordum sizin sayenizde oyrendim Allah razi olsun
Çok güzel🌺
Agziniza saglik yine harikasiniz
çok iyi anlatmışsın abi.. Allah razı olsun.
Örnekler cok kaliteli
hakkıyla anlatmissiniz ellerinize sağlık 🙏
harika harika harika muthiş.....
Allah razı olsun Serkan abi. Bu konu kafamı çok oarıştırıyordu.
Allah razı olsun daha iyi anlatılamazdı.
mükemmel anlatim serkan abi
ilaç gibi ağzınıza sağlık
Çok güzel anlatmışsın abi teşekkürler.
Allah razı olsun abi çok güzel anlatmışsınız
Emeğinize sağlık 👏
Gerçekten Şahane bir açıklama olmuş Çok teşekkürler Serkan abi :)
Allah razı olsun çok güzel açıklamışsın serkan abi saol😊
Super bir izah olmuş Allah razı olsun ! 😉
Allah razı olsun abi yine çok güzel anlattin 😊
Abi tek kelimeyle muazzam
Harikaydı ya. 👏👏
son zamanlarda bu soruyu kendime siklikla soruyordum, allah razi olsun sizlerden
Allah sizden Razı Olsun Çok Güzel Olmuş 😊😊😊
Allah razı olsun :)
Çok güzel misaller vermissiniz, Allah sizlerden razi olsun. :)
Serkan abi anladım artık çok sağol 😉
bunu kendime cok sormustum zamanında, bır hocada da bana muazzam bir cevap vermıstı ama bu örnekler dahada muazzam Teşekkurler Serkan abi :)
Kader ve özgür irade konusunda seyrettiğim en ikna edici video oldu. En azından külliyen saçmalık değil. Fiziksel bir mantık zemini var. Şimdi bunun nasıl gerçekleşiyor olabileceğini anlamak gerekiyor.
çok teşekkürler hocam aklımdaki sorular azaldı ama hala bazı sorular var onlara cevap arıyorum tatmin edici bir cevap bulurum inşallah
Kader ve cüz-ü ihtiyarî, İslâmiyetin ve imanın nihayet hududunu gösteren, hâlî ve vicdanî bir imanın cüzlerindendir.(1)kader bu anımıza bakıyor, her an önümüze teklifler çıkıyor 2)vicdanen herkes özgür seçme kabiliyeti olduğunu vicdanen hisseder )
Evet, Kur'ân'ın dediği gibi, insan, seyyiâtından tamamen mes'uldür. Çünkü seyyiâtı isteyen odur. Seyyiât, tahribat nev'inden olduğu için, insan bir seyyie ile çok tahribat yapabilir, müthiş bir cezaya kesb-i istihkak eder: bir kibritle bir evi yakmak gibi. Fakat hasenatta iftihara hakkı yoktur. Onda onun hakkı pek azdır. Çünkü hasenatı isteyen, iktiza eden rahmet-i İlâhiye; ve icad eden kudret-i Rabbâniyedir. Sual ve cevap, dâi ve sebep, ikisi de Haktandır. İnsan yalnız dua ile, iman ile, şuur ile, rıza ile onlara sahip olur.
Fakat seyyiâtı isteyen nefs-i insaniyedir: ya istidat ile, ya ihtiyar ile. Nasıl ki, beyaz, güzel güneşin ziyasından bazı maddeler siyahlık ve taaffün alır. O siyahlık, onun istidadına aittir. ...
Bizzarure, herkes kendisinde bir ihtiyar hisseder, o ihtiyarın vücudunu vicdanen bilir. Mevcudatın mahiyetini bilmek ayrıdır, vücudunu bilmek ayrıdır. Çok şeyler var, vücudu bizce bedihî olduğu halde, mahiyeti bizce meçhul... İşte, şu cüz-ü ihtiyarî, öyleler sırasına girebilir. Herşey malûmatımıza münhasır değildir. Adem-i ilmimiz, onun ademine delâlet etmez...
Kader, ilim nev'indendir. İlim, malûma tâbidir. Yani, nasıl olacak, öyle taallûk ediyor. Yoksa, malûm, ilme tâbi değil. Yani, ilim desâtiri, malûmu, haricî vücut noktasında idare etmek için esas değil. Çünkü, malûmun zâtı ve vücud-u haricîsi, iradeye bakar ve kudrete istinad eder...
