4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 1. Kısım. Konusu: Nefis ile sultanî ruh; sülûkün başlangıcından, sülûkün sonuna kadar ayrıntılara girilmeden iki fasılda açıklanır. I. FASIL: Sülûkün başlangıcından, hayret makamına varıncaya kadar nefis ile sultani ruhun her bir sıfatta olan halleri, sebebi hikmeti, illetleri kemal yönü ile kısa, fakat faydalı bir şekilde açıklanacak. Kıymetlim, şu da bilinsin ki.. Hak yolcusu bir salik, mürşide inabe ettiği zaman, anasından yeni dünyaya gelen bir çocuk gibidir. Henüz sülûkün başında olması sebebi ile; o salik yaşlı bir ihtiyar olsa dahi, kendisini mürşide teslim edip dost yüzünü görmeye talip olması sebebi ile dünyaya yeni gelen masum bir çocuk hükmündedir. Bu durumu ile, teslim olduğu zatın, manevî çocuğu olur. Bundan sonra, sülûk esnasında; masum çocuk nasıl büyürse, o da öyle büyür. Ama, onun büyümesi masum çocuk gibi açıktan değildir; batındadır, Mürşidin himmeti ile, seyr sülûküne devam eder durur; bu durum, ehli olan kimselere göre bilinen bir şeydir. Durumu anlatılan Hak yolcusu salik; sülûkünü tamamlayıp Fatihası okununcaya kadar, masum çocuk gibi sayılır, tarikatta kendisinin kusuruna bakılmaz, affedilir. Bu salik; tecelli ihsan olunup sülûkünü tamam ettiği zaman, ehlüllah derecesine yeni adım atmış olur. O zaman, o salik, tarikatta ergenlik çağına gelmiştir. Hakikatte ise, dünyaya yeni gelen masum çocuk gibidir. Bu durumunda, o kimseden tarikatta bir kusur görülse, sorumlu tutulur; hakikatte kendisinde bir kusur zuhur etse, sorumlu tutulmaz. Zira, hakikatte masum çocuk gibidir; velâyet derecesine ilk adımın atmıştır. Bu vakitte salik, henüz ehlüllah mertebesindedir ki, Allah'a yakın; Allah'ta yok olmak, Allah'ta var olmak sırlarına aşina olmuştur. Bu halinde o salik, emmare, levvame, mülhime nefis makamlarının birindedir. Bunun için de çocuk hükmünü taşır, hakikatte oluşan kusurundan ötürü sorumlu olmaz. Zira, levvame, mülhime nefis makamında iken, hayvani ruh, sultani ruha teslim olmamıştır. Her an, her nefes; sultani ruh ile nefis mücahede ve muharebe ederler. Bazan olur ki, sultani ruh üstün gelir; salike de murakabesinde nur tecellisi, fiiller tecellisi, sıfatlar tecellisi gibi tecelliler ihsan olunur. Bazan olur ki, nefis, sultani ruha üstün gelir. Bu durumda da, anlatılan tecelliler zuhur etmedikten başka, o kimseden hakikat kusuru dahi zuhur eder. Ama bu çeşit kusurlar affedilir. Ama, bu halinde tarikat kusuru işler ise.. yine sorumlu tutulur. Hakikatte: - Kusur.. Tabir edilenler, tarikatta bir şey değildir. Keza tarikatta: - Kusur.. Tabir edilen, isler de, şeriatta bir sakıncası olmayan şeyler kabilindendir. Şu bir gerçektir ki: Şeriatta küçük saylan günahlar, tarikatta Büyük günahlar arasındadır. Tarikatta büyük sayılan günahlar ise.. hakikatte küfürdür. Bu sebeple hakikatte haram isler, tarikatta mubah sayılır. O kimseden, bu türlü mubah bir şey zuhur etse, çocukluk halinde olduğu için, bağışlanır; sorumlu değildir. Nefisleri levvame, mülhime makamında iken, tarikatı tamamlayıp ehlüllah zümresine katılsalar dahi, kendilerinde velâyete adım basmak yoktur. Zira, böyle bir gey, mutmainne nefsi makamına mahsustur. Açıkçası: Ehlüllah, velâyet derecesine adım basamaz; taa, onun nefsi, mutmainneye adım basıncaya kadar.. Buna göre, mutmainne makamına adım basmayan ehlüllah, hakikat yüzünde çocuk sayılır. Şeriattan, tarikattan sorumludur; ama hakikatte masum sayılır. Bunun hikmeti odur ki kendisine velâyete ayak basmak ihsan olunmadığı için, her ne kadar kusur vaki olsa dahi, cümlesi affolunur. Sebebi ise.. nefisleri henüz mutmainne makamına varmadığı içindir. Zira, nefis, mutmainne makamına varmadıkça, sultani ruha teslim olmaz. Her an ve her saat; sultani ruhla muharebe eder ki; sultani ruhu aldatsın ve düşürsün. Bundan dolayı, ehlüllah, mutmainne makamına varmadıkça, kalbi mutmain olup ruhani safayı tam manası ile bulamaz. Bu yüzden çoğunlukla tereddütten ve iç eğriliğinden kurtulamaz. Bu yüzdendir ki: Bir kimse, mutmainne makamını bulmadıkça, velâyete adım basamaz. Zira: - Velî.. Demek, Cenab-ı Hak tarafından, kendisine - İstediğini yapar oldun.. İzni demektir. Daha açık bir şekilde, kendisine şu hitap gelir: - Benim aşık, sadık kullarıma seni veli tayin ettim. Sana gelen kullarımı, ihsan eylediğim tarikattan sülûk ettirip zatıma ulaştır. Bu yüzden bakılınca, nübüvyet ile velâyet birdir, hem mutmainneye adım atmak ciheti ile, hem de mana ciheti ile.. Ehlüllahtan biri, velâyete adım atmadıkça, kendisine: - Kâmil.. Denmez; çocuk sayılır. Sebebi ve hikmeti ise.. nefis tarafının sultani ruha ağır basmasıdır. İlleti ise.. müihime, levvame nefis makamında olduğu içindir. Nefisleri mutmainne makamında olan zatlar, velâyete adım attıkları için, istediklerini yapanlardan sayılırlar. Bunlarda, zerre kadar hakikatte kusur bulunur ise.. amel defterine yazılır. Üstteki manaya göre; mutmainne makamında bulunan bir kimse razıye makamına ayak basmadan ahirete giderse, yazılan kusurlardan ötürü sorumlu olur. Bu da şöyle olur: Kıyamet günü, Cenab-ı Hak, bunları mahşer halkının gözünden uzak bir yere çeker. Kendilerine, fiillerinden zuhur eden durumları sorar. Meselâ, şöyle buyurur: - Falan vakit, sen günü işlemedin mi? Falan vakit, sen bunu işlemedin mi?. Böylece, onların ettiklerinin hepsini bir bir sorar, Onlar da, doğrular ve: - Evet ya Rabbi. Diye cevap verirler. O vakit de, Cenab-ı Hak cümlesini affeder; azap görmeden cennete girerler. Sorulacak bu