⁵⁵⁵❤❤nasılsın merhaba bipolar hastasıyım hangi gün ve saat kaçta ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve @@AideQuliyeva-r3c
Sinemamızın çok özel ve değerli filmlerinden biridir bu film.Aşkı,acıyı,hasreti ve yaşanan buhranı iliklerine kadar hissettirir insana.Yirmili yaşlarımdaydım çekildiği dönemde ve çok etkilemişti beni.Seneler içinde defalarca izledim,her izlediğimde de duygusundan zerre kaybetmediğini gördüm.Artık sayenizde pırıl pırıl restore edilmiş şekilde izleyeceğiz.Gerek filmde gerekse bu hale gelmesinde emeği olan herkese saygıyla...
Eserin yönetmeni Engin Ayça, "Şu Sinema Dedikleri" adlı kitabında, filmin başında seyirci için bir anahtar koyduğunu söyler. Dikkat edildiğinde hem zamanın bütünselliğiyle ilgili anlatıcıdan duyulanlar hem de henüz ilk sahnedeki asistan ile Leyla Hanım'ın diyaloğunun çok önemli olduğu zaten görülecektir. Ayrıca ilginçtir ki, filmin kurgusu da doğrusal bir zamanda ilerlememektedir ve bu yönden, tıpkı geçmişin hatıralarını ve geleceğin beklentilerini her zaman şimdide yeniden kuran yaşamın bizatihi kendisine benzemektedir. İlk diyalog, Leyla Hanım ile asistanı arasında geçer ve olduğu gibi filmin kısa bir özetini sunar: "Abla, hani geçen gün bir şey olmuştu ya; ben onu anladım sanıyordum. Hiç anlamamışım meğer. Az önce içeride Ahmet Ağabey’i görünce anladım. Ben başka bir şey sanmıştım. Hay Allah! Şu işe bak abla, demek öyleymiş. Şimdi anladım ancak." Cemal Bey'i tanıdığını, anladığını sanan Leyla Hanım da, ancak onun vefatından sonra onu gerçekten duymaya başlamıştır. Neyse ki başlamıştır, hiç başlayamayan nicelerine karşın... Filmin felsefi arkatasarı, ölüm gibi son derece "sınır bir durum (bkz. Jaspers)", bir tecrübe aracılığıyla, Leyla Hanım'ın gündelik-alelade yaşamına mesafe almasını ve adeta bir dönüşüm sürecine girmesini işler. Başta Heidegger olmak üzere birçok düşünür, ölüm gibi bir olgu karşısında duyulan endişenin insanı kendi sahih-otantik varoluşunu aramaya koştuğunu dile getirmektedir. Bir düşünün lütfen, ölüm yakınımıza geldiğinde neyin esamesi okunur? Her şeye mesafe alınır, rutin içinde nelerin kıymeti olduğu bir kez daha düşünülür değil mi? Bir nevi, bir sorgulama hali takınılır. Hem de ta Enkidu'sunu kaybeden Gılgamış'tan beri... Diyeceğim o ki, ölüm karşısındaki biçare hal ve arayışımız; evrensel özlemlerimizdendir. Bireylerin öznelliklerini aşar. Dönelim Leyla Hanım'a. Bilindiği gibi "Leyla Akın" onun sahne ismidir (hatta bir sahnede gerçek adının Emine olduğunu söyler), bir nevi bunu "persona (bkz. Jung)" olarak okumak doğru olacaktır. Fakat personasıyla aşırı özdeşleşen Leyla Hanım, kendi sahih özünü hiç yaşayamamıştır. Cemal Bey'in "sizin bir yanınız çocuk kalmış" dediği, tam da buna denk düşmektedir. Leyla Hanım bunun manasını dahi o sırada tam anlayamaz. Jung’a göre “persona, insanın gerçekte olduğu şey değil, başkalarının ve kendisinin olduğunu düşündüğü şeydir” ve ayrıca Jung, “dünyayla ilişkilerimizde sergilediğimiz davranış biçimi ya da uyum sağlama sistemi olan persona ile özdeşleşmenin” çok sık karşılaşılan bir durum olduğunu belirtir. Leyla Hanım, başkaları tarafından kendisine biçilen sahne kimliğini hakiki olanın üzerinde kurarak, yaşamıştır. Bu, içinde yaşadığımız gösteri kültürü için ayrıca düşünülmesi gereken bir tartışmadır. Zira insanların çoğu, başta sosyal medya aracılığıyla benzer bir deneyimi yaşamaktadır. Sosyal medyada yaratılan persona, insanın gerçek varoluşunun yerini tutar hale gelmiştir. Yeni medyadan önce de televizyonun veyahut doğrudan kitle kültürünün, insan üzerine her zaman birtakım beklenti ve vazifeler atayarak, onu dışarıdan tanımladığı görülecektir. İnsanı insan yapan ise, kendisini seçme özgürlüğüdür. Aman diyeyim bunu keyfiyetle, canım ne isterse yaparım gibi bir yaklaşımla karıştırmayalım. Zira özgür insan, başkalarının da özgürlüğünü her şeyden önce gözetir. Leyla Hanım, Cemal Bey'in ölüm haberini alınca ne yapar? Bütün programlarını askıya alır. Bir başka deyişle, personasının rollerini, gündelik sıradan yaşamı kenara iter ve cenaze evine gider. Buradaki sahnelerde, misafirlerin diyalogları, modernist kültürdeki yas tutma adına çok isabetli örneklerdir. Yas tutan aile salondayken misafirler Cemal Bey'den söz