İrade-i cüz'iye-i insaniye ve cüz-ü ihtiyariyesi, çendan zayıftır, bir emr-i itibarîdir. Fakat Cenâb-ı Hak ve Hakîm-i Mutlak, o zayıf, cüz'î iradeyi, irade-i külliyesinin taallûkuna bir şart-ı âdi yapmıştır. Yani, mânen der: "Ey abdim, ihtiyarınla hangi yolu istersen, seni o yolda götürürüm. Öyle ise mes'uliyet sana aittir."
Teşbihte hata olmasın, sen bir iktidarsız çocuğu omuzuna alsan, onu muhayyer bırakıp "Nereyi istersen seni oraya götüreceğim" desen; o çocuk yüksek bir dağı istedi, götürdün. Çocuk üşüdü yahut düştü. Elbette "Sen istedin" diyerek itab edip, üstünde bir tokat vuracaksın. İşte, Cenâb-ı Hak, Ahkemü'l-Hâkimîn, nihayet zaafta olan abdin iradesini bir şart-ı âdi yapıp, irade-i külliyesi ona nazar eder.
Elhasıl: Ey insan! Senin elinde gayet zayıf, fakat seyyiâtta ve tahribatta eli gayet uzun ve hasenatta eli gayet kısa, cüz-ü ihtiyarî namında bir iraden var. O iradenin bir eline duayı ver ki, silsile-i hasenatın bir meyvesi olan Cennete eli yetişsin ve bir çiçeği olan saadet-i ebediyeye eli uzansın. Diğer eline istiğfarı ver ki, onun eli seyyiâttan kısalsın ve o şecere-i mel'unenin bir meyvesi olan zakkum-u Cehenneme yetişmesin.
Demek, dua ve tevekkül meyelân-ı hayra büyük bir kuvvet verdiği gibi, istiğfar ve tevbe dahi meyelân-ı şerri keser, tecavüzâtını kırar.
26. söz(kader risalesinden)
tamamını okuyabilirsiniz
Çok iyi
Allah razı olsun abeey :))
😊 abi süpersin anlatiyorsn.Allah razi olsun senden
bu kadar mi güzel anlatilir. :)
benim silgi örneğime benziyor arabaların çarpışma mevzusu :) Allah razı olsun abicim
hakikata dayanamadi :DDDD süpersin serkan abi ya....Allah sizlerden razi olsun :)
çok güzel video olmuş
Abi cok guzel açıklamissin Allah razi olsunnn 😊
abi allah razı olsun çok güzel ve anlaşılır anlatmış sin herzaman takipteyim yüz yüze tanışmak isterim.
Helal olsun 😊
Ali ornegi butun soru isaretlerini yok etti elhamdulillah ALLAH raai olsun :))
ağzınıza yüreğinize sağlık video harika olmuş. Felsefe öğretmenim deist din felsefesini işlerken bu soruların aynısını söyledi biz pek açıklama yapamadık tatmin oldum sayenizde sağolun
Samet abide okulumuza geldiğnde güzel bi örnek vermişti."şu Kapıdan sarhoş bi adam sallana sallana girse, ben onun az sonra düşeceğini şuraya yazsam ve biraz yürüdükten sonra düşse, ben Yazdığım içinmi düşmüş olur? "Diye açıklamıştı.
abi aklımın karıştığı bi şu soru vardı öğrenmiş oldum inşAllah Allah razı olsun
Abi biraz daha derine inerek cebriyye kaderiyye gibi ekollerede cevap mahiyetinde bir video hazırlasınız çok daha iyi olur😊
"Kaderimi Allah yazdıysa?" İşte burda bilinen yanlış. Kaderimi Allah biliyor! Yaradan yazdı ama, aslında ön gördü..Hani yanlış anlaşılma olmasın, sorulan bu soruda"kaderimi Allah yazdıysa?" Akla gelen, yani bilinen yanlış şu ki; ben yazılmışı yaşıyorum! Hayır, yaşanılacak olanı Allah sadece biliyor, bir müdahale söz konus değil. Güzel video teşekkürler
o zaman herkesin kaderi kendi elinde
Cok ama cok guzel bir video olmus.Agziniza,yureginize saglik.Kisacasi bizim yaptigimizi Allah bildigi icin yaziyor yazdigi icin yapmiyoruz.Yapacaklarimiz yazildigi icin sorumlu tutuluyoruz.
