Bu yorumu mutlaka gören olacaktır lütfen bu paylaşımımı osman hocanın görmesine vesile olun çünkü büyük bir teşekkürü kendisine borç bilirim. Son birkaç gündür manevi açıdan çok sıkıntılı anlar yaşadım, kafamın içinde dolaşan cevap veremediğim birçok hususta içimi rahatlattınız. İslamın antik dinlerdeki gibi mitlerden biri olabileceğinden tutun allahı natüralist bir bakışaçısıyla değerlendirip yanılgıya varana kadar, ayetleri zihnimde akılcı bir noktada konumlandıramayıp varoluşsal kaygıların içinde kaybolmuştum. Bu video sayesinde kafamdaki sorularımın tamamına olmasa da birçoğuna değinip olaylara farklı bir bakış açısıyla bakmama vesile oldunuz. Günlerdir stresten gözüme uyku girmemişken yapmış olduğunuz hizmet yeni bir insanı islama kazandırmak kadar değerli olduğunu düşünüyorum. Ekipteki herkesden allah razı olsun.
@@ekmekarashavyar6888 iyide adam osman beyin anlattıkları doğrultusunda sıkıntılarıyla başa çıkmaya başlamış, burdan nasıl oluyo da allaha pay biçiyosun
Din felsefesinde yüksek lisans yapıyorum. Bu konular hem kişisel hem akademik ilgi alanım. Böyle değerli insanları keşfettiğime çok memnun oldum. Tam da işte benim aradığım sorulardı konuştuklarınız. Lütfen daha ayrıntılı videolar gelsin bu konularda özellikle Tanrı hakkında konuşabilir miyiz? Tanrının sıfatlarından ne anlıyoruz ve dil felsefesiyle ilgili videolar çekerseniz seviniriz.
♣ Akhenaton'un tanrı Aton'a yazdığı bir şiir: Tanrı uludur, birdir, tektir ondan başkası yoktur. Bir tanedir, o'dur her varlığı yaratan, bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh, ta başlangıçta vardı tanrı, tek varlıktı o. Hiç birşey yokken o vardı. Herşeyi o yarattı, ezelden beri süregelen varlığı, ebediyete kadar sürecek, gizlidir tanrı, kimse görmemiştir onu. İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman. MÖ 1360
Selam. Paylasiminiz ve emeginiz icin tesekur ederiz. Hakikat olmadan din, felsefe, ilim olabilir mi? Bir suur seviyesinde belirsiz olan, ust suur seviyesinde belirli olup- baska belirsizler ortaya cikip, onun da ust seviyesinde benzer durum devam ederek; hakikat katmanli olabilir mi? Akil konusu da cok degerli. Antik felfeseficiler bahsettigi akilin manasi ile simdi bizim konustugumuz akil ayni mi? Diger bir konu da hakikat ile aklin ve suur seviyesinin baglantisi gibi gorunuyor.
Çok hoş bir tartışma; ama maalesef bazı dini dogmaların oluşturduğu duvarları aşamadığı için çok tutarlı cevaplara ulaşılabilecek bir çok noktada çıkmaz sokaklarda tıkanıyor.
Kafa şişirmek demişsiniz ama cumhurbaşkanı olsam Osman Börütücene'yi baş danışmanlarımdan biri yapardım. O denli saygı duyuyorum kendisine.. Ne kadar konuşsa o kadar dinlemek isterim. Segiler ve saygılar.
Allah da Kuran'da göklerin güzelliğinden orada hiçbir kusur bulamayacağımızdan bahseder yani kaplanın geometrik şekillerine olan güzellik kavramıyla aynı bakış açısından bir güzellik kavramından bahseder. Bu durumda Allah'ın sözünde de sıkıntı mı vardır çürütülebilir bir iddia mı oluyor?
yazan: kemal kahraman kaynak: metin&kemal kahraman'ın çevere hazaru(binler kapısı) adlı albüm kitapçığı "...modern bir insanın bilincinin en 'soylu' kısmı sanıldığından daha az 'manevi'dir" MİRCEA ELİADE Kadim kültürlerde insan ve oluş manasız düşünülemezdi. Bir yer kaplayan ve bir ismi olan herşey bir mana'nın sahibiydi ve kendinde düşülebilecek bir kendinde mana'nın peşindeydi. Çünkü mana tanrısal'dı, ya da tanrı mananın kendisiydi. Bu durum "tanrı'nın varlığına inanç" aslında hayatta ardına düşülebilecek bir kendinde mana'nın varlığını söylemek, buna şahit olmak içindi. Kültür tarihinde tanrı çaresizliğin adı değil, akıl yüceliğiyle, fikirle ulaşılan bir mana'nın adı olarak, bu anlamda bilmek ve anlamak edimlerinin en derin cevabı olarak vardır. Kadim kültürlerin kurguları bilmeyi ve anlamayı tanrıdan ve tanrısallıktan uzak düşünmemişlerdir. Bilmek, anlamak, öğrenmek temelde tanrı bilgisine yani mana'ya yakınlaşmak süreçleri olarak görülmüştür, semavi dinlere göre de insan'ın en önemli yaradılış vasfı bilmesi ve bildiğinin adını söylemesidir... Adem manayı bilmiş ve adını söylemiştir; her isim o nasıl söylediyse öyle kalmıştır. "her insan bir halifedir, kendini bilirse..." diyor Seyid Turabi Aksoy. Adem sonsuzluğu kendinde taşıyan sınırlılıktır, yaradanı kendinde var eden yaradılmıştır..."Rabb 18.00 alemi yarattı Adem için, Adem'i yarattı kendi için..."