ederken; ailesi çıktığında derhal misafirlerin "şeylerden" bahsettiği görülür: Biri yeğenine aldığı ayakkabıyı konuşur, öteki hırkayı veyahut okula başlayacak olan torununu anlatır. Batı'da Ölümün Tarihi adlı kitabın yazarı olan Philippe Ariès bu durumu, yani "ölümün" gitgide nasıl da sadece "başkasının ölümü" haline geldiğini anlatır. Modernist kültür, ölümü imleyen her şeyi kapı dışarı etmiş hatta mezarlıkları dahi şehir merkezinin dışına taşıyarak gizlemiştir ve böylece ölüm, sonunda yalnızca birkaç yakının baş etmesi gereken bir "sorun" haline getirilmiştir. Bu yüzden yas tutma sürecinin dahi bir an evvel terk edilmesi talep edilir. Taziyelerde ne denir? "Ölenle ölünmez", "hayat devam ediyor" gibi sözler değil mi? İşte bu klişeleşmiş laflar, yok sayma yaklaşımını aslında açıkça gösterir. Oysaki ölümlülük bilinci, hem vefat eden insana vefa duymayı hem de insanın kendi varoluşunun en sahici yanını yaşamayı hatırlatmaktadır. Cemal Bey'in odasında, bir koleksiyoncunun tutumu görülür. Koleksiyon, günümüz tüketim toplumunun istifçiliğinin aksine, anlamlı olan nesneleri bir araya getirmeyi ödev bilmektir. Koleksiyoner, afişe etmek yerine saklar, koleksiyonuna gözü gibi bakar. Benjamin'in dediği gibi “koleksiyoncu, nesneleri yüceltmeyi görev edinmiştir. Nesneler üzerindeki mülkiyeti aracılığıyla, onları mal olma niteliklerinden arındırma gibi umutsuz bir işlevi de üstlenmiştir." Nihayeti de nedir koleksiyoncunun? Miras bırakmak... Daha önce hiç, istifçi birinin vefatından sonra evindeki düzenlemeyi gördünüz mü? Şahit olduysanız hatırlayacaksınızdır. Tıkıştırılanlar sadece temizlenir! Yani genellikle çöpe atılır. Koleksiyoncunun evi ise keşfedilir ve miras bırakılır. İşte buradan da gelenek, modernizm ve modernite okuması çıkarılabilir çünkü Cemal Bey'in bir sonraki hatırada sözü de bu yöndedir: "Şimdiki ‘nesil’, onlar buna ‘kuşak’ diyorlar yani bizimki ‘nesil’, ‘onlarınki kuşak’; bizlerden kopuk yetişiyor. Bizler eskiyiz onlar için. İyi güzel de, geçmişe oturmayan bir gelecek olur mu hiç?” Modernizm (ideoloji olarak), doğrudan geleneği (olumsuz manada, kazanımları-değerleri hiçe sayan) yadsıma üzerine kurulur. Bugün gençlere dönün bakın, köksüz kaldıkları, değersiz kaldıkları ve nihilizmle boğuştukları çok açıktır. Modernite ise geleneği iyisi-kötüsüyle sorgulayıp ondan tecrübe kazanan ve köklerini bulan bireyin kazanımını gösterir. Buradaki vurgu geleneğe değil, moderniteyedir. Fakat alegoriyle Cemal Bey'in sözünü tekrar etmekte fayda var, köksüz bir ağaç kuruyup yitmez mi? Öyleyse modernitenin bireyi, geleneği de bilincine taşıyandır. Modernizmin bireymiş gibi yapan, salt olumsuzlamalardan değer arayan insanının karşısında... Tabii filmin önemli bir başka teması da pişmanlıktır. Max Scheler'e başvuracak olursak pişmanlık, modernizmin yaftaladığı gibi geçmişe takılı kalmak, obsesyon durumu falan değildir. Bilakis bir sağaltımdır. Kişinin kendisini aşmasını sağlar. İnsan ne zaman pişman olur? Davranışları eyleyen haliyle aynı kalamadığı, özdeş olamadığı zaman! Ancak o zaman kendi halini bilincine taşıyarak, dönüştürmek ister. Bakın bu çok önemli... Çünkü pişmanlık kişinin varoluşunu kapatmamasıdır. Kendisini dondurmaması, aynı halde tanımayı sürdürmemesidir. Kendisini aşarak, yaptıklarını değiştirmek istemesidir. Yani, sorumluluk almaktır. Dönüşmektir. "Ahlaki dünyada en devrimci kuvvet" diyor Scheler, "ütopyacılık değil, pişmanlıktır." Peki ya aşk? Aşkı nasıldır Cemal Bey'in? Kar-Wai Wong'un "Aşk Zamanı" adlı filmini hatırlar mısınız? Hani karakter bir ağaçtaki kovuğa sırrını (aşkını) söyler. Yani saklar. Bugünün her şeyi teşhir etmeyi seçen anlayışının tam tersine değil mi? İşte Cemal Bey'in de aşkı sahiplenme, gösterme, teşhir üzerine kurulu değildir. O da ağaçtaki kovuğa seslenir: "İçime gömdüm, kimse bilmesin diye. Sözünü etmedim, kimse duymasın diye. Sevdamı... Ah... Rüzgarlara verdim. Savruldum, savruldum, savruldum ben." Daha söylenecek çok söz var ama biliyorum kimse artık okumaktan hoşlanmıyor ve uzun yazılara tahammül yok artık. Son olarak bir not düşmek istedim: Filmdeki iki şarkının sözü Gülsen Tuncer'e, bestesi Melih Kibar'a ait. Hepsi muhteşem. Engin Ayça'dan sinemamıza harikulade bir armağan. İyi ki varlar güzel insanlar...
