Peygamber sevgisini bu kadar doğru yorumlayan bir insanla tanışmayı gercekten cok isterdim, arada bir kalbimizi Hz. Muhammed(s.a.v.) sevgisiyle doldurdugu için Allah kendisinden razı olsun...
Ah Efendimiz i anlatan daha güzel bir şiir bilmiyorum. Yıllar var ki arada gelip dinlemeden edemiyorum. Yüce Mevlam bu mısralarla Efendimizi yücelten Nurullah Gençle birlikte bizi de affedilenlerden eyle.🤲
Peygamber efendimize bundan daha iyi bir naat yazılamaz her satırda her mısrada peygamber aşkı var Yüreğine sağlık hocam çok büyük saygı duyuyorum sana bundan dolayı
Allah sizden razi Olsun sayin #NurullahGenc bu eseri bizlerle paylastiginiz icin bizlerede kazandirdiginiz icin Mahcup etti sevginiz askiniz muhabbetiniz 😞 bizede nasip etsin Rabbim O'nu Anlayabilmek O 'taniyabilmek layikiyle sevebilmek 😞 Günümüzü Yüregimizdekileri öylesine hakiki öylesine güzel anlatmiski her bir kelime her bir satir Bu Siir kesinlikle sadece bir $iir deil Allah razi olsun
Bana 1. Sınıfta okumayı öğreten Nurullah hocam birkaç yıl evvel kitaplar arasında dolaşırken birden nurullah genç ismini gördüğüm de araştırdım ve anladım nasıl bir cevhermiş benim öğretmenim nasıl sevmiştim okulu okumayı sayesinde .. sadece 1 seneyi biraz aşkın süre bizim öğretmenimiz olmuştu ne kadar üzülmüştük bizi bıraktığı için sonrasında birkaç kez bizi ziyaret etmişti elini optugumuzu hatırlıyorum küçücükken.. babacığımı çok sevmişti canım hocam hatta sınıfta söylemişti arkadaşlarıma çok sevinmiştim :) sonradan bildim ki babacigimla aynı yastalarmis. O da çok sevmişti nurullah hocamı. Salgından vefat etti canım babam mekanı cennet olsun inşallah Allah canım hocama sağlıklı uzun ömürler versin başımızdan eksik etmesin onu ve onun gibi güzel insanları🤲🏻 sene 2001-2002 dedekorkut okulundan Tuğba Ay selametle sevgili hocam❤
Vemâ medahtü Muhammeden bimakâletî. Velakin medahtü makaletî bi Muhammedin” [Ben sözlerimle Hz. Muhammed’i (asm) övmüş olmadım; aslında sözlerimi Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’la övmüş ve güzelleştirmiş oldum]
Ya Allah Bismillahirrahmanirrahim Allah hu Ekber Laillaheillallah Muhammedün Resulullah Allahümme salli ala seyyidine Muhammed in ve ala Ali seyyidine Muhammed sav Fatiha amin es selam ismi şerifi hürmetine vatanımıza milletimize cümlemize ümmeti Muhammed’e iman kuvveti ile Allahım yardımını rahmetini ve bereketini üzerimizden eksik etmesin selamete çıkarsın ulaştırsın inşallah amin 🤲🍃💚🕋💚🍃💧🕊🍃🤲☝️☝️☝️💚🇹🇷💚💚💚🌾🍁🍃🕌🕌🕌🌹
Gözden Öze 1.Bölüm Muhterem kişi... Bil ki, bu satırlar menfaat duygularından sıyrılmış bir âlemde, huzur ve saadet içinde, sadece “Hakikat” tâlibi değerli kişilerin bazı gerçekleri idrak etmelerine vesile olmak için yazılmıştır. Esere başlarken, sadece şu sözümüzle yetineceğiz: “Onlar ki, gerçeği idrak edemezler, elbette sizi anlayamazlar; sizi inkâr veya tenkit ederler... Gerçeği idrak etmiş olanlar kimseyi tenkit etmedikleri gibi, kimseyi dahi kusurlu görmezler.” Yol boyunca birçok merhaleler katedip, çeşitli makâmlardan geçecek, sabrımız nispetinde gerçeğe ereceğiz. Kişi arzularını terk ettiği zaman Hükmün âlemine; gelenlere razı olduğu zaman da rızaya ermiş kul mertebesine yükselir... Çünkü, Emr (hüküm) âleminde ne yemek, ne içmek, ne uyumak; yani kısacası, istekle, madde ile alâkası olan hiçbir şey yoktur. Ve TEK’in hükmünce, Efendimizin bizzat tatbik buyurduğu ve bize de bildirdiği şöyle bir sözü vardır: “Herkese hitabınız, aklı ölçüsünde olsun!” İşte bu sebeple gerek devr-i risâlette ve gerekse daha sonraki devirlerde yaşamış olan “Bilenler” ve “İdrak Ehli”, daima birçok önemli hususları mecaz yollu, işaretler ile ifade etmişler, zevk ehli olarak yaşamışlardır. Hiçbir zaman gerçekleri izah ve açıklama yoluna gitmemiş, kendilerine devrolunan bilgileri, sırları açıklamaksızın, bir sonraki ehil kişiye devretmişlerdir. Bu yapacağımız yolculuk süresince, nasip olduğu kadar gerçekleri açıp izah etmeye gayret edecek; gerçeği, elden geldiğince idrakınıza takdime çalışacağız. Seslenişe kulak verenlere, son defa şöylece hitap edelim, mevzuya girmeden evvel: “Oku ve idraka çalış!” “Mutlaka söylemek istiyorsan bir şeyler, önce kendini tanı!..” Bu bâbda bazı yanlış anlamalara meydan vermemek maksadıyla şunu da ilave edelim ki, gerçeği bilen kişi için, yaratılmışlar arasında katiyen tefrik yoktur... Her var olan özel bir değerdir. Muhterem kişi, bil ki... Değerli veya değersiz ayrımı, tâbirleri; yaratılanlar arasında ve onlara göredir. Yaradanın indîndeyse sadece yarattıkları vardır!.. “Hayr” veya “Şerr” yaratılmışın indîncedir!.. Yaradanın indînde, hepsi birdir!.. İnsan, indîni yani; bana göre, bence, bana kalırsa gibi başlıklar altındaki izafî, şahsî görüş ve düşünüşlerini terk edip, aslına yönelişi; ve kendini Allâh indînde eritişi kadar tekâmül eder!.. Bu sebeplerden dolayıdır ki, kâmil kişi mahlûkatta kusur veya hata görmez ve aramaz!.. Herkes, düşünebildiği, idrak edebildiği nispette fiillerde bulunur; ve sonucunda da hak ettiği ile karşılaşır. Biliyoruz ki; bu satırlarımız, kimseyi huy ve sâbit fikirlerinden, fıtratları dolayısıyladır ki çevirmeyecek; fakat buna mukabil gerçeği idrak için, yitiğini arayan anlayış ehlinin, kaderlerindeki