sorunun ayrıntıları, ikinci faslın üçüncü kısmında açıklanacaktır; burada kısadan anlatıldı. Eğer mutmainne makamında vefat etmez de, razıyeye ayak basarlarsa.. o vakit, onlara öyle bir hal ihsan olunur ki: Cenab-ı Hak tarafından gerek nefse keder verecek bir mücahede, gerekse ruha sefa verecek bir ilâhi ihsan olsun; onlara göre eşittir. Kendilerine bir mihnet ve meşakkat, belâ çeşidinden bir şey gelecek olsa; kesin olarak bundan ötürü kedere düşmezler. Kendilerine, safa verecek bir ilâhi ihsan zuhur eylese, buna da kesin olarak. sevinmezler. Safa ile keder, manevi katlarda bir olur. O kadar ki, dünya cihetinden ve ahiret cihetinden hiç bir istekleri kalmamıştır; Allah'ın rızası yolunda ömürlerini tüketirler. Anlatıldığı gibi, raziye makamına sahip olanların, geçmiş ve gelecek günahları tamamen affeder. Bu manayı, Fetih suresinin 1. ve 2. âyetinde alalım: اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبٖيناًۙ ﴿١﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ - ''Biz sana, açık bir fetih yolu açtık. Bu, Allah, senin geçmiş gelecek günahlarını bağışlaması içindir.'' Bu âyet-i kerimedeki mana, raziye makamında bulunana hal olur. Ne vạr ki, sonradan olacak noksanları affetmez, amellerinin yazıldığı deftere yazar: Ancak: - Bu hal ile ahirete gidince, o sonraki noksanlardan sorulur mu? Denirse, şu cevap verilir: - Sorulmaz.. Bunun hikmeti de şudur: Cenab-ı Hakkın her bir emrine, her bir şeye, gerek lütuf, gerek mücahede; cümlesine boyun eğmiştir. Her birini, seker helva bilmiştir. Tamamen razı olarak kabul etmiştir. İşte anlatılan durumdan dolay, razıye nefis makamında olanların her ne kadar gelecekteki noksanları yazılmış olsa dahi, yine de bu yüzden sorguya çekilmezler. Bunun hikmetine gelince; Cenab-ı Hak'tan kendilerine her ne türlü şey gelmiş ise, cümlesini rıza ile kabul etmişler ve kesin olarak Cenab-ı Hak'tan incinmemişlerdir. Hemen hepsini de hoşnut olarak kabullenmişlerdir. Anlatılan razıye makamından sonra, o kimseye merziye sıfatı ihsan olunur. Bu durumda, o kimseden Cenab-ı Hak razı olur; razıye makamında, kendisinin Cenab-ı Hak'tan razı olduğu gibi... Cenab-ı Hak, o kulunun huylarından, hallerinden, işlerinden, cümle umumi ve özel durumlarından razı olur. Gelecekteki günahlarını affeder. Böylece, o kimse, geçmiş ve gelecek günahlardan yana bağışlanmış olur. Fetih suresinin 2. ayetinde buyurulan; لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ - ''Bu, Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlaması içindir.'' Manası gereğince, kendisine, masumiyet hilati ihsan olunur. Buna göre, marzıye nefis makamına sahip olan zatlar geçmiş ve gelecek günahlardan sorumlu değillerdir. Zira, böyle olan zatlar, her an ve her nefes, Allah'ın huzurunda, zat tecellisine tecelligâh olmuşlardır. Her nefeste Cenab-ı Hakkın Yüce zatını müşahede edip konuşurlar. Yaptıkları hemen her işte, Cenab-ı Hak'tan izin almadıkça, o ise mübaşeret etmezler. Kardeşleri arasındaki kelimelerini dahi, bir şekil vermeden izinsiz konuşmazlar. Bundan dolayıdır ki: Cenab-ı Hak, her an ve her nefeste onlardan razıdır. Kendilerine masumiyet giysisini giydirmiştir. Onlar da mal, çoluk çocuk, vücut ve bunların benzeri geylerden tamamen geçtikten başka öbür âlemde cennette olacak ilâhi ihsanı dahi düşünmezler. Her an ve her nefes, Cenab-ı Hakkın rızasını gözlerler. Kendilerinde zuhur eden cümle yararlı işleri Cenab-ı Hakkın ihsanında yok edip eli boş, avucu açık aciz naçiz, çaresiz olarak her an ve her nefes, Allah korkusu ile: - Güvencemiz sensin ya Rabbi, el-aman.. Diye çağırırlar.
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 2. Kısım Bu anlatılandan daha ilerisi, safiye nefis makamıdır. Safiye nefis makamında olan zatların makamı ise, hayret makamıdır. Bunların hallerini sözle tarif etmek mümkün değildir. Müşahedeleri ise, ruhani miraçtır. Halleri, her an ve her nefes; zat tecellisinde, Allah'ın zatına dalanlardan olmaktır. Artık, kendi benliklerinden yana bir eser kalmamıştır. Makamları, hayret makamı olduğundan, kendilerinin yüksek olduklarını bilirler.
Ancak, Hakkı müşahedeleri; razıye ve marzıye makamı sahipleri gibidir. Safiye makamı sahipleri, Yüce Zatta dalıp gittiklerinden; beşeri sıfat kendilerinden alınmıştır. Enfal suresinin, 17. ayetinde buyurulan: ''Attığın zaman, sen atmadın; ancak Allah attı..'' Manasının gerçekleştiği yer olmuşlardır. Onların bu halde huyları: ''Allah'ın ahlak ile ahlak sahibi olunuz; Allah'ın sıfatlarına bürününüz..'' Cümlesindeki sırra göre, Allah'ın huylarıdır. Kendilerinden zuhur eden emirler ve yasaklar, her ne olursa olsun, cümlesi kader sırrına göredir. Hayrette oldukları için, kendilerini cümleden aşağı görürler. Cenab-ı Hak'tan izin almadan, bir çöpe dahi yapışmazlar. Bu işin hikmet yanına gelince.. kemal ehli olduklarındadır ki: Her bir şeyin künhüne ve hakikatine vâkıf iken, yine ilâhi emri gözetirler. Kendilerine: - Şunu şöyle yap... Diye bir ilahi emir zuhur etmedikçe, bir çöpü dahi hareket ettirmezler. Açıkçası; bu safiye nefis makamında olan zatların huyları, işleri, cümle halleri : Şekilsiz olarak, Cenab-ı Hakkın Yüce Zat'ında olur. İnsan suresinin 30. ayetinde buyurulan: ''Allah istemedikçe, siz bir şey isteyemezsiniz.'' Sırrına mazhar oldukları için cümle halleri hakikate bir zuhur yeridir. Bunun için Hakkın harekete geçirmesi ile hareket eder, sakin tutması ile de sakin olurlar. Bu fasılda sözün özü şudur: Dış yüzleri halk iledirler; iç yüzleri ise, Hak ile.
