3:00 insanın yalnızlaşması aslında yabancılaşması demektir 3:40 insan ayrılıklarla oluşur 15:00 filiz. yaş aldıkça yaşam enerjisi kaybolduğu için, gençken keşke şunlaeınyapsaydım diye ayıflanıyorlar. gerçekten istiyorlar mı yoksa yapmak için fırsatları kaybedip tecrübeden mahrum kalıyor olmaları mı onlarınüzüyor? 17:50 kanser hastası aspirin
“De ki, O ALLÂH AHAD’dır; bu acidan da degerlendirebilirsin! ALLÂH SAMED’dir; LEM YELİD ve LEM YÛLED’dir; ve LEM YEKÜN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD’dır!..” “Hz. Muhammed’in açıkladığı Allâh”ın ne olduğunu açıklayan bu sûrede öncelikle, kelimelerin geniş mânâsı üzerinde duralım... Ve sonra da bu mânâların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye başlayalım... “ALLÂH AHAD”dır... Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere bölünmesi söz konusu olmayan TEK’tir... Şimdi bu tanımlamayı iyi düşünelim!.. Cüzlere, zerrelere bölünüp parçalanması mümkün olmayan “AHAD”, ya sonlu sınırlı bir tektir, ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde oturmaktadır (!); ya da sonsuz, sınırsız cüzlere ayrılmaz TEK’tir, ki bu takdirde de ancak ve sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece “KENDİSİ” mevcuttur!.. “AHAD” olan “ALLÂH”ın dışında herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri sürmek önce akıl ve mantığa, sonra da izan ve insafa sığmaz!.. Düşünelim... Şayet Allâh’tan ayrı, Allâh’ın dışında bir varlık var ise... Bu varlık ile Allâh arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede çizeceksiniz?.. Ya varlık; mevcut, sınırsız sonsuz TEK’tir, ikinci bir varlık yoktur!.. Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde, veya evrenin dışında MEKÂNI OLAN bir Tanrı mevcuttur!!? Tapınalacak Tanrı yoktur! Burada idrak edilmesi en önemli olan şey; “SINIRSIZLIK-SONSUZLUK” kavramıdır... Şimdi bu “sınırsızlık-sonsuzluk” kavramını en - boy - derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım... Gerçekte, mevcut olan TEK, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK’tir!.. AHAD’dır!.. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro planda kendisinin dışında hiçbir şey olmayan “ALLÂH AHAD”dır!.. Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz!.. Çünkü, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte!.. Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı değerlendirme kapasitesi ile kayıtlı kalmasa... Bu sınırlar içinde algıladığı verileri sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul etse... Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden; daha nelerin mevcut olabileceğini tespit edebilse... Ve sonra, onların yapısal derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel ÖZ ile karşılaşsa... Ve nihayet kendi “ben”liağinin dahi o evrensel “ÖZ” içinde “yok” oluşunu fark edebilse... İşte bu işin çok önemli bir yanı... Konunun ikinci önemli yanı da şurası... Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH”, “AHAD” yani sınırsız-sonsuz, zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum her yöne ve her BOYUTA şâmil bulunduğuna göre; bu takdirde O’nun varlığı yanı sıra, var olabilecek ikinci bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında O’nun varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!! “AHAD ALLÂH” dışında var kabul edilecek ikinci bir varlığın, Tanrı’nın yeri neresidir?.. “ALLÂH”ın içinde mi, yoksa dışında mı?!! “ALLÂH”, sonsuz-sınırsızdır, dedik... “ALLÂH”ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!.. Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanın da merkez kabul edilmesi gerekir... Hâlbuki, “ALLÂH”ın sınırı yoktur... Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!.. Bizim beş duyusal yaşamımıza ve beş duyudan ileri gelen madde kabulümüze göre, bir nesnenin içi ve dışı vardır; özü vardır, kabuğu vardır!.. Oysa, merkezi olmayan şeyin özü ve kabuğundan, içi ve dışından söz edilemez!.. Nitekim bu mânâ Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette şöyle vurgulanmaktadır: HUvel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın* ve HUve Bi kulli şey’in ‘Aliym “HÛ”dur, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın (“HÛ”dan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! O Bi-küllî şey’in (Esmâ’sıyla her şey’i yaratmış olan olarak) Aliym’dir (Bilen’dir şeylerin tamamını)! (57.Hadiyd: 3) Yani; Zâhir, Bâtın, Evvel ve Âhir diye bildiğin hep “O”dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zâhir ve bâtın diye iki ayrı şey yoktur! “Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın” kelimeleri ile işaret ettiğin şey hep “O”dur!.. Sen, “O”na, ister “Zâhir” de, ister “Bâtın” de, ister “Âhir” de, ister “Evvel” de; dediğin, işaret ettiğin, tarif ettiğin hep “O”dur!.. Zira, zâhir-bâtın ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine “zâhir” diyorsun, algılayamadığına “bâtın”!.. Oysa altı, yedi, on iki duyu ile algılama durumunda olsaydın, senin için zâhirler de değişecekti, bâtınlar da!.. Ve sen, bugün zâhir dediğine bâtın, bâtın dediğine zâhir demek durumunda olacaktın. “ALLÂH” ise sınırsız-sonsuz TEK olması hasebiyle, “ZÂHİR” ve “BÂTIN” kavramlarından berîdir, münezzehtir!.. Evet... Merkezi, içi-dışı, zâhiri-bâtını, başı-sonu olmayan; bu gibi anlamlardan ve oluşlardan berî olan varlığın, bir yerde son bulup; o noktadan sonra, ikinci bir ayrı varlığın başlamasından söz edebilir misiniz?.. Elbette hayır!.. İşte bu yüzden fark ederiz ki, düşünebilen, hayal edebilen her noktada, tüm özellikleriyle; ve “ZÂT”ıyla ve dolayısıyla tüm özellikleriyle ancak ve ancak, sadece ve sadece KENDİSİ yani “AHAD” olan “ALLÂH” mevcuttur!.. “O”nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan söz eden ise, tümüyle derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!.. Ki bu durumun dindeki adı da “ŞİRK”tir!.. “ALLÂH”, “AHAD” olduğuna göre... Kendi varlığı yanı sıra ikinci bir varlıktan söz edilemez!.. Ve gene, “O”nun zerrelere ayrılması şeklinde zaman boyutuna girmesi de söz konusu değildir... “ALLÂH SAMED’dir”...
3:00 insanın yalnızlaşması aslında yabancılaşması demektir
3:40 insan ayrılıklarla oluşur
15:00 filiz. yaş aldıkça yaşam enerjisi kaybolduğu için, gençken keşke şunlaeınyapsaydım diye ayıflanıyorlar. gerçekten istiyorlar mı yoksa yapmak için fırsatları kaybedip tecrübeden mahrum kalıyor olmaları mı onlarınüzüyor?
17:50 kanser hastası aspirin
Çok etkileyici sağolun
“De ki, O ALLÂH AHAD’dır; bu acidan da degerlendirebilirsin!
ALLÂH SAMED’dir;
LEM YELİD ve LEM YÛLED’dir;
ve LEM YEKÜN LEHÛ KÜFÜVEN EHAD’dır!..”
“Hz. Muhammed’in açıkladığı Allâh”ın ne olduğunu açıklayan bu sûrede öncelikle, kelimelerin geniş mânâsı üzerinde duralım... Ve sonra da bu mânâların getirmekte olduğu sonuçlar üzerinde düşünmeye başlayalım...
“ALLÂH AHAD”dır... Yani, sınırsız, sonsuz, cüzlere ve zerrelere bölünmesi söz konusu olmayan TEK’tir...
Şimdi bu tanımlamayı iyi düşünelim!..