1990 yılında (henüz 19 yaşımda iken) çekilmiş bu filmde ilk gençlik yıllarıma gittim. Hayata yeni başlayan, zihni taze ama yol gostercisi olmayan ben. O yılların özlemi ile seyrettim, yönetmene ve oyunculara ve sizin değerli yorumunuza teşekkür ederim.
Ellerinize sağlık, ne güzel atıflarda bulunmuş, satır aralarını ne güzel okumuş bize sunmuşsunuz. Ben de genelde okumayı sevmem uzun yorumları, anlamaya değer göreceğim şeyler olmadığından olsa gerek. Sizin yazdıklarınızı keyifle okudum ama…
Şimdiye kadar izlediğim en naif, en duru, en saf ve en ama en kaliteli filmlerden oldu. İki tarafın duygusu iliklere kadar işliyor. Ve hayatımda ilk kez bir film hiç bitmesin istedim.
çok etkileyiciydi, çocukluğumun filmiydi, adını hiç unutmadım "soğuktu ve yağmur çiseliyordu" birgün birgün derken 33 yıl geçmiş ilk defa bugün baştan sona izleyebildim. Ekrem Boraya bin rahmet olsun , ekranlardan taşıyor. Kendi sesinden şarkı dinlemek çok etkileyiciydi. Sultana sözümüz yok o aynı, Allah sağlıklı ömür versin.
Bu filmi izledikten sonra bizlere ne kadar çok boş dizi ve film izletmişler ve hala izletiyorlar diye düşündüm. Bütün oyuncular çok iyi oynamış.Senaryo kurgu yönetmenlik kamera ışık hepsi çok iyi .Emeği geçenlere teşekkür ederim.
Sadece ilk gittiği cenaze evi bile oyuncularıyla adeta ŞAMPİYONLAR LİGİ gibi.... Ne diziler ve filmler izledik muhteşem konulu muhteşem oyunculu.... Şimdiki kepazeliklere üzülüyorum sadece.....
Defalarca izlediğim bu film beni çok etkilemiştir.agir ama çok güzel bir film.filmin müziğinde çok uymuş.mest oldum bence farklı özel seyircisi olan bir film.
Hic kimse aynı filmi izlememistir aslında. Görmek, bakmak, hissetmek, hatırlamak, düşünmek, anlamak oranları da farklı farklı... Ama çok yakın ruhlarız belli
film çok etkiliydi gerçekten çok beğendim, çok samimi nahif ve insanı kendi iç dünyası hakkında düşünmeye itiyor, birçok konuyu kapsayan hayatı ve ölümü, insanın kendini yaşaması ya da yaşayamaması gibi zıtlıkları işleyerek bunu izleyenlere derin şekilde geçirebilen bir film olduğunu düşünüyorum, aşkı da çok manalı bir biçimde hissettim çok güzeldi..🤍
Film müziği o kadar güzelki. Aşırı bir uyum olmuş. Sahibini merak ettim . Türkan Şoray oynamamış resmen yaşamış Rahmet li Ekrem Bora bu filmle altın portakal aldı. Bence Türkan Şoray 'in da hakkiydi bu ödül.❤
Yaklaşık 30 yıl önce çekilmiş olan bu filmde dikkatimi çeken en büyük şey aradan ne kadar yıl geçerse geçsin bazı muhabbetlerin hiç değişmediği. Cenaze evlerinde günlük hayattan konuşmalar, dedikodu yapmalar, bir üst kuşağın yeni gelen kuşağı kötülemesi, eleştirmesi... Hemen her gün yaşadığımız, tanık olduğumuz şeyler. 32:00 'da bahsedilen, o dönem için yeni kuşak olan "X" kuşağı (1965-80 arası doğanlar) şimdilerde yeni gelen "Y" (1981-96 doğumlular) ve hatta "Z" (1997-2012 doğumlular) kuşağı için hemen hemen aynı şeyleri düşünüyor, ne tuhaf.
Binlerce yıldır süregelen bir durum. Bazı antik duvar yazılarında "gençlik çok kötü, hiç iyiye gitmiyor" minvalinde yazıların olduğunu görmüştüm. Yaşamın doğal ve değişmez bir kuralı bu.