takdir edilmiş, aslî varoluş noktalarına dönmelerine bir vesile olacaktır. Mevzuya, Efendimizin şu sözüyle girelim: “Allâh’ım, verdiğine hiçbir mâni yoktur; senin engel olduğuna da kimse bir şey veremez; senin kazanı (hükmünü) da kimse reddedemez!.. Şüphesiz ki, her şeye kâdîrsin ve dilediğini yaparsın!..” Muhterem kişi, bil ki... Mükemmel olarak yaratılmamış tek bir mahlûk yoktur!.. “Var” diyenler, sadece kendi sınırlı anlayışlarını sergilemektedirler. Yaratılmışın mükemmelliği şu sebeptendir: Yaradılmış olanın güzelliği, mükemmeliyeti, yaratılış gayesine hizmetinden ötürüdür!.. İnsanlar, nefislerine hoş gelen şeyler için güzel; hoş gelmeyen şeyler için de çirkin veya fena tâbirlerini kullanırlar. Sonra da kendi akıllarınca mantık yürütüp, “Efendim, Allâh güzeli de yarattı, çirkini de. Tâ ki insanlar bundan ibret alıp, şükredenlerden veya sabredenlerden olsunlar diye” derler. Böyle düşünenler de zaviyelerince haklıdırlar, doğrudurlar. Çünkü bakış açıları, düşünüş seviyeleri onu gerektirmektedir. Biz, şurası muhakkaktır ki, diyeceğiz, Yaradan, her şeyi güzel ve kemâl üzere yaratmıştır. Ancak şu var ki, onlara bakanlar, gözlerindeki rengârenk camlı gözlükleri çıkarmak zahmetine katlanıp, gerçeği çıplak gözle görmek lütfunda bulunsunlar. O zaman her şeyi daha iyi bir şekilde idrak edeceklerdir. Muhterem kişi, bil ki... Yolumuz tefrik yolu değil, MUTLAK BİRLİK yoludur. Bu yolda, kesinlikle ayrım yapmak yoktur!.. Bil ki, gerçeği idrak etmeye çalışan bir kişi, asla yaratılmışlar arasında tefrik yapamaz!.. Olgun kişi de, mevcudatı Hakk’ın gözüyle seyredip, yaratılmışlar arasında fark gözetmeyendir. Sana verilen emir, emanetlere hıyanet etmeyip, onlara hak ettikleri en iyi muamelede bulunman hakkındadır. Öyle ise, onların arasında nasıl fark gözetip; onları, bu şudur, bu böyledir diye hüküm verip damgalayarak, aralarında ayrım yaparsın... Senin vazifen, sana verilen emre riayet edip, her birine azami derecede rıfk ve hilm ile yardımda bulunmandır. Eğer onların arasında, Yaradanın indînde bir fark varsa, şüphesiz ki hüküm de O’na aittir. Bize düşen, haddimizi aşmamaktır yalnızca!.. Yaratılmışlar arasında fark görmeyi kaldırdıktan sonra yapılacak ikinci iş, verenin huzurunda verilenlere vasıta olmaktır. “Her ahval ve şartta, mutlaka veren olmaya çalış!..” Fakat hiçbir zaman karşılığını beklemeksizin yap bu işi. Hatta karşılığını düşünmemeye dahi gayret et. Ve hatta, Yaradanından bile bekleme bu karşılığı!.. Sadece, hayatının her anında iyiliklere vasıta olmaya çalış, karşılık beklemeksizin ve düşünmeksizin... Yaratılmışlara senin aracılığın ile bir zarar gelmemesi için, elinden geldiğince gayret sarfet. Daima yaratılmışların varoluş gayesini düşün; acaba, onlara ne şekilde bir iyiliğin erişmesine vesile olabilirim, diye... Ve bir sinek veya yaprağı dahi kendi nefsine tercih edecek hâle gelmeye çalış. Elindeki bir dilim kuru ekmekte gözü olan tok kişiye, istediğinde, günlerce açlıktan sonra bile olsa o bir dilimi verebilecek kadar feragat sahibi olabilmeye gayret et... Ki bu zâhirdedir... Dünyalıktır!.. Bütün ibadetlerinin ecir ve sevabını da, onlara ihtiyacı olanlara, kendine hiç pay ayırmayacak şekilde vermeye çalış. Bu da ukbâ ile ilgili feragatındır!.. Yaptıklarının karşılıklarından sıyrılışındır... Değil ki muhtaca yardım etmek!.. Daima çalış... Ama bu çalışman nefsin için değil, hepsi Yaradanın birer emaneti olan mahlûkata yardım ve iyiliklerin onlara ulaşmasına vesile olmak için olsun. Bil ki, öyle insanlar vardır ki; dostu menfaati, ihtiyaçları için isterler... Öyle ise kendine öyle bir dost seç ki, artık O, hiçbir yaratılmışa muhtaç olmayacak kudrete sahip olsun!.. Yaratılan ne vardır ki birbirine muhtaç olmasın?.. Ama onları Yaradan!.. İşte, O’nu “Dost” seç kendine!.. Yönelişin O’na olsun... Ve ihtiyaçlarını da, eğer bîhaber ise O’na arz et! Düşün, düşün ve gene düşün; düşündüğünün gerçeğine eremesen bile, hiç olmazsa düşünenler arasına girersin. Eğer, vuku bulan hâdiselerin hikmetini sezemiyorsan, hemen itiraz etmekten kaçın ve o işin sonunu beklemeye çalış!.. Şüphesiz ki işin hikmetini sezinlemek o zaman daha kolaylaşır. Böylece, sen de cahilane isyanlardan korunmuş olursun. Ne bir kusur işle; ne de af dilemek mecburiyetinde kal!.. Hatta, kimsede kusur görmemeye gayret et... Senin, bizzat arzularınla gelişen hırsın, senin şeytanın olmuştur!.. Arzuları kalmamış bir kişinin, ihtirasları da olmadığı için, şeytanı da müslüman olur!.. İşte bu hâle gelmiş bir er kişi olduğun zaman, bütün menfaat duygularından da sıyrılmış olacağından; ne sen bir yaratılmış olanı kırarsın, ne de onların sana bir zararı dokunabilir. Çünkü yaratılmışlar çoğunlukla, kendilerine bir iyiliğin ulaşmasına vesile olanları sever ve hakikatten uzak iseler, verileni verenden bilirler!.. Sen bil ki, veren verdirten hep O’dur!.. Bu sebep iledir ki, ne bir şeyinle öğün, ne de bir şeyine güven!.. Güvendiğin inancın bile olmasın; değil ki malın mülkün, evlat veya ahbabın!.. Başına gelebilecek en küçük bir musîbet ile o çok güvendiğin inancın, kızgın Güneş altındaki damlanın buharlaşması gibi gider de senden habersiz, sen hâlâ inancım var sanıp durursun.