(Seyit Süleyman Şahin) Rabb idrak edilmek, bilinmek, anlaşılmak istemiştir, Adem'i yaratmıştır...Adem idrak eden fam edendir; idrak ettiğini adını koyarak söyleyen'dir. Rabb'den başka tek söyleyen Adem'dir. Adem, Hak gerçeğinin bileni ve şahit olanıdır. Adem'in tek marifeti "bilmesidir" ve yarattığı tek şey dil' dir. Kurduğu dil Hak gerçeğinin adı'dır. Adem için adından bağımsız bir mana yoktur. Her mana adıyla var olur isimler, namlar, nişanlar mana'dır, mana kendinde olandır. Mana aktarıcı "işlevselliğiyle" tanımlanan dil'i manasız birimler üzerine kurulu bir yapı olarak düşünmek, hele hele en köklü mana kurguları olarak inanç öğretilerinin sembol ve kavramlarına tarihsellikle sınırlı bir yaklaşımla bakmak sadece modern zamanların hoş görebileceği bir yüzeyselliktir. "imgeler, simgeler, efsaneler psikenin sorumsuz yaratıları değildir" mircea eliade Dağlar, çok eski zamanlardan beri yer yüzünde yüceliklerin temsilcisi olan bir kutsallıkla anılmış, tanrısal mekanlar olarak kabul edilmiştir. Hak yücedir ve dağlar da yeryüzündeki yücelikleriyle tanrının seçkin mekanlarıdır...Tanrı bu dünya'da kendine bir "ev", bir mekan seçecekse elbetteki varlıkların en çok övüneni güneş'iin kutsal eşiği olan yüce dağları seçecektir... Sadece kadim kültürlerde değil kitaplı semavi dinler tarihinde de örnekleri çoktur Musa da Rabbiyle dağ'da kelamlaşmış, İsa da Rabbiyle yalnız kalmak için dağa çıkmıştır, Muhammed de kırk gün dağda mağarada kalmıştır, nice erenler, ermişler, peygamberler, veliler Rabbin nurlu aydınlığına ermek için dağ doruklarındaki kutsal Hak mekanlarında çile doldurmuş, Hakk yaklaşmaya çalışmışlardır. Denilebilir ki, kutsal kitaplar ve efsaneler dağların, güneşin, ayın, su kaynaklarının, yıldızların kısaca varlıklar aleminin farkındadır, farkında olmayanlar Hak gerçeğini bu kitaplarla sınırlayıp, mülkünü de eline geçirmiş takipçileridir. yazan: kemal kahraman kaynak: metin&kemal kahraman'ın çevere hazaru(binler kapısı) adlı albüm kitapçığı
başlık: ÇOKLUKTAKİ BİRLİK yazan: Kemal Kahraman ---> müzisyen(metin&kemal kahraman) , araştırmacı, Birlik, beraberlik, bütünlük anlayışı ne zamandan beridir kendi dışındaki her şeyi yok etmek temeli üzerine oturtulmuştur ya da ne zamandan beridir "Tek Tanrı" kendi dışındaki her şeyi reddeder bir "mono mutlaklık" ile algılanmıştır? Yaşadığı bu küçük alemde dahi sonsuz bir çeşitliliğe ve çokluğa şahit olan insan, nasıl olup da bu çeşitliliği yok sayan bir "kavranılmaz tekliğe" ikna olmuştur öncesiyle kıyaslandığında, bu yaklaşım gerçekten de düşünce tarihinde bir "gelişme", bir "sıçrama" mıdır? Kavranılmazlığı kavramsallaştırmak ya da tanımlanamazı tanıma dönüştürmek nasıl bir "gelişme"dir? Tanrı´nın isme ihtiyacı olmayacağına göre, tek tanrıcı dinler geleneğinin temsilcileri... Yahudilik, Hırıstiyanlık, Müslümanlık´tan çok daha evvel, Tanrı´nın adını "söylemiş" olan insanoğlu çokluk´tan, çeşitlilik´ten mi bu teklik kavramına ulaşmıştır, yoksa çeşitliliği yok sayan bir, "akıl üstünlüğüne" "soyutlama yeteneğine" erişerek mi yani, diller´in kurucusu insanoğlu Hak, Allah, Tanrı, Got, Huda, Homa, Yehova, Ahura Mazda ya da El derken hangi yaklaşımla hareket ederek bu isimlere ulaşmıştır? Dahası genel bir tartışma zemini olarak, manayı "söyleye bilmemizin" en temel ve yaygın aracı olan dil´in kendisi, kurgusallığıyla bir mana´nın ya da düşüncenin şahidi olabilir mi? Aslında bu soruları tersinden sormak, bugünün meşru normalliğinden bakıldığında daha makul görünmektedir: Öyle ya, "Tek Tanrı", her şeyden önce teklik´ini vurgulayan bir sıfatla öne çıkmışken çokluk´u, çeşitlilik´i kendinde söyleyecek farklı bir teklik hem de bütünlük, birlik, beraberlik anlayışı mümkün müdür ki bunun ne zamandan beridir değiştiğini tartışmak da mümkün olsun? "Tanrısal Birlik", bu anlamda en mükemmel birlik, beraberlik, bütünlük anlayışının, çeşitliliği, çokluğu zorunlu kıldığını, dahası teklik´in değil çeşitliliğin ve çeşitlilikteki birliğin tanrısal olduğunu söylemek mümkün olmuş mudur? Birlik´i teklik´te aramak yalan ve zulümdür, temeli cahilliktir... Sır, çeşitliliğin birliğini söyleyen mana´dadır bu yüzden bilenlere yol´dur... Kemal Kahraman
mirce eliade'den önemli sözler; "Din tarihçilerinin çoğu gerçekte dinler tarihinin ucsuz bucaksız alanının zavallı bir sektörüyle içli dışlıdır." "...modern bir insanın bilincinin en 'soylu' kısmı sanıldığından daha az 'manevi'dir" "imgeler, simgeler, efsaneler psikenin sorumsuz yaratıları değildir" "Efsanelerin gerilediklerini ve simgelerin dünyevileştirildiklerini gördük, ama bunlar hiçbir zaman kaybolmaktadır" "Bir imgeyi atıf düzlemlerinden tek bir tanesine indirgeyerek atıf yapmak, onu sakatlamaktan daha vahim olup, onu bir bilgi aracı olmasını yok etmektir." "simge, gerçeğin diğer tüm bilgi araçlarına meydan okuyan bazı yanlarını açığa çıkartmaktadır-en derin olanlarını."