Cüzlere, zerrelere bölünüp parçalanması mümkün olmayan “AHAD”, ya sonlu sınırlı bir tektir, ki bu takdirde evrenin herhangi bir yerinde oturmaktadır (!); ya da sonsuz, sınırsız cüzlere ayrılmaz TEK’tir, ki bu takdirde de ancak ve sadece, tekrar ediyorum ancak ve sadece “KENDİSİ” mevcuttur!..
“AHAD” olan “ALLÂH”ın dışında herhangi bir varlığın mevcudiyetini ileri sürmek önce akıl ve mantığa, sonra da izan ve insafa sığmaz!..
Düşünelim...
Şayet Allâh’tan ayrı, Allâh’ın dışında bir varlık var ise... Bu varlık ile Allâh arasındaki sınır nerededir?.. Bu sınırı nerede çizeceksiniz?..
Ya varlık; mevcut, sınırsız sonsuz TEK’tir, ikinci bir varlık yoktur!..
Ya da sınırlı sonlu, evrenin içinde bir yerde, veya evrenin dışında MEKÂNI OLAN bir Tanrı mevcuttur!!?
Tapınalacak Tanrı yoktur!
Burada idrak edilmesi en önemli olan şey; “SINIRSIZLIK-SONSUZLUK” kavramıdır...
Şimdi bu “sınırsızlık-sonsuzluk” kavramını en - boy - derinlik olarak değil, boyutsal olarak kavramaya çalışalım...
Gerçekte, mevcut olan TEK, bölünmez, parçalanmaz, sınırsız-sonsuz olan TEK’tir!.. AHAD’dır!.. Eşi, misli, benzeri, mikro ya da makro planda kendisinin dışında hiçbir şey olmayan “ALLÂH AHAD”dır!..
Ancak biz, mevcut algılama araçlarımıza bağımlı olarak, o TEK yapıyı, çok parçalardan oluşmuş bir bütün gibi değerlendirme yanılgısı içindeyiz!.. Çünkü, beynimiz kesitsel algılama araçlarına göre hüküm vermekte!..
Oysa beyin, kesitsel algılama araçlarının yani beş duyusunun son derece sınırlı değerlendirme kapasitesi ile kayıtlı kalmasa... Bu sınırlar içinde algıladığı verileri sadece, evrendeki sayısız varlıklardan birer kesit veya birer örnek kabul etse...
Sonra derin bir tefekkür ile, algılayabildiği örneklerden; daha nelerin mevcut olabileceğini tespit edebilse... Ve sonra, onların yapısal derinliklerine doğru, boyutsal bir seyahat yaparak, evrensel ÖZ ile karşılaşsa... Ve nihayet kendi “ben”liağinin dahi o evrensel “ÖZ” içinde “yok” oluşunu fark edebilse...
İşte bu işin çok önemli bir yanı...
Konunun ikinci önemli yanı da şurası...
Hz. Muhammed’in açıkladığı “ALLÂH”, “AHAD” yani sınırsız-sonsuz, zerrelere ayrılmaz olduğuna ve bu durum her yöne ve her BOYUTA şâmil bulunduğuna göre; bu takdirde O’nun varlığı yanı sıra, var olabilecek ikinci bir varlık, nerede, hangi BOYUTTA veya hangi başlangıç noktasında O’nun varlığına bir sınır çizerek, kendine yer açabilecektir?!!
“AHAD ALLÂH” dışında var kabul edilecek ikinci bir varlığın, Tanrı’nın yeri neresidir?..
“ALLÂH”ın içinde mi, yoksa dışında mı?!!
“ALLÂH”, sonsuz-sınırsızdır, dedik...
“ALLÂH”ın sınırsız-sonsuz oluşu dolayısıyla bir MERKEZİ olması da muhaldir!..
Bir şeyin merkezi olması için, onun sınırları olması, bu sınırların köşelerinin kesiştiği noktanın da merkez kabul edilmesi gerekir...