Gözden Öze 7,Bölüm Dedi ki, “O topraktan yaratılmıştır, ben ise ateşten yaratıldım... Öyle ise, ateş topraktan üstündür, ben de Âdem’den üstünüm” ve Âdem’e secde etmedi... Allâh’ın kendisine ihsan etmediği; ne olduğunu sezemediği bir gerçeğin Âdem’e verildiğini, bütün ilmine rağmen akledemedi ve idrak edemediğini inkâr etti!.. Hâlbuki Allâh; “ONU TESVİYE EDİP (beynini oluşturup), O YAPININ İÇİNDEN RUHUM’DAN (Esmâ mânâlarımdan) NEFHETTİĞİMDE (açığa çıkardığımda {nefh yani üflemek, içten dışa şeklinde olur daima. A.H.})...” (38.Sâd: 72) Buyuruyordu... Burada istenen şey, şeytanın görünüşe aldanmayıp, zâhirde Âdem’e, gerçekte ise Allâh’a secde etmesi idi. Fakat, şeytan göremediği şeyi kabul edemedi; her şeyin gördüklerinden ibaret olduğunu sanıp; göremeyeceği, idrak edemeyeceği şeyler olmadığını zannettiği için küfretti; yani gerçeği örttü!.. Bilgisi olmadığı hâlde!.. O sebepledir ki, bilindiği gibi anıldı!.. Gerçeği, ya ondan bîhaber olan örter; ya da o gerçeği idrakten âciz olanların dil uzatmasını istemeyenler!.. Burada her ikisi de örtme işini yapar; fakat bilmeyerek yapan kâfir olmuştur; bilerek yapanlar ise Nebiler ve Sıddîklar... Bundan sonra, artık sen de, sakın aklının ermediği şeyleri inkâr etme!.. Sadece: “İMAN ETTİK, ONLARIN TAMAMI RABBİMİZİN İNDÎNDENDİR...” (3.Âl-u İmran: 7) De... Ve hiç olmazsa “Ulül Elbab”dan, “öze ermiş”lerden olmaya çalış... Bil ki; işitmiş, okumuş, bilmiş olan değil, idrak eden tatbikçidir. Çok kişi vardır ki, onlar gerçeği işitmiş veya birkaç bilenin yahut idrak ehlinin eserlerinden okumuştur... Fakat, idraktan mahrum oldukları içindir ki, o gerçeği idrak edememiş, inkâra, hatta suçlamaya, tekfire gitmişlerdir... Taklit eden değil, taklit edilen olmaya çalış!.. Nakleden değil, nakledilen olmaya gayret sarfet!.. Muhterem kişi... “Benim velîlerim, kubbemin altındadır; Onları kimse tanımaz” buyruluyor... Bilir misin bunlar kimlerdir?.. Yaradanın bazı kulları vardır ki, onlar dünyadan ve ukbâdan sıyrılmışlar, deryaya erişip deryadan bir zerre olmuşlardır. Bunlar, “Allâh ahlâkı ile ahlâklanın” buyruğuna uymuş tecellilerdir!.. Onların ne istemekle alâkaları vardır, ne de istememekle... Onlara Rab, “Sen ne dilersin?” dediği zaman; onlar, “Sen ne dilemişsen!” derler!.. Çünkü onlar, daha evvelki mertebelerde idrak etmişlerdi ki, değil istek, istememeyi istemek dahi bir istektir!!! Ve, bu dahi istenemez. Zerre deryaya diyebilir mi ki, beni şu tarafa götür diye. Derya ne tarafa dilerse, sevkeder dalgalarıyla onu... Gerçek, derya ise; dalgalar da tecellileri midir acaba?.. İşte bu kişiler, sadece ve sadece, yaratılmışlar için Rabbin bir rahmet tecellisi olarak yaşarlar... Yaratılmışlara onlardan erişir Rabbin nimeti. “...MUHAKKAK Kİ ALLÂH RAHMETİ MUHSİNLERDEN YAKINDIR (açığa çıkar, ulaşır).” (7.A’raf: 56) Onlar ne bir kimseyi kırarlar nefisleri için, ne de kırılırlar... Git dersin, kovarsın, giderler; gel dersin, çağırırsın, gelirler... Yetmiş defa kovmuş olsan da sonra gene çağırsan, hiç yüksünmeden gene gelirler. Onlar Rabbin veren elleridir; almazlar... Kendilerine bir şey hediye etsen, başkalarına dağıtırlar... Onlar şan ve şöhretten, isimden kaçarlar... “Efendimiz Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’a bağlan; KURÂN’I MÜRŞİD BİL!” derler. Gelip bir soru soran olursa, “Herkese hitabınız, akılları ölçüsünde olsun!” buyruğunu nazarı dikkate alarak, gerçek bilgi seviyesinden cevaplandırırlar. Onlar birer ayna olmuşlardır. Kim baksa, onda kendinden başkasını göremez olur... Onda gördükleri hata ve kusurlar, görenlerin kendi hata ve kusurlarından başkası değildir. Dünya ehli, yani içinde bulundukları zaman için yaşayanlardan isen, onu da sanki kendin gibi görürsün! Yok ukbâ ehli isen, azaptan korktuğun, huzuru ve zevki istediğin için ibadet edenlerdensen, gene onu dahi öylece bulursun. Eğer, her ikisinden de olmayıp, onlardan sıyrılmışlardan isen, vardığın noktada gene onu bulursun... İşte, üstlerindeki örtünün birincisi budur, onların tanınmalarına mâni olan!.. İkinci ise, zâhirî şekil ve görünüşleridir. Yaratılmışların çoğu, belirli bir idrak seviyesini aşamadığı için, göremeyecekleri sayısız varlıkların mevcut olduğunu düşünemez de, hemen görünüşe göre hüküm verir. Böylece, o hükümle, işin gerçeğine karşı kendi kendini aldatmış olur. İşte bu dahi, o kişilerin işine yarar... O zevâtın giyinişi, hayat şartlarına intibakı, ortamları, hep, onların velî kişi olmadıkları zannını verir insanlara... Çünkü, onların kendilerini bildirmeye, göstermeye ihtiyaçları yoktur ki!.. Onlardan pek çoğu, kader sırrına vâkıf olmuşlardır!.. Bu sebepledir ki, etrafla uğraşamazlar. Ki bu kader sırrı, Nebilere ancak Nübüvvet’lerinden bir süre sonra bildirilir, vazifelerini hakkıyla yapabilmeleri için... Bu sözlerimizi ehli bilir... Eğer