Radyo oyununu görür görmez, Ferhan Şensoy'un tiyatrosunda da anlattığı, Bilge Karasu ile bir anısı aklıma geldi :) Ferhan Şensoy, bir dönem Bilge Karasu’nun "Sevilmek" adlı metnini sahnelemeyi çok istemiş. Bunun iznini almak için Bilge Karasu’nun evine gidişini ve Karasu’nun kedisiyle ilgili bir anısını 1998 tarihli Falınızda Rönesans Var’ın "Senin Kedini Niye Ben Seviyorum?" başlıklı yazısında şöyle anlatmış: “Evde esas çocuk bir kedi. Kitapların üstüne kurulmuş, zart oradan kalkıyor, gidiyor bir koltuğa yan gelip yatıyor. Karasu ona ismiyle hitap ediyor, konuşuyor. O evde ikisi yalnız yaşıyorlar. Yazar, kediye ev arkadaşı gibi davranıyor. Yazarın ev arkadaşı bacaklarımın arasında dolaşıyor. Bilge Karasu ile ilk görüşmem. Heyecanlıyım. Konuştuğumuz şeyler bence çok önemli. Bir ara, o sırada benim için hiç önemi olmayan o kedinin ayağına basıyorum. Kedi ciyaklıyor. Birden yerinden fırlıyor Karasu, kediyi kucağına alıyor. Franz Kafka tarafından yazılmalık bir sahne. Yaralandı mı? Hastaneye mi götürsek? Kedibülans mı çağırsak? Tedirgin oluyor, lafı uzatmadan izin istiyor, konuşmayı düşündüklerimin çoğunu konuşamadan hızla çıkıyorum hayran olduğum bu bilge yazarın evinden.” Bu olaydan sonra bir daha Karasu’yu aramaya cesaret edememiş Ferhan Şensoy. Tanıştıkları bu görüşme aynı zamanda son görüşmeleri olmuş, “Sevilmek” adlı oyunun sahnelenme planı da böylece suya düşmüş.
หลายเดือนก่อน +3
Adam eşcinselmiş galiba. Öyle anladım. Fazla tuhaf bir oyun olmuş. Kadının sürekli olarak acı çeken bir sesi var, cümlelerdeki kelime dizimleri de öyle. Müzikle ağırlığı azaltmak istemişler ama olmamış. Ya da müthiş bir duygusal çatışma var. Çok ağır bir oyun.
Katılıyorum yorumunuza, oyun bende de benzer bir intiba bıraktı başlangıçta. Murathan Mungan, Karasu hakkında: "Bilge eşcinseldi ve eşcinsel olmanın farklılığı ve tedirginliği aynı zamanda yazısını belirledi." şeklinde bir yorum yapmış yakın zaman önce. Sanırım bu oyunda da bunu görüyoruz biraz. Karasu öykülerinde bu tarz üçlü birlikteliklere sıkça rastlamak mümkün ve bu birlikteliklerde "kadın" genellikle iki erkek arasındaki ilişkiyi bozan, ilişkiye zarar veren üçüncü kişi olarak görünüyor. "Jean ve Gino’ya Mektuplar" adlı kitapta da bu ilişki biçiminden “birbirini sevmiş iki adam ve karısından oluşan üçgen” şeklinde bahsediyor Karasu.
olayları herkes kendi penceresinin açıklığına göre havalandırır dolayısı ile yazar da belki kendi özel hayatından katıştırma yapmıştır ama benzer bir çok hikaye eğitim amaçlı öğretilen derslerde de yeralır bilim dünyasında. yani sadece görünen ve her kesim seviyesindeki halkın anladığının ötesinde de eseri değerlendirir isek. iç 3 ses den ibaret bir dünya da düşünebiliriz
MDP-3 (multiple personality disorder) yani 3. faz çoklu kişilik bozukluğundan muzdarip bir karekterin kısa hikayesi. kimi avrupa üniversitlerinde ilk yıllarda örnek vakalar olarak çokca benzer hikayeler işlenir derslerde. özellikle fransızca bir tane vardı ingilizce kaynaklardan da okuyabilirsiniz benzerlerini. neyse sonuçta artistik yetenekleri olan ve uçlarda yaşayan sanatçı dehalarda görülür. Salvador Dali, Picasso, Da Vinci, Michael Jackson, Oscar wilde gibi yazar ressam müzisyen filan çok kurbanı vardır. Çoğunlukla tedavisi olmayan ama normal hayata adabete olabilenlar 3. faza kadar çıkar evreler arası geri dönüşleri de mümkündür. neyse bu kişilikler arasında genç yaşlı olgun deli kadın erkek eşcinsel biseksüel gibi tezat yansımaların görülmesi de şaşırılacak bir durum değildir. çatışma ve denge arasında bir ömür harcarlar. imtihan dünyası kim kimi kınarsa veya daha içinden çıkılmayacak sürüklenmelere iterse illa ki kendisi de yaşamadan ölmez. bu hikaye pskodram degil aynı zamanda gerçek kesit olarak da nitelendirilebilir bu yüzden çok başarılı ve yalın bir hikayedir. eğitim kültür seviyesine göre ilgi görür ve begenilir.
Radyo oyununu görür görmez, Ferhan Şensoy'un tiyatrosunda da anlattığı, Bilge Karasu ile bir anısı aklıma geldi :)
Ferhan Şensoy, bir dönem Bilge Karasu’nun "Sevilmek" adlı metnini sahnelemeyi çok istemiş. Bunun iznini almak için Bilge Karasu’nun evine gidişini ve Karasu’nun kedisiyle ilgili bir anısını 1998 tarihli Falınızda Rönesans Var’ın "Senin Kedini Niye Ben Seviyorum?" başlıklı yazısında şöyle anlatmış:
“Evde esas çocuk bir kedi. Kitapların üstüne kurulmuş, zart oradan kalkıyor, gidiyor bir koltuğa yan gelip yatıyor. Karasu ona ismiyle hitap ediyor, konuşuyor. O evde ikisi yalnız yaşıyorlar. Yazar, kediye ev arkadaşı gibi davranıyor. Yazarın ev arkadaşı bacaklarımın arasında dolaşıyor. Bilge Karasu ile ilk görüşmem. Heyecanlıyım. Konuştuğumuz şeyler bence çok önemli. Bir ara, o sırada benim için hiç önemi olmayan o kedinin ayağına basıyorum. Kedi ciyaklıyor. Birden yerinden fırlıyor Karasu, kediyi kucağına alıyor. Franz Kafka tarafından yazılmalık bir sahne. Yaralandı mı? Hastaneye mi götürsek? Kedibülans mı çağırsak? Tedirgin oluyor, lafı uzatmadan izin istiyor, konuşmayı düşündüklerimin çoğunu konuşamadan hızla çıkıyorum hayran olduğum bu bilge yazarın evinden.”
Bu olaydan sonra bir daha Karasu’yu aramaya cesaret edememiş Ferhan Şensoy. Tanıştıkları bu görüşme aynı zamanda son görüşmeleri olmuş, “Sevilmek” adlı oyunun sahnelenme planı da böylece suya düşmüş.
Adam eşcinselmiş galiba. Öyle anladım. Fazla tuhaf bir oyun olmuş. Kadının sürekli olarak acı çeken bir sesi var, cümlelerdeki kelime dizimleri de öyle. Müzikle ağırlığı azaltmak istemişler ama olmamış. Ya da müthiş bir duygusal çatışma var. Çok ağır bir oyun.
Katılıyorum yorumunuza, oyun bende de benzer bir intiba bıraktı başlangıçta. Murathan Mungan, Karasu hakkında: "Bilge eşcinseldi ve eşcinsel olmanın farklılığı ve tedirginliği aynı zamanda yazısını belirledi." şeklinde bir yorum yapmış yakın zaman önce. Sanırım bu oyunda da bunu görüyoruz biraz. Karasu öykülerinde bu tarz üçlü birlikteliklere sıkça rastlamak mümkün ve bu birlikteliklerde "kadın" genellikle iki erkek arasındaki ilişkiyi bozan, ilişkiye zarar veren üçüncü kişi olarak görünüyor. "Jean ve Gino’ya Mektuplar" adlı kitapta da bu ilişki biçiminden “birbirini sevmiş iki adam ve karısından oluşan üçgen” şeklinde bahsediyor Karasu.
olayları herkes kendi penceresinin açıklığına göre havalandırır dolayısı ile yazar da belki kendi özel hayatından katıştırma yapmıştır ama benzer bir çok hikaye eğitim amaçlı öğretilen derslerde de yeralır bilim dünyasında. yani sadece görünen ve her kesim seviyesindeki halkın anladığının ötesinde de eseri değerlendirir isek.
iç 3 ses den ibaret bir dünya da düşünebiliriz
MDP-3 (multiple personality disorder) yani 3. faz çoklu kişilik bozukluğundan muzdarip bir karekterin kısa hikayesi. kimi avrupa üniversitlerinde ilk yıllarda örnek vakalar olarak çokca benzer hikayeler işlenir derslerde. özellikle fransızca bir tane vardı ingilizce kaynaklardan da okuyabilirsiniz benzerlerini.
neyse sonuçta artistik yetenekleri olan ve uçlarda yaşayan sanatçı dehalarda görülür. Salvador Dali, Picasso, Da Vinci, Michael Jackson, Oscar wilde gibi yazar ressam müzisyen filan çok kurbanı vardır.
Çoğunlukla tedavisi olmayan ama normal hayata adabete olabilenlar 3. faza kadar çıkar evreler arası geri dönüşleri de mümkündür.
neyse bu kişilikler arasında genç yaşlı olgun deli kadın erkek eşcinsel biseksüel gibi tezat yansımaların görülmesi de şaşırılacak bir durum değildir. çatışma ve denge arasında bir ömür harcarlar. imtihan dünyası kim kimi kınarsa veya daha içinden çıkılmayacak sürüklenmelere iterse illa ki kendisi de yaşamadan ölmez.
bu hikaye pskodram degil aynı zamanda gerçek kesit olarak da nitelendirilebilir bu yüzden çok başarılı ve yalın bir hikayedir. eğitim kültür seviyesine göre ilgi görür ve begenilir.
anlayamadım belki konsantre olamadım aşırı psikolojik geldi
İlginç