Yaşamdaki her şey güzel bir sona sahiptir.Hayat bir deneme ve yanılmadır. Her ilişki işe yaramaz, bazen sadece dersi öğrenirsiniz .Çevrenizdeki insanlar sizin yüzünden mutlu olursa, hayat güzeldir.Teşekkürler Güzel Paylaşım.
Hâla çok güzel herşeye rağmen geçip giden yıllara inat hala çok güzel öyle içten öyle samimi bakiyorki içim de tarif edemediğim bir his içim icimi kemiriyor
Selim Ileri beyefendinin TRT 2'de yayimlanan bir edebiyat programında buradaki oyunculuğunu , Türkan Soray hanımefendinin kendisini oynaması için yüreklendirmesini bir delikanlı utangaçlığı içinde anlatmasından sonra kesfettigim nahif bir film ❤
Arşivinizde mevcutsa şu filmleri de paylaşırsanız bizleri mesut bahtiyar edersiniz Sayın LAV Film ., Avcı - Erden Kıral Rumuz Goncagül - İrfan Tözüm Küçüğüm - Mehmet Aydın Baharın Bittiği Yer - Ziya Öztan Yumuşak Ten - Orhan Aksoy Yörük Elif - Süha Arın - Belgesel Daha yüzlerce var fakat bu kadarı yeter de artar bile...
öncelikle restorasyon için elinize sağlık ancak sondaki eseri kesmeniz hiç hoş olmamış. sonuna kadar çalıyor orijinalinde ve çok sevdiğim bir eserdir . restorasyonu dinlemek istemiştim.
Beş sene evvel evde izlemeye başlamış safa sonra çok soğuk bir Aralık ayında otobüs yolculuğunda filmi bitirmiştim..bu kadar net değildi film.selim ileri de senaristi miydi acaba?
45.00 dakikada söylenen şarkının adını bilen var mı? Mektuplarla resimleri yaktım dün gece. Kapandı bir sayfa gönlümde. Silindi her şey hece hece diyor bu şarkı
Uzun gereksiz diyaloglar yerine cemalin dünyasindan askini anlatsalardi daha iyi olurdu. Bu haliyle hikaye islenmemis, duygu çiğ kalmiş. Hele o adamin ayak üstü size tutkundu, demesi. Çok saçma. Finalde, hakemin bitirme düdüğü gibi güle güle demesi de Leylanin her seyi bohcaya sarip attiğini gosteriyor. Hikayeyi küçültüp önemsiz hale getirdiniz böylece. Paylaşim icin teşekkürler
diyalogların kısa kalması aslında vurucu etki yaratıyor...sonuçta drama leyla akının cemal beyin ölüm haberini aldıktan sonraki çırpınışlarının üzerine kurulu..
Kime göre sıkıcı ? Filmin manasını çözemeyenler ve bazı duygulardan yoksun kişiler için sıkıcı olabilir ancak. Bu gibi filmleri anlayabilenler özel insanlardır. İzlemeye de değer ayrıca
Lav Film Kanalına Abone Olarak Tek Parça Restorasyonlu Filmleri ilk siz izleyin: bit.ly/3xfX5Zn
😮
⁵⁵⁵❤❤nasılsın merhaba bipolar hastasıyım hangi gün ve saat kaçta ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve yeşil minik daireler ve @@AideQuliyeva-r3c
Sinemamızın çok özel ve değerli filmlerinden biridir bu film.Aşkı,acıyı,hasreti ve yaşanan buhranı iliklerine kadar hissettirir insana.Yirmili yaşlarımdaydım çekildiği dönemde ve çok etkilemişti beni.Seneler içinde defalarca izledim,her izlediğimde de duygusundan zerre kaybetmediğini gördüm.Artık sayenizde pırıl pırıl restore edilmiş şekilde izleyeceğiz.Gerek filmde gerekse bu hale gelmesinde emeği olan herkese saygıyla...
aynen katılıyorum....
Eserin yönetmeni Engin Ayça, "Şu Sinema Dedikleri" adlı kitabında, filmin başında seyirci için bir anahtar koyduğunu söyler. Dikkat edildiğinde hem zamanın bütünselliğiyle ilgili anlatıcıdan duyulanlar hem de henüz ilk sahnedeki asistan ile Leyla Hanım'ın diyaloğunun çok önemli olduğu zaten görülecektir. Ayrıca ilginçtir ki, filmin kurgusu da doğrusal bir zamanda ilerlememektedir ve bu yönden, tıpkı geçmişin hatıralarını ve geleceğin beklentilerini her zaman şimdide yeniden kuran yaşamın bizatihi kendisine benzemektedir. İlk diyalog, Leyla Hanım ile asistanı arasında geçer ve olduğu gibi filmin kısa bir özetini sunar: "Abla, hani geçen gün bir şey olmuştu ya; ben onu anladım sanıyordum. Hiç anlamamışım meğer. Az önce içeride Ahmet Ağabey’i görünce anladım. Ben başka bir şey sanmıştım. Hay Allah! Şu işe bak abla, demek öyleymiş. Şimdi anladım ancak." Cemal Bey'i tanıdığını, anladığını sanan Leyla Hanım da, ancak onun vefatından sonra onu gerçekten duymaya başlamıştır. Neyse ki başlamıştır, hiç başlayamayan nicelerine karşın...