ÇEVERE HAZARU(Binler Kapısı) adlı Albüm Kitapçığından Kesitler; Çevere Hazaru(albüm kitapcığı) yazanlar: Metin&Kemal Kahraman İLK ÖNCE GÜNLERİN ADINI ÖĞRENMELİ" Milorad Pavic/ Hazar Sözlüğü Hak hiçlik deryasında inci gibi bir nokta iken, arzu etmiş, açılmış ve karanlıklar içinde, bir sis bulutu olarak "Nure Oli-Mıhemedi"(zazaca) olarak zuhur etmiş, yani Ali-Muhammed Nuru nur-u vahid olarak hiç'ten var'a gelmiş...karanlık ile aydınlık ayrılmış...bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına çekilmiş, gece'ye..."akşam oldu sabah oldu, birinci gün...": Pazar-Bazar(zazaca) Sonra yine arzu ile Ali-Muhammed Nuru'na bir "ğelale" gelmiş bir taşma... zuhur etmiş ve yerdeki sular ile gökteki sular ayrılmış...mekan açılmış, yer ile gök kurulmuş...Bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına geri çekilmiş..."akşam oldu sabah oldu, ikinci gün...": pazartesi-Diseme. Sonra bu nur, arzu ile yine zuhur etmiş ve her yer su iken, boşlukta, suların yüzünde, bir sis bulutu içinde gezmeye başlamış. Ve derya-denizlerden yeri çıkarmış...kara toprak sulardan ayrılmış...yer görünmüş, açılmış ve genişlemiş... Bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına geri çekilmiş..."akşam oldu sabah oldu, üçüncü gün...":Salı-Seseme. Ali- Muhammed nuru, nur-i vahid ancak dördüncü gün yani çarşamba günü, Fatimat ül Zühre Hanesi'den kendine bir "yer söylemiş" ve gökteki "yeşil kandil" olarak yanmaya başlamış... sevgi ile parçalanmış, çoğalmış; muhammed, ali, hasan, hüseyin ve selmani farisi olarak pençeyi ali baba hanesi kurulmuş. Güneş ve Ay biri gecelerin ve biri gündüzlerin şahidi ve sahibi olarak yanmaya başlamış, yıldızlar ve gezegenler burçlardaki yerlerini almış, denge kurulmuş, oniki iamamlar katarı yola düzülmüş ve zaman çarkı dönmeye başlamış... Haftanın tam ortasında, dört'te gün dönmüş...Hak bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına çekilmiş..."akşam oldu, sabah oldu, dördüncü gün...": Çarşamba-ÇHARSEME. Sonra hak, sulardaki balıkları ve gökteki kuşları yaratmış; alemler bilgisinin saf bilginleri, sahipleri ve şahitleri olarak... Alemler ve bütünüyle tabiat, tanrısal bilginin yazıldığı sısuzluktur... Denizleri ve gökleri mekan tutanlar ise, tanrı'nın seçkinleridir, tanrı bilgisinin saf taşıyıcıları, şahitleri'dir...5.kat şehitlerin makamadır; Hasan ile Hüsey'in...Rabb bakmış ve beğenmiş...Önceki yalnızlığına çekilmiş..."akşam oldu sabah oldu, beşinci gün...":Perşembe-Phonse. Ve altıncı gün, o hayırlı günde Hak kendi suretinde(ayrıca tevrat'ta da yer alır) Adem'i yaratmış ve kendi nefesinden üfleyerek can vermiş... Sonra Adem'in bedeni 300 yıl güneşin önünde pişmiş ve kurumuş...300 yıldan sonra, Adem'e tek tek melaikeleri gelmiş akıl, fikir ve fam ard arda gelip "baş"ta yerlerini almışlar." Sonra hırs-nefs ve tama ard arda göğüsteki yerlerini almışlar... ve en sonunda da "edeb-u haya" olarak Rabb'in nuru, "nur-i vahid, nure Oli_Mıhemedi" inci tanesi gibi bir nur olarak Adem'in özünde/kalbinde yerini almış. Adem yedi melaike üzerine kurulmuş. Adem, melekler vasıtasıyla cennete götürülürken yeşil gök kandil'den selam gelmiş. Oraya konmuş ve Ana Fadimat ül Zühre'yi görmüş başındaki taç Muhammed, belindeki kemer Ali, kulaklarındaki küpeler şeper u şüper yani Hasan ve Hüseyin, ayaklarındaki papuçlar da Selmani Farisi'dir. Burada beşler'i, pençeyi Ali Aba'yı görmüş ve Oniki imamların isimlerini de ondan öğrenmiş. Ana Fadima, Adem'e öğrendiği bu isimleri unutma, bunları ibadetinde daima an, demiş. "Rabb bakmış ve beğenmiş...önceki yalnızlığına çekilmiş, gece'ye..."Akşam oldu sabah oldu, altıncı gün..." Cuma-Yene Ve yedinci günde Rabb bütün yaptıklarını tamamlayıp dinlenmiş bakmış ve beğenmiş önceki yalnızlığında kalmış, gece'ye...