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 2. Kısım Bu anlatılandan daha ilerisi, safiye nefis makamıdır. Safiye nefis makamında olan zatların makamı ise, hayret makamıdır. Bunların hallerini sözle tarif etmek mümkün değildir. Müşahedeleri ise, ruhani miraçtır. Halleri, her an ve her nefes; zat tecellisinde, Allah'ın zatına dalanlardan olmaktır. Artık, kendi benliklerinden yana bir eser kalmamıştır. Makamları, hayret makamı olduğundan, kendilerinin yüksek olduklarını bilirler. Ancak, Hakkı müşahedeleri; razıye ve marzıye makamı sahipleri gibidir. Safiye makamı sahipleri, Yüce Zatta dalıp gittiklerinden; beşeri sıfat kendilerinden alınmıştır. Enfal suresinin, 17. ayetinde buyurulan: ''Attığın zaman, sen atmadın; ancak Allah attı..'' Manasının gerçekleştiği yer olmuşlardır. Onların bu halde huyları: ''Allah'ın ahlak ile ahlak sahibi olunuz; Allah'ın sıfatlarına bürününüz..'' Cümlesindeki sırra göre, Allah'ın huylarıdır. Kendilerinden zuhur eden emirler ve yasaklar, her ne olursa olsun, cümlesi kader sırrına göredir. Hayrette oldukları için, kendilerini cümleden aşağı görürler. Cenab-ı Hak'tan izin almadan, bir çöpe dahi yapışmazlar. Bu işin hikmet yanına gelince.. kemal ehli olduklarındadır ki: Her bir şeyin künhüne ve hakikatine vâkıf iken, yine ilâhi emri gözetirler. Kendilerine: - Şunu şöyle yap... Diye bir ilahi emir zuhur etmedikçe, bir çöpü dahi hareket ettirmezler. Açıkçası; bu safiye nefis makamında olan zatların huyları, işleri, cümle halleri : Şekilsiz olarak, Cenab-ı Hakkın Yüce Zat'ında olur. İnsan suresinin 30. ayetinde buyurulan: ''Allah istemedikçe, siz bir şey isteyemezsiniz.'' Sırrına mazhar oldukları için cümle halleri hakikate bir zuhur yeridir. Bunun için Hakkın harekete geçirmesi ile hareket eder, sakin tutması ile de sakin olurlar. Bu fasılda sözün özü şudur: Dış yüzleri halk iledirler; iç yüzleri ise, Hak ile.
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 1. Kısım. Konusu: Nefis ile sultanî ruh; sülûkün başlangıcından, sülûkün sonuna kadar ayrıntılara girilmeden iki fasılda açıklanır. I. FASIL: Sülûkün başlangıcından, hayret makamına varıncaya kadar nefis ile sultani ruhun her bir sıfatta olan halleri, sebebi hikmeti, illetleri kemal yönü ile kısa, fakat faydalı bir şekilde açıklanacak. Kıymetlim, şu da bilinsin ki.. Hak yolcusu bir salik, mürşide inabe ettiği zaman, anasından yeni dünyaya gelen bir çocuk gibidir. Henüz sülûkün başında olması sebebi ile; o salik yaşlı bir ihtiyar olsa dahi, kendisini mürşide teslim edip dost yüzünü görmeye talip olması sebebi ile dünyaya yeni gelen masum bir çocuk hükmündedir. Bu durumu ile, teslim olduğu zatın, manevî çocuğu olur. Bundan sonra, sülûk esnasında; masum çocuk nasıl büyürse, o da öyle büyür. Ama, onun büyümesi masum çocuk gibi açıktan değildir; batındadır, Mürşidin himmeti ile, seyr sülûküne devam eder durur; bu durum, ehli olan kimselere göre bilinen bir şeydir. Durumu anlatılan Hak yolcusu salik; sülûkünü tamamlayıp Fatihası okununcaya kadar, masum çocuk gibi sayılır, tarikatta kendisinin kusuruna bakılmaz, affedilir. Bu salik; tecelli ihsan olunup sülûkünü tamam ettiği zaman, ehlüllah derecesine yeni adım atmış olur. O zaman, o salik, tarikatta ergenlik çağına gelmiştir. Hakikatte ise, dünyaya yeni gelen masum çocuk gibidir. Bu durumunda, o kimseden tarikatta bir kusur görülse, sorumlu tutulur; hakikatte kendisinde bir kusur zuhur etse, sorumlu tutulmaz. Zira, hakikatte masum çocuk gibidir; velâyet derecesine ilk adımın atmıştır. Bu vakitte salik, henüz ehlüllah mertebesindedir ki, Allah'a yakın; Allah'ta yok olmak, Allah'ta var olmak sırlarına aşina olmuştur. Bu halinde o salik, emmare, levvame, mülhime nefis makamlarının birindedir. Bunun için de çocuk hükmünü taşır, hakikatte oluşan kusurundan ötürü sorumlu olmaz. Zira, levvame, mülhime nefis makamında iken, hayvani ruh, sultani ruha teslim olmamıştır. Her an, her nefes; sultani ruh ile nefis mücahede ve muharebe ederler. Bazan olur ki, sultani ruh üstün gelir; salike de murakabesinde nur tecellisi, fiiller tecellisi, sıfatlar tecellisi gibi tecelliler ihsan olunur. Bazan olur ki, nefis, sultani ruha üstün gelir. Bu durumda da, anlatılan tecelliler zuhur etmedikten başka, o kimseden hakikat kusuru dahi zuhur eder. Ama bu çeşit kusurlar affedilir. Ama, bu halinde tarikat kusuru işler ise.. yine sorumlu tutulur. Hakikatte: - Kusur.. Tabir edilenler, tarikatta bir şey değildir. Keza tarikatta: - Kusur.. Tabir edilen, isler de, şeriatta bir sakıncası olmayan şeyler kabilindendir. Şu bir gerçektir ki: Şeriatta küçük saylan günahlar, tarikatta Büyük günahlar arasındadır. Tarikatta büyük sayılan günahlar ise.. hakikatte küfürdür. Bu sebeple hakikatte haram isler, tarikatta mubah sayılır. O kimseden, bu türlü mubah bir şey zuhur etse, çocukluk halinde olduğu için, bağışlanır; sorumlu değildir. Nefisleri levvame, mülhime makamında iken, tarikatı tamamlayıp ehlüllah zümresine katılsalar dahi, kendilerinde velâyete adım basmak yoktur. Zira, böyle bir gey, mutmainne nefsi makamına mahsustur. Açıkçası: Ehlüllah, velâyet derecesine adım basamaz; taa, onun nefsi, mutmainneye adım basıncaya kadar.. Buna göre, mutmainne makamına adım basmayan ehlüllah, hakikat yüzünde çocuk sayılır. Şeriattan, tarikattan sorumludur; ama hakikatte masum sayılır. Bunun hikmeti odur ki kendisine velâyete ayak basmak ihsan olunmadığı için, her ne kadar kusur vaki olsa dahi, cümlesi affolunur. Sebebi ise.. nefisleri henüz mutmainne makamına varmadığı içindir. Zira, nefis, mutmainne makamına varmadıkça, sultani ruha teslim olmaz. Her an ve her saat; sultani ruhla muharebe eder ki; sultani ruhu aldatsın ve düşürsün. Bundan dolayı, ehlüllah, mutmainne makamına varmadıkça, kalbi mutmain olup ruhani safayı tam manası ile bulamaz. Bu yüzden çoğunlukla tereddütten ve iç eğriliğinden kurtulamaz. Bu yüzdendir ki: Bir kimse, mutmainne makamını bulmadıkça, velâyete adım basamaz. Zira: - Velî.. Demek, Cenab-ı Hak tarafından, kendisine - İstediğini yapar oldun.. İzni demektir. Daha açık bir şekilde, kendisine şu hitap gelir: - Benim