sen, susuz kaldıysan, onları ara ve bütün örtü ve engellerine rağmen onları tanımaya çalış... Onların hâlleriyle hâllen; ki, Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanma yolu açılsın!.. Onlar “Ferdiyet” sahipleridir!.. Onların sadece Efendileri ve Rableri vardır. Aralarına kimse giremez. Birbirlerini tanırlar onlar, bazen buluşur konuşurlar... Ama bilirler ki hepsi de tek bir gerçektendirler. “Müferridûn sizi geçti” diyerek, Efendimizin ashabına bahsettiği kişilerdir bunlar!.. Ne, bir tarikatları vardır; ne de, bir mezhepleri!.. Gazâli’nin (selâm olsun) ölürken, Kurân’ı göğsüne koyup “Benim mezhebim budur” dediği gibi; onlar da, bunu fark etmişlerdir... Ve ehlini bu konuda uyarırlar!.. Yaratılmışlar ve “ölmüş”lerdir onlar; ve bundan dolayıdır ki, artık bir daha düşünmezler ölümü... Çünkü onlar bir daha ölümü tatmazlar... “ONDA, İLK ÖLÜMDEN BAŞKA ÖLÜM TATMAZLAR (ölümsüzdürler)! ONLARI YANMA AZABINDAN KORUMUŞTUR.” (44.Duhân: 56) Ölümü çoktan tatmışlar, sıratı geçmişler, cennete, huzur âlemine girmişlerdir. Onlar, Rablerini seyirle meşgûldürler... Her an O’nu temâşa etmektedirler... O’nunla beraber!.. İşte bunlar, Rabbin örtüsü altındaki Velî kulları, Sıddîklar, Müferridûndur... Muhterem kişi... Efendimize sordular: “Müferridûn kimlerdir?”... Cevap buyurdu; “Allâh’ı çok zikredenler!..” Bil ki, Allâh’ı tespih etmeyen tek bir mahlûk; “HİÇBİR ŞEY YOK Kİ, O’NUN HAMDI OLARAK, TESPİH ETMESİN! FAKAT SİZ ONLARIN İŞLEVİNİ ANLAMIYORSUNUZ!” (17.İsra’: 44) Âyetinde de belirtildiği gibi, yoktur!.. Bütün yaratılmışlar, her an O’nu tespih etmektedir! Bir kısmı bilerek, bir kısmı bilmeyerek... İnsan da, hayvan da, taş da, toprak da, ot da, hava da... Fakat, Rabbin indînden ilim vermediği kişiler bunu bilemezler, idrak edemezler. Her bir Esmâ-i ilâhînin zuhuru, her bir tecellinin varoluşu ve varoluş gayesi onun gerçek tespihidir. Eğer ehli isen bu cümlemizden bir şeyler anlamaya çalışırsın. Rab dilediği tecellilerin yaratıcısıdır. Bütün bu tespihlerden ayrı olarak; bu hadiste de buyrulduğu üzere “müferridûn”un vazifelerini izah sadedinde, “Allâh’ı tespih edenler” veya “Sabredenler” veya “Çokça hamd edenler” denilmemiş de; “Allâh’ı çok zikredenler” buyrulmuştur. “...AYAKTA VEYA OTURURKEN YA DA YANLARINIZ ÜZERE UZANMIŞKEN (sürekli) ALLÂH’I ZİKREDİN... “ (4.Nisâ’: 103)
bir insan bu şiiri yazdıktan sonra hayatında baska hiç şiir yazmasa bile büyük sairdir..
Ya Resullullah (sav) adının girdiği her yer nasılda guzellesiyor
Her mısrada aşk var ne kadar güzel yazdırılmış....Gönlünüze yuruginize sağlık bu Peygamber aşkı sofrası..
Peygamber sevgisini bu kadar doğru yorumlayan bir insanla tanışmayı gercekten cok isterdim, arada bir kalbimizi Hz. Muhammed(s.a.v.) sevgisiyle doldurdugu için Allah kendisinden razı olsun...
Ah Efendimiz i anlatan daha güzel bir şiir bilmiyorum. Yıllar var ki arada gelip dinlemeden edemiyorum. Yüce Mevlam bu mısralarla Efendimizi yücelten Nurullah Gençle birlikte bizi de affedilenlerden eyle.🤲
Her seferinde aynı heyecanla dinlediğim çok güzel bir naat. Allah razı olsun hocamızdan.
Nurullah Genç üstadın gençliğini ilk defa görüyorum. Yıllar geçmiş ama Hoca'nın heyecanı ve inancı hiç değişmemiş.
Maşallah..
Her satırı kalbe yer ediyor.
Allah razı olsun hocam
Bu nasıl bir şiir ya... Her gece dinlemeden uyuyamıyorum? Nasıl bitecek bu bağımlılık...
✨🌙✨🌙✨🌙
Bende bu MUHTEŞEM şiire aşığım, sizin gibi bağımlı olmak ne güzel
tek kelimeyle mükemmel Allah bin defa razı olsun
Rabbim seni cennetinde Efendimize komşu etsin inşallah.
amin...
Amin
Amin
Amîîîn
Bu naatı o kadar çok seviyorum ki ...Allah razı olsun..
Ahh efendim,ey resullll sana olan sevgim yüreğime sığmıyor..sana yazılan bilmem kaçıncı şiir..
Nurullah abim allah senden razı olsun,müthiş bir naat yüzlerce kez dinledim,hep aynı aşk ile....
Peygamber aşkıní kendisi hissedip dinleyen okuyan herkese de hissettirecek şiir
Allah razı olsun
Peygamber efendimize bundan daha iyi bir naat yazılamaz her satırda her mısrada peygamber aşkı var Yüreğine sağlık hocam çok büyük saygı duyuyorum sana bundan dolayı
💧Yağmurla gelir damlalar...
💕Damla damla Büyümüş Nurullah hocam...
💐Seni seviyoruz hocam,Dua lar ediyorum...
Allah ondan razı olsun. Bu zamanda böyle bir naat..
bir ask ancak bu kadar guzel dizelere dokulebilirdi boylece bir ask bizede nasip olurmuki
Allah sizden razi Olsun sayin #NurullahGenc bu eseri bizlerle paylastiginiz icin bizlerede kazandirdiginiz icin Mahcup etti sevginiz askiniz muhabbetiniz 😞 bizede nasip etsin Rabbim O'nu Anlayabilmek O 'taniyabilmek layikiyle sevebilmek 😞 Günümüzü Yüregimizdekileri öylesine hakiki öylesine güzel anlatmiski her bir kelime her bir satir Bu Siir kesinlikle sadece bir $iir deil Allah razi olsun
Yagmur rahmettir, Âlemlere rahmet olan peygambere selam olsun.
