Hatice Sultandan Doğan Nûr Sima (Fatıma Yârı Canı Mustafa'dır) Sûzinak İlahi

แชร์
ฝัง
  • เผยแพร่เมื่อ 16 ก.ย. 2024
  • O, Zehra ve Betül lakablarıyla meşhurdu. Zehra; “Ak yüzlü, nur yumağı, beyaz, parlak, ve aydınlık yüzlü kadın” manasına, Betül ise; “Dünyevi heveslerden uzak, ibadet için kendisini Allah’a yönelten, iffetli ve namuslu kadın” anlamına gelmekteydi.
    O, yaşının küçük olması sebebiyle ve bilhassa anneciği Hz. Hatice’nin vefatından sonra babacığının yanından hiç ayrılmadı. Bazen babasının elini tutup Mekke sokaklarında gezdi. Bazen da babasının peşini takip etti. Müşriklerin işkencelerine maruz kalan babacığına yardımcı olmaya çalıştı. Bir gün babasıyla Kâbe’ye gitmişlerdi. Kureyş Müşrikleri onları görünce toplandılar ve fısıltı halinde birbiriyle konuşmaya başladılar. Babacığı Kâbe’nin yanında namaza durdu. Secdeye vardığında Ukbe İbni Ebî Muayt adındaki azgın müşrik, bir deve işkembesi getirerek babasının sırtına koydu. Geriye çekilip uzaktan birbirleriyle gülüşmeye ve dalga geçmeye başladılar. Buna çok öfkelenen küçük Fâtıma babacığının sırtından o ağırlığı kaldırıp elbisesini temizlemedi. Fahr-i Kâinat Efendimiz secdeden başını kaldırdı ve o azgın kişilere ellerini açarak:
    “Allah’ım bu azgınları sana havale ediyorum Ya Rabbî! Kureyşi sana bırakıyorum” buyurdu. Abdullah İbni Mesûd (r.a.) Kâbe hareminde Peygamber Efendimiz’e bu tür eziyet edenlerin sonlarının çok fecî olduğunu şöyle anlatır:
    “Allah Hakkı için o azgın müşrikleri Bedir günü gördüm. Hepsini katlettiler. Bir kısmını sürüyerek Bedir kuyusuna attılar.”
    Hz. Fâtıma Mekke’de babacığının yanından ayrılmadığı için bu tür ezâ ve cefâları çok gördü. Yine bir gün Kâbe’ye varmışlardı. Müşrikler baabacığının etrafını sararak:
    “Şunu şunu söyleyen sen değil misin?” diye hakaret ettiler. Hatta azgın bir müşrik İki Cihan Güneşi Efendimiz’in yakasından tutup sıkıştırdı. Küçük Fâtıma çok korktu ve titreyerek yere yıkıldı. Efendimiz ise hiçbir telâşa gerek duymadan hak olarak söylediği sözleri tekrar ederek:
    “Evet bunları söyleyen benim” buyurdu. Bu esnada Hz. Ebûbekir yetişti ve:
    “Rabbim Allah’tır dediği için bir adamı öldürecek misiniz?” diyerek müdahale etti ve azgın müşrikleri oradan uzaklaştırdı.
    Resûl-i Ekrem Efendimiz’in Mekke dönemi böylesine çetin geçti. İslâm’ın yayılması için bütün bu ezâ ve cefâlara sabretti. Zira zafer, sabırdan sonra idi. Bu sebepten o kendine yapılanlara aldırmaz, kin tutmaz ve kişileri Allah’a havâle ederdi. Bir gün yine yolda giderken azgın bir müşrik, Efendimizin üzerine toz toprak ve pislik attı. Üstü başı toz-toprak olan ve elbiseleri kirlenen Efendimiz eve döndü. Nur topu yavrucuğu Fâtıma, kapıyı açınca babacığını tanıyamadı ve ağlamaya başladı. Ablaları da ağlıyordu. Peygamber babacığı ise kendilerine gülümsüyordu:
    “Zararı yok, su ile temizlenir” diyordu. Böylece nur parçası yavrularını sukûnete kavuşturmaya çalışıyordu. Fakat küçük Fâtıma ise hıçkırıklarını tutamıyordu. Onu susturabilmek için:
    “Ağlama kızım. Yüce Allah, babanı koruyacaktır.” buyurdu ve ona Allah’ın hıfz u emânında olduğunu duyurdu. Bu şekilde onun korku ve endişelerini gidermeye gayret etti.
    Hatice Sultan'dan doğan nûr-sîma
    Adı Fâtımâ nâm-ı Betül Zehrâ
    Zevce-yi pâk-i Ali-yye'l Mürtezâ
    Hem nâzenin-i Habib-i Kibriyâ
    Fâtımâ yâr-ı cân-ı Mustafa'dır
    Mahşerde imdâd-ı Resûl ondadır
    Teşrîf edince huzûru Fâtımâ
    Kıyâm eder Fahr-i âlem kızına
    İnciten ol Hayrunnisâyı asla
    Erişmez şefaat-i Mustafâya
    Fâtımâ yâr-ı cân-ı Mustafa'dır
    Mahşerde imdâd-ı Resûl ondadır

ความคิดเห็น •