aşık, sadık kullarıma seni veli tayin ettim. Sana gelen kullarımı, ihsan eylediğim tarikattan sülûk ettirip zatıma ulaştır. Bu yüzden bakılınca, nübüvyet ile velâyet birdir, hem mutmainneye adım atmak ciheti ile, hem de mana ciheti ile.. Ehlüllahtan biri, velâyete adım atmadıkça, kendisine: - Kâmil.. Denmez; çocuk sayılır. Sebebi ve hikmeti ise.. nefis tarafının sultani ruha ağır basmasıdır. İlleti ise.. müihime, levvame nefis makamında olduğu içindir. Nefisleri mutmainne makamında olan zatlar, velâyete adım attıkları için, istediklerini yapanlardan sayılırlar. Bunlarda, zerre kadar hakikatte kusur bulunur ise.. amel defterine yazılır. Üstteki manaya göre; mutmainne makamında bulunan bir kimse razıye makamına ayak basmadan ahirete giderse, yazılan kusurlardan ötürü sorumlu olur. Bu da şöyle olur: Kıyamet günü, Cenab-ı Hak, bunları mahşer halkının gözünden uzak bir yere çeker. Kendilerine, fiillerinden zuhur eden durumları sorar. Meselâ, şöyle buyurur: - Falan vakit, sen günü işlemedin mi? Falan vakit, sen bunu işlemedin mi?. Böylece, onların ettiklerinin hepsini bir bir sorar, Onlar da, doğrular ve: - Evet ya Rabbi. Diye cevap verirler. O vakit de, Cenab-ı Hak cümlesini affeder; azap görmeden cennete girerler. Sorulacak bu sorunun ayrıntıları, ikinci faslın üçüncü kısmında açıklanacaktır; burada kısadan anlatıldı. Eğer mutmainne makamında vefat etmez de, razıyeye ayak basarlarsa.. o vakit, onlara öyle bir hal ihsan olunur ki: Cenab-ı Hak tarafından gerek nefse keder verecek bir mücahede, gerekse ruha sefa verecek bir ilâhi ihsan olsun; onlara göre eşittir. Kendilerine bir mihnet ve meşakkat, belâ çeşidinden bir şey gelecek olsa; kesin olarak bundan ötürü kedere düşmezler. Kendilerine, safa verecek bir ilâhi ihsan zuhur eylese, buna da kesin olarak. sevinmezler. Safa ile keder, manevi katlarda bir olur. O kadar ki, dünya cihetinden ve ahiret cihetinden hiç bir istekleri kalmamıştır; Allah'ın rızası yolunda ömürlerini tüketirler. Anlatıldığı gibi, raziye makamına sahip olanların, geçmiş ve gelecek günahları tamamen affeder. Bu manayı, Fetih suresinin 1. ve 2. âyetinde alalım: اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبٖيناًۙ ﴿١﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ - ''Biz sana, açık bir fetih yolu açtık. Bu, Allah, senin geçmiş gelecek günahlarını bağışlaması içindir.'' Bu âyet-i kerimedeki mana, raziye makamında bulunana hal olur. Ne vạr ki, sonradan olacak noksanları affetmez, amellerinin yazıldığı deftere yazar: Ancak: - Bu hal ile ahirete gidince, o sonraki noksanlardan sorulur mu? Denirse, şu cevap verilir: - Sorulmaz.. Bunun hikmeti de şudur: Cenab-ı Hakkın her bir emrine, her bir şeye, gerek lütuf, gerek mücahede; cümlesine boyun eğmiştir. Her birini, seker helva bilmiştir. Tamamen razı olarak kabul etmiştir. İşte anlatılan durumdan dolay, razıye nefis makamında olanların her ne kadar gelecekteki noksanları yazılmış olsa dahi, yine de bu yüzden sorguya çekilmezler. Bunun hikmetine gelince; Cenab-ı Hak'tan kendilerine her ne türlü şey gelmiş ise, cümlesini rıza ile kabul etmişler ve kesin olarak Cenab-ı Hak'tan incinmemişlerdir. Hemen hepsini de hoşnut olarak kabullenmişlerdir. Anlatılan razıye makamından sonra, o kimseye merziye sıfatı ihsan olunur. Bu durumda, o kimseden Cenab-ı Hak razı olur; razıye makamında, kendisinin Cenab-ı Hak'tan razı olduğu gibi... Cenab-ı Hak, o kulunun huylarından, hallerinden, işlerinden, cümle umumi ve özel durumlarından razı olur. Gelecekteki günahlarını affeder. Böylece, o kimse, geçmiş ve gelecek günahlardan yana bağışlanmış olur. Fetih suresinin 2. ayetinde buyurulan; لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ - ''Bu, Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlaması içindir.'' Manası gereğince, kendisine, masumiyet hilati ihsan olunur. Buna göre, marzıye nefis makamına sahip olan zatlar geçmiş ve gelecek günahlardan sorumlu değillerdir. Zira, böyle olan zatlar, her an ve her nefes, Allah'ın huzurunda, zat tecellisine tecelligâh olmuşlardır. Her nefeste Cenab-ı Hakkın Yüce zatını müşahede edip konuşurlar. Yaptıkları hemen her işte, Cenab-ı Hak'tan izin almadıkça, o ise mübaşeret etmezler. Kardeşleri arasındaki kelimelerini dahi, bir şekil vermeden izinsiz konuşmazlar. Bundan dolayıdır ki: Cenab-ı Hak, her an ve her nefeste onlardan razıdır. Kendilerine masumiyet giysisini giydirmiştir. Onlar da mal, çoluk çocuk, vücut ve bunların benzeri geylerden tamamen geçtikten başka öbür âlemde cennette olacak ilâhi ihsanı dahi düşünmezler. Her an ve her nefes, Cenab-ı Hakkın rızasını gözlerler. Kendilerinde zuhur eden cümle yararlı işleri Cenab-ı Hakkın ihsanında yok edip eli boş, avucu açık aciz naçiz, çaresiz olarak her an ve her nefes, Allah korkusu ile: - Güvencemiz sensin ya Rabbi, el-aman.. Diye çağırırlar.
RİSALE-İ MÜRAKABE / MURAKABE KİTABI; th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0JzU1DKQojvf4agr2wGZjkD.html
Miftah'ül Kulûb (KALPLERİN ANAHTARI) Oynatma Listesi; th-cam.com/play/PLsKrX3tYke0KFuh4QMgAo1IeCZfKNdkOJ.html
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 1. Kısım.
Konusu:
Nefis ile sultanî ruh; sülûkün başlangıcından, sülûkün sonuna kadar ayrıntılara girilmeden iki fasılda açıklanır.
I. FASIL: Sülûkün başlangıcından, hayret makamına varıncaya kadar nefis ile sultani ruhun her bir sıfatta olan halleri, sebebi hikmeti, illetleri kemal yönü ile kısa, fakat faydalı bir şekilde açıklanacak.
Kıymetlim, şu da bilinsin ki..
Hak yolcusu bir salik, mürşide inabe ettiği zaman, anasından yeni dünyaya gelen bir çocuk gibidir. Henüz sülûkün başında olması sebebi ile; o salik yaşlı bir ihtiyar olsa dahi, kendisini mürşide teslim edip dost yüzünü görmeye talip olması sebebi ile dünyaya yeni gelen masum bir çocuk hükmündedir. Bu durumu ile, teslim olduğu zatın, manevî çocuğu olur. Bundan sonra, sülûk esnasında; masum çocuk nasıl büyürse, o da öyle büyür. Ama, onun büyümesi masum çocuk gibi açıktan değildir; batındadır, Mürşidin himmeti ile, seyr sülûküne devam eder durur; bu durum, ehli olan kimselere göre bilinen bir şeydir.
