Ne kadar teşekkür etsem azdır. Konu çok geniş ama meselelere nasıl bakmamız gerektiğinin izahı mükemmel olmuş. Ayrıca şahitlik meselesinin açıklanmasıyla aydınlanmış hissettim. Ama lütfen ve lütfen rica ediyorum bu konuları yani "Kadın" konusunu daha fazla konuşun anlatılsın ve dinleyelim. Devamını dört gözle bekliyorum. Size açık yüreklilikle sorduğunuz sorular için, Ahmet Beye de cesaretle, ileri görüşlülükle ve tabiki engin ilmiyle verdiği yanıtlar için sonsuz teşekkürler. Sizin gibi güzel insanların sayısının artması ümidiyle..
Sevgi Hanım öncelikle Fıkıh uzmanı Dr. Ahmet Kurucan beyi konuk aldığınız için teşekkürler. Ahmet beyin konuyu konseptine göre ele alış metodoloji ve bakış açısı ile muğlak meselelerin anlaşılmasına vesile olmanız çok önemli..Emeğinize bereket. Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Sevgi kızım Gerçekten bu konularda konuşabilecek gerçek bir uzmanı çıkarıp bu konuyu da Güzel bir bakış açısı ile insan aydınlattığınız için size sonsuz teşekkürler
Sevgi hnm cok teşekkrler çok ama çok hayati bir konu ,çok farklı bir dönem yaşıyoruz gençlerin sorgulamaları ve sorunlarına nasl tatminkar cevaplar verip onlara nasıl el uzatacağımızı bilemiyor ve çaresiz kalıyoruz.Onlarda bunun farkında ve bu çaresizliğmizn bilgiszliğimzin sebebi de malesef islam ve kurana kesiliyor.Medenilere galebe ikna iledir yani ben bunu bilgi ilim teknoloji ve şu an çağın gerektirdiği pozitf bilimin bütünyle açıklanması gerektiği şeklinde anlıyorm ,dolayısyla gençlerimize ve hepimize bu konuda eğitici aydınlatıcı programlr hayati bir önem arzediyor ve açıkcası sizin gibi değerli bir gazeteciden bekliyoruz ,sevgiler ,saygılar ve bol şans💐
Bravo bravo bravo Ahmed Bey. Iyiki varsiniz. Aglayasim geliyor. Su anlattiginiz sahitlik meselesi o kadar nefistiki. Beynimden vurulmus gibi oldum. Kurana tarihi perspektiften bakip onun evrenselligi ile nasil bagdastigini anladim sonundaa.
Ahmet beyin ilmi takdire şayan vukufiyeti muazzam AMA 25.dakikada mesele haka muğlak.Kadının en büyük problemi şahitlik değil ki bugün böyle bir problem yok hatta.En büyük problem tesettür/kıyafet ve çalışma hayatındaki yeri ile ilgili.Ve tabi evlilikte eşe itaat. Açık ve net bir cevap bulamadım Sevgi hanım bu konuyu ele aldığınız için teşekkürler
Sevgi Hanım, aylarca kafamı meşgul eden,birilerine sormaktan çekindiğim soruları sorarak zihnimin rahatlamasina vesile oldunuz.Teşekkür ederiz.Belki daha sonra daha organize, soruları önceden de belirlenmiş programlar organize edebilirsiniz...
Sevgi hanım, böyle bir programı düzenlemiş olmanızdan dolayı sizlere çok teşekkür ediyorum. Benimde merak etmiş olduğum soruların cevabını burada öğrenmiş oldum. Çalışmalarınız da başarılar dilerim.
Teşekkürler! Sevgi hanım çok yakın bir zamanda bir arkadaşım ile şahitlik konusunda münazara yapmıştım. Üzerine bu söyleşi çok iyi oldu. Ahmet Kurucan abi her zaman meseleleri farklı buudlarıyla ele alan bir ilahiyatçı. Teşekkürler tekrar.
Henüz başlarını dinleyebildim kalan kısmı gün içerisinde dinleyebileceğim ama hocaya şu noktada katılıyorum, kadına dair meseleleri keşke kadınlar konuşabilse yani böylesine yetişmiş kadınlar olsa. Gerçi muhakkak çok değerli yetişmiş kadınlar vardır (benim takip ettiklerim de var) ama biz ocu bucu diye ayrıştığımız için kendimizden olmayanı kaale bile alıp dinlemeyiz ne yazık ki. (Kurucan hocayı uzun bir aradan sonra dinledim "Henüz 1. Bölümü ama", at gözlüksüz bir hoca dinlemek ümit verici, değişim sancılı da olsa olmak zorunda, herkes için ama özellikle yeni nesiller için)
@@fatmabascetinkol3599 Merhaba her alandan kadın âlimeleri takip ediyorum aslında (şair, yazar, dr vs) yerli yabancı olmaları da fark etmiyor. Aslında kadın erkek ayrımı da yapmak istememekle birlikte, kadına dair sıkıntıları yaşayanların bizzat kadınlar olmaları hasebiyle keşke kadınlar konuşabilse, donanımlı kadınlarımız olabilse dedim. İslami kimlikleriyle öne çıkanlardan ise Nur Artıran, Cemalnur Sargut, Beyza Bilgin... gibi isimleri takip ettiğimi söyleyebilirim (ilk aklıma gelenler bunlar ve artık kimseyi fanatik bir şekilde takip etmiyorum Sevgi Akarcesme hariç 😃)
Neden bu durumdayiz? Guzel bir soru. El cevap; 1/bu tartismalari 20 yil once yapsak bize sapik derlerdi, yapamazdik, 2/bu tartismalari tarih icinde yapanlarin kelleleri gitti, 3/bu tartismalara “devlet” ve ulemasi izin vermezdi.
İyi niyetlerle soru ve cevaplar verildiğinden eminim ama "update" kelimesi kitabı anlama, uyma, yaşama değil de kitabına uydurma şeklinde anlaşılma riski var. Her devrin şeriatı peygamberler ile, kitaplar ile update edildi zaten(ki bizimki son sürüm, yeni versiyonlara kapalı). Bunu zamanın idrakine, izanına, diline göre izah dersek daha doğru olur diye düşünüyorum.
Sorular net olursa, cevaplar da net ve kısa olur; bunun anlaşılması da kolay olur. Öteki türlü teorik konuşmalardan öte gitmiyor, fazla bir şey de anlaşılmıyor. Konuşmanın sonlarında Aysun kayaciya resmen hakvermis.
Eşitlik,aynı cins varlıklar için geçerlidir. Örneğin,iki kalemin uzunluğu eşittir veya iki taşın ağırlığı eşittir...gibi.denir. Fakat bir kalemin uzunluğu ile bir taşın ağırlığı eşittir denemez. Kısaca kadın ve erkek farklı cins olduğundan eşitlikten söz edilemez. Yani kadın ve erkek eşit değil,birbirini tamamlayan iki varlıktır. Bir arabada bujilerle tekerlekler,yada direksiyonla distrübitör eşit denebilir mi? Farklı görevleri,yapıları vardır,birbirlerini tamamlayıp bir sistem oluştururlar. Hiç birinin diğerinden üstünlüğü yoktur. Aynen kadın ve erkekte birbirini tamamlayan,bir sistemin iki öğesidir.Birinin eksikliği sistemi çalışmaz duruma getirir.
Konu daha çok litaratürde var olan terimler ve tarihi gelişim üzerinden açıklanmaya çalışılıyor. Bu dar perspektif konuyu anlatmaya yeteceğini düşünmüyorum. Bu arada modern hukuk adı ile algı zeminimize yerleştirilen metinlerinde daha tam olarak oluşumunu tamamladığı aşikar. Modern hukukun karar mekanizması olan adliye koridorları yığınla olumsuzluk içeren sosyoyolojik ve piskolojik kararlara sahip. Gelecekte modern hukuka baktığımız yer değiştiğinde o zamanda bugünü modern hukukun eleştiriyor olacağız. Onun içindir ki Ezeli olanın baktığı yerden durumu ele almak tüm pozitif ilim alanlarında doğru neticeler vercektir. Saygılarımla
Sevgi hanım “ne olacak bu kadının hali islama göre” diye soruyor, Dincinin cevabı “kem küm şey , yani Amerika’da yola çıkarsak, Afrika’da geçersek, denizlerin altına bakarsak, balıklarla konuşursak…. “
Kolay bir konu olan kadının şahitliği üzerinden bugün olması gerekeni konuştu hocamız Allah razı olsun ama daha çetrefilli konulara girmedi. Mesela “farz”olan başörtüsü konusuna nasıl bakacağız. O günün şartları ile bugünün şartları bir değil deyip bu farzı yok mu sayacağız. Asıl meseleye bir türlü gelmediniz Sevgi hanım. Bence bu konuda bir program daha yapılmalı. Ayrıca tarihselci yorumlara nasıl bakıyor hocamız bilmek isteriz .
farzsa Allah emretti diye bakacağız. Bunun dışında her bakış yanlış. Neden Allah emretti dersen de var olan hikmetlerini saymadan şunu desek bile gayet yeterli: "Biz onun mülküyüz. İstediğini yapma hakkına sahip!"