önceyi sona getirmiş..."akşam oldu sabah oldu, yedinci gün...": Cumartesi-Seme Ali Muhammed'in Nuru Ali ay'dır gün Muhammed Okurum doksanbin ayet Balık suda suya hasret Çarkı döner göl içinde CİHAN VAR OLMADAN cihan var olmadan ketmi adem´de hak ile birlikte yekdaş idim ben yarattı bu mülkü çünkü o demde tasvirini yaptım nakkaş idim ben ana sırdan bir libasa büründüm nar ü bab ü ab ü haktan göründüm hayr ül beşer ile dünyaya geldim adem ile bile bir yaş idim ben ademin sülbünden şit olup geldim nuhi nebi oldum tufana daldım bir zaman bu mülke ibrahim oldum yaptım beytullahı taş taşıdım ben ismail göründüm bir zaman ey can yunus, yakup, yusuf oldum bir zaman eyüp oldum çok çağırdım el aman kurt yedi vücudum kan-yaş idim ben mübarek asayı musa´ya verdim ruh´ül kudüs olup meryem´e erdim cümle evliyaya ben önder oldum cebrail emin´e sağdaş idim ben tefekkür eyledim ben kendi kendim mucize görmeden imana geldim şah-i merdan ile düldüle bindim zülfikâr kuşandım tığ taşidım ben bu cihan mülkünü devr edip geldim kırklar meydanı´nda erkâna girdim şah-i velayet´ten kemerbest oldum selman-i pak ile yoldaş idim ben sekahüm hamrinden içildi şerbet kuruldu ayin-i cem ettik muhabbet meydanda açıldı sırr-i hakikat aldığım esrarı çok taşıdım ben gâhi nebi gâhi veli göründüm gâhi uslu gâhi deli göründüm gâh muhammed gâhi ali göründüm kimse bilmez sırrım xallas idim ben ŞİRİ BABA 15.Y.Y. 15.yüzyılda yaşamış şiri baba tarafından söylenmiş bu "devriye" Alevi literatürü içinde en yaygın örneklerden biridir. Alevilik hangi dil üzerinden olursa olsun bütün öğretisini, zaman, mekan, tarih kurgusunu bu türden şiirsel tekstlerle sabitlemeye çalışmış ve sözlü gelenekle kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Bu örnekte Alevi öğretisi içinde en temel kurgulardan biri olan Adem'de mekan tutmuş "hak nuru" ve bu nurun zaman içinde farklı isimlerle zuhur eden "devriyesi" konu edilmektedir. Alevilik içinde bugün daha çok "kan bağı" ispatı olarak anlaşılan ve bu düzeyde tartışılan "secere" anlayışının temeli de aslında burasıdır. Tarif edilen secere, deyim yerindeyse mana'nın seceresidir Adem'de ve alemlerde mekan tutmuş evvel ve ahir olan Ali-Muhammed nuru'nun, Hak Yolu'undaki tezahürünün silsilesidir. Adem'de mekan tutan Hak nuru, nuru vahid, Adem'den Şİt'e geçmiş, Güruhu Naciye ayrılmış, ve Hak Yolu katarı yola koyulmuş daha o zamandan bu yol sürüp geliyor... Bu nur Şit'ten Anüşe'ye ondan Nuh'a, İbrahim'e, İsmail'e, Musa'ya, İsa'ya ulaşmış sonunda yine ahir zaman peygamberi Muhammed-Ali' de zuhur etmiş, onlardan Hasan-Hüseyin'e, Oniki imamlara ve bugünkü ocaklara gelmiş... O kadim ve kaimdir soya-sopa, ırka, dile bakmaz Fırkayi Naciye 72 den süzülüp 73'e dahil olanlar güruhudur 72 dil bizdedir deyip 72 dilde de hep bir hakikati söyleyen mümin Hak adamları yoludur evvelden ahire sürüp gelen, hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan, bu yüzden hiç tamamlanmayan buçuk'tur. Dinler tarihinin istisnasız bütün önemli isimleri, tarihsel geçerlilikleri bir yana bir yana taşıdıkları mana'nın öğreti içinde doldurduğu boşluğa göre değerlendirildiğinde gerçek anlamları ve tarihsellikleriye buluşacaktır. Bu açıdan dinler tarihinden Adem'in , Şit'in, Hz.İbrahim ismi Tevrat'tan, Musa'nın adı Musa'dan, Süleyman'ın ismi Süleyman'dan, İsa'nın adı İsa'dan , Khureş'in adı Khureş'ten, Muhammed-Ali'nin adı Muhammed ve Ali'den Fatımat ül Zühre'nin adı Hz. Fatıma'dan, Hasan'ın adı Hasan'dan, Hüseyin'in adı Hüseyin'den eskidir. hatta diyebiliriz ki İslam adı Müslümanlıktan, Hristiyan adı Hristiyanlık'tan, onikiler ismi, Oniki imamlardan, üçler, beşler, yediler, kırklar vb.semavi dinler tarihinden çok eski kavramlardır. Çünkü bunlar birer tarihsel kişilik ismi ya da tarihsel kurgusallıklar olmadan önce mana taşıyıcı sıfatlardır ve bu durum Raa Haq/Hak Yolu inanç öğretisi içinde taşıdıkları anlamla, doldurdukları boşlukla sabittir. Yani denilebilir ki, bütün bu "sıfatların" belli bir tarihsellik içinde, yeni anlamlar, yeni işlevler yüklenerek semavi dinler tarihinde de yer almaları, dinler tarihinin çok daha derin belleğinde zaten hep sahip oldukları bir mana özgünlüğü, özelliği dolayısıyladır...
Bu yorumu mutlaka gören olacaktır lütfen bu paylaşımımı osman hocanın görmesine vesile olun çünkü büyük bir teşekkürü kendisine borç bilirim. Son birkaç gündür manevi açıdan çok sıkıntılı anlar yaşadım, kafamın içinde dolaşan cevap veremediğim birçok hususta içimi rahatlattınız. İslamın antik dinlerdeki gibi mitlerden biri olabileceğinden tutun allahı natüralist bir bakışaçısıyla değerlendirip yanılgıya varana kadar, ayetleri zihnimde akılcı bir noktada konumlandıramayıp varoluşsal kaygıların içinde kaybolmuştum. Bu video sayesinde kafamdaki sorularımın tamamına olmasa da birçoğuna değinip olaylara farklı bir bakış açısıyla bakmama vesile oldunuz. Günlerdir stresten gözüme uyku girmemişken yapmış olduğunuz hizmet yeni bir insanı islama kazandırmak kadar değerli olduğunu düşünüyorum. Ekipteki herkesden allah razı olsun.