Durumu anlatılan Hak yolcusu salik; sülûkünü tamamlayıp Fatihası okununcaya kadar, masum çocuk gibi sayılır, tarikatta kendisinin kusuruna bakılmaz, affedilir.
Bu salik; tecelli ihsan olunup sülûkünü tamam ettiği zaman, ehlüllah derecesine yeni adım atmış olur. O zaman, o salik, tarikatta ergenlik çağına gelmiştir. Hakikatte ise, dünyaya yeni gelen masum çocuk gibidir. Bu durumunda, o kimseden tarikatta bir kusur görülse, sorumlu tutulur; hakikatte kendisinde bir kusur zuhur etse, sorumlu tutulmaz. Zira, hakikatte masum çocuk gibidir; velâyet derecesine ilk adımın atmıştır. Bu vakitte salik, henüz ehlüllah mertebesindedir ki, Allah'a yakın; Allah'ta yok olmak, Allah'ta var olmak sırlarına aşina olmuştur. Bu halinde o salik, emmare, levvame, mülhime nefis makamlarının birindedir. Bunun için de çocuk hükmünü taşır, hakikatte oluşan kusurundan ötürü sorumlu olmaz. Zira, levvame, mülhime nefis makamında iken, hayvani ruh, sultani ruha teslim olmamıştır. Her an, her nefes; sultani ruh ile nefis mücahede ve muharebe ederler.
Bazan olur ki, sultani ruh üstün gelir; salike de murakabesinde nur tecellisi, fiiller tecellisi, sıfatlar tecellisi gibi tecelliler ihsan olunur.
Bazan olur ki, nefis, sultani ruha üstün gelir. Bu durumda da, anlatılan tecelliler zuhur etmedikten başka, o kimseden hakikat kusuru dahi zuhur eder. Ama bu çeşit kusurlar affedilir. Ama, bu halinde tarikat kusuru işler ise.. yine sorumlu tutulur.
Hakikatte:
- Kusur..
Tabir edilenler, tarikatta bir şey değildir. Keza tarikatta:
- Kusur..
Tabir edilen, isler de, şeriatta bir sakıncası olmayan şeyler kabilindendir. Şu bir gerçektir ki: Şeriatta küçük saylan günahlar, tarikatta Büyük günahlar arasındadır. Tarikatta büyük sayılan günahlar ise.. hakikatte küfürdür. Bu sebeple hakikatte haram isler, tarikatta mubah sayılır. O kimseden, bu türlü mubah bir şey zuhur etse, çocukluk halinde olduğu için, bağışlanır; sorumlu değildir.
Nefisleri levvame, mülhime makamında iken, tarikatı tamamlayıp ehlüllah zümresine katılsalar dahi, kendilerinde velâyete adım basmak yoktur. Zira, böyle bir gey, mutmainne nefsi makamına mahsustur. Açıkçası: Ehlüllah, velâyet derecesine adım basamaz; taa, onun nefsi, mutmainneye adım basıncaya kadar.. Buna göre, mutmainne makamına adım basmayan ehlüllah, hakikat yüzünde çocuk sayılır. Şeriattan, tarikattan sorumludur; ama hakikatte masum sayılır. Bunun hikmeti odur ki kendisine velâyete ayak basmak ihsan olunmadığı için, her ne kadar kusur vaki olsa dahi, cümlesi affolunur. Sebebi ise.. nefisleri henüz mutmainne makamına varmadığı içindir. Zira, nefis, mutmainne makamına varmadıkça, sultani ruha teslim olmaz. Her an ve her saat; sultani ruhla muharebe eder ki; sultani ruhu aldatsın ve düşürsün. Bundan dolayı, ehlüllah, mutmainne makamına varmadıkça, kalbi mutmain olup ruhani safayı tam manası ile bulamaz. Bu yüzden çoğunlukla tereddütten ve iç eğriliğinden kurtulamaz. Bu yüzdendir ki: Bir kimse, mutmainne makamını bulmadıkça, velâyete adım basamaz. Zira:
- Velî..
Demek, Cenab-ı Hak tarafından, kendisine
- İstediğini yapar oldun..
İzni demektir. Daha açık bir şekilde, kendisine şu hitap gelir:
- Benim aşık, sadık kullarıma seni veli tayin ettim. Sana gelen kullarımı, ihsan eylediğim tarikattan sülûk ettirip zatıma ulaştır.
Bu yüzden bakılınca, nübüvyet ile velâyet birdir, hem mutmainneye adım atmak ciheti ile, hem de mana ciheti ile..
Ehlüllahtan biri, velâyete adım atmadıkça, kendisine:
- Kâmil..
Denmez; çocuk sayılır. Sebebi ve hikmeti ise.. nefis tarafının sultani ruha ağır basmasıdır. İlleti ise.. müihime, levvame nefis makamında olduğu içindir.
Nefisleri mutmainne makamında olan zatlar, velâyete adım attıkları için, istediklerini yapanlardan sayılırlar. Bunlarda, zerre kadar hakikatte kusur bulunur ise.. amel defterine yazılır.
Üstteki manaya göre; mutmainne makamında bulunan bir kimse razıye makamına ayak basmadan ahirete giderse, yazılan kusurlardan ötürü sorumlu olur. Bu da şöyle olur:
Kıyamet günü, Cenab-ı Hak, bunları mahşer halkının gözünden uzak bir yere çeker. Kendilerine, fiillerinden zuhur eden durumları sorar. Meselâ, şöyle buyurur:
- Falan vakit, sen günü işlemedin mi? Falan vakit, sen bunu işlemedin mi?.
Böylece, onların ettiklerinin hepsini bir bir sorar, Onlar da, doğrular ve:
- Evet ya Rabbi.
Diye cevap verirler. O vakit de, Cenab-ı Hak cümlesini affeder; azap görmeden cennete girerler.
Sorulacak bu sorunun ayrıntıları, ikinci faslın üçüncü kısmında açıklanacaktır; burada kısadan anlatıldı.
Eğer mutmainne makamında vefat etmez de, razıyeye ayak basarlarsa.. o vakit, onlara öyle bir hal ihsan olunur ki: Cenab-ı Hak tarafından gerek nefse keder verecek bir mücahede, gerekse ruha sefa verecek bir ilâhi ihsan olsun; onlara göre eşittir. Kendilerine bir mihnet ve meşakkat, belâ çeşidinden bir şey gelecek olsa; kesin olarak bundan ötürü kedere düşmezler. Kendilerine, safa verecek bir ilâhi ihsan zuhur eylese, buna da kesin olarak. sevinmezler. Safa ile keder, manevi katlarda bir olur.
O kadar ki, dünya cihetinden ve ahiret cihetinden hiç bir istekleri kalmamıştır; Allah'ın rızası yolunda ömürlerini tüketirler.
Anlatıldığı gibi, raziye makamına sahip olanların, geçmiş ve gelecek günahları tamamen affeder. Bu manayı, Fetih suresinin 1. ve 2. âyetinde alalım:
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبٖيناًۙ ﴿١﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ
- ''Biz sana, açık bir fetih yolu açtık. Bu, Allah, senin geçmiş gelecek günahlarını bağışlaması içindir.''
