Hüzzam Ney Taksimi

แชร์
ฝัง
  • เผยแพร่เมื่อ 16 ก.ย. 2024
  • Aşk nedir?
    Böyle bir suâle Hazret-i Mevlânâ’nın cevabı;
    “Aşkın ne olduğunu bilmek istiyorsan, benim gibi ol!” şeklindedir.
    Çünkü aşk, anlatılınca anlaşılacak bir bilgi değil, yaşanınca kavranacak bir hakikattir. Yaşamaksa, takvâ ölçüleri içerisinde olduğu gün aşkın sırları açılmaya başlar. Cenâb-ı Hak buyurur:
    وَاتَّقُوا اللّٰهَ وَيُعَلِّمُكُمُ اللّٰهُ
    “Allah’tan korkun (takvâ üzere olun!.. Bilin ki) Allah (size bilmediğinizi) öğretir!” (el-Bakara, 282)
    Derin ve engin bir âlem olan insanı Hazret-i Mevlânâ, menfî ve müsbet bütün yönleri ve özellikleriyle tanır ve ona göre konuşur. Bu sebeple insan, onun Mesnevî’sinde kendisini bulur. Öyle ki, Müslüman olmayan niceleri bile Mesnevî’yi okuduklarında bir Mevlânâ hayranı ve takipçisi olmaktadırlar… Hattâ bu sayede îman eden niceleri vardır. Meselâ Yaman Dede, Mesnevî okuyarak hidâyete ermiş bahtiyarlardandır. Bu itibarla kendisine;
    “-Niçin sürekli olarak Mevlânâ’dan bahsediyorsunuz, Mesnevî’den okuyorsunuz?” diye soranlara şu hakikati ifade etmiştir:
    “-Mevlânâ Hazretleri, elimden tuttu ve beni Hazret-i Peygam-ber’in kapısına götürdü…”
    İşte Hazret-i Mevlânâ, böylesine bir gönül rehberi ve mimarıdır. Onun nazarında insan, bu dünyaya varlığın sırlarını anlamak için gönderilmiştir. Hayvan nasıl kendine has kabiliyetleri ve hünerleri ile değer kazanıyorsa insan da aklını ve gönlünü kullanarak değer kazanır.
    Ona göre insan, bütün muhtevasıyla bir ormana benzer. Nasıl ki ormanda domuzundan tilkisine, bülbülünden kargasına, çiçeğinden böceğine her çeşit güzel ve çirkin mahlûkat varsa, insanın derûnunda da bunların hepsi, gizli veya âşikâr aynı şekilde huy ve ahlâk olarak mevcuttur. Yani insanın içi güzellik ve çirkinlikler meşheridir. Ve insana verilecek değer de, içindeki güzellikleri ilâhî güzelliklerle buluşturup yeşertebildiği ölçüde gerçekleşir. İlâhî olanın özü de Kur’ân-ı Kerim’dir. Nitekim Hazret-i Mevlânâ’nın insanlara değer verişi dâimâ bu pencereden tahakkuk etmiştir. Şöyle ki;
    Devrin kıymetli hâfızlarından Hâfız İshak Efendi, Hazret-i Mevlânâ’yı ziyarete gelmişti. Mevlânâ Hazretleri, büyük bir ihtiramla ayağa kalktı ve onu baş köşeye, üste buyur etti. Sonra da şöyle buyurdu:
    “Kur’ân-ı Kerîm’i nasıl aziz tutmak, rahle ve kürsülerin üzerine koymak lâzımsa, Kur’ân’ı kalbinde taşıyan hâfızları da o şekilde aziz tutmak ve baş köşeye, üste oturtmak lâzımdır. İçinde Kur’ân’ın nûru bulunan bir gönül, cehennemin yüzünü görmez. Bir kâğıt parçasına Kur’ân’dan bir âyet yazılı olsa bile ateşe atılmaz. Kalbinde bütün bir Kur’ân yazılı olan bir gönül cehenneme atılır mı?”
    Bu değer verişin ve müjdenin feyz ü bereketi ile şehrin bütün hâfızları Mevlânâ’ya talebe oldular.
    Hazret-i Mevlânâ’nın eğitim anlayışında bıkmak ve usanmak yoktur. Hor ve hakir görmek de yoktur. Çünkü eğitenler, ancak eğitilenler sayesinde değerli olurlar.
    Bu hususta der ki:
    “Kırıkçı ustası, ayağı kırılmış adam neredeyse oraya gider. Zayıflar ve hastalar bulunmasa, hekimlik sanatının faydalı ve güzel özellikleri nasıl anlaşılırdı?”
    “Bakırların horluk ve bayağılığı olmasa, kimya kendini nasıl gösterir?”
    “Bilmeli ki noksanlıklar, olgunlukların aynası hükmündedir. Horluk da, üstünlüğün aynasıdır. Zıttı meydana çıkaran, kendi zıttıdır. Bal sirke ile daha iyi kavranır.”
    Bütün mesele, bu dünya dershânesinde bir ömür en iyi talebe, en güzel hoca olabilmek… Bunun için de elbette hem kendimizi hem de dünyayı doğru tanımak lâzım…

ความคิดเห็น • 1