Allah ebeden razı olsun, o aşktan bizede nasip etsin inşallah 🤗
Yunus Emre nin aşkını gördüm şiirinizde Nurullah Bey . Allah bizlerede nasip etsin.
🍃
İmam Rabbanî buyurdu; " Muhammed'i (SAV) güzelleştiren benim sözlerim değildir! Benim sözlerimi güzelleştiren O'dur. (SAV) " O'nun (SAV) ism-i mübreki benim eserlerimi benim sözlerimi güzelleştirdi buyuruyor mübarek....
ALLAH-U EKBER LA ILAHE ILLALLAH MUHAMMEDEN RESULALLAH 😢
Allah razı olsun. Mükemmel bir şiir
şiirlerin en güzeli peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'e yazılmış olanıdır..
Her seferinde de duygulanmak⚘
Bana 1. Sınıfta okumayı öğreten Nurullah hocam birkaç yıl evvel kitaplar arasında dolaşırken birden nurullah genç ismini gördüğüm de araştırdım ve anladım nasıl bir cevhermiş benim öğretmenim nasıl sevmiştim okulu okumayı sayesinde .. sadece 1 seneyi biraz aşkın süre bizim öğretmenimiz olmuştu ne kadar üzülmüştük bizi bıraktığı için sonrasında birkaç kez bizi ziyaret etmişti elini optugumuzu hatırlıyorum küçücükken.. babacığımı çok sevmişti canım hocam hatta sınıfta söylemişti arkadaşlarıma çok sevinmiştim :) sonradan bildim ki babacigimla aynı yastalarmis. O da çok sevmişti nurullah hocamı. Salgından vefat etti canım babam mekanı cennet olsun inşallah Allah canım hocama sağlıklı uzun ömürler versin başımızdan eksik etmesin onu ve onun gibi güzel insanları🤲🏻 sene 2001-2002 dedekorkut okulundan Tuğba Ay selametle sevgili hocam❤
Nurullah Genç' in gençlik halini ilk defa görüyorum 😍 konuşma tarzı hâlâ aynı
işte benim ezberlediğim tek şiir
Hayran olmamak mümkünmü edebiyat bu işte ahlak mekani cennet yolu
Vemâ medahtü Muhammeden bimakâletî. Velakin medahtü makaletî bi Muhammedin”
[Ben sözlerimle Hz. Muhammed’i (asm) övmüş olmadım; aslında sözlerimi Hz. Muhammed Aleyhissalâtü Vesselâm’la övmüş ve güzelleştirmiş oldum]
Allah sizden razı olsun
Canımmm hocam can hocam sen şair oldun🤲🏻elhamdullillah
gönlüne sağlık üstadım
gönlüne sağlık üstadım..
Çocukluk Günlerim Aklıma Geldi..
Allah razı olsun senden hocam...
Şiirden önce yaptığı konuşma sosyolojik açıdan çok önemli bir tesbit. Hocama selamlar olsun
Çok müstesna bir insan
ahbe hocam kalem nasıl yazdı bu sözleri . kalp dayanmıyor kalem nasıl yazdı hocam 😔😔
Aşkın ile yaratıldı bu alem
İsmini yazarken çatladı kalem
Her iki cihana Peygamber gelen
Adı güzel kendi güzel Muhammed(s.a.v)
Selam ve dua ile Allah razı olsun hayırlara vesile olsun inşallah amin FATİHA AMİN AMİN AMİNNNNN Esselamünaleyküm😔🥀🤍🥀🤍🥀🤍🥀🤍
odun gibi yaktın bizi süleymanın kılıcı gibi kestin sözü be usta
Keşke keşke size (s.a.v)bakacak bir çift gözde ben olsaydım...
Ya Allah Bismillahirrahmanirrahim Allah hu Ekber Laillaheillallah Muhammedün Resulullah Allahümme salli ala seyyidine Muhammed in ve ala Ali seyyidine Muhammed sav Fatiha amin es selam ismi şerifi hürmetine vatanımıza milletimize cümlemize ümmeti Muhammed’e iman kuvveti ile Allahım yardımını rahmetini ve bereketini üzerimizden eksik etmesin selamete çıkarsın ulaştırsın inşallah amin 🤲🍃💚🕋💚🍃💧🕊🍃🤲☝️☝️☝️💚🇹🇷💚💚💚🌾🍁🍃🕌🕌🕌🌹
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın kabzasında, bir dirhem gümüşte ben olsaydım..
Offfff Offfff ÇOK güzel
vAREDEN'İN ADIYLA BAŞLANINCA HER İŞ ASAN VE ESEN OLUYOR
Hocam Allah razı olsun.
Gerçekten çok güzel
Eline ağzına saglık Nurullah genc İskender pala da guZel yorumladı.
Birde Sacit Onan dan dinleyin.
Bu şiiri İbrahim Sadri'den başkası okuyamadı
NE MUHTEŞEM BİR ŞİİR.........
Yatmadan once dinleyip yatin
Gözden Öze 1.Bölüm
Muhterem kişi...
Bil ki, bu satırlar menfaat duygularından sıyrılmış bir âlemde, huzur ve saadet içinde, sadece “Hakikat” tâlibi değerli kişilerin bazı gerçekleri idrak etmelerine vesile olmak için yazılmıştır.
Esere başlarken, sadece şu sözümüzle yetineceğiz:
“Onlar ki, gerçeği idrak edemezler, elbette sizi anlayamazlar; sizi inkâr veya tenkit ederler... Gerçeği idrak etmiş olanlar kimseyi tenkit etmedikleri gibi, kimseyi dahi kusurlu görmezler.”
Yol boyunca birçok merhaleler katedip, çeşitli makâmlardan geçecek, sabrımız nispetinde gerçeğe ereceğiz.
Kişi arzularını terk ettiği zaman Hükmün âlemine; gelenlere razı olduğu zaman da rızaya ermiş kul mertebesine yükselir...
Çünkü, Emr (hüküm) âleminde ne yemek, ne içmek, ne uyumak; yani kısacası, istekle, madde ile alâkası olan hiçbir şey yoktur.
Ve TEK’in hükmünce, Efendimizin bizzat tatbik buyurduğu ve bize de bildirdiği şöyle bir sözü vardır:
“Herkese hitabınız, aklı ölçüsünde olsun!”