Bu âyet-i kerimedeki mana, raziye makamında bulunana hal olur. Ne vạr ki, sonradan olacak noksanları affetmez, amellerinin yazıldığı deftere yazar: Ancak:
- Bu hal ile ahirete gidince, o sonraki noksanlardan sorulur mu?
Denirse, şu cevap verilir:
- Sorulmaz..
Bunun hikmeti de şudur:
Cenab-ı Hakkın her bir emrine, her bir şeye, gerek lütuf, gerek mücahede; cümlesine boyun eğmiştir. Her birini, seker helva bilmiştir. Tamamen razı olarak kabul etmiştir.
İşte anlatılan durumdan dolay, razıye nefis makamında olanların her ne kadar gelecekteki noksanları yazılmış olsa dahi, yine de bu yüzden sorguya çekilmezler. Bunun hikmetine gelince; Cenab-ı Hak'tan kendilerine her ne türlü şey gelmiş ise, cümlesini rıza ile kabul etmişler ve kesin olarak Cenab-ı Hak'tan incinmemişlerdir. Hemen hepsini de hoşnut olarak kabullenmişlerdir.
Anlatılan razıye makamından sonra, o kimseye merziye sıfatı ihsan olunur. Bu durumda, o kimseden Cenab-ı Hak razı olur; razıye makamında, kendisinin Cenab-ı Hak'tan razı olduğu gibi...
Cenab-ı Hak, o kulunun huylarından, hallerinden, işlerinden, cümle umumi ve özel durumlarından razı olur. Gelecekteki günahlarını affeder. Böylece, o kimse, geçmiş ve gelecek günahlardan yana bağışlanmış olur.
Fetih suresinin 2. ayetinde buyurulan;
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ
- ''Bu, Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlaması içindir.''
Manası gereğince, kendisine, masumiyet hilati ihsan olunur. Buna göre, marzıye nefis makamına sahip olan zatlar geçmiş ve gelecek günahlardan sorumlu değillerdir. Zira, böyle olan zatlar, her an ve her nefes, Allah'ın huzurunda, zat tecellisine tecelligâh olmuşlardır. Her nefeste Cenab-ı Hakkın Yüce zatını müşahede edip konuşurlar. Yaptıkları hemen her işte, Cenab-ı Hak'tan izin almadıkça, o ise mübaşeret etmezler. Kardeşleri arasındaki kelimelerini dahi, bir şekil vermeden izinsiz konuşmazlar. Bundan dolayıdır ki: Cenab-ı Hak, her an ve her nefeste onlardan razıdır. Kendilerine masumiyet giysisini giydirmiştir. Onlar da mal, çoluk çocuk, vücut ve bunların benzeri geylerden tamamen geçtikten başka öbür âlemde cennette olacak ilâhi ihsanı dahi düşünmezler. Her an ve her nefes, Cenab-ı Hakkın rızasını gözlerler. Kendilerinde zuhur eden cümle yararlı işleri Cenab-ı Hakkın ihsanında yok edip eli boş, avucu açık aciz naçiz, çaresiz olarak her an ve her nefes, Allah korkusu ile:
- Güvencemiz sensin ya Rabbi, el-aman..
Diye çağırırlar.
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 2. Kısım
Bu anlatılandan daha ilerisi, safiye nefis makamıdır. Safiye nefis makamında olan zatların makamı ise, hayret makamıdır. Bunların hallerini sözle tarif etmek mümkün değildir. Müşahedeleri ise, ruhani miraçtır. Halleri, her an ve her nefes; zat tecellisinde, Allah'ın zatına dalanlardan olmaktır. Artık, kendi benliklerinden yana bir eser kalmamıştır.
Makamları, hayret makamı olduğundan, kendilerinin yüksek olduklarını bilirler.
Ancak, Hakkı müşahedeleri; razıye ve marzıye makamı sahipleri gibidir.
Safiye makamı sahipleri, Yüce Zatta dalıp gittiklerinden; beşeri sıfat kendilerinden alınmıştır. Enfal suresinin, 17. ayetinde buyurulan:
''Attığın zaman, sen atmadın; ancak Allah attı..''
Manasının gerçekleştiği yer olmuşlardır. Onların bu halde huyları:
''Allah'ın ahlak ile ahlak sahibi olunuz; Allah'ın sıfatlarına bürününüz..''
Cümlesindeki sırra göre, Allah'ın huylarıdır. Kendilerinden zuhur eden emirler ve yasaklar, her ne olursa olsun, cümlesi kader sırrına göredir.
Hayrette oldukları için, kendilerini cümleden aşağı görürler. Cenab-ı Hak'tan izin almadan, bir çöpe dahi yapışmazlar.
Bu işin hikmet yanına gelince.. kemal ehli olduklarındadır ki: Her bir şeyin künhüne ve hakikatine vâkıf iken, yine ilâhi emri gözetirler.
Kendilerine:
- Şunu şöyle yap...
Diye bir ilahi emir zuhur etmedikçe, bir çöpü dahi hareket ettirmezler.
Açıkçası; bu safiye nefis makamında olan zatların huyları, işleri, cümle halleri : Şekilsiz olarak, Cenab-ı Hakkın Yüce Zat'ında olur.
İnsan suresinin 30. ayetinde buyurulan:
''Allah istemedikçe, siz bir şey isteyemezsiniz.''
Sırrına mazhar oldukları için cümle halleri hakikate bir zuhur yeridir. Bunun için Hakkın harekete geçirmesi ile hareket eder, sakin tutması ile de sakin olurlar.
Bu fasılda sözün özü şudur: Dış yüzleri halk iledirler; iç yüzleri ise, Hak ile.
Allah cc emeği geçen kardeşimizden razı olsun EFENDİMİZİN yolundan ayırmasın cümlemizi amiiiin
Allah razı olsun hocam emeğine sağlık
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 2. Kısım
Bu anlatılandan daha ilerisi, safiye nefis makamıdır. Safiye nefis makamında olan zatların makamı ise, hayret makamıdır. Bunların hallerini sözle tarif etmek mümkün değildir. Müşahedeleri ise, ruhani miraçtır. Halleri, her an ve her nefes; zat tecellisinde, Allah'ın zatına dalanlardan olmaktır. Artık, kendi benliklerinden yana bir eser kalmamıştır.
Makamları, hayret makamı olduğundan, kendilerinin yüksek olduklarını bilirler.
Ancak, Hakkı müşahedeleri; razıye ve marzıye makamı sahipleri gibidir.
Safiye makamı sahipleri, Yüce Zatta dalıp gittiklerinden; beşeri sıfat kendilerinden alınmıştır. Enfal suresinin, 17. ayetinde buyurulan:
''Attığın zaman, sen atmadın; ancak Allah attı..''
Manasının gerçekleştiği yer olmuşlardır. Onların bu halde huyları:
''Allah'ın ahlak ile ahlak sahibi olunuz; Allah'ın sıfatlarına bürününüz..''
Cümlesindeki sırra göre, Allah'ın huylarıdır. Kendilerinden zuhur eden emirler ve yasaklar, her ne olursa olsun, cümlesi kader sırrına göredir.
Hayrette oldukları için, kendilerini cümleden aşağı görürler. Cenab-ı Hak'tan izin almadan, bir çöpe dahi yapışmazlar.