Filmin felsefi arkatasarı, ölüm gibi son derece "sınır bir durum (bkz. Jaspers)", bir tecrübe aracılığıyla, Leyla Hanım'ın gündelik-alelade yaşamına mesafe almasını ve adeta bir dönüşüm sürecine girmesini işler. Başta Heidegger olmak üzere birçok düşünür, ölüm gibi bir olgu karşısında duyulan endişenin insanı kendi sahih-otantik varoluşunu aramaya koştuğunu dile getirmektedir. Bir düşünün lütfen, ölüm yakınımıza geldiğinde neyin esamesi okunur? Her şeye mesafe alınır, rutin içinde nelerin kıymeti olduğu bir kez daha düşünülür değil mi? Bir nevi, bir sorgulama hali takınılır. Hem de ta Enkidu'sunu kaybeden Gılgamış'tan beri... Diyeceğim o ki, ölüm karşısındaki biçare hal ve arayışımız; evrensel özlemlerimizdendir. Bireylerin öznelliklerini aşar.
Dönelim Leyla Hanım'a. Bilindiği gibi "Leyla Akın" onun sahne ismidir (hatta bir sahnede gerçek adının Emine olduğunu söyler), bir nevi bunu "persona (bkz. Jung)" olarak okumak doğru olacaktır. Fakat personasıyla aşırı özdeşleşen Leyla Hanım, kendi sahih özünü hiç yaşayamamıştır. Cemal Bey'in "sizin bir yanınız çocuk kalmış" dediği, tam da buna denk düşmektedir. Leyla Hanım bunun manasını dahi o sırada tam anlayamaz.
Jung’a göre “persona, insanın gerçekte olduğu şey değil, başkalarının ve kendisinin olduğunu düşündüğü şeydir” ve ayrıca Jung, “dünyayla ilişkilerimizde sergilediğimiz davranış biçimi ya da uyum sağlama sistemi olan persona ile özdeşleşmenin” çok sık karşılaşılan bir durum olduğunu belirtir. Leyla Hanım, başkaları tarafından kendisine biçilen sahne kimliğini hakiki olanın üzerinde kurarak, yaşamıştır. Bu, içinde yaşadığımız gösteri kültürü için ayrıca düşünülmesi gereken bir tartışmadır. Zira insanların çoğu, başta sosyal medya aracılığıyla benzer bir deneyimi yaşamaktadır. Sosyal medyada yaratılan persona, insanın gerçek varoluşunun yerini tutar hale gelmiştir. Yeni medyadan önce de televizyonun veyahut doğrudan kitle kültürünün, insan üzerine her zaman birtakım beklenti ve vazifeler atayarak, onu dışarıdan tanımladığı görülecektir. İnsanı insan yapan ise, kendisini seçme özgürlüğüdür. Aman diyeyim bunu keyfiyetle, canım ne isterse yaparım gibi bir yaklaşımla karıştırmayalım. Zira özgür insan, başkalarının da özgürlüğünü her şeyden önce gözetir.
Leyla Hanım, Cemal Bey'in ölüm haberini alınca ne yapar? Bütün programlarını askıya alır. Bir başka deyişle, personasının rollerini, gündelik sıradan yaşamı kenara iter ve cenaze evine gider. Buradaki sahnelerde, misafirlerin diyalogları, modernist kültürdeki yas tutma adına çok isabetli örneklerdir. Yas tutan aile salondayken misafirler Cemal Bey'den söz ederken; ailesi çıktığında derhal misafirlerin "şeylerden" bahsettiği görülür: Biri yeğenine aldığı ayakkabıyı konuşur, öteki hırkayı veyahut okula başlayacak olan torununu anlatır. Batı'da Ölümün Tarihi adlı kitabın yazarı olan Philippe Ariès bu durumu, yani "ölümün" gitgide nasıl da sadece "başkasının ölümü" haline geldiğini anlatır. Modernist kültür, ölümü imleyen her şeyi kapı dışarı etmiş hatta mezarlıkları dahi şehir merkezinin dışına taşıyarak gizlemiştir ve böylece ölüm, sonunda yalnızca birkaç yakının baş etmesi gereken bir "sorun" haline getirilmiştir. Bu yüzden yas tutma sürecinin dahi bir an evvel terk edilmesi talep edilir. Taziyelerde ne denir? "Ölenle ölünmez", "hayat devam ediyor" gibi sözler değil mi? İşte bu klişeleşmiş laflar, yok sayma yaklaşımını aslında açıkça gösterir. Oysaki ölümlülük bilinci, hem vefat eden insana vefa duymayı hem de insanın kendi varoluşunun en sahici yanını yaşamayı hatırlatmaktadır.