İşte bu sebeple gerek devr-i risâlette ve gerekse daha sonraki devirlerde yaşamış olan “Bilenler” ve “İdrak Ehli”, daima birçok önemli hususları mecaz yollu, işaretler ile ifade etmişler, zevk ehli olarak yaşamışlardır. Hiçbir zaman gerçekleri izah ve açıklama yoluna gitmemiş, kendilerine devrolunan bilgileri, sırları açıklamaksızın, bir sonraki ehil kişiye devretmişlerdir. Bu yapacağımız yolculuk süresince, nasip olduğu kadar gerçekleri açıp izah etmeye gayret edecek; gerçeği, elden geldiğince idrakınıza takdime çalışacağız.
Seslenişe kulak verenlere, son defa şöylece hitap edelim, mevzuya girmeden evvel:
“Oku ve idraka çalış!”
“Mutlaka söylemek istiyorsan bir şeyler, önce kendini tanı!..”
Bu bâbda bazı yanlış anlamalara meydan vermemek maksadıyla şunu da ilave edelim ki, gerçeği bilen kişi için, yaratılmışlar arasında katiyen tefrik yoktur... Her var olan özel bir değerdir.
Muhterem kişi, bil ki...
Değerli veya değersiz ayrımı, tâbirleri; yaratılanlar arasında ve onlara göredir. Yaradanın indîndeyse sadece yarattıkları vardır!.. “Hayr” veya “Şerr” yaratılmışın indîncedir!.. Yaradanın indînde, hepsi birdir!..
İnsan, indîni yani; bana göre, bence, bana kalırsa gibi başlıklar altındaki izafî, şahsî görüş ve düşünüşlerini terk edip, aslına yönelişi; ve kendini Allâh indînde eritişi kadar tekâmül eder!..
Bu sebeplerden dolayıdır ki, kâmil kişi mahlûkatta kusur veya hata görmez ve aramaz!..
Herkes, düşünebildiği, idrak edebildiği nispette fiillerde bulunur; ve sonucunda da hak ettiği ile karşılaşır.
Biliyoruz ki; bu satırlarımız, kimseyi huy ve sâbit fikirlerinden, fıtratları dolayısıyladır ki çevirmeyecek; fakat buna mukabil gerçeği idrak için, yitiğini arayan anlayış ehlinin, kaderlerindeki takdir edilmiş, aslî varoluş noktalarına dönmelerine bir vesile olacaktır.
Mevzuya, Efendimizin şu sözüyle girelim:
“Allâh’ım, verdiğine hiçbir mâni yoktur; senin engel olduğuna da kimse bir şey veremez; senin kazanı (hükmünü) da kimse reddedemez!.. Şüphesiz ki, her şeye kâdîrsin ve dilediğini yaparsın!..”
Muhterem kişi, bil ki...
Mükemmel olarak yaratılmamış tek bir mahlûk yoktur!.. “Var” diyenler, sadece kendi sınırlı anlayışlarını sergilemektedirler. Yaratılmışın mükemmelliği şu sebeptendir:
Yaradılmış olanın güzelliği, mükemmeliyeti, yaratılış gayesine hizmetinden ötürüdür!..
İnsanlar, nefislerine hoş gelen şeyler için güzel; hoş gelmeyen şeyler için de çirkin veya fena tâbirlerini kullanırlar. Sonra da kendi akıllarınca mantık yürütüp, “Efendim, Allâh güzeli de yarattı, çirkini de. Tâ ki insanlar bundan ibret alıp, şükredenlerden veya sabredenlerden olsunlar diye” derler. Böyle düşünenler de zaviyelerince haklıdırlar, doğrudurlar. Çünkü bakış açıları, düşünüş seviyeleri onu gerektirmektedir.
Biz, şurası muhakkaktır ki, diyeceğiz, Yaradan, her şeyi güzel ve kemâl üzere yaratmıştır. Ancak şu var ki, onlara bakanlar, gözlerindeki rengârenk camlı gözlükleri çıkarmak zahmetine katlanıp, gerçeği çıplak gözle görmek lütfunda bulunsunlar. O zaman her şeyi daha iyi bir şekilde idrak edeceklerdir.
Muhterem kişi, bil ki...
Yolumuz tefrik yolu değil, MUTLAK BİRLİK yoludur. Bu yolda, kesinlikle ayrım yapmak yoktur!.. Bil ki, gerçeği idrak etmeye çalışan bir kişi, asla yaratılmışlar arasında tefrik yapamaz!..
Olgun kişi de, mevcudatı Hakk’ın gözüyle seyredip, yaratılmışlar arasında fark gözetmeyendir.
Sana verilen emir, emanetlere hıyanet etmeyip, onlara hak ettikleri en iyi muamelede bulunman hakkındadır. Öyle ise, onların arasında nasıl fark gözetip; onları, bu şudur, bu böyledir diye hüküm verip damgalayarak, aralarında ayrım yaparsın... Senin vazifen, sana verilen emre riayet edip, her birine azami derecede rıfk ve hilm ile yardımda bulunmandır.
Eğer onların arasında, Yaradanın indînde bir fark varsa, şüphesiz ki hüküm de O’na aittir. Bize düşen, haddimizi aşmamaktır yalnızca!..
Yaratılmışlar arasında fark görmeyi kaldırdıktan sonra yapılacak ikinci iş, verenin huzurunda verilenlere vasıta olmaktır.
“Her ahval ve şartta, mutlaka veren olmaya çalış!..”
Fakat hiçbir zaman karşılığını beklemeksizin yap bu işi. Hatta karşılığını düşünmemeye dahi gayret et. Ve hatta, Yaradanından bile bekleme bu karşılığı!.. Sadece, hayatının her anında iyiliklere vasıta olmaya çalış, karşılık beklemeksizin ve düşünmeksizin...
Yaratılmışlara senin aracılığın ile bir zarar gelmemesi için, elinden geldiğince gayret sarfet. Daima yaratılmışların varoluş gayesini düşün; acaba, onlara ne şekilde bir iyiliğin erişmesine vesile olabilirim, diye... Ve bir sinek veya yaprağı dahi kendi nefsine tercih edecek hâle gelmeye çalış. Elindeki bir dilim kuru ekmekte gözü olan tok kişiye, istediğinde, günlerce açlıktan sonra bile olsa o bir dilimi verebilecek kadar feragat sahibi olabilmeye gayret et... Ki bu zâhirdedir... Dünyalıktır!..
Bütün ibadetlerinin ecir ve sevabını da, onlara ihtiyacı olanlara, kendine hiç pay ayırmayacak şekilde vermeye çalış. Bu da ukbâ ile ilgili feragatındır!.. Yaptıklarının karşılıklarından sıyrılışındır...
Değil ki muhtaca yardım etmek!..
Daima çalış... Ama bu çalışman nefsin için değil, hepsi Yaradanın birer emaneti olan mahlûkata yardım ve iyiliklerin onlara ulaşmasına vesile olmak için olsun. Bil ki, öyle insanlar vardır ki; dostu menfaati, ihtiyaçları için isterler... Öyle ise kendine öyle bir dost seç ki, artık O, hiçbir yaratılmışa muhtaç olmayacak kudrete sahip olsun!..