Bu işin hikmet yanına gelince.. kemal ehli olduklarındadır ki: Her bir şeyin künhüne ve hakikatine vâkıf iken, yine ilâhi emri gözetirler.
Kendilerine:
- Şunu şöyle yap...
Diye bir ilahi emir zuhur etmedikçe, bir çöpü dahi hareket ettirmezler.
Açıkçası; bu safiye nefis makamında olan zatların huyları, işleri, cümle halleri : Şekilsiz olarak, Cenab-ı Hakkın Yüce Zat'ında olur.
İnsan suresinin 30. ayetinde buyurulan:
''Allah istemedikçe, siz bir şey isteyemezsiniz.''
Sırrına mazhar oldukları için cümle halleri hakikate bir zuhur yeridir. Bunun için Hakkın harekete geçirmesi ile hareket eder, sakin tutması ile de sakin olurlar.
Bu fasılda sözün özü şudur: Dış yüzleri halk iledirler; iç yüzleri ise, Hak ile.
4- NEFİS İLE SULTANÎ RUH (RİSALE-İ MÜRAKABE KİTABI) Muhammed Nuri Şemseddin Nakşibendi 1. Kısım.
Konusu:
Nefis ile sultanî ruh; sülûkün başlangıcından, sülûkün sonuna kadar ayrıntılara girilmeden iki fasılda açıklanır.
I. FASIL: Sülûkün başlangıcından, hayret makamına varıncaya kadar nefis ile sultani ruhun her bir sıfatta olan halleri, sebebi hikmeti, illetleri kemal yönü ile kısa, fakat faydalı bir şekilde açıklanacak.
Kıymetlim, şu da bilinsin ki..
Hak yolcusu bir salik, mürşide inabe ettiği zaman, anasından yeni dünyaya gelen bir çocuk gibidir. Henüz sülûkün başında olması sebebi ile; o salik yaşlı bir ihtiyar olsa dahi, kendisini mürşide teslim edip dost yüzünü görmeye talip olması sebebi ile dünyaya yeni gelen masum bir çocuk hükmündedir. Bu durumu ile, teslim olduğu zatın, manevî çocuğu olur. Bundan sonra, sülûk esnasında; masum çocuk nasıl büyürse, o da öyle büyür. Ama, onun büyümesi masum çocuk gibi açıktan değildir; batındadır, Mürşidin himmeti ile, seyr sülûküne devam eder durur; bu durum, ehli olan kimselere göre bilinen bir şeydir.
Durumu anlatılan Hak yolcusu salik; sülûkünü tamamlayıp Fatihası okununcaya kadar, masum çocuk gibi sayılır, tarikatta kendisinin kusuruna bakılmaz, affedilir.
Bu salik; tecelli ihsan olunup sülûkünü tamam ettiği zaman, ehlüllah derecesine yeni adım atmış olur. O zaman, o salik, tarikatta ergenlik çağına gelmiştir. Hakikatte ise, dünyaya yeni gelen masum çocuk gibidir. Bu durumunda, o kimseden tarikatta bir kusur görülse, sorumlu tutulur; hakikatte kendisinde bir kusur zuhur etse, sorumlu tutulmaz. Zira, hakikatte masum çocuk gibidir; velâyet derecesine ilk adımın atmıştır. Bu vakitte salik, henüz ehlüllah mertebesindedir ki, Allah'a yakın; Allah'ta yok olmak, Allah'ta var olmak sırlarına aşina olmuştur. Bu halinde o salik, emmare, levvame, mülhime nefis makamlarının birindedir. Bunun için de çocuk hükmünü taşır, hakikatte oluşan kusurundan ötürü sorumlu olmaz. Zira, levvame, mülhime nefis makamında iken, hayvani ruh, sultani ruha teslim olmamıştır. Her an, her nefes; sultani ruh ile nefis mücahede ve muharebe ederler.
Bazan olur ki, sultani ruh üstün gelir; salike de murakabesinde nur tecellisi, fiiller tecellisi, sıfatlar tecellisi gibi tecelliler ihsan olunur.
Bazan olur ki, nefis, sultani ruha üstün gelir. Bu durumda da, anlatılan tecelliler zuhur etmedikten başka, o kimseden hakikat kusuru dahi zuhur eder. Ama bu çeşit kusurlar affedilir. Ama, bu halinde tarikat kusuru işler ise.. yine sorumlu tutulur.
Hakikatte:
- Kusur..
Tabir edilenler, tarikatta bir şey değildir. Keza tarikatta:
- Kusur..
Tabir edilen, isler de, şeriatta bir sakıncası olmayan şeyler kabilindendir. Şu bir gerçektir ki: Şeriatta küçük saylan günahlar, tarikatta Büyük günahlar arasındadır. Tarikatta büyük sayılan günahlar ise.. hakikatte küfürdür. Bu sebeple hakikatte haram isler, tarikatta mubah sayılır. O kimseden, bu türlü mubah bir şey zuhur etse, çocukluk halinde olduğu için, bağışlanır; sorumlu değildir.
Nefisleri levvame, mülhime makamında iken, tarikatı tamamlayıp ehlüllah zümresine katılsalar dahi, kendilerinde velâyete adım basmak yoktur. Zira, böyle bir gey, mutmainne nefsi makamına mahsustur. Açıkçası: Ehlüllah, velâyet derecesine adım basamaz; taa, onun nefsi, mutmainneye adım basıncaya kadar.. Buna göre, mutmainne makamına adım basmayan ehlüllah, hakikat yüzünde çocuk sayılır. Şeriattan, tarikattan sorumludur; ama hakikatte masum sayılır. Bunun hikmeti odur ki kendisine velâyete ayak basmak ihsan olunmadığı için, her ne kadar kusur vaki olsa dahi, cümlesi affolunur. Sebebi ise.. nefisleri henüz mutmainne makamına varmadığı içindir. Zira, nefis, mutmainne makamına varmadıkça, sultani ruha teslim olmaz. Her an ve her saat; sultani ruhla muharebe eder ki; sultani ruhu aldatsın ve düşürsün. Bundan dolayı, ehlüllah, mutmainne makamına varmadıkça, kalbi mutmain olup ruhani safayı tam manası ile bulamaz. Bu yüzden çoğunlukla tereddütten ve iç eğriliğinden kurtulamaz. Bu yüzdendir ki: Bir kimse, mutmainne makamını bulmadıkça, velâyete adım basamaz. Zira:
- Velî..
Demek, Cenab-ı Hak tarafından, kendisine
- İstediğini yapar oldun..
İzni demektir. Daha açık bir şekilde, kendisine şu hitap gelir:
- Benim aşık, sadık kullarıma seni veli tayin ettim. Sana gelen kullarımı, ihsan eylediğim tarikattan sülûk ettirip zatıma ulaştır.
Bu yüzden bakılınca, nübüvyet ile velâyet birdir, hem mutmainneye adım atmak ciheti ile, hem de mana ciheti ile..
Ehlüllahtan biri, velâyete adım atmadıkça, kendisine:
- Kâmil..
Denmez; çocuk sayılır. Sebebi ve hikmeti ise.. nefis tarafının sultani ruha ağır basmasıdır. İlleti ise.. müihime, levvame nefis makamında olduğu içindir.
Nefisleri mutmainne makamında olan zatlar, velâyete adım attıkları için, istediklerini yapanlardan sayılırlar. Bunlarda, zerre kadar hakikatte kusur bulunur ise.. amel defterine yazılır.