Allah, sıkıntıları gideren, gönlü genişletendir.
@@ekmekarashavyar6888 iyide adam osman beyin anlattıkları doğrultusunda sıkıntılarıyla başa çıkmaya başlamış, burdan nasıl oluyo da allaha pay biçiyosun
@@vivi-gl3vk durmadan " :O " şeklinde yaşarsan hayret duygun seni bir gün mutlaka doğruya ulaştırır, inanıyorum.
@@ekmekarashavyar6888 inş
Din felsefesinde yüksek lisans yapıyorum. Bu konular hem kişisel hem akademik ilgi alanım. Böyle değerli insanları keşfettiğime çok memnun oldum. Tam da işte benim aradığım sorulardı konuştuklarınız. Lütfen daha ayrıntılı videolar gelsin bu konularda özellikle Tanrı hakkında konuşabilir miyiz? Tanrının sıfatlarından ne anlıyoruz ve dil felsefesiyle ilgili videolar çekerseniz seviniriz.
Dusunceyi tetikleyen ve bilgi dolu sohbet.👍 😊
♣ Akhenaton'un tanrı Aton'a yazdığı bir şiir:
Tanrı uludur, birdir, tektir
ondan başkası yoktur.
Bir tanedir,
o'dur her varlığı yaratan,
bir ruhtur tanrı, görünmeyen bir ruh,
ta başlangıçta vardı tanrı,
tek varlıktı o.
Hiç birşey yokken o vardı.
Herşeyi o yarattı,
ezelden beri süregelen varlığı,
ebediyete kadar sürecek,
gizlidir tanrı, kimse görmemiştir onu.
İnsanlara ve yarattıklarına sır kalır her zaman.
MÖ 1360
Hangi kaynakta geçiyor?
Osman bey çok iyi idi.
Çok teşekkür ederim. Mana vermek üzerine harika bir sohbet olmuş. Ufkumu ikiye katladınız. Resmen IQ'um arttı :)
Çok istifade ettiğimi zannediyorum inşallah öyledir! Teşekkürler
Selam. Paylasiminiz ve emeginiz icin tesekur ederiz.
Hakikat olmadan din, felsefe, ilim olabilir mi?
Bir suur seviyesinde belirsiz olan, ust suur seviyesinde belirli olup- baska belirsizler ortaya cikip, onun da ust seviyesinde benzer durum devam ederek; hakikat katmanli olabilir mi?
Akil konusu da cok degerli. Antik felfeseficiler bahsettigi akilin manasi ile simdi bizim konustugumuz akil ayni mi?
Diger bir konu da hakikat ile aklin ve suur seviyesinin baglantisi gibi gorunuyor.
Çok hoş bir tartışma; ama maalesef bazı dini dogmaların oluşturduğu duvarları aşamadığı için çok tutarlı cevaplara ulaşılabilecek bir çok noktada çıkmaz sokaklarda tıkanıyor.
Sen dogmanin basisin. Dogmanin vucut bumus halisin😎 sen o sun. Hakiki dogma.
Kafa şişirmek demişsiniz ama cumhurbaşkanı olsam Osman Börütücene'yi baş danışmanlarımdan biri yapardım. O denli saygı duyuyorum kendisine.. Ne kadar konuşsa o kadar dinlemek isterim. Segiler ve saygılar.
ello0olle selamlar teşekkürler
Kabedeki ay ilahının adı neydi simgesi neydi ?putlar döneminde..
Allah da Kuran'da göklerin güzelliğinden orada hiçbir kusur bulamayacağımızdan bahseder yani kaplanın geometrik şekillerine olan güzellik kavramıyla aynı bakış açısından bir güzellik kavramından bahseder. Bu durumda Allah'ın sözünde de sıkıntı mı vardır çürütülebilir bir iddia mı oluyor?
yazan: kemal kahraman
kaynak: metin&kemal kahraman'ın çevere hazaru(binler kapısı) adlı albüm kitapçığı
"...modern bir insanın bilincinin en 'soylu' kısmı sanıldığından daha az 'manevi'dir" MİRCEA ELİADE
Kadim kültürlerde insan ve oluş manasız düşünülemezdi. Bir yer kaplayan ve bir ismi olan herşey bir mana'nın sahibiydi ve kendinde düşülebilecek bir kendinde mana'nın peşindeydi. Çünkü mana tanrısal'dı, ya da tanrı mananın kendisiydi. Bu durum "tanrı'nın varlığına inanç" aslında hayatta ardına düşülebilecek bir kendinde mana'nın varlığını söylemek, buna şahit olmak içindi.
Kültür tarihinde tanrı çaresizliğin adı değil, akıl yüceliğiyle, fikirle ulaşılan bir mana'nın adı olarak, bu anlamda bilmek ve anlamak edimlerinin en derin cevabı olarak vardır. Kadim kültürlerin kurguları bilmeyi ve anlamayı tanrıdan ve tanrısallıktan uzak düşünmemişlerdir. Bilmek, anlamak, öğrenmek temelde tanrı bilgisine yani mana'ya yakınlaşmak süreçleri olarak görülmüştür, semavi dinlere göre de insan'ın en önemli yaradılış vasfı bilmesi ve bildiğinin adını söylemesidir... Adem manayı bilmiş ve adını söylemiştir; her isim o nasıl söylediyse öyle kalmıştır. "her insan bir halifedir, kendini bilirse..." diyor Seyid Turabi Aksoy.