Yaratılan ne vardır ki birbirine muhtaç olmasın?.. Ama onları Yaradan!.. İşte, O’nu “Dost” seç kendine!.. Yönelişin O’na olsun... Ve ihtiyaçlarını da, eğer bîhaber ise O’na arz et!
Düşün, düşün ve gene düşün; düşündüğünün gerçeğine eremesen bile, hiç olmazsa düşünenler arasına girersin.
Eğer, vuku bulan hâdiselerin hikmetini sezemiyorsan, hemen itiraz etmekten kaçın ve o işin sonunu beklemeye çalış!.. Şüphesiz ki işin hikmetini sezinlemek o zaman daha kolaylaşır. Böylece, sen de cahilane isyanlardan korunmuş olursun.
Ne bir kusur işle; ne de af dilemek mecburiyetinde kal!.. Hatta, kimsede kusur görmemeye gayret et...
Senin, bizzat arzularınla gelişen hırsın, senin şeytanın olmuştur!.. Arzuları kalmamış bir kişinin, ihtirasları da olmadığı için, şeytanı da müslüman olur!..
İşte bu hâle gelmiş bir er kişi olduğun zaman, bütün menfaat duygularından da sıyrılmış olacağından; ne sen bir yaratılmış olanı kırarsın, ne de onların sana bir zararı dokunabilir. Çünkü yaratılmışlar çoğunlukla, kendilerine bir iyiliğin ulaşmasına vesile olanları sever ve hakikatten uzak iseler, verileni verenden bilirler!.. Sen bil ki, veren verdirten hep O’dur!..
Bu sebep iledir ki, ne bir şeyinle öğün, ne de bir şeyine güven!.. Güvendiğin inancın bile olmasın; değil ki malın mülkün, evlat veya ahbabın!.. Başına gelebilecek en küçük bir musîbet ile o çok güvendiğin inancın, kızgın Güneş altındaki damlanın buharlaşması gibi gider de senden habersiz, sen hâlâ inancım var sanıp durursun.
MAŞALLAH
Yağmur bu kadar güzel ancak böyle kullanılır
Peygamberimiz için yazılmamış dahi olsa harika bir şiir...
Diyanetin peygamber efendimiz için düzenlediği şiir yarışmasında birincilik almıştır
abimsin valla sanat budur
mükemmel
Yagmurrrr 😭
Muhteşem
Güzel...
Bu fon müziğinin adını bilen var mı?
Gözden Öze 7,Bölüm
Dedi ki, “O
topraktan yaratılmıştır, ben ise ateşten yaratıldım... Öyle ise, ateş topraktan
üstündür, ben de Âdem’den üstünüm” ve Âdem’e secde etmedi...
Allâh’ın
kendisine ihsan etmediği; ne olduğunu sezemediği bir gerçeğin Âdem’e
verildiğini, bütün ilmine rağmen akledemedi ve idrak edemediğini inkâr etti!..
Hâlbuki
Allâh;
“ONU
TESVİYE EDİP (beynini oluşturup), O YAPININ İÇİNDEN RUHUM’DAN (Esmâ
mânâlarımdan) NEFHETTİĞİMDE (açığa çıkardığımda {nefh yani üflemek, içten dışa
şeklinde olur daima. A.H.})...” (38.Sâd: 72)
Buyuruyordu...
Burada istenen şey, şeytanın görünüşe aldanmayıp, zâhirde Âdem’e, gerçekte ise
Allâh’a secde etmesi idi.
Fakat,
şeytan göremediği şeyi kabul edemedi; her şeyin gördüklerinden ibaret olduğunu
sanıp; göremeyeceği, idrak edemeyeceği şeyler olmadığını zannettiği için
küfretti; yani gerçeği örttü!.. Bilgisi olmadığı hâlde!.. O sebepledir ki,
bilindiği gibi anıldı!..
Gerçeği, ya
ondan bîhaber olan örter; ya da o gerçeği idrakten âciz olanların dil
uzatmasını istemeyenler!.. Burada her ikisi de örtme işini yapar; fakat
bilmeyerek yapan kâfir olmuştur; bilerek yapanlar ise Nebiler ve Sıddîklar...
Bundan
sonra, artık sen de, sakın aklının ermediği şeyleri inkâr etme!.. Sadece:
“İMAN ETTİK,
ONLARIN TAMAMI RABBİMİZİN İNDÎNDENDİR...” (3.Âl-u İmran: 7)
De... Ve
hiç olmazsa “Ulül Elbab”dan, “öze ermiş”lerden olmaya çalış...
Bil ki;
işitmiş, okumuş, bilmiş olan değil, idrak eden tatbikçidir.
Çok kişi
vardır ki, onlar gerçeği işitmiş veya birkaç bilenin yahut idrak ehlinin
eserlerinden okumuştur... Fakat, idraktan mahrum oldukları içindir ki, o
gerçeği idrak edememiş, inkâra, hatta suçlamaya, tekfire gitmişlerdir...
Taklit eden
değil, taklit edilen olmaya çalış!..
Nakleden
değil, nakledilen olmaya gayret sarfet!..
Muhterem
kişi...
“Benim
velîlerim, kubbemin altındadır; Onları kimse tanımaz” buyruluyor... Bilir misin
bunlar kimlerdir?..
Yaradanın
bazı kulları vardır ki, onlar dünyadan ve ukbâdan sıyrılmışlar, deryaya erişip
deryadan bir zerre olmuşlardır.
Bunlar,
“Allâh ahlâkı ile ahlâklanın” buyruğuna uymuş tecellilerdir!.. Onların ne
istemekle alâkaları vardır, ne de istememekle...
Onlara Rab,
“Sen ne dilersin?” dediği zaman; onlar, “Sen ne dilemişsen!” derler!.. Çünkü
onlar, daha evvelki mertebelerde idrak etmişlerdi ki, değil istek, istememeyi
istemek dahi bir istektir!!! Ve, bu dahi istenemez. Zerre deryaya diyebilir mi
ki, beni şu tarafa götür diye. Derya ne tarafa dilerse, sevkeder dalgalarıyla
onu... Gerçek, derya ise; dalgalar da tecellileri midir acaba?..
İşte bu
kişiler, sadece ve sadece, yaratılmışlar için Rabbin bir rahmet tecellisi
olarak yaşarlar... Yaratılmışlara onlardan erişir Rabbin nimeti.