Üstteki manaya göre; mutmainne makamında bulunan bir kimse razıye makamına ayak basmadan ahirete giderse, yazılan kusurlardan ötürü sorumlu olur. Bu da şöyle olur:
Kıyamet günü, Cenab-ı Hak, bunları mahşer halkının gözünden uzak bir yere çeker. Kendilerine, fiillerinden zuhur eden durumları sorar. Meselâ, şöyle buyurur:
- Falan vakit, sen günü işlemedin mi? Falan vakit, sen bunu işlemedin mi?.
Böylece, onların ettiklerinin hepsini bir bir sorar, Onlar da, doğrular ve:
- Evet ya Rabbi.
Diye cevap verirler. O vakit de, Cenab-ı Hak cümlesini affeder; azap görmeden cennete girerler.
Sorulacak bu sorunun ayrıntıları, ikinci faslın üçüncü kısmında açıklanacaktır; burada kısadan anlatıldı.
Eğer mutmainne makamında vefat etmez de, razıyeye ayak basarlarsa.. o vakit, onlara öyle bir hal ihsan olunur ki: Cenab-ı Hak tarafından gerek nefse keder verecek bir mücahede, gerekse ruha sefa verecek bir ilâhi ihsan olsun; onlara göre eşittir. Kendilerine bir mihnet ve meşakkat, belâ çeşidinden bir şey gelecek olsa; kesin olarak bundan ötürü kedere düşmezler. Kendilerine, safa verecek bir ilâhi ihsan zuhur eylese, buna da kesin olarak. sevinmezler. Safa ile keder, manevi katlarda bir olur.
O kadar ki, dünya cihetinden ve ahiret cihetinden hiç bir istekleri kalmamıştır; Allah'ın rızası yolunda ömürlerini tüketirler.
Anlatıldığı gibi, raziye makamına sahip olanların, geçmiş ve gelecek günahları tamamen affeder. Bu manayı, Fetih suresinin 1. ve 2. âyetinde alalım:
اِنَّا فَتَحْنَا لَكَ فَتْحاً مُبٖيناًۙ ﴿١﴾ لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ
- ''Biz sana, açık bir fetih yolu açtık. Bu, Allah, senin geçmiş gelecek günahlarını bağışlaması içindir.''
Bu âyet-i kerimedeki mana, raziye makamında bulunana hal olur. Ne vạr ki, sonradan olacak noksanları affetmez, amellerinin yazıldığı deftere yazar: Ancak:
- Bu hal ile ahirete gidince, o sonraki noksanlardan sorulur mu?
Denirse, şu cevap verilir:
- Sorulmaz..
Bunun hikmeti de şudur:
Cenab-ı Hakkın her bir emrine, her bir şeye, gerek lütuf, gerek mücahede; cümlesine boyun eğmiştir. Her birini, seker helva bilmiştir. Tamamen razı olarak kabul etmiştir.
İşte anlatılan durumdan dolay, razıye nefis makamında olanların her ne kadar gelecekteki noksanları yazılmış olsa dahi, yine de bu yüzden sorguya çekilmezler. Bunun hikmetine gelince; Cenab-ı Hak'tan kendilerine her ne türlü şey gelmiş ise, cümlesini rıza ile kabul etmişler ve kesin olarak Cenab-ı Hak'tan incinmemişlerdir. Hemen hepsini de hoşnut olarak kabullenmişlerdir.
Anlatılan razıye makamından sonra, o kimseye merziye sıfatı ihsan olunur. Bu durumda, o kimseden Cenab-ı Hak razı olur; razıye makamında, kendisinin Cenab-ı Hak'tan razı olduğu gibi...
Cenab-ı Hak, o kulunun huylarından, hallerinden, işlerinden, cümle umumi ve özel durumlarından razı olur. Gelecekteki günahlarını affeder. Böylece, o kimse, geçmiş ve gelecek günahlardan yana bağışlanmış olur.
Fetih suresinin 2. ayetinde buyurulan;
لِيَغْفِرَ لَكَ اللّٰهُ مَا تَقَدَّمَ مِنْ ذَنْبِكَ وَمَا تَاَخَّرَ
- ''Bu, Allah, senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlaması içindir.''
Manası gereğince, kendisine, masumiyet hilati ihsan olunur. Buna göre, marzıye nefis makamına sahip olan zatlar geçmiş ve gelecek günahlardan sorumlu değillerdir. Zira, böyle olan zatlar, her an ve her nefes, Allah'ın huzurunda, zat tecellisine tecelligâh olmuşlardır. Her nefeste Cenab-ı Hakkın Yüce zatını müşahede edip konuşurlar. Yaptıkları hemen her işte, Cenab-ı Hak'tan izin almadıkça, o ise mübaşeret etmezler. Kardeşleri arasındaki kelimelerini dahi, bir şekil vermeden izinsiz konuşmazlar. Bundan dolayıdır ki: Cenab-ı Hak, her an ve her nefeste onlardan razıdır. Kendilerine masumiyet giysisini giydirmiştir. Onlar da mal, çoluk çocuk, vücut ve bunların benzeri geylerden tamamen geçtikten başka öbür âlemde cennette olacak ilâhi ihsanı dahi düşünmezler. Her an ve her nefes, Cenab-ı Hakkın rızasını gözlerler. Kendilerinde zuhur eden cümle yararlı işleri Cenab-ı Hakkın ihsanında yok edip eli boş, avucu açık aciz naçiz, çaresiz olarak her an ve her nefes, Allah korkusu ile:
- Güvencemiz sensin ya Rabbi, el-aman..
Diye çağırırlar.
ALLAHU TEALA BİZLEREDE HİDAYET VERİR BÜYÜK KURTULUŞ VERİR BİZLEREDE KSMİL İMAN VERİR KSL I SELİM VERİR HAKKANİ VUCT GİYIRİR BİZLERİDE İNSANI KAMILLER MÜMINLERİ OLARAK EŞHEDÜ EN LAAAA ILAHE ILLALLAH VE EŞHEDÜ ENNE MUHAMMEDEN ABDUHU VE RESULUHU DEDİRTEREK ERMİŞ EVLİYA KULLARI OLARAK İSLAMİ SEHİTLERİ OLARAK VEDUD VELİ HAFIZ RAUFUR RAHİM RSHMANURRAHİM ALLAHU TEALA AZİMÜŞŞANA MEVLAMIZA CENAVMBI HAKKIMIZA KAVUSTURUR RECEP AYI 3 AYLAR HAKKI KADRİ HÜRMETİNE PEYGAMBER EFENDIMİZ HAZRETI MUHSMMED NUSTAFA SALLALLAHU TEALA SLEYHİVESSELLWM ALEYHISSELATU VESSELAM EFENDİMIZİN YÜZU CEMALİ GOZÜ SUYU HAKKI KADRİ HURMETİNE DUALARIMIZI KABUL BUYUR MEVLAMIZ CENABI ALLAHUMIMIZ CENABI HAKKIMIZ AMİN ECMAIN AMİN YA RABBİ
mümtaze mintaze mustafa kadir ercan ayse kadir ayse ercan ayse cennet kuzu firdevs firdevs ayse sehri seyda emre murat adlina ablike sadık hüsnüye hüsnuye ayşe ❤