Adem sonsuzluğu kendinde taşıyan sınırlılıktır, yaradanı kendinde var eden yaradılmıştır..."Rabb 18.00 alemi yarattı Adem için, Adem'i yarattı kendi için..."(Seyit Süleyman Şahin) Rabb idrak edilmek, bilinmek, anlaşılmak istemiştir, Adem'i yaratmıştır...Adem idrak eden fam edendir; idrak ettiğini adını koyarak söyleyen'dir. Rabb'den başka tek söyleyen Adem'dir. Adem, Hak gerçeğinin bileni ve şahit olanıdır. Adem'in tek marifeti "bilmesidir" ve yarattığı tek şey dil' dir. Kurduğu dil Hak gerçeğinin adı'dır. Adem için adından bağımsız bir mana yoktur. Her mana adıyla var olur isimler, namlar, nişanlar mana'dır, mana kendinde olandır. Mana aktarıcı "işlevselliğiyle" tanımlanan dil'i manasız birimler üzerine kurulu bir yapı olarak düşünmek, hele hele en köklü mana kurguları olarak inanç öğretilerinin sembol ve kavramlarına tarihsellikle sınırlı bir yaklaşımla bakmak sadece modern zamanların hoş görebileceği bir yüzeyselliktir.
"imgeler, simgeler, efsaneler psikenin sorumsuz yaratıları değildir" mircea eliade
Dağlar, çok eski zamanlardan beri yer yüzünde yüceliklerin temsilcisi olan bir kutsallıkla anılmış, tanrısal mekanlar olarak kabul edilmiştir. Hak yücedir ve dağlar da yeryüzündeki yücelikleriyle tanrının seçkin mekanlarıdır...Tanrı bu dünya'da kendine bir "ev", bir mekan seçecekse elbetteki varlıkların en çok övüneni güneş'iin kutsal eşiği olan yüce dağları seçecektir... Sadece kadim kültürlerde değil kitaplı semavi dinler tarihinde de örnekleri çoktur Musa da Rabbiyle dağ'da kelamlaşmış, İsa da Rabbiyle yalnız kalmak için dağa çıkmıştır, Muhammed de kırk gün dağda mağarada kalmıştır, nice erenler, ermişler, peygamberler, veliler Rabbin nurlu aydınlığına ermek için dağ doruklarındaki kutsal Hak mekanlarında çile doldurmuş, Hakk yaklaşmaya çalışmışlardır.
Denilebilir ki, kutsal kitaplar ve efsaneler dağların, güneşin, ayın, su kaynaklarının, yıldızların kısaca varlıklar aleminin farkındadır, farkında olmayanlar Hak gerçeğini bu kitaplarla sınırlayıp, mülkünü de eline geçirmiş takipçileridir.
yazan: kemal kahraman
kaynak: metin&kemal kahraman'ın çevere hazaru(binler kapısı) adlı albüm kitapçığı
başlık: ÇOKLUKTAKİ BİRLİK yazan: Kemal Kahraman ---> müzisyen(metin&kemal kahraman) , araştırmacı,
Birlik, beraberlik, bütünlük anlayışı ne zamandan beridir kendi dışındaki her şeyi yok etmek temeli üzerine oturtulmuştur ya da ne zamandan beridir "Tek Tanrı" kendi dışındaki her şeyi reddeder bir "mono mutlaklık" ile algılanmıştır?
Yaşadığı bu küçük alemde dahi sonsuz bir çeşitliliğe ve çokluğa şahit olan insan, nasıl olup da bu çeşitliliği yok sayan bir "kavranılmaz tekliğe" ikna olmuştur öncesiyle kıyaslandığında, bu yaklaşım gerçekten de düşünce tarihinde bir "gelişme", bir "sıçrama" mıdır?
Kavranılmazlığı kavramsallaştırmak ya da tanımlanamazı tanıma dönüştürmek nasıl bir "gelişme"dir?
Tanrı´nın isme ihtiyacı olmayacağına göre, tek tanrıcı dinler geleneğinin temsilcileri... Yahudilik, Hırıstiyanlık, Müslümanlık´tan çok daha evvel, Tanrı´nın adını "söylemiş" olan insanoğlu çokluk´tan, çeşitlilik´ten mi bu teklik kavramına ulaşmıştır, yoksa çeşitliliği yok sayan bir, "akıl üstünlüğüne" "soyutlama yeteneğine" erişerek mi yani, diller´in kurucusu insanoğlu Hak, Allah, Tanrı, Got, Huda, Homa, Yehova, Ahura Mazda ya da El derken hangi yaklaşımla hareket ederek bu isimlere ulaşmıştır? Dahası genel bir tartışma zemini olarak, manayı "söyleye bilmemizin" en temel ve yaygın aracı olan dil´in kendisi, kurgusallığıyla bir mana´nın ya da düşüncenin şahidi olabilir mi? Aslında bu soruları tersinden sormak, bugünün meşru normalliğinden bakıldığında daha makul görünmektedir:
Öyle ya, "Tek Tanrı", her şeyden önce teklik´ini vurgulayan bir sıfatla öne çıkmışken çokluk´u, çeşitlilik´i kendinde söyleyecek farklı bir teklik hem de bütünlük, birlik, beraberlik anlayışı mümkün müdür ki bunun ne zamandan beridir değiştiğini tartışmak da mümkün olsun?
"Tanrısal Birlik", bu anlamda en mükemmel birlik, beraberlik, bütünlük anlayışının, çeşitliliği, çokluğu zorunlu kıldığını, dahası teklik´in değil çeşitliliğin ve çeşitlilikteki birliğin tanrısal olduğunu söylemek mümkün olmuş mudur?
Birlik´i teklik´te aramak yalan ve zulümdür, temeli cahilliktir... Sır, çeşitliliğin birliğini söyleyen mana´dadır bu yüzden bilenlere yol´dur...
Kemal Kahraman
mirce eliade'den önemli sözler;
"Din tarihçilerinin çoğu gerçekte dinler tarihinin ucsuz bucaksız alanının zavallı bir sektörüyle içli dışlıdır."