“...MUHAKKAK
Kİ ALLÂH RAHMETİ MUHSİNLERDEN YAKINDIR (açığa çıkar, ulaşır).” (7.A’raf: 56)
Onlar ne
bir kimseyi kırarlar nefisleri için, ne de kırılırlar... Git dersin, kovarsın,
giderler; gel dersin, çağırırsın, gelirler... Yetmiş defa kovmuş olsan da sonra
gene çağırsan, hiç yüksünmeden gene gelirler. Onlar Rabbin veren elleridir;
almazlar... Kendilerine bir şey hediye etsen, başkalarına dağıtırlar...
Onlar şan
ve şöhretten, isimden kaçarlar...
“Efendimiz
Muhammed Mustafa Aleyhisselâm’a bağlan; KURÂN’I MÜRŞİD BİL!” derler.
Gelip bir
soru soran olursa, “Herkese hitabınız, akılları ölçüsünde olsun!” buyruğunu
nazarı dikkate alarak, gerçek bilgi seviyesinden cevaplandırırlar.
Onlar birer
ayna olmuşlardır. Kim baksa, onda kendinden başkasını göremez olur... Onda
gördükleri hata ve kusurlar, görenlerin kendi hata ve kusurlarından başkası
değildir.
Dünya ehli,
yani içinde bulundukları zaman için yaşayanlardan isen, onu da sanki kendin
gibi görürsün!
Yok ukbâ
ehli isen, azaptan korktuğun, huzuru ve zevki istediğin için ibadet edenlerdensen,
gene onu dahi öylece bulursun.
Eğer, her
ikisinden de olmayıp, onlardan sıyrılmışlardan isen, vardığın noktada gene onu
bulursun... İşte, üstlerindeki örtünün birincisi budur, onların tanınmalarına
mâni olan!..
İkinci ise,
zâhirî şekil ve görünüşleridir.
Yaratılmışların
çoğu, belirli bir idrak seviyesini aşamadığı için, göremeyecekleri sayısız
varlıkların mevcut olduğunu düşünemez de, hemen görünüşe göre hüküm verir. Böylece,
o hükümle, işin gerçeğine karşı kendi kendini aldatmış olur.
İşte bu
dahi, o kişilerin işine yarar...
O zevâtın
giyinişi, hayat şartlarına intibakı, ortamları, hep, onların velî kişi
olmadıkları zannını verir insanlara... Çünkü, onların kendilerini bildirmeye,
göstermeye ihtiyaçları yoktur ki!..
Onlardan
pek çoğu, kader sırrına vâkıf olmuşlardır!.. Bu sebepledir ki, etrafla
uğraşamazlar. Ki bu kader sırrı, Nebilere ancak Nübüvvet’lerinden bir süre
sonra bildirilir, vazifelerini hakkıyla yapabilmeleri için... Bu sözlerimizi
ehli bilir...
Eğer sen,
susuz kaldıysan, onları ara ve bütün örtü ve engellerine rağmen onları tanımaya
çalış... Onların hâlleriyle hâllen; ki, Allâh’ın ahlâkıyla ahlâklanma yolu
açılsın!..
Onlar
“Ferdiyet” sahipleridir!.. Onların sadece Efendileri ve Rableri vardır.
Aralarına kimse giremez. Birbirlerini tanırlar onlar, bazen buluşur
konuşurlar... Ama bilirler ki hepsi de tek bir gerçektendirler.
“Müferridûn
sizi geçti” diyerek, Efendimizin ashabına bahsettiği kişilerdir bunlar!..
Ne, bir
tarikatları vardır; ne de, bir mezhepleri!..
Gazâli’nin
(selâm olsun) ölürken, Kurân’ı göğsüne koyup “Benim mezhebim budur” dediği
gibi; onlar da, bunu fark etmişlerdir... Ve ehlini bu konuda uyarırlar!..
Yaratılmışlar
ve “ölmüş”lerdir onlar; ve bundan dolayıdır ki, artık bir daha düşünmezler
ölümü... Çünkü onlar bir daha ölümü tatmazlar...
“ONDA, İLK
ÖLÜMDEN BAŞKA ÖLÜM TATMAZLAR (ölümsüzdürler)! ONLARI YANMA AZABINDAN
KORUMUŞTUR.” (44.Duhân: 56)
Ölümü
çoktan tatmışlar, sıratı geçmişler, cennete, huzur âlemine girmişlerdir. Onlar,
Rablerini seyirle meşgûldürler... Her an O’nu temâşa etmektedirler... O’nunla
beraber!..
İşte
bunlar, Rabbin örtüsü altındaki Velî kulları, Sıddîklar, Müferridûndur...
Muhterem
kişi...
Efendimize
sordular:
“Müferridûn
kimlerdir?”... Cevap buyurdu; “Allâh’ı çok zikredenler!..”
Bil ki,
Allâh’ı tespih etmeyen tek bir mahlûk;
“HİÇBİR ŞEY
YOK Kİ, O’NUN HAMDI OLARAK, TESPİH ETMESİN! FAKAT SİZ ONLARIN İŞLEVİNİ
ANLAMIYORSUNUZ!” (17.İsra’: 44)
Âyetinde de
belirtildiği gibi, yoktur!..
Bütün
yaratılmışlar, her an O’nu tespih etmektedir! Bir kısmı bilerek, bir kısmı
bilmeyerek... İnsan da, hayvan da, taş da, toprak da, ot da, hava da... Fakat,
Rabbin indînden ilim vermediği kişiler bunu bilemezler, idrak edemezler.
Her bir
Esmâ-i ilâhînin zuhuru, her bir tecellinin varoluşu ve varoluş gayesi onun
gerçek tespihidir. Eğer ehli isen bu cümlemizden bir şeyler anlamaya
çalışırsın. Rab dilediği tecellilerin yaratıcısıdır.
Bütün bu
tespihlerden ayrı olarak; bu hadiste de buyrulduğu üzere “müferridûn”un
vazifelerini izah sadedinde, “Allâh’ı tespih edenler” veya “Sabredenler” veya
“Çokça hamd edenler” denilmemiş de; “Allâh’ı çok zikredenler” buyrulmuştur.
“...AYAKTA
VEYA OTURURKEN YA DA YANLARINIZ ÜZERE UZANMIŞKEN (sürekli) ALLÂH’I ZİKREDİN...
“ (4.Nisâ’: 103)
Allah razı olsun
@@kevserpnarbas2027´ya selam, Fark ettiniz mi? INS,CIN, INSAN arasindaki durumu! IMAN, IKÄN, SECDE, (Mümin) MUTTAKI kimdir? fakrin farkindamisiniz? saygilar
Sadece Nurullah Genç in söylediği videonun tamamını nasıl bulabilirim?
İnci ve mercan nedir acep ? ( Harf inkilabı ?)
Fon müziğini bilen söyleyebilir mi
Yansımalar - Göç
Dursun Ali Erzincanlı nın yorumu ile dinlemeli...