Hâlbuki, “ALLÂH”ın sınırı yoktur...
Sınırı olmayan şeyin, merkezi de olmaz!.. Merkezi olmayan şeyin özü, içi ve dışı da olmaz!..
Bizim beş duyusal yaşamımıza ve beş duyudan ileri gelen madde kabulümüze göre, bir nesnenin içi ve dışı vardır; özü vardır, kabuğu vardır!.. Oysa, merkezi olmayan şeyin özü ve kabuğundan, içi ve dışından söz edilemez!..
Nitekim bu mânâ Kur’ân-ı Kerîm’de bir âyette şöyle vurgulanmaktadır:
HUvel’Evvelu vel’Âhıru vezZâhiru velBâtın* ve HUve Bi kulli şey’in ‘Aliym “HÛ”dur, Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın (“HÛ”dan gayrı olarak hiçbir şey yoktur)! O Bi-küllî şey’in (Esmâ’sıyla her şey’i yaratmış olan olarak) Aliym’dir (Bilen’dir şeylerin tamamını)! (57.Hadiyd: 3)
Yani; Zâhir, Bâtın, Evvel ve Âhir diye bildiğin hep “O”dur!.. Bunlar, gerçekte TEK bir şeydir!.. Yani, zâhir ve bâtın diye iki ayrı şey yoktur!
“Evvel, Âhir, Zâhir, Bâtın” kelimeleri ile işaret ettiğin şey hep “O”dur!..
Sen, “O”na, ister “Zâhir” de, ister “Bâtın” de, ister “Âhir” de, ister “Evvel” de; dediğin, işaret ettiğin, tarif ettiğin hep “O”dur!..
Zira, zâhir-bâtın ayırımı senin beş duyundan doğmaktadır!.. Beş duyu ile algılayabildiğine “zâhir” diyorsun, algılayamadığına “bâtın”!..
Oysa altı, yedi, on iki duyu ile algılama durumunda olsaydın, senin için zâhirler de değişecekti, bâtınlar da!.. Ve sen, bugün zâhir dediğine bâtın, bâtın dediğine zâhir demek durumunda olacaktın.
“ALLÂH” ise sınırsız-sonsuz TEK olması hasebiyle, “ZÂHİR” ve “BÂTIN” kavramlarından berîdir, münezzehtir!..
Evet... Merkezi, içi-dışı, zâhiri-bâtını, başı-sonu olmayan; bu gibi anlamlardan ve oluşlardan berî olan varlığın, bir yerde son bulup; o noktadan sonra, ikinci bir ayrı varlığın başlamasından söz edebilir misiniz?..
Elbette hayır!..
İşte bu yüzden fark ederiz ki, düşünebilen, hayal edebilen her noktada, tüm özellikleriyle; ve “ZÂT”ıyla ve dolayısıyla tüm özellikleriyle ancak ve ancak, sadece ve sadece KENDİSİ yani “AHAD” olan “ALLÂH” mevcuttur!..
“O”nun dışında, ikinci bir varlığın vücudundan söz eden ise, tümüyle derin düşünce yetersizliğinden doğan yanılgı içerisindedir!.. Ki bu durumun dindeki adı da “ŞİRK”tir!..
“ALLÂH”, “AHAD” olduğuna göre... Kendi varlığı yanı sıra ikinci bir varlıktan söz edilemez!..
Ve gene, “O”nun zerrelere ayrılması şeklinde zaman boyutuna girmesi de söz konusu değildir...
“ALLÂH SAMED’dir”...
Sunucu Mustafa Ulusoy mu??
şu görüntü ve seste kaliteli olsa iyi olacak ama kaliteye ulaşmak malesef baya bi zor.
Mama never loves me, bende ..!!!??
İki değil 4 ...
Hocam sizi seviyoruz da..öyle bi anlattınız ki.. 🙄 😕!!!?