"...modern bir insanın bilincinin en 'soylu' kısmı sanıldığından daha az 'manevi'dir"
"imgeler, simgeler, efsaneler psikenin sorumsuz yaratıları değildir"
"Efsanelerin gerilediklerini ve simgelerin dünyevileştirildiklerini gördük, ama bunlar hiçbir zaman kaybolmaktadır"
"Bir imgeyi atıf düzlemlerinden tek bir tanesine indirgeyerek atıf yapmak, onu sakatlamaktan daha vahim olup, onu bir bilgi aracı olmasını yok etmektir."
"simge, gerçeğin diğer tüm bilgi araçlarına meydan okuyan bazı yanlarını açığa çıkartmaktadır-en derin olanlarını."
ÇEVERE HAZARU(Binler Kapısı) adlı Albüm Kitapçığından Kesitler;
Çevere Hazaru(albüm kitapcığı)
yazanlar: Metin&Kemal Kahraman
İLK ÖNCE GÜNLERİN ADINI ÖĞRENMELİ" Milorad Pavic/ Hazar Sözlüğü
Hak hiçlik deryasında inci gibi bir nokta iken, arzu etmiş, açılmış ve karanlıklar içinde, bir sis bulutu olarak "Nure Oli-Mıhemedi"(zazaca) olarak zuhur etmiş, yani Ali-Muhammed Nuru nur-u vahid olarak hiç'ten var'a gelmiş...karanlık ile aydınlık ayrılmış...bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına çekilmiş, gece'ye..."akşam oldu sabah oldu, birinci gün...": Pazar-Bazar(zazaca) Sonra yine arzu ile Ali-Muhammed Nuru'na bir "ğelale" gelmiş bir taşma... zuhur etmiş ve yerdeki sular ile gökteki sular ayrılmış...mekan açılmış, yer ile gök kurulmuş...Bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına geri çekilmiş..."akşam oldu sabah oldu, ikinci gün...": pazartesi-Diseme. Sonra bu nur, arzu ile yine zuhur etmiş ve her yer su iken, boşlukta, suların yüzünde, bir sis bulutu içinde gezmeye başlamış. Ve derya-denizlerden yeri çıkarmış...kara toprak sulardan ayrılmış...yer görünmüş, açılmış ve genişlemiş... Bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına geri çekilmiş..."akşam oldu sabah oldu, üçüncü gün...":Salı-Seseme. Ali-
Muhammed nuru, nur-i vahid ancak dördüncü gün yani çarşamba günü, Fatimat ül Zühre Hanesi'den kendine bir "yer söylemiş" ve gökteki "yeşil kandil" olarak yanmaya başlamış... sevgi ile parçalanmış, çoğalmış; muhammed, ali, hasan, hüseyin ve selmani farisi olarak pençeyi ali baba hanesi kurulmuş.
Güneş ve Ay biri gecelerin ve biri gündüzlerin şahidi ve sahibi olarak yanmaya başlamış, yıldızlar ve gezegenler burçlardaki yerlerini almış, denge kurulmuş, oniki iamamlar katarı yola düzülmüş ve zaman çarkı dönmeye başlamış... Haftanın tam ortasında, dört'te gün dönmüş...Hak bakmış ve beğenmiş, önceki yalnızlığına çekilmiş..."akşam oldu, sabah oldu, dördüncü gün...": Çarşamba-ÇHARSEME. Sonra hak, sulardaki balıkları ve gökteki kuşları yaratmış; alemler bilgisinin saf bilginleri, sahipleri ve şahitleri olarak... Alemler ve bütünüyle tabiat, tanrısal bilginin yazıldığı sısuzluktur... Denizleri ve gökleri mekan tutanlar ise, tanrı'nın seçkinleridir, tanrı bilgisinin saf taşıyıcıları, şahitleri'dir...5.kat şehitlerin makamadır; Hasan ile Hüsey'in...Rabb bakmış ve beğenmiş...Önceki yalnızlığına çekilmiş..."akşam oldu sabah oldu, beşinci gün...":Perşembe-Phonse. Ve altıncı gün, o hayırlı günde Hak kendi suretinde(ayrıca tevrat'ta da yer alır) Adem'i yaratmış ve kendi nefesinden üfleyerek can vermiş...