Harika bir program. Kraken bir seri halinde dinleyiciden gelen sorulari da diniflandirip sorsaniz daha interaktif olur. Uzunca bir programi konularina gore ayirip yayinlaya da bilirsiniz. Ahmet Bey’le daha cok gormek istiyorum. Guncel meselelerle ilgili. Tesekkurler
Bence şahitlik dahil kadınlarla ilgili butun meseleler Rabbimin kadına extra merhametini gösteriyor. Biz Rabbim sen boyle buyurduysan böyledir teslimiyetinde olursak Rabbim cok farklı güzellikler hissettiriyor o ayetlerde. Ben bir bayan olarak Islamda kendimi ozel degerli ve sevilmesi sefkat gösterilmesi saygi duyulmasi gereken yeri geldiğinde erkekten de cok daha üstün olan asil bir birey olarak hissediyorum. Hz Meryem filmini her izledigimde Rabbimin nazarında kadinin yerini ve ayrıcalığını görüyorum. Biz kendimizden emin olursak halimizden durusumuzdan bati da dogu da kadinin Islamdaki yerini anlamış olur. Bir diger fikrimde bu anlamasi zor görünen konularda batili yani dogu kulturunu hic yaşamamış sonradan İslamiyet'i anlayarak kabul etmis kadinlarin fikrini almak lazım. Bakis acilarini ve meselelere nasil baktiklarini detayli dinlemek lazım...
Ahmet hocama sormak istiyorum söylediğiniz ayetlerden sizin cikardiginiz hikmetler veya orjinal manalar haricinde,mana ve hikmetleri varsa bu yorumda ayetlerin mana ve hikmetlerini kisitlamis olmazmisiniz, mesela bugün mahkelerde yaşanan süreçte korku ve zulüm yüzünden insanlar iftira bile atarken böyle bu durumda kadının yaratilisindaki yaratılış olarak erkeğe göre daha sakin merhametli uysal çekingen cesaret olarak noksan olması gibi sizin söylediklerinize celismez mi
Meseleleri entellektüel bakış açısıyla yorumlayan değerli şahsiyet Ahmet Kurucan beyefendiyi kutluyorum. Onun gibi ilahiyat alimlerinin sayısının artmasını diliyorum
Bismillah Ne yapılırsa yapılsın, hangi dilin imkanlarını kullanılırsa kullanılsın Kur’an’a, ondaki anlamları eksiltmeden bir meal yazmanın imkânı yoktur. Bu durumun pratik yansımasını günümüz dünyasında çeşitli dillerde yapılmış bir meal incelemesinde rahatlıkla görmek mümkündür. Bırakın farklı iki dili, aynı dilde bile yapılan meallerin hiçbiri diğerini tutmamaktadır. Elimizde bulunan meallerin tamamı Kur’an’daki mananın ancak çok küçük bir bölümünü eksiltmeden Türkçeye geçirebilmişlerdir. Fakat sanıldığının aksine bu durumun oluşmasında meal yazarlarının metne sadakatsizliklerinin etkisi o kadar büyük değildir. Bir meal yazarı metne ne kadar sadık kalırsa kalsın karşısında hiçbir dilin içine sığamayacak kadar büyük bir dili kullanan bir metin vardır. Yeryüzünde Kur’an’daki dilin ayarında olabilecek başka bir dil bulmak imkansızdır. Kur’an’ın bu özelliği şu an konuştuğumuz Türkçe ile karşılaştırıldığında durum daha da vahim bir hal almaktadır. En basitinden, Kur’an’daki kelimelerin müzekker-müennes kullanımlarını Türkçeye olduğu gibi aktarmak mümkün değildir. Bu durum sadece müzekker müennes ayrımı olmayan Türkçe için geçerli bir şey değildir. Müzekker-müennes ayrımının olduğu diller için de aynı durum geçerlidir. Her kelimeyi farklı anlam katmanlarına sahip kalıplarla ifade eden bir dili, bu kalıpları hiç kullanmayan ve hatta hayal dahi edemeyen müzekker-müennes ayrımı olan bir dile mesela Rusçaya, İbraniceye, İngilizceye meal formatında nasıl aktarabilirsiniz ki? Kur’an, kendi diline hâkim olan gramer kurallarını bir insanın kuşatmaya güç yetiremeyeceği dakiklikte ve incelikte kullanmaktadır. Gramer kurallarını Kur’an kadar titiz kullanan ve asla istisna oluşturmayacak kadar kurallara bağlı kalan ikinci bir metin bulmanın imkânı yoktur. Kur’an, kullandığı dile hâkim olan tüm gramer kurallarını hem de muhteşem bir çelişkisizlik ile kullanmıştır. Öte yandan gramer çözümlemesi çok basit gibi görünen cümlelerindeki anlam derinliği bile akılları baştan alacak kadar zengindir. Kur’an’daki dili günümüz dünyasında konuşulan dillerden herhangi biri ile hakkını vererek övmek bile imkansızdır. Fakat tam da Kur’an’ın insanın takatının yetmeyeceği bir dili kullanması Kuranı anlamaya çalışan insanların kafasında şu sorunun oluşmasına sebep olmaktadır. İNSANLAR ANLASIN DİYE GÖNDERİLEN VE HATTA AHİRETTE İNSANLARIN ONA GÖRE HESABA ÇEKİLECEĞİ BİR KİTAP, NASIL OLUR DA ONA ULAŞMAYA İNSANIN TAKATININ YETMEYECEĞİ ÇOK ÜST DÜZEY BİR DİL KULLANIR? Sadece bu da değil. Tasarımı açısından Kur’an’a baktığımızda, varlık içinde konuları Kur’an kadar karmaşık ve tüm kitaba serpiştirilmiş şekilde anlatan başka bir kitap bulmak imkansızdır. Kur’an’daki bu tasarım insan aklının çalışma biçimi ile uyumlu değildir. Çünkü insan aklı herhangi bir şeyi başlangıç ve son olmadan tasavvur dünyasına sığdıramaz. Mesela ezeli ve ebedi olan Allah insan aklına sığan bir şey değildir. Kuran öyle parçalardan oluşmuştur ki hiçbir parçası ne baş olabilmektedir ne de son. Hangi sureyi başa koysanız baş olmamakta hangi sureyi sona koysanız son olmamaktadır. Üstelik sadece surelerde değil, surelerdeki konular da öyledir. Neredeyse Kur’an’’ın hiçbir konusu bir pasajda başlanılmış ve sonuca götürülmüş değildir. Basit bir konuda küçük bir araştırma yapmak bile insanı tüm Kuranı okumaya ve hatta çok titiz bir okumaya mecbur bırakmaktadır. Kur’an’ın tamamında sadece bir kere geçmiş bir kelimeyi anlamaya çalışsanız bile bu durum böyledir. Dahası, bir pasajda sadece bir konuyla bağlantılı olan hiçbir kelimesi yoktur. Her pasajın o pasajdaki her cümlenin o cümlelerdeki her kelimenin insanın ömrünün yetmeyeceği çeşitli anlam katmanları ve o katmanların Kur’an’daki diğer pasaj, cümle ve kelimelerle sayılamayacak kadar çok bağlantısı vardır. İşte bu durum her Kur’an araştırıcısının ve onu anlamaya çalışan her insanın kafasında “böylesine üst düzey olan bir kitap nasıl anlaşılacak?” sorusunun oluşmasına neden olmaktadır. Allah’a inanan ve ona yaklaşmak için Kur’an’ı vesile edinmeye çalışan insanların ondaki bu ulaşılamaz ve kuşatılamaz seviye karşısında kendilerini aciz hissettikleri muhakkaktır. Bu zor duruma bir de bizim konuştuğumuz dillerin yetersizliği ve tarih boyunca sistemler tarafından iğdiş edilmiş akıllarımızı eklediğimizde tam bir karamsarlık ve hüzün bulutu üzerimize çökmektedir. NE YAPACAĞIZ? Kendimizi parçalasak bile, insan türünün elindeki tüm imkanları kullansak bile kuşatamayacağımız bir kitabı hayatımızın ve tabi ki de aklımızın temeline koymak için ne yapacağız? Elbette ki yine Kur’an’a sarılıp onun bizim bu durumumuza nasıl bir açıklama getirdiğini bulmaya çalışacağız Kur’an kendisini “kitap, zikir, hadi, hablullah, urvetul vuska, ehsanul hadis, rüşd” gibi çeşitli kelimelerle tanımlamıştır. Bu tanımlamaların hepsi derlenip toparlanarak başka bir tanımın sıfati kelimeleri olmuşlardır. Kur’an kendisini SIRAT olarak da tanımlamıştır ve Kur’an hakkındaki tanımlamaların tamamı bu SIRAT kelimesini tanımlamaktadır. Malum olduğu üzere SIRAT kelimesinin en yalın anlamı YOL demektir. İşte Kur’an ile ilgili tüm tanımlamalar bu yol üzerinde anlamını bulmak zorundadır. Kur’an bir menzil yani insan türünün son durağı değildir. Tam tersi son durağa giden bir yoldur. O halde Kur’an’ı anlamaya çalışan her kişi her şeyden önce YOLDA olduğunu bilmek zorundadır. O yolun üstüne kurulup oturmak, o yolda yerleşilecek bir mekân edinmek, o yolun üstüne bir koltuk koyup ona kurulmak ne gariptir ki İBLİS’in söylemidir. (Araf 7/16) قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ DEDİ Kİ; BENİ GAVAYA DÜŞÜRMENE KARŞILIK BEN DE ONLAR İÇİN SENİN DOSDOĞRU YOLUNA OTURACAĞIM Hiç şüphesiz ki Yüce Allah’ın dosdoğru yolu Kur’an’dan başkası değildir. İblisin ‘sırati müstakime’ oturması ve devam eden ayetten oturduğu yerden sağdan, soldan, arkadan, önden yanaşması her şeyden önce Kur’an’ı bir yol olmaktan çıkarıp o yol üzerinde mesken edinmeyi gerektirir. Yani yolda yürümeyi bırakmayı gerektirir. Kur’an’ın yanına bir şey koyarak onu başvurulacak bilgi kaynağı olarak görmek ya da bu eklentileri Kur’an’ı açıklayan bir bilgi kaynağı olarak görmek, Kuranı tüketmek anlamındadır. Yani YOL TÜKENDİ demektir. Kur’an’ın yolu insan ömrünün ve dahi İNSANLIĞIN ömrünün içinde kısacık bir yol değildir. Bu yol zamanın tükettiği, yürüyerek bitirilen, yaşanarak tükenen bir yol değildir. AMA HER NE OLURSA OLSUN ASLA UNUTULMAMALIDIR Kİ KURAN BİR YOLDUR VE YOLDA ASIL OLAN ŞEY SONUÇ DEĞİL SÜREÇTİR Kuran kelimesinin anlamının OKUMA YOLUYLA ÖĞRENİLEN VE ÖĞRETİLEN ÖĞRETİ anlamına geldiğini daha önce birçok kereler gündeme getirmiştik. Öğreti denilen şeyin tükenmesi ARTIK ÖĞRETECEK BİR ŞEYİ KALMADI anlamına gelmektedir. Yani YOL BİTTİ demektir. İnsan elinden çıkmış öğretilerin tamamın hedefi, insanı muhtaçsız (müstağni) hale getirmek içindir. Fakat Yüce Allah’ın öğretisi ÖĞRENDİKÇE İNSANIN ALLAHA İHTİYACINI ÇOĞALTAN BİR ÖĞRETİDİR. Öğrendikçe insanın ne kadar da mukayyed bir varlık olduğunu öğreten bir öğretidir. Kur’an, sonsuz mutlak olan varlık ile sonsuz mukayyed insan arasındaki bir yoldur. Bu yolda yürüyen her mukayyed insan, mutlak olana olan bağımlılığını artırarak yürür. Değilse zaten bu yolda yürümenin anlamı yoktur…Kuran eksik ve kusurlu yaratılan insanı gün be gün mükemmel yaparak onu kusursuzluğa ve eksiksizliğe götüren bir kitap değildir. Hiçbir insan Kuran okuyarak KUSURU VE İHTİYACI OLMAYAN BİR İLAHA DÖNÜŞMEYECEKTİR. BU YOLDA AMAÇ KUSURSUZ OLMAK DEĞİLDİR. BU YOLDA AMAÇ YOLDA OLMAK, YOLDA KALMAKTIR. Herhangi bir meseleyi Kur’an’dan anlamaya çalışan herhangi bir insan bilmelidir ki o konuda sonuca gitmesi asla bir son değildir. İnsan için SON demek her şeyin bitmesi demektir. Oysa bu yolun sonunda her şeyi bitiren bir son değil SONSUZLUK vardır. Sonsuzluk yoluna çıkmış biri için SON diye bir şeyin olması mümkün müdür? Eğer bir son varsa işte orası İBLİSİN BU YOL ÜZERİNE ATTIĞI KOLTUĞUNUN KENARIDIR. Kur’an kuşatılamaz bir kitaptır ve bu muhakkaktır ama Kuran ÖĞRENİLEMEZ ve ÖĞRENİLEREK BİTİRİLEBİLEN BİR KİTAP DEĞİLDİR Kuran öğrenen biri bilmelidir ki BİR YOLDADIR. Yine Kuran öğrenen biri bilmelidir ki ÖĞRENME SÜRECİ BU YOLUN ESASIDIR. Kur’an öğrenen biri bilmelidir ki bu yol menzil değil MENZİLE GÖTÜREN BİR ARAÇTIR. O menzil neresi mi? İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN. İşte burasıdır… VESSELAM Ramazan DEMİR
Yazılan tüm tefsirler birinin belli bir yere kadar getirdiği araştırmayı kaldığı yerden devam ettirerek yapılandırılan bir temel üzerine değil ‘diğerlerinin yanlış, kendisinin doğru’ olduğu zannıyla yapılandırılan bir temel üzerine binâ edilmiştir. Yani her tefsir müellifi en doğru tefsir olma iddiası ile tefsirini yazdığı için Kur’an hakkında biri diğerini nakzeden birçok tefsir ortaya çıkmıştır. Hem geçmişte hem de günümüzde insanların büyük çoğunluğu İslâm’a dâir inançlarını direkt olarak Kur’an’dan değil biri diğerini nakzeden böyle tefsirler üzerinden edinmiştir. Bu tefsirlerin tamamı uzlaştırılması mümkün olmayacak şekilde biri diğerini nakzedecek neticelere ulaşmış olsa da yöntem (usûl) olarak hepsi birbirinin aynısıdır denebilir. Bütün tefsirlerin ana yapısını oluşturan şey kelimelere anlam belirlemede de vazgeçilmez kabul edilen rivâyetlerdir. Hatta öyle ki tamamen birbirine zıt olan görüşlerin temelinde bile aynı rivâyetler vardır. Yani her konuda ihtilâf eden tefsirciler Kur’an’ın rivâyet üzerinden anlaşılması gerektiği husûsunda tam bir ittifak hâlindedirler. İster rivâyet temelli ister dirâyet temelli olsun tefsirler dâima rivâyetler merkeze alınarak hazırlanmıştır. Başlangıcı çok eskilere dayansa da çok da uzak olmayan bir geçmişte başlayan Kur’an’a meâl yazma geleneğinde de durum tıpkı tefsirlerde olduğu gibidir. Meâl müelliflerinin her biri de en doğru meâli yazma iddiası ile eline kalemi almış, sonuçta yine biri diğerini nakzeden binlerce meâl ortaya çıkmıştır. Sadece Türkçe yazılan meâl sayısının üç yüz elliye yakın olduğunu göz önüne aldığımızda diğer dillerdeki meâllerin sayısının ne kadar çok olabileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir. Tüm meâller ve tefsirler “Kur’an’ın daha iyi ve daha doğru anlaşılmasına hizmet etmek” iddiası ile kaleme alınmıştır. Böylesine güzel bir iddia üzerinden hareket edilmiş olunsa bile sonuçta âyetler üzerine biri diğerinden farklı şey söyleyen onlarca hatta yüzlerce meâl ve tefsir ortaya çıkmıştır. Bu da Kur’an’ı meâller ve tefsirler üzerinden anlamaya çalışan sıradan insanın onu hakkıyla anlamaya gücünü yetiremediği ve birçok seçenek arasından hangisinin daha doğru olduğuna karar vermek zorunda kaldığı zor bir süreci yaşatmıştır.R.Demir
Mesela; Zariyat suresinde kainatın genişletilmesinden bahsedilir. Eski tefsirlerde,gönül genişliği,rızık genişlği...gibi tefsir edilirken,1930 larda hubbel ile kainatın kızılötesine kaydığı ve gerçektende genişleyip galaksilerin birbirinden uzaklaştığı keşfedildi. O tarihten sonra yazılan tefsirler ise konuyu bu çerçevede değerlendirdiler. Eğer bu konuda ileride başka buluşlar olursa,tefsirlerde ona göre yazılır. Yani”Dünya ihtiyarladıkça,Kur’an gençleşiyor” denebilir.