Cemal Bey'in odasında, bir koleksiyoncunun tutumu görülür. Koleksiyon, günümüz tüketim toplumunun istifçiliğinin aksine, anlamlı olan nesneleri bir araya getirmeyi ödev bilmektir. Koleksiyoner, afişe etmek yerine saklar, koleksiyonuna gözü gibi bakar. Benjamin'in dediği gibi “koleksiyoncu, nesneleri yüceltmeyi görev edinmiştir. Nesneler üzerindeki mülkiyeti aracılığıyla, onları mal olma niteliklerinden arındırma gibi umutsuz bir işlevi de üstlenmiştir." Nihayeti de nedir koleksiyoncunun? Miras bırakmak... Daha önce hiç, istifçi birinin vefatından sonra evindeki düzenlemeyi gördünüz mü? Şahit olduysanız hatırlayacaksınızdır. Tıkıştırılanlar sadece temizlenir! Yani genellikle çöpe atılır. Koleksiyoncunun evi ise keşfedilir ve miras bırakılır. İşte buradan da gelenek, modernizm ve modernite okuması çıkarılabilir çünkü Cemal Bey'in bir sonraki hatırada sözü de bu yöndedir: "Şimdiki ‘nesil’, onlar buna ‘kuşak’ diyorlar yani bizimki ‘nesil’, ‘onlarınki kuşak’; bizlerden kopuk yetişiyor. Bizler eskiyiz onlar için. İyi güzel de, geçmişe oturmayan bir gelecek olur mu hiç?” Modernizm (ideoloji olarak), doğrudan geleneği (olumsuz manada, kazanımları-değerleri hiçe sayan) yadsıma üzerine kurulur. Bugün gençlere dönün bakın, köksüz kaldıkları, değersiz kaldıkları ve nihilizmle boğuştukları çok açıktır. Modernite ise geleneği iyisi-kötüsüyle sorgulayıp ondan tecrübe kazanan ve köklerini bulan bireyin kazanımını gösterir. Buradaki vurgu geleneğe değil, moderniteyedir. Fakat alegoriyle Cemal Bey'in sözünü tekrar etmekte fayda var, köksüz bir ağaç kuruyup yitmez mi? Öyleyse modernitenin bireyi, geleneği de bilincine taşıyandır. Modernizmin bireymiş gibi yapan, salt olumsuzlamalardan değer arayan insanının karşısında...
Tabii filmin önemli bir başka teması da pişmanlıktır. Max Scheler'e başvuracak olursak pişmanlık, modernizmin yaftaladığı gibi geçmişe takılı kalmak, obsesyon durumu falan değildir. Bilakis bir sağaltımdır. Kişinin kendisini aşmasını sağlar. İnsan ne zaman pişman olur? Davranışları eyleyen haliyle aynı kalamadığı, özdeş olamadığı zaman! Ancak o zaman kendi halini bilincine taşıyarak, dönüştürmek ister. Bakın bu çok önemli... Çünkü pişmanlık kişinin varoluşunu kapatmamasıdır. Kendisini dondurmaması, aynı halde tanımayı sürdürmemesidir. Kendisini aşarak, yaptıklarını değiştirmek istemesidir. Yani, sorumluluk almaktır. Dönüşmektir. "Ahlaki dünyada en devrimci kuvvet" diyor Scheler, "ütopyacılık değil, pişmanlıktır."
Peki ya aşk? Aşkı nasıldır Cemal Bey'in? Kar-Wai Wong'un "Aşk Zamanı" adlı filmini hatırlar mısınız? Hani karakter bir ağaçtaki kovuğa sırrını (aşkını) söyler. Yani saklar. Bugünün her şeyi teşhir etmeyi seçen anlayışının tam tersine değil mi? İşte Cemal Bey'in de aşkı sahiplenme, gösterme, teşhir üzerine kurulu değildir. O da ağaçtaki kovuğa seslenir: "İçime gömdüm, kimse bilmesin diye. Sözünü etmedim, kimse duymasın diye. Sevdamı... Ah... Rüzgarlara verdim. Savruldum, savruldum, savruldum ben."
Daha söylenecek çok söz var ama biliyorum kimse artık okumaktan hoşlanmıyor ve uzun yazılara tahammül yok artık. Son olarak bir not düşmek istedim: Filmdeki iki şarkının sözü Gülsen Tuncer'e, bestesi Melih Kibar'a ait. Hepsi muhteşem. Engin Ayça'dan sinemamıza harikulade bir armağan. İyi ki varlar güzel insanlar...
1990 yılında (henüz 19 yaşımda iken) çekilmiş bu filmde ilk gençlik yıllarıma gittim. Hayata yeni başlayan, zihni taze ama yol gostercisi olmayan ben. O yılların özlemi ile seyrettim, yönetmene ve oyunculara ve sizin değerli yorumunuza teşekkür ederim.
Keşke daha uzun yazsaydınız. Verdiğiniz bilgiler çok değerli
Kitabınız varmı
bu kanalda bu tür profesyonel bir yorum ilk kez okuyorum. teşekkürler
Ellerinize sağlık, ne güzel atıflarda bulunmuş, satır aralarını ne güzel okumuş bize sunmuşsunuz. Ben de genelde okumayı sevmem uzun yorumları, anlamaya değer göreceğim şeyler olmadığından olsa gerek. Sizin yazdıklarınızı keyifle okudum ama…
Şimdiye kadar izlediğim en naif, en duru, en saf ve en ama en kaliteli filmlerden oldu. İki tarafın duygusu iliklere kadar işliyor. Ve hayatımda ilk kez bir film hiç bitmesin istedim.