Sonra Adem'in bedeni 300 yıl güneşin önünde pişmiş ve kurumuş...300 yıldan sonra, Adem'e tek tek melaikeleri gelmiş akıl, fikir ve fam ard arda gelip "baş"ta yerlerini almışlar." Sonra hırs-nefs ve tama ard arda göğüsteki yerlerini almışlar... ve en sonunda da "edeb-u haya" olarak Rabb'in nuru, "nur-i vahid, nure Oli_Mıhemedi" inci tanesi gibi bir nur olarak Adem'in özünde/kalbinde yerini almış. Adem yedi melaike üzerine kurulmuş. Adem, melekler vasıtasıyla cennete götürülürken yeşil gök kandil'den selam gelmiş. Oraya konmuş ve Ana Fadimat ül Zühre'yi görmüş başındaki taç Muhammed, belindeki kemer Ali, kulaklarındaki küpeler şeper u şüper yani Hasan ve Hüseyin, ayaklarındaki papuçlar da Selmani Farisi'dir. Burada beşler'i, pençeyi Ali Aba'yı görmüş ve Oniki imamların isimlerini de ondan öğrenmiş. Ana Fadima, Adem'e öğrendiği bu isimleri unutma, bunları ibadetinde daima an, demiş. "Rabb bakmış ve beğenmiş...önceki yalnızlığına çekilmiş, gece'ye..."Akşam oldu sabah oldu, altıncı gün..." Cuma-Yene
Ve yedinci günde Rabb bütün yaptıklarını tamamlayıp dinlenmiş bakmış ve beğenmiş önceki yalnızlığında kalmış, gece'ye...önceyi sona getirmiş..."akşam oldu sabah oldu, yedinci gün...": Cumartesi-Seme
Ali Muhammed'in Nuru
Ali ay'dır gün Muhammed
Okurum doksanbin ayet
Balık suda suya hasret
Çarkı döner göl içinde
CİHAN VAR OLMADAN
cihan var olmadan ketmi adem´de
hak ile birlikte yekdaş idim ben
yarattı bu mülkü çünkü o demde
tasvirini yaptım nakkaş idim ben
ana sırdan bir libasa büründüm
nar ü bab ü ab ü haktan göründüm
hayr ül beşer ile dünyaya geldim
adem ile bile bir yaş idim ben
ademin sülbünden şit olup geldim
nuhi nebi oldum tufana daldım
bir zaman bu mülke ibrahim oldum
yaptım beytullahı taş taşıdım ben
ismail göründüm bir zaman ey can
yunus, yakup, yusuf oldum bir zaman
eyüp oldum çok çağırdım el aman
kurt yedi vücudum kan-yaş idim ben
mübarek asayı musa´ya verdim
ruh´ül kudüs olup meryem´e erdim
cümle evliyaya ben önder oldum
cebrail emin´e sağdaş idim ben
tefekkür eyledim ben kendi kendim
mucize görmeden imana geldim
şah-i merdan ile düldüle bindim
zülfikâr kuşandım tığ taşidım ben
bu cihan mülkünü devr edip geldim
kırklar meydanı´nda erkâna girdim
şah-i velayet´ten kemerbest oldum
selman-i pak ile yoldaş idim ben
sekahüm hamrinden içildi şerbet
kuruldu ayin-i cem ettik muhabbet
meydanda açıldı sırr-i hakikat
aldığım esrarı çok taşıdım ben
gâhi nebi gâhi veli göründüm
gâhi uslu gâhi deli göründüm
gâh muhammed gâhi ali göründüm
kimse bilmez sırrım xallas idim ben ŞİRİ BABA 15.Y.Y.
15.yüzyılda yaşamış şiri baba tarafından söylenmiş bu "devriye" Alevi literatürü içinde en yaygın örneklerden biridir. Alevilik hangi dil üzerinden olursa olsun bütün öğretisini, zaman, mekan, tarih kurgusunu bu türden şiirsel tekstlerle sabitlemeye çalışmış ve sözlü gelenekle kuşaktan kuşağa aktarmıştır. Bu örnekte Alevi öğretisi içinde en temel kurgulardan biri olan Adem'de mekan tutmuş "hak nuru" ve bu nurun zaman içinde farklı isimlerle zuhur eden "devriyesi" konu edilmektedir. Alevilik içinde bugün daha çok "kan bağı" ispatı olarak anlaşılan ve bu düzeyde tartışılan "secere" anlayışının temeli de aslında burasıdır. Tarif edilen secere, deyim yerindeyse mana'nın seceresidir Adem'de ve alemlerde mekan tutmuş evvel ve ahir olan Ali-Muhammed nuru'nun, Hak Yolu'undaki tezahürünün silsilesidir. Adem'de mekan tutan Hak nuru, nuru vahid, Adem'den Şİt'e geçmiş, Güruhu Naciye ayrılmış, ve Hak Yolu katarı yola koyulmuş daha o zamandan bu yol sürüp geliyor...
Bu nur Şit'ten Anüşe'ye ondan Nuh'a, İbrahim'e, İsmail'e, Musa'ya, İsa'ya ulaşmış sonunda yine ahir zaman peygamberi Muhammed-Ali' de zuhur etmiş, onlardan Hasan-Hüseyin'e, Oniki imamlara ve bugünkü ocaklara gelmiş... O kadim ve kaimdir soya-sopa, ırka, dile bakmaz Fırkayi Naciye 72 den süzülüp 73'e dahil olanlar güruhudur 72 dil bizdedir deyip 72 dilde de hep bir hakikati söyleyen mümin Hak adamları yoludur evvelden ahire sürüp gelen, hiç bitmeyen ve bitmeyecek olan, bu yüzden hiç tamamlanmayan buçuk'tur.
Dinler tarihinin istisnasız bütün önemli isimleri, tarihsel geçerlilikleri bir yana bir yana taşıdıkları mana'nın öğreti içinde doldurduğu boşluğa göre değerlendirildiğinde gerçek anlamları ve tarihsellikleriye buluşacaktır. Bu açıdan dinler tarihinden Adem'in , Şit'in, Hz.İbrahim ismi Tevrat'tan, Musa'nın adı Musa'dan, Süleyman'ın ismi Süleyman'dan, İsa'nın adı İsa'dan , Khureş'in adı Khureş'ten, Muhammed-Ali'nin adı Muhammed ve Ali'den Fatımat ül Zühre'nin adı Hz. Fatıma'dan, Hasan'ın adı Hasan'dan, Hüseyin'in adı Hüseyin'den eskidir. hatta diyebiliriz ki İslam adı Müslümanlıktan, Hristiyan adı Hristiyanlık'tan, onikiler ismi, Oniki imamlardan, üçler, beşler, yediler, kırklar vb.semavi dinler tarihinden çok eski kavramlardır.
Çünkü bunlar birer tarihsel kişilik ismi ya da tarihsel kurgusallıklar olmadan önce mana taşıyıcı sıfatlardır ve bu durum Raa Haq/Hak Yolu inanç öğretisi içinde taşıdıkları anlamla, doldurdukları boşlukla sabittir. Yani denilebilir ki, bütün bu "sıfatların" belli bir tarihsellik içinde, yeni anlamlar, yeni işlevler yüklenerek semavi dinler tarihinde de yer almaları, dinler tarihinin çok daha derin belleğinde zaten hep sahip oldukları bir mana özgünlüğü, özelliği dolayısıyladır...