var ol bəəə arkadaşş) çox sağ ol kişiii.
selamunaleykum öncelikle eskişehir ilinde bi derneğiniz varmıdır gidip görmek isterim :)
haha artık anla daaa çok güzel anlatmışsın helal kardeşim
👍👍👍👍
son kapanış çok iyi olmuş. vuruyo masaya "artık anla da":D
çok xoş anlattın abi :)))
"Biz her insanın kaderini kendi çabasina bağlı kildik "isra 13" yapmış olduğumuz tercihler kaderimizi yön veriyoruz. Kaderimde ne varsa suçum ne? demek yanlış olur . Allah bizim irademiz dışında gerçekleşen şeylerle bizi sorumlu tutmaz!
S- İlm-i ezelînin veya irade-i ezeliyenin bir fiile taallûkları, ihtiyara mahal bırakmıyor?
C- Birincisi: Abdin ihtiyarından neş'et eden bir fiile ilm-i ezelînin taalluku, o ihtiyara münafî ve mani değildir. Çünkü müessir, ilim değildir, kudrettir. İlim, ma'lûma tâbidir.
İkincisi: İlm-i ezelî muhit olduğu için, müsebbebatla esbabı birlikte abluka eder, içine alır, Yoksa ilm-i ezelî, zannedildiği gibi uzun bir silsilenin başı değildir ki, esbabdan tegafül ile, yalnız müsebbebat o mebdee isnad edilsin.
Üçüncüsü: Ma'lûm nasıl bir keyfiyet üzerine olursa, ilim öylece taallûk eder. Öyle ise ma'lûmun mekayîsi ve esbabı, kadere isnad edilemez.
Dördüncüsü: Zannedildiği gibi, irade-i külliyenin bir defa müsebbebe, bir defa da sebebe ayrı ayrı taallûku yoktur. Ancak müsebbeble sebebe bir taallûku vardır.
sh: » (İ: 75)
Bu mezheblerin nokta-i nazarlarını bir misal ile izah edelim:
Bir adam, bir âletle bir şahsı öldürse, sebebin ma'dum olduğunu farzedersek, müsebbebin keyfiyeti nasıl olur? Ehl-i cebr'in nokta-i nazarları: "Ölecekti." Çünkü onlarca taallûk ikidir ve sebeble müsebbeb arasında inkıta' caizdir. Ehl-i i'tizalce: "Ölmeyecekti." Çünkü onlarca muradın iradeden tahallüfü caizdir. Ehl-i sünnet ve-l cemaatça, bu misâlde sükût ve tevakkuf lâzımdır. Çünkü irade-i külliyenin sebeble müsebbebe bir taallûku vardır. Bu itibarla sebebin ademi farzedilirse, müsebbebin de farz-ı ademi lâzımgelir. Çünkü taallûk birdir. Cebir ve i'tizal, ifrat ve tefrittir.
İkinci bir mukaddeme: Ehl-i tabiat, esbaba hakikî bir tesir veriyor. Mecusîler; biri şerre, diğeri hayra olmak üzere iki hâlika itikad ediyorlar. Ehl-i i'tizal de, "Ef'al-i ihtiyariyenin hâlıkı abddir" diyor. Bu üç mezhebin esası; bâtıl bir vehm-i mahz, bir hata ve hududdan tecavüzdür. Bu vehmi izale için, birkaç mes'eleyi dinlemek lâzımdır.
Birincisi: İnsanın dinlemesi, konuşması, düşünmesi cüz'î olduğu için, teakub suretiyle eşyaya taallûk ettiği gibi, himmeti de cüz'îdir. Nöbetle, eşya ile meşgul olabilir.
İkincisi: İnsanın kıymetini tayin eden, mahiyetidir. Mahiyetin değeri ise, himmeti nisbetindedir. Himmeti ise, hedef ittihaz ettiği maksadın derece-i ehemmiyetine bakar.
Üçüncüsü: İnsan hangi birşeye teveccüh ederse, onun ile bağlanır ve onda fâni olur. Bu sırra binaendir ki; insanlar, hasis ve cüz'î şeyleri büyük adamlara isnad etmezler. Ancak esbaba ve vesâile atfederler. Sanki hasis işler ile iştigal onların vakarına münasip olmadığı gibi, cüz'î şeyler de onların azîm himmetlerini işgal, etmeye lâyık değildir.
Dördüncüsü: İnsan bir şeyin ahvalini muhakeme ettiği zaman, o şeyin rabıtalarını, esbabını, esaslarını evvelâ kendi nefsinde, sonra ebna-yı cinsinde, sonra etraftaki mümkinatta taharri eder. Hatta hiçbir suretle mümkinata müşabeheti olmayan Cenab-ı Hakk'ı düşünecek olursa, kuvve-i vâhimesi ile bir insanın mekayîsini, esasatını, ahvalini mikyas yaparak Cenab-ı Hakk'ı düşünmeye başlar. Halbuki Cenab-ı Hakk'a bu gibi mikyaslar ile bakılamaz. Zira, sıfâtı inhisar altında değildir.
Beşincisi: Cenab-ı Hakk'ın kudret, ilim, iradesi; şemsin ziyası gibi bütün mevcudata âmm ve şâmil olup, hiçbir şeyle müvazene edilemez. Arş-ı Âzam'a taallûk ettikleri gibi, zerrelere de taallûk ederler. Cenab-ı Hak şems ve kameri halkettiği gibi, sineğin gözünü de O halketmiştir.
sh: » (İ: 76)
Cenab-ı Hak; kâinatta vaz'ettiği yüksek nizam gibi, hurdebînî hayvanların bağırsaklarında da pek ince ve lâtif bir nizam vaz' etmiştir. Semadaki ecramı birbiriyle rabteden cazibe-i umumî kanunu gibi, cevahir-i ferdi de, yani zerratı da o kanunun bir misliyle nazmetmiştir. Sanki bu zerrat âlemi, o semavî âleme küçük bir misaldir. Hülâsa, aczin müdahalesi ile kudret mertebeleri ayrılır. Aczi mümteni' olan kudretçe; büyük, küçük birdir.
Altıncısı: Kudret-i Ezeliye, en evvel eşyanın melekût, yani iç yüzüne taallûk eder. Bu yüz ise, alelumum güzel ve şeffaftır. Evet şems ve kamerin yüzleri parlak olduğu gibi, gecenin ve bulutların da iç yüzleri ziyadardır.
Yedincisi: Beşerin zihni ve fikri, Cenab-ı Hakk'ın azametine bir mikyas, kemalâtına bir mîzan, evsafının muhakemesine bir vasıta bulmak vüs'atinde değildir; ancak cemi' masnuatından ve mecmu-u âsârından ve bütün ef'alinden tahassül ve tecelli eden bir vecihle bakılabilir. Evet zerre mir'at olur; fakat mikyas olamaz. Bu mes'elelerden tebarüz ettiği vecihle, Cenab-ı Hakk'ın mümkinata kıyas edilmesi ve mümkinatın onun şuunatına mikyas yapılması, en büyük cehalet ve hamakattır. Çünki aralarındaki fark, yerden göğe kadardır. Evet vâcibi mümkine kıyas etmekten, pek garib ve gülünç şeyler çıkar. Meselâ: Ehl-i tabiat, o aldatıcı kıyas ile, tesir-i hakikîyi esbaba; Ehl-i i'tizal, halk-ı ef'ali abde; Mecusîler, şerri ikinci bir hâlika isnad etmeye mecbur olmuşlardır. Güya zuumlarınca Cenab-ı Hak, azamet-i kibriya ve tenezzühü dolayısıyla, bu gibi hasis ve çirkin şeylere tenezzül etmez. Demek akılları vehimlerine esir olanlar, bu gibi gülünç şeyleri doğururlar.
İhtar: Mü'minlerden de, vesvese cihetiyle bu vehme maruz kalanlar vardır, dikkat etmek lâzımdır. işarat-ul icaz
Vallahi helal olsun süper örnek teşekkürler Çay House