Böyle iddiasız, insanı düşünceleren sevk eden filmlere bayılıyorum. Duygusuyla, müzikleriyle, havasıyla harika bir film, bayıldım.
çok etkileyiciydi, çocukluğumun filmiydi, adını hiç unutmadım "soğuktu ve yağmur çiseliyordu" birgün birgün derken 33 yıl geçmiş ilk defa bugün baştan sona izleyebildim. Ekrem Boraya bin rahmet olsun , ekranlardan taşıyor. Kendi sesinden şarkı dinlemek çok etkileyiciydi. Sultana sözümüz yok o aynı, Allah sağlıklı ömür versin.
Bu filmi izledikten sonra bizlere ne kadar çok boş dizi ve film izletmişler ve hala izletiyorlar diye düşündüm. Bütün oyuncular çok iyi oynamış.Senaryo kurgu yönetmenlik kamera ışık hepsi çok iyi .Emeği geçenlere teşekkür ederim.
Sadece ilk gittiği cenaze evi bile oyuncularıyla adeta ŞAMPİYONLAR LİGİ gibi.... Ne diziler ve filmler izledik muhteşem konulu muhteşem oyunculu.... Şimdiki kepazeliklere üzülüyorum sadece.....
Defalarca izlediğim bu film beni çok etkilemiştir.agir ama çok güzel bir film.filmin müziğinde çok uymuş.mest oldum bence farklı özel seyircisi olan bir film.
🤲🌹🕊
Hic kimse aynı filmi izlememistir aslında. Görmek, bakmak, hissetmek, hatırlamak, düşünmek, anlamak oranları da farklı farklı... Ama çok yakın ruhlarız belli
film çok etkiliydi gerçekten çok beğendim, çok samimi nahif ve insanı kendi iç dünyası hakkında düşünmeye itiyor, birçok konuyu kapsayan hayatı ve ölümü, insanın kendini yaşaması ya da yaşayamaması gibi zıtlıkları işleyerek bunu izleyenlere derin şekilde geçirebilen bir film olduğunu düşünüyorum, aşkı da çok manalı bir biçimde hissettim çok güzeldi..🤍
YILLARDIR ARIYORDUM BU FİLMİ ALLAH RAZI OLSUN
Film müziği o kadar güzelki. Aşırı bir uyum olmuş. Sahibini merak ettim
. Türkan Şoray oynamamış resmen yaşamış
Rahmet li Ekrem Bora bu filmle altın portakal aldı. Bence Türkan Şoray 'in da hakkiydi bu ödül.❤
Melih Kibar film müziği
Duygu dolu bir film. Bir zamanlar insanlar boyle, kendi icinde severdi askini tutkularini.
Yaklaşık 30 yıl önce çekilmiş olan bu filmde dikkatimi çeken en büyük şey aradan ne kadar yıl geçerse geçsin bazı muhabbetlerin hiç değişmediği. Cenaze evlerinde günlük hayattan konuşmalar, dedikodu yapmalar, bir üst kuşağın yeni gelen kuşağı kötülemesi, eleştirmesi... Hemen her gün yaşadığımız, tanık olduğumuz şeyler.
32:00 'da bahsedilen, o dönem için yeni kuşak olan "X" kuşağı (1965-80 arası doğanlar) şimdilerde yeni gelen "Y" (1981-96 doğumlular) ve hatta "Z" (1997-2012 doğumlular) kuşağı için hemen hemen aynı şeyleri düşünüyor, ne tuhaf.
Binlerce yıldır süregelen bir durum. Bazı antik duvar yazılarında "gençlik çok kötü, hiç iyiye gitmiyor" minvalinde yazıların olduğunu görmüştüm. Yaşamın doğal ve değişmez bir kuralı bu.
Ğ
Bu film eğer holywood ta cekilseydi oscari kesinlikle alırdı efsane bir film
Ne kadar eli yüzü düzgün, ne kadar güzel bir film... 😔❤
Yaşamdaki her şey güzel bir sona sahiptir.Hayat bir deneme ve yanılmadır. Her ilişki işe yaramaz, bazen sadece dersi öğrenirsiniz .Çevrenizdeki insanlar sizin yüzünden mutlu olursa, hayat güzeldir.Teşekkürler Güzel Paylaşım.
Kaçıncı kez izliyorum kim bilir? Her seferinde aynı zevki alıyorum.
Turkan Soray tek basına oynamış, duyguyu karakteri muhteşem aktarmıs.
Süper bir film izledim konusuda güzel bir hayat tercübesi ve duygulu bir filmdi
Aynalı sahne çok güzel
Türk sineması bu kıvamda olsaydı hep..
Hâla çok güzel herşeye rağmen geçip giden yıllara inat hala çok güzel öyle içten öyle samimi bakiyorki içim de tarif edemediğim bir his içim icimi kemiriyor
çok güzel bir filim ❤ aşk, temiz bir aşk hikayesi ❤
Eski filimler bir başkadır ❤
Daha yeni görüyorum ve yüklediğiniz için teşekkür ediyorum 🙏🏼
Bu filmi ilk defa izliyorum
Selim Ileri beyefendinin TRT 2'de yayimlanan bir edebiyat programında buradaki oyunculuğunu , Türkan Soray hanımefendinin kendisini oynaması için yüreklendirmesini bir delikanlı utangaçlığı içinde anlatmasından sonra kesfettigim nahif bir film ❤
34:17 ile başlayan sahne çok güzeldi.
Etkiliyeci izlerken baya baya düşündüren, yaşadıklarımızi sorgulatan sanat filmi
Çok anlamlı başarılı bir film..
Ne güzel film böyle 🎉
lütfen sondaki şarkıyı ayrıca restore bir biçimde tamamen yükleyebilir misiniz acaba?
Sultanım sultanım❤❤❤❤❤❤❤❤❤
Yumuşak Ten filmi sizde mevcutsa onu da koyabilir misiniz
Onu google den bulabilirsin de youtube den biraz zor
Cesur sanatçı , Meral Oğuz hanımefendinin dönemine göre olağanüstü rol çıkardığı mükemmel bir filmdir,ben de arıyorum…
ANLAM YÜKLÜ GUZEL FILM
Şahaneydi
Çok güzel ❤
Normal kaydı 102 dakikadır. 10 dakka sanırım restore edilememiş.
Teşekkürler Güzel Paylaşım.
Sonu nasıl bitiyor sonu yuklemmemis
@@aysusafal2813 sonu aynı bu şarkıyla bitiyor ama şarkı sonuna kadar gidiyor burada yarım kesilmiş
Arşivinizde mevcutsa şu filmleri de paylaşırsanız bizleri mesut bahtiyar edersiniz Sayın LAV Film .,
Avcı - Erden Kıral
Rumuz Goncagül - İrfan Tözüm
Küçüğüm - Mehmet Aydın
Baharın Bittiği Yer - Ziya Öztan
Yumuşak Ten - Orhan Aksoy
Yörük Elif - Süha Arın - Belgesel
Daha yüzlerce var fakat bu kadarı yeter de artar bile...
bayağı profesyonel psikolojik Türk filmi izleyicisiyim ama bu gerçekten dibi... :) biraz daha dinamik kurgu olsaymış olurmuş aslında...
Zaten olmuş merak etme.
Selam Almanya Frankfurt tan
öncelikle restorasyon için elinize sağlık ancak sondaki eseri kesmeniz hiç hoş olmamış. sonuna kadar çalıyor orijinalinde ve çok sevdiğim bir eserdir . restorasyonu dinlemek istemiştim.
Güzeldi
5.25 te söylediği şarkıyı bulamıyorum adını bilen var mı
Beş sene evvel evde izlemeye başlamış safa sonra çok soğuk bir Aralık ayında otobüs yolculuğunda filmi bitirmiştim..bu kadar net değildi film.selim ileri de senaristi miydi acaba?
45.00 dakikada söylenen şarkının adını bilen var mı? Mektuplarla resimleri yaktım dün gece. Kapandı bir sayfa gönlümde. Silindi her şey hece hece diyor bu şarkı
Film senesi nehir acaba
1991
10'uncu dakikanın başlarında tanıştırdığı iktisat profesörü beyin adı ne? Tam duyulmuyor adı.
Şarkılar hangi soliste ait bilen yazabilir mi¿
Gönül kuşum ve Mektuplar şarkısını seslendiren solist Semra İnanç Film müziği ise Melih Kibar.. ayrıca şarkılar bu filme özel bestelenmiştir.
10 dakika kesik
🤲🌹🕊
Filim hangi yıl?😊
1991
Kemal bey çok derinden sevmiş ve yaşamış Leyla hanım ise her şeyi yüzeysel yaşamış jeton Kemal bey vefat edince düşüyor.
Kemal degil cemal😊
Uzun gereksiz diyaloglar yerine cemalin dünyasindan askini anlatsalardi daha iyi olurdu.
Bu haliyle hikaye islenmemis, duygu çiğ kalmiş.
Hele o adamin ayak üstü size tutkundu, demesi. Çok saçma.
Finalde, hakemin bitirme düdüğü gibi güle güle demesi de Leylanin her seyi bohcaya sarip attiğini
gosteriyor. Hikayeyi küçültüp önemsiz hale getirdiniz böylece.
Paylaşim icin teşekkürler
diyalogların kısa kalması aslında vurucu etki yaratıyor...sonuçta drama leyla akının cemal beyin ölüm haberini aldıktan sonraki çırpınışlarının üzerine kurulu..
@@smtblg kisa degil uzun diyaloglar
Yav yürü git ya 😅
Bir Türkan sultan hayranı olarak bu filmini neredeyse hiç beğenmedim çok fazla ağır ilerleme var Hikayede ve açıkçası biraz da sıkıldım izlerken
Sikiciydi ve izlemeye degmezdi
Kime göre sıkıcı ? Filmin manasını çözemeyenler ve bazı duygulardan yoksun kişiler için sıkıcı olabilir ancak. Bu gibi filmleri anlayabilenler özel insanlardır. İzlemeye de değer ayrıca
Ne kadar sığ bir yorum...
@@ayiosspridon7196 tanisalim mi