1-Noktasız ve harekesiz metni, noktalayıp harekelerken yapılan nokta ve hareke tercihlerinin (iştikak) gramer ve Kuran öncelenerek değil, sadece rivayet öncelenerek yapılması. 2- Noktalı ve harekeli hale gelen kıraatlerdeki kelimelerin İSNADININ Kurandan değil rivayetler ve israiliyat öncelenerek yapılması. Bu isnadların yanlış olduğu apaçık ortada olmasına rağmen devreye giren müfessirlerin Kuranın hilafına akla hayale gelmeyecek yorumlar yaparak yanlış isnadlara insanları ikna etmeye çabalamaları. 3- Kurandaki cümlelerde bulunan kelimelerin İRAB isnadlarının arkasında da rivayet ve İsrailiyatın olması sadece anlam olarak değil. aynı zamanda gramer açısından da çeşitli hataların ortaya çıkmasına sebep olması ve bunları görmelerine rağmen müfessirlerin İRAB hatalarını gidermek için kelimelerin cümle içindeki konumlarına aykırı olarak konuyu tefsir etmeleri. 4- Meal yazarlarının ise bu şekilde oluşarak gelmiş geleneği Kuranın anlaşılmasında en temel kriter olarak almaları ve kelimelere gramere göre değilde geleneğin anlattığı hikayelere göre anlam tercihlerinde bulunmaları. 5- Meal yazarlarının noktalı ve harekeli asım kıraatine dahi sadık kalmamaları. 6- Her ne olursa olsun Kuranı anlamaya çalışanların ayetlerin ne dediğini değil de kafalardaki anlamların kurandaki karşılıklarını bulmaya çalışmaları ve bulamadıkları zamanda da yorum yaparak kelimeleri ve konuları kendi kafalarındakini onaylayacak hale getirmeleri BİR ÖRNEK VERECEK OLURSAK (Muhammed 47/29) اَمْ ح ِس َبْ الَّ ۪ذي َنْ ۪في قُلُوبهمْ مرضْ ْاَنْ لَنْ ُيخرجْ ٰاللّْ اَضغَانَهمْ ََََُُِِِ Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, içlerindeki kini Allah'ın ortaya çıkarmayacağını mı sanıyorlar?/Sül.Vkf. Meali Bu meal yazarı ayette geçen ْاَضغَانَ ُهم kelimesine KİN anlamını tercih etmiştir Kelimenin sözlük manalarında kin anlamı vardır. Fakat kelimenin tek anlamı bu değildir. KİN DUYMAK, NEFRET ETMEK, YÖNELMEK, MEYLETMEK, EĞRİLMEK, YAMULMAK anlamları da vardır. Meal yazarı bu anlamlar içinden KİN anlamını tercih etmiştir..Oysa ayetin öncesinde bahse konu olan kişiler bir İSMİ MEVSUL ve bir de SILA cümlesi ile tanıtılmaktadır. "ELLEZİNE Fİ KULUBİHİM MERADUN" Arapça bilenler bu cümlede geçen MERADUN kelimesinin MÜPTEDA, öncesinde gelen Fİ KULUBİHİM kelimesinin ise haber olduğunu kolayca anlayabilirler, yani SILA cümlesinde TAKDİM-TEHİR vardır. Cümle bu haliyle şu şekilde anlamlandırılmalıdır; ONLAR Kİ, HASTALIK, KALPLERİNİN İÇİNDEDİR Cümledeki virgüllerin konulduğu yer çok çok önemlidir ona dikkat edilmesi gerekmektedir Eğer daha basit bir şekilde "kelime meali" değil de, söylenen sözü anlam olarak TÜRKÇEYE aktaracak olursak şu şekilde olması gerekmektedir; HASTALIKLARI KALPLERİNDE OLANLAR Bu cümlede geçen KALB kelimesinin Türkçedeki kullanımı ile Kurandaki kullanımı asla aynı değildir. Türkçedeki KALB kelimesi bir organdır, oysa Kurandaki KALB kelimesi DÜŞÜNME MERKEZİ, ANLAMA MERKEZİ, BİLME MERKEZİ'dir. Kuranda hangi bağlamda geçerse geçsin, kime isnad edilirse edilsin KALB kötülenmez. Kalb üzerinden kötülenenler sahip oldukları KALBİ kullanmadıkları, temiz tutmadıkları, doğru yönledirmedikleri, onunla anlamadıkları için kınanırlar. Yani kalp kötü değildir. Anlamaya çalıştığımız ayette de kalb değil, kalbin hastalanması kınanmıştır. Yani kalpleri hastadır. Hastalık ister maddi ister manevi olsun insan türünün CEVHERİNDE yani özünde olmayan bir şeydir yani ARAZDIR, sonradan bulaşan sonradan edinilen bir şeydir. Kalbin hastalanması ise, fıtratta çalışma şekilleri konulmuş doğru düşünme kabiliyetinin çeşitli sebeplerle tam işlevini yerine getirememesidir. Kalbin hastalanması içtedir. Dıştan bakıldığında kimin anlayışında yanlışlık, hastalık olduğu anlaşılamaz. KİN, kalpteki hastalığın SEMPTOMLARINDAN biridir. Bu semptomlardan bir tanesinin açığa çıkması semptomların hastalık olarak görülmesi anlamına gelmeyecektir. Ayetin en sonunda gelen ْاَضغَانَ ُهم bu kelimeye, ayetin öncesi dikkate alınarak mana verilseydi, tercih edilecek mananın şu şekilde olması hem gramere hem anlatılmak istenen konuya hem de hastalık ve semptomları ilişkisine daha uygun hale gelirdi; YOKSA HASTALIKLARI KALPLERİNDE OLANLAR, ALLAHIN ONLARIN HASTALIKLARINI ASLA ORTAYA ÇIKARMAYACAĞINI MI SANDILAR Kalbinde hastalık olanların hastalıklarından kaynaklanan semptomlardan sadece birini açığa çıkarmak TEŞHİS olmayacaktır. AMA hastalığın bizzat kendisini açığa çıkarmak TAM BİR TEŞHİS olacaktır. Bu teşhis hem hastanın kendisi hem de hastalığın bulaşma ihtimali olan diğer insanlar için doğru tavırlar takınmasını sağlayacaktır. Yoksa kalbinde hastalık olanlar kin duymaktan vazgeçseler hastalıktan kurtulmuş olmayacaklardır. O hastalık sadece kin üretmemektedir. O hastalık doğru düşünme kabiliyetini her konuda hastalıklı hale getirmektedir. Yani kalbi hastalanan kişinin sadece KİN duyması değil, sevmesi, umut etmesi, korkması ve diğer herşeyi de hastalıklıdır. Küçücük bir ayrıntı bile dikkat edilmemesi durumunda, ayetin sözünü söylediği yüksek seviyeyi kaybetmesine neden olmaktadır. Kişinin kini hastalık sebebi değil, hastalığı kininin sebebidir. Bugün yeryüzünde kindar olmadığı halde kalbi hastalıklı milyonlarca insan bulunmaktadır. Eğer ayeti SV mealinin dediği gibi anlarsak KALB HASTALIĞI değil, KİN ön plana çıkar Buna içinde yaşadığımız COVİD 19 salgını en güzel örnektir. Hastalık yayan virüsü yok etmedikten sonra istediğiniz kadar hasta tedavi edin bu virüs yine yayılacaktır. COVİD 19 a yakalanan bir hastanın gösterdiği semptomlar hastalığından dolaydır, hastalığın kendisi değildir. Nitekim aynı virüs kimine ağır travmalar yaşatırken kimi daha hafif travmalar göstermektedir. Semptom göstermeyen bile vardır. Semptom göstermeyen yok sayılırsa hiçbir zaman hastalığın önü alınmaz. İşte ayette anlatılan konu da buna benzemektedir. Hastalığın semptomu kiminde kin olur, kiminde kıskançlık kiminde başka bir şey...Kalbin bunlardan ari olması için hastalığın teşhisi gerekmektedir.
Ahmet abinin yorumlamaları makul gibi ama biraz daha düşünmek lazım. Benim anladığım kadarıyla Kur'anı Kerîm kadın ve erkeği insanlik noktasında eşit tutsa da haklar ve sorumluluklar noktasında eşit görmüyor. Çünkü Allah adili mutlaktir. Onun katinda kimseye milim zulmedilmez. Peygamberler de peygamberlik noktasinda eşitler fakat sorumluluk ve mesuliyet noktasinda birbirlerine eşit degiller aralarinda tafdil söz konusu. Allah kimseden vermediği bir seyi istemez. Yetki verirse sorumluluk verir. Yetki vermezse muaf tutar. Dini meseleleri günümüzün anlayışlarına kıyas etmek bence doğru değil. Günümüzle kiyas edersek Kur'anı donuklastiririz. Ama Kur'an 100 sene sonrasina da hitap ediyor 300 sene sonrasına da. Yoksa günümüze göre karar verenler 10 sene sonra mahcup olabilirler. Kur'anı Kerim'i günümüzün gelişmisligine (geri kalmışlığına) yalancı şahit tutmuş olurlar. Şuna inanmak lazım Kur'anı Kerîm ezelidir hükmü her zaman geçerlidir. Nihai noktadır. Bizim bilim dediğimiz medeni gelişmişlik dediğimiz terakki henuz gelişmekte olan yanlışlarla dolu bir birikimdir.
Sevgi Hanım, bu islamcılarda hiç bir zaman direkt cevap alamazsınız. Oysa cevaplar çok nettir. Kitapta yazılanı kıvırmadan söyleseler kimse dinda kalmaz. Kitapta kadını döv diyor, 1400 yıl böyle anlaşılmış be uygulanmış.
İçtihat hangi mevzuda yapılır. Mesela İslam'da Hz. Muhammet'in son peygamber olarak gönderildiği bildiriliyor. Üzerinden 14 asır geçmiş. İçtihat ile bunu değiştirelim denebilir mi? Din iman meselesidir. İmanı olmayanla bunları konuşmak, basket maçını futbol hakemi ile yönetmek gibi olur...
Onemli olan sahitlik onu anladikta, niye iki kadinin sahitligi 1 erkegin sahitligine denk geliyor?? Bir cuval laf etti, sonucta Kuran`da yazandan farkli bir sey soylemedi.
@@sevgistanbul profesör dr Mustafa Öztürk ilahiyatçı yazar. Sorularınıza daha tatmin edici cevaplar bulacağınıza eminim. İslamcı mahalleden afaroz edildi. Şimdilerde Almanya’da konuk akademisyen olarak dersler veriyor. Kendimi dindar bir müslüman olarak tanımlıyorum. Ve size şunu söylemek isterim: bana göre Cenab-ı Allah’ın biz kullarından istedikleri toplasan 1 (bir) sayfayı geçmez bilemedin iki sayfa. Ahmet Kurucan’ın da ucundan değindiği gibi Kur’an-ı Kerim indiği toplumla diyalog halinde inmiştir. Ve indiği toplumun gerçeklerinden uzak değildir. Siz sordunuz ama tam cevabını alamadınız. Kur’an bugün nazil olsa temel kaideler aynı kalmakla birlikte bambaşka bir Kur’an nazil olurdu. Uzattım farkındayım ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Benim gözlemim genel hatlarıyla müslümanların Kur’an’a yaklaşımı iki şekilde. Bir grup Kur’an her harf her kelime ve her hükmüyle kıyamete kadar günceldir. Her toplumun ihtiyacını karşılar derken. Bir grup ise hayır Allah’ın kullarından istediği bellidir. Onun haricinde olanlar o günkü Arap toplumunu yansıtır demekteler. Bu ikinci gruba ‘tarihselciler’ de denmekte. Yorum kısmında ancak bu kadar yazabildim. Birgün yüz yüze gelebilirsek daha uzun anlatırım 😄 Not: ilk gruptakilerde genelde selefi olarak anılıyorlar. Hani şu asıp kesen kafa koparanlar
Teşekkürler. Bu dediğiniz şahsı hatırladım. Yalnız rejimin 'fetö' söylemine destek vermişti yanılmıyorsam. Benim için bu etiketi kullanan kimsenin kredibilitesi yok maalesef.
@@sevgistanbul sevgi hanım, hemen hemen aynı yaştayız ben 78 liyim. Benim sizi dinliyor takip ediyor olmam sizin her dediğinizi filtresiz bir şekilde kabul edip inanmamı gerektirmez. Herhangi bir konuda ters düşmemiz sizi tamamiyle kötü güvenilmez yapmaz. Maalesef bunu bu hayatın sillesini yiye yiye öğrendim. Bu saatten sonra peygamber gelmeyeceğine göre artık kimseyi filtresiz bir şekilde gönül dünyama sokmam. Her dediğini doğru kabul edip uygulamam! Maymun gözünü açtı yani! Şunu diyorum : Mustafa Öztürk veya bir başkası bazen doğru bazen eğri konuşabilir ben onun her dediğini doğru kabul etmek zorunda değilim. Bir insanla bazı konularda ters düşmem onun bütün düşüncelerini tu kaka yapmaz. Naçizane böyle düşünüyorum. Mustafa Öztürk fetö derken yüzbinlerce insanın yok yere işlerinden atılmasını kastediyor ve apaçık zulmü destekliyorsa bunu kabul etmem mümkün değil. Ancak fetö derken Ahmet Dönmez’in uzuuun uzun anlattığı cemaat içindeki, devletle veya hükümetle çarpışan bir kliği kastediyorsa, Mustafa Öztürk’ten pek farklı düşünmüyorum.
@@sevgistanbul Ahhh Sevgi Hanım ahhh! İsmail Mesut Sezgin var mesela. Videontr diye kanalı var. İngiltere de yaşayan bir akademisyen. En son videolarından biri ‘cemaatin düşman algısı’ onu izlemedi iseniz mutlaka izleyin. MÜKEMMEL bir şekilde yıllar içinde cemaatin değişimini anlatmış. Cemaat bir zamanlar cemaat iken yıllar içinde birileri tarafından başka bir şeye ‘dönüştürülmüş’ olabilir mi? Bunu bir düşünün bence
Batı dünyasında dininizin pratiklerine ait hiçbir şeyi savunmak zorunda değilsiniz.. bir hristiyan kendi dinine göre takva sahibi rahibeye sahip çıkıyorsa, siz de kendi dininizdeki takva sahiplerinin yaptıklarını "ben yapamıyorum ama doğrusu bu" demelisiniz bence...
Batı dünyasında değil kendi iç dünyamızda savunmuyoruz. Bizim başkasına bir şey savunmak gibi bir derdimiz yok. Dinimizin biz kadınlar için yaşanabilir, fıtrata uygun ve her kadına, her çocuğa ve her ailleye ve her insana huzur ve sevgi ve mutluluk vaadettiğine kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz...
Geçmiş videolara bakarsanız kadın konuklar göreceksiniz. İlk çağırmayın düşündüklerim hep kadındı, ama ya oyaladılar ya çıkmak istemediler. İsim vermeyeyim şimdi.
Pek çok sapkın fikrini de bildiğim için her yönüyle tavsiye ETMİYORUM ama size AHMED HULUSİ'nin hoşuma giden bir tespitini aktarmak istedim, bu konuya uygun: "Kuran'ın ruhunu anlamak lazım" diyor... Yani, maksadını, gayesini, temel mantığını... Ruhunu anladığımız zaman pek çok tartışmalı mesele aydınlanıyor Mesela; 4 eşlilik meselesi Kuran, TEK EŞLİ bir topluma nazil olup da, tek eşle yetinmenize gerek yok, 4'e kadar alın mı demiş?.. Yoksa, Kuran kadınların mal gibi alınıp satıldığı ve ONLARCA eşi olan kişilerin olduğu bir topluma nazil olup, sayıyı 4'e indirip, adalet için 1 eşliliği mi tavsiye etmiş? Buradan, aslında Kuran'ın RUHUNU anladığınızda, çok eşliliği özendirmediği ortaya çıkıyor Muhtemelen peygamber üzerinden örnek verecek kişiler çıkacaktır. Onlar da işin RUHUNU anlamak isterlerse şöyle düşünsünler; Hz Muhammed, ergenliğin erken başladığı sıcak bir memlekette, 25 yaşına kadar bekar yaşamış ve iffetli bir genç olarak parmakla gösterilen ahlâk abidesi bir insanmış... ve ilk evliliğini de genç bir kızla değil, kendisinden 15-16 yaş büyük Hz Hatice ile yapmış.. Hz Hatice 620 yılında vefat ettikten sonra Hz Muhammed diğer evliliklerini yapmış (çoğu politik ve stratejik nikah) yani 50'li yaşlarından sonra diğer evliliklerini yapmış... Köle/cariye meselesinde de Kuran'ın ruhuna bakıldığında durum netleşiyor; Kuran, hiç kölenin bulunmadığı bir topluma nazil olup da insanların köleleştirilmesine mi sebep olmuş? Yoksa zaten kölelik varmış da, Kuran önce bunlara zulmedilmesini engelleyen kurallar getirip, sonra azad edilmelerini teşvik edip, sonra da diğer insanlarla eşit ve kardeş mi yapmış?.. CİHAD konusu da böyle; Barış içinde yaşayan bir toplumu savaşmaya teşvik eden bir kitap mı Kuran? Yoksa, cahil ve zorba toplumlara medeniyet getiren bir kitap mı? Makul değerlendiren herkes, Kuran'ın RUHUNU anladığında, aslında güzel bir toplum inşası için geldiğini, eşitlikçi ve özgürlükçü olduğunu, bilimi tavsiye ettiğini, yardımlaşma ve dayanışmayı özendirdiğini görür...
Efendimizin sadece politik ve stratejik nedenlerle evlilik yaptığını ne kadar kolay söylediniz öyle!... Halbuki bu ifadeyi her duyduğumda kalbime bir hançer saplanmış gibi hissediyorum. Kadının kadınlık duygularına hakaret gibi geliyor bana. Düşünsenize, kocanız sizinle siyasi amaçlarla evleniyor. Sizi sevdiği için, bir kadın olarak değer verdiği için ve aşk için değil, aile olmak için değil. Politik bir araçsınız sadece onun gözünde. Haşaa ben ne Allah'ın, ne Peygamberin, ne de Kur'anın kadını böyle politik araç düzeyine indirgediğini düşünmüyorum. Kur'an'ın Ruhundan bahsetmişsiniz. Kadının ruhunu anlayamayan , Kur'an'ın ruhunu anlayamaz bence. Biz kadınlar bu kaba Saba anlatımlara takılmamaya çalışsak da bazen elimizde olmadan da olsa ağır travmalara sebep olabiliyor maalesef!
@@sevgistanbul merhaba! size yakın zamanda denk geldim. LGBT + lar videonuzu izledim bir de bu videonun bir kısmını…Hepsini konuğunuzun eveleyip gevelemesini daha fazla dinleyemedim. Siz çok net sorular soruyorsunuz o Ali Rıza Demircan gibi genizden konuşup Türkçeyi de Arapça gibi telafuz ederek bir alim edası ile sunuyor! Açmamı istediğiniz konuya gelecek olursam, siz İslamın hetero erkek dışında ki konulara nasıl baktığını biliyorsunuz! Zaten islamda bu ele aldığınız konular şeytanileştirilmiş olmasa bu sorular da olmazdı. Sorularınızda fark ediyorum ki yenilik çi bir bakış açınız var. Lakin insanın geçmişinden kurtulması o mahalle baskısı denilen baskıyı bastırmak her ne kadar ülke de değiştirse insan için zor! Hele de bir aidiyet geçmişi varsa insanın. Kolaylıklar diliyorum.
Konu kadın, konuya gel be bu ne boş konuşma… Konu kadın… sevgi hanım konuğunuzu konuya odaklı tutun yada başlığı yanlış atmayın… Birde kendiniz konuyu araştırınkş soru sorabilesiniz…
Ne kadar teşekkür etsem azdır. Konu çok geniş ama meselelere nasıl bakmamız gerektiğinin izahı mükemmel olmuş. Ayrıca şahitlik meselesinin açıklanmasıyla aydınlanmış hissettim. Ama lütfen ve lütfen rica ediyorum bu konuları yani "Kadın" konusunu daha fazla konuşun anlatılsın ve dinleyelim. Devamını dört gözle bekliyorum. Size açık yüreklilikle sorduğunuz sorular için, Ahmet Beye de cesaretle, ileri görüşlülükle ve tabiki engin ilmiyle verdiği yanıtlar için sonsuz teşekkürler. Sizin gibi güzel insanların sayısının artması ümidiyle..
Sevgi Hanım öncelikle Fıkıh uzmanı Dr. Ahmet Kurucan beyi konuk aldığınız için teşekkürler. Ahmet beyin konuyu konseptine göre ele alış metodoloji ve bakış açısı ile muğlak meselelerin anlaşılmasına vesile olmanız çok önemli..Emeğinize bereket. Çalışmalarınızda başarılar dilerim
Cok teskkür ederim. Cok faydali bir program olmus. devamini mutlaka bekliyoruz.
Teşekkürler iyi ki varsınız
Sevgi kızım Gerçekten bu konularda konuşabilecek gerçek bir uzmanı çıkarıp bu konuyu da Güzel bir bakış açısı ile insan aydınlattığınız için size sonsuz teşekkürler
Cok teşekkür ederim. Enfes bir programdı.
‘Hap gibi program’ dedikleri şey bu olsa gerek. Sevgi hanım ve Ahmet Kurucan bey’e teşekkür ediyorum. Emeğinize sağlık!
Selam ve muhabbetle ❤️
Gayretinize hayranım Sayın Sevgi Akarçeşme Hanım.
İyi yayınlar
ALLAH razı olsun sizlerden
26:00 aklıma Aysun kayacı in mekemmel tespiti geldi😁
Sevgi hnm cok teşekkrler çok ama çok hayati bir konu ,çok farklı bir dönem yaşıyoruz gençlerin sorgulamaları ve sorunlarına nasl tatminkar cevaplar verip onlara nasıl el uzatacağımızı bilemiyor ve çaresiz kalıyoruz.Onlarda bunun farkında ve bu çaresizliğmizn bilgiszliğimzin sebebi de malesef islam ve kurana kesiliyor.Medenilere galebe ikna iledir yani ben bunu bilgi ilim teknoloji ve şu an çağın gerektirdiği pozitf bilimin bütünyle açıklanması gerektiği şeklinde anlıyorm ,dolayısyla gençlerimize ve hepimize bu konuda eğitici aydınlatıcı programlr hayati bir önem arzediyor ve açıkcası sizin gibi değerli bir gazeteciden bekliyoruz ,sevgiler ,saygılar ve bol şans💐
🙏
Sevgi hocam programda çok önemli konular ele alınmış. Çok teşekkürler
Bravo bravo bravo Ahmed Bey. Iyiki varsiniz. Aglayasim geliyor. Su anlattiginiz sahitlik meselesi o kadar nefistiki. Beynimden vurulmus gibi oldum. Kurana tarihi perspektiften bakip onun evrenselligi ile nasil bagdastigini anladim sonundaa.
ALLAH ' a emanet olun .
Cok guzel olmus. Bence seri programlar yaparak islamda o karanlikta kalmis/dondurulmus konulara aciklik getirebilirsiniz Ahmet Kurucan la birlikte.
Tesekkurler var olun.
Ahmet beyin ilmi takdire şayan vukufiyeti muazzam AMA 25.dakikada mesele haka muğlak.Kadının en büyük problemi şahitlik değil ki bugün böyle bir problem yok hatta.En büyük problem tesettür/kıyafet ve çalışma hayatındaki yeri ile ilgili.Ve tabi evlilikte eşe itaat.
Açık ve net bir cevap bulamadım
Sevgi hanım bu konuyu ele aldığınız için teşekkürler
Sevgi Hanım çok güzel bir konu güzel yorumlar 👍🌹 teşekkürler hocam ne güzel ifade ettiniz anlamakta zorlandığımız konularla tekrardan görmek isteriz 👍
Güzel, faydalı bir program oldu, Ahmet Kurucan gibi alanında uzman birini farklı zamanlarda konuk etmeniz çok faydalı olur
Teşekkür ediyorum
Emeğinize sağlık. İnşallah Adem Yavuz Arslan ile de bir program yaparsınız. Kanalın kalitesi günden güne artıyor. Tebrikler
Sevgi Hanım, aylarca kafamı meşgul eden,birilerine sormaktan çekindiğim soruları sorarak zihnimin rahatlamasina vesile oldunuz.Teşekkür ederiz.Belki daha sonra daha organize, soruları önceden de belirlenmiş programlar organize edebilirsiniz...
Ahmet hocam ve Sevgi hanim
cok guzel bir program olmus. Ben de asagi yukari ayni seyleri dusunuyorum. Allah razi olsun.
bekir aksoy
Ellerinize sağlık Sevgi Hanım
Allah razı olsun sevgi hanım çok güzel programdı
Emeğinize sağlık Ahmet Kurucan beyle yeni programlar yapmanızı bekliyoruz..
Emeğinize sağlık Sevgi Hanım
Teşekkürler
Sevgi hanım, böyle bir programı düzenlemiş olmanızdan dolayı sizlere çok teşekkür ediyorum. Benimde merak etmiş olduğum soruların cevabını burada öğrenmiş oldum. Çalışmalarınız da başarılar dilerim.
Teşekkürler! Sevgi hanım çok yakın bir zamanda bir arkadaşım ile şahitlik konusunda münazara yapmıştım. Üzerine bu söyleşi çok iyi oldu. Ahmet Kurucan abi her zaman meseleleri farklı buudlarıyla ele alan bir ilahiyatçı. Teşekkürler tekrar.
İyi yayınlar,kolay gelsin..
Henüz başlarını dinleyebildim kalan kısmı gün içerisinde dinleyebileceğim ama hocaya şu noktada katılıyorum, kadına dair meseleleri keşke kadınlar konuşabilse yani böylesine yetişmiş kadınlar olsa. Gerçi muhakkak çok değerli yetişmiş kadınlar vardır (benim takip ettiklerim de var) ama biz ocu bucu diye ayrıştığımız için kendimizden olmayanı kaale bile alıp dinlemeyiz ne yazık ki. (Kurucan hocayı uzun bir aradan sonra dinledim "Henüz 1. Bölümü ama", at gözlüksüz bir hoca dinlemek ümit verici, değişim sancılı da olsa olmak zorunda, herkes için ama özellikle yeni nesiller için)
Kadın alim veya fetvacı veya yorumcu olarak kimleri takip ediyorsunuz
İsim yazabilir misinizSamimi bir merakla soruyorum eleştirel değil
@@fatmabascetinkol3599 Merhaba her alandan kadın âlimeleri takip ediyorum aslında (şair, yazar, dr vs) yerli yabancı olmaları da fark etmiyor. Aslında kadın erkek ayrımı da yapmak istememekle birlikte, kadına dair sıkıntıları yaşayanların bizzat kadınlar olmaları hasebiyle keşke kadınlar konuşabilse, donanımlı kadınlarımız olabilse dedim. İslami kimlikleriyle öne çıkanlardan ise Nur Artıran, Cemalnur Sargut, Beyza Bilgin... gibi isimleri takip ettiğimi söyleyebilirim (ilk aklıma gelenler bunlar ve artık kimseyi fanatik bir şekilde takip etmiyorum Sevgi Akarcesme hariç 😃)
😂
@@fatmabascetinkol3599 Emine Eroğlu Hanımı dinleyebilirsiniz..
Neden bu durumdayiz? Guzel bir soru.
El cevap;
1/bu tartismalari 20 yil once yapsak bize sapik derlerdi, yapamazdik, 2/bu tartismalari tarih icinde yapanlarin kelleleri gitti, 3/bu tartismalara “devlet” ve ulemasi izin vermezdi.
Ahmet Kurucan Beyi görmek çok güzel .
İyi niyetlerle soru ve cevaplar verildiğinden eminim ama "update" kelimesi kitabı anlama, uyma, yaşama değil de kitabına uydurma şeklinde anlaşılma riski var. Her devrin şeriatı peygamberler ile, kitaplar ile update edildi zaten(ki bizimki son sürüm, yeni versiyonlara kapalı). Bunu zamanın idrakine, izanına, diline göre izah dersek daha doğru olur diye düşünüyorum.
Peygamber ile aramızda 1500 yıla yakın zaman var. Sızce o devrın serıatı ıle aynı zamandamıyız? Yoksa o serıatı devam ettırenlermı var
Sorular net olursa, cevaplar da net ve kısa olur; bunun anlaşılması da kolay olur. Öteki türlü teorik konuşmalardan öte gitmiyor, fazla bir şey de anlaşılmıyor.
Konuşmanın sonlarında Aysun kayaciya resmen hakvermis.
Allah razı olsun.
Eşitlik,aynı cins varlıklar için geçerlidir.
Örneğin,iki kalemin uzunluğu eşittir veya iki taşın ağırlığı eşittir...gibi.denir.
Fakat bir kalemin uzunluğu ile bir taşın ağırlığı eşittir denemez.
Kısaca kadın ve erkek farklı cins olduğundan eşitlikten söz edilemez.
Yani kadın ve erkek eşit değil,birbirini tamamlayan iki varlıktır.
Bir arabada bujilerle tekerlekler,yada direksiyonla distrübitör eşit denebilir mi?
Farklı görevleri,yapıları vardır,birbirlerini tamamlayıp bir sistem oluştururlar.
Hiç birinin diğerinden üstünlüğü yoktur.
Aynen kadın ve erkekte birbirini tamamlayan,bir sistemin iki öğesidir.Birinin eksikliği sistemi çalışmaz duruma getirir.
Allah razı olsun kardeşim Rabbim ilminizi artirsin
Allah razi olsun Kurucan bey.
Emeğinize sağlık
Teşekkürler 🙏
Konu daha çok litaratürde var olan terimler ve tarihi gelişim üzerinden açıklanmaya çalışılıyor. Bu dar perspektif konuyu anlatmaya yeteceğini düşünmüyorum. Bu arada modern hukuk adı ile algı zeminimize yerleştirilen metinlerinde daha tam olarak oluşumunu tamamladığı aşikar. Modern hukukun karar mekanizması olan adliye koridorları yığınla olumsuzluk içeren sosyoyolojik ve piskolojik kararlara sahip. Gelecekte modern hukuka baktığımız yer değiştiğinde o zamanda bugünü modern hukukun eleştiriyor olacağız. Onun içindir ki Ezeli olanın baktığı yerden durumu ele almak tüm pozitif ilim alanlarında doğru neticeler vercektir. Saygılarımla
katılıyorum
Çok teşekkürler Sevgi Hanım vesile olduğunuz için🌺Ahmet Hocam
Düşüncelerime tercüman oldu🤲.Kitabını sabırsızlıkla bekliyoruz
Cok guzel bir program olmus
Tesekkurler
Bu tür konulara (bence toplum) olarak da bu konulara o kadar çok ihtiyacımız var ki...
🎉🎉🎉
🍀🍀🍀🍀
❤❤❤
İki hocamada teşekkürler
tebrikler
Sevgi hanım “ne olacak bu kadının hali islama göre” diye soruyor,
Dincinin cevabı “kem küm şey , yani Amerika’da yola çıkarsak, Afrika’da geçersek, denizlerin altına bakarsak, balıklarla konuşursak…. “
havada kalan bi dünya söz muhabbet, sadete gelinmemiş gelinememiş
Kolay bir konu olan kadının şahitliği üzerinden bugün olması gerekeni konuştu hocamız Allah razı olsun ama daha çetrefilli konulara girmedi. Mesela “farz”olan başörtüsü konusuna nasıl bakacağız. O günün şartları ile bugünün şartları bir değil deyip bu farzı yok mu sayacağız. Asıl meseleye bir türlü gelmediniz Sevgi hanım. Bence bu konuda bir program daha yapılmalı. Ayrıca tarihselci yorumlara nasıl bakıyor hocamız bilmek isteriz .
Kadına mirastan verilen hisse gibi konularda var mesela.
farzsa Allah emretti diye bakacağız. Bunun dışında her bakış yanlış. Neden Allah emretti dersen de var olan hikmetlerini saymadan şunu desek bile gayet yeterli: "Biz onun mülküyüz. İstediğini yapma hakkına sahip!"
👍👍👍👍
👏🏻👏🏻
Son kısım yeterli. Kesilse iyi olur
İyi çalışmalar..
Ahmet kurucan beyin bahsettiği kitap çıktı mi? Hangi yayinevinden?
Super yaaaa
🌷🌻🌷🌻
Devamı gelsin lütfen
Belki bir süre sonra...Konuk çeşitliliği de gerek:)
👏🤲🤲🤲🤲👏👏👏
Harika bir program. Kraken bir seri halinde dinleyiciden gelen sorulari da diniflandirip sorsaniz daha interaktif olur. Uzunca bir programi konularina gore ayirip yayinlaya da bilirsiniz. Ahmet Bey’le daha cok gormek istiyorum. Guncel meselelerle ilgili. Tesekkurler
👍
Bence şahitlik dahil kadınlarla ilgili butun meseleler Rabbimin kadına extra merhametini gösteriyor. Biz Rabbim sen boyle buyurduysan böyledir teslimiyetinde olursak Rabbim cok farklı güzellikler hissettiriyor o ayetlerde. Ben bir bayan olarak Islamda kendimi ozel degerli ve sevilmesi sefkat gösterilmesi saygi duyulmasi gereken yeri geldiğinde erkekten de cok daha üstün olan asil bir birey olarak hissediyorum. Hz Meryem filmini her izledigimde Rabbimin nazarında kadinin yerini ve ayrıcalığını görüyorum. Biz kendimizden emin olursak halimizden durusumuzdan bati da dogu da kadinin Islamdaki yerini anlamış olur. Bir diger fikrimde bu anlamasi zor görünen konularda batili yani dogu kulturunu hic yaşamamış sonradan İslamiyet'i anlayarak kabul etmis kadinlarin fikrini almak lazım. Bakis acilarini ve meselelere nasil baktiklarini detayli dinlemek lazım...
Bu özgün manalari biz nasil cikarticaz?
Bu bağlamda başörtü meselesini de değerlendirmeniz mümkün mü? Çok ciddi bir ihtiyaç son zamanlarda.
Devamını beklerim...
Ahmet hocama sormak istiyorum söylediğiniz ayetlerden sizin cikardiginiz hikmetler veya orjinal manalar haricinde,mana ve hikmetleri varsa bu yorumda ayetlerin mana ve hikmetlerini kisitlamis olmazmisiniz, mesela bugün mahkelerde yaşanan süreçte korku ve zulüm yüzünden insanlar iftira bile atarken böyle bu durumda kadının yaratilisindaki yaratılış olarak erkeğe göre daha sakin merhametli uysal çekingen cesaret olarak noksan olması gibi sizin söylediklerinize celismez mi
Toplantılar yapılmış, ''istişareler'' bitmiş ve alınan karar ; Yotube videolarının altına yorum yazın, Allah rızası için.
Meseleleri entellektüel bakış açısıyla yorumlayan değerli şahsiyet Ahmet Kurucan beyefendiyi kutluyorum. Onun gibi ilahiyat alimlerinin sayısının artmasını diliyorum
O başlık ne kadar cirkin olmus telefonu mu guncelliyoruz
Nisa 34. Ayetin iyi açıklanması gerekiyor..
Bismillah
Ne yapılırsa yapılsın, hangi dilin imkanlarını kullanılırsa kullanılsın Kur’an’a, ondaki anlamları eksiltmeden bir meal yazmanın imkânı yoktur. Bu durumun pratik yansımasını günümüz dünyasında çeşitli dillerde yapılmış bir meal incelemesinde rahatlıkla görmek mümkündür. Bırakın farklı iki dili, aynı dilde bile yapılan meallerin hiçbiri diğerini tutmamaktadır. Elimizde bulunan meallerin tamamı Kur’an’daki mananın ancak çok küçük bir bölümünü eksiltmeden Türkçeye geçirebilmişlerdir. Fakat sanıldığının aksine bu durumun oluşmasında meal yazarlarının metne sadakatsizliklerinin etkisi o kadar büyük değildir. Bir meal yazarı metne ne kadar sadık kalırsa kalsın karşısında hiçbir dilin içine sığamayacak kadar büyük bir dili kullanan bir metin vardır. Yeryüzünde Kur’an’daki dilin ayarında olabilecek başka bir dil bulmak imkansızdır. Kur’an’ın bu özelliği şu an konuştuğumuz Türkçe ile karşılaştırıldığında durum daha da vahim bir hal almaktadır. En basitinden, Kur’an’daki kelimelerin müzekker-müennes kullanımlarını Türkçeye olduğu gibi aktarmak mümkün değildir.
Bu durum sadece müzekker müennes ayrımı olmayan Türkçe için geçerli bir şey değildir. Müzekker-müennes ayrımının olduğu diller için de aynı durum geçerlidir. Her kelimeyi farklı anlam katmanlarına sahip kalıplarla ifade eden bir dili, bu kalıpları hiç kullanmayan ve hatta hayal dahi edemeyen müzekker-müennes ayrımı olan bir dile mesela Rusçaya, İbraniceye, İngilizceye meal formatında nasıl aktarabilirsiniz ki?
Kur’an, kendi diline hâkim olan gramer kurallarını bir insanın kuşatmaya güç yetiremeyeceği dakiklikte ve incelikte kullanmaktadır. Gramer kurallarını Kur’an kadar titiz kullanan ve asla istisna oluşturmayacak kadar kurallara bağlı kalan ikinci bir metin bulmanın imkânı yoktur. Kur’an, kullandığı dile hâkim olan tüm gramer kurallarını hem de muhteşem bir çelişkisizlik ile kullanmıştır. Öte yandan gramer çözümlemesi çok basit gibi görünen cümlelerindeki anlam derinliği bile akılları baştan alacak kadar zengindir. Kur’an’daki dili günümüz dünyasında konuşulan dillerden herhangi biri ile hakkını vererek övmek bile imkansızdır.
Fakat tam da Kur’an’ın insanın takatının yetmeyeceği bir dili kullanması Kuranı anlamaya çalışan insanların kafasında şu sorunun oluşmasına sebep olmaktadır. İNSANLAR ANLASIN DİYE GÖNDERİLEN VE HATTA AHİRETTE İNSANLARIN ONA GÖRE HESABA ÇEKİLECEĞİ BİR KİTAP, NASIL OLUR DA ONA ULAŞMAYA İNSANIN TAKATININ YETMEYECEĞİ ÇOK ÜST DÜZEY BİR DİL KULLANIR?
Sadece bu da değil. Tasarımı açısından Kur’an’a baktığımızda, varlık içinde konuları Kur’an kadar karmaşık ve tüm kitaba serpiştirilmiş şekilde anlatan başka bir kitap bulmak imkansızdır. Kur’an’daki bu tasarım insan aklının çalışma biçimi ile uyumlu değildir. Çünkü insan aklı herhangi bir şeyi başlangıç ve son olmadan tasavvur dünyasına sığdıramaz. Mesela ezeli ve ebedi olan Allah insan aklına sığan bir şey değildir.
Kuran öyle parçalardan oluşmuştur ki hiçbir parçası ne baş olabilmektedir ne de son. Hangi sureyi başa koysanız baş olmamakta hangi sureyi sona koysanız son olmamaktadır. Üstelik sadece surelerde değil, surelerdeki konular da öyledir. Neredeyse Kur’an’’ın hiçbir konusu bir pasajda başlanılmış ve sonuca götürülmüş değildir. Basit bir konuda küçük bir araştırma yapmak bile insanı tüm Kuranı okumaya ve hatta çok titiz bir okumaya mecbur bırakmaktadır. Kur’an’ın tamamında sadece bir kere geçmiş bir kelimeyi anlamaya çalışsanız bile bu durum böyledir.
Dahası, bir pasajda sadece bir konuyla bağlantılı olan hiçbir kelimesi yoktur. Her pasajın o pasajdaki her cümlenin o cümlelerdeki her kelimenin insanın ömrünün yetmeyeceği çeşitli anlam katmanları ve o katmanların Kur’an’daki diğer pasaj, cümle ve kelimelerle sayılamayacak kadar çok bağlantısı vardır.
İşte bu durum her Kur’an araştırıcısının ve onu anlamaya çalışan her insanın kafasında “böylesine üst düzey olan bir kitap nasıl anlaşılacak?” sorusunun oluşmasına neden olmaktadır.
Allah’a inanan ve ona yaklaşmak için Kur’an’ı vesile edinmeye çalışan insanların ondaki bu ulaşılamaz ve kuşatılamaz seviye karşısında kendilerini aciz hissettikleri muhakkaktır.
Bu zor duruma bir de bizim konuştuğumuz dillerin yetersizliği ve tarih boyunca sistemler tarafından iğdiş edilmiş akıllarımızı eklediğimizde tam bir karamsarlık ve hüzün bulutu üzerimize çökmektedir. NE YAPACAĞIZ? Kendimizi parçalasak bile, insan türünün elindeki tüm imkanları kullansak bile kuşatamayacağımız bir kitabı hayatımızın ve tabi ki de aklımızın temeline koymak için ne yapacağız?
Elbette ki yine Kur’an’a sarılıp onun bizim bu durumumuza nasıl bir açıklama getirdiğini bulmaya çalışacağız
Kur’an kendisini “kitap, zikir, hadi, hablullah, urvetul vuska, ehsanul hadis, rüşd” gibi çeşitli kelimelerle tanımlamıştır. Bu tanımlamaların hepsi derlenip toparlanarak başka bir tanımın sıfati kelimeleri olmuşlardır. Kur’an kendisini SIRAT olarak da tanımlamıştır ve Kur’an hakkındaki tanımlamaların tamamı bu SIRAT kelimesini tanımlamaktadır.
Malum olduğu üzere SIRAT kelimesinin en yalın anlamı YOL demektir.
İşte Kur’an ile ilgili tüm tanımlamalar bu yol üzerinde anlamını bulmak zorundadır. Kur’an bir menzil yani insan türünün son durağı değildir. Tam tersi son durağa giden bir yoldur. O halde Kur’an’ı anlamaya çalışan her kişi her şeyden önce YOLDA olduğunu bilmek zorundadır.
O yolun üstüne kurulup oturmak, o yolda yerleşilecek bir mekân edinmek, o yolun üstüne bir koltuk koyup ona kurulmak ne gariptir ki İBLİS’in söylemidir.
(Araf 7/16)
قَالَ فَبِمَٓا اَغْوَيْتَن۪ي لَاَقْعُدَنَّ لَهُمْ صِرَاطَكَ الْمُسْتَق۪يمَۙ
DEDİ Kİ; BENİ GAVAYA DÜŞÜRMENE KARŞILIK BEN DE ONLAR İÇİN SENİN DOSDOĞRU YOLUNA OTURACAĞIM
Hiç şüphesiz ki Yüce Allah’ın dosdoğru yolu Kur’an’dan başkası değildir. İblisin ‘sırati müstakime’ oturması ve devam eden ayetten oturduğu yerden sağdan, soldan, arkadan, önden yanaşması her şeyden önce Kur’an’ı bir yol olmaktan çıkarıp o yol üzerinde mesken edinmeyi gerektirir. Yani yolda yürümeyi bırakmayı gerektirir.
Kur’an’ın yanına bir şey koyarak onu başvurulacak bilgi kaynağı olarak görmek ya da bu eklentileri Kur’an’ı açıklayan bir bilgi kaynağı olarak görmek, Kuranı tüketmek anlamındadır. Yani YOL TÜKENDİ demektir.
Kur’an’ın yolu insan ömrünün ve dahi İNSANLIĞIN ömrünün içinde kısacık bir yol değildir. Bu yol zamanın tükettiği, yürüyerek bitirilen, yaşanarak tükenen bir yol değildir.
AMA HER NE OLURSA OLSUN ASLA UNUTULMAMALIDIR Kİ KURAN BİR YOLDUR VE YOLDA ASIL OLAN ŞEY SONUÇ DEĞİL SÜREÇTİR
Kuran kelimesinin anlamının OKUMA YOLUYLA ÖĞRENİLEN VE ÖĞRETİLEN ÖĞRETİ anlamına geldiğini daha önce birçok kereler gündeme getirmiştik. Öğreti denilen şeyin tükenmesi ARTIK ÖĞRETECEK BİR ŞEYİ KALMADI anlamına gelmektedir. Yani YOL BİTTİ demektir.
İnsan elinden çıkmış öğretilerin tamamın hedefi, insanı muhtaçsız (müstağni) hale getirmek içindir. Fakat Yüce Allah’ın öğretisi ÖĞRENDİKÇE İNSANIN ALLAHA İHTİYACINI ÇOĞALTAN BİR ÖĞRETİDİR. Öğrendikçe insanın ne kadar da mukayyed bir varlık olduğunu öğreten bir öğretidir.
Kur’an, sonsuz mutlak olan varlık ile sonsuz mukayyed insan arasındaki bir yoldur. Bu yolda yürüyen her mukayyed insan, mutlak olana olan bağımlılığını artırarak yürür. Değilse zaten bu yolda yürümenin anlamı yoktur…Kuran eksik ve kusurlu yaratılan insanı gün be gün mükemmel yaparak onu kusursuzluğa ve eksiksizliğe götüren bir kitap değildir. Hiçbir insan Kuran okuyarak KUSURU VE İHTİYACI OLMAYAN BİR İLAHA DÖNÜŞMEYECEKTİR.
BU YOLDA AMAÇ KUSURSUZ OLMAK DEĞİLDİR. BU YOLDA AMAÇ YOLDA OLMAK, YOLDA KALMAKTIR.
Herhangi bir meseleyi Kur’an’dan anlamaya çalışan herhangi bir insan bilmelidir ki o konuda sonuca gitmesi asla bir son değildir. İnsan için SON demek her şeyin bitmesi demektir. Oysa bu yolun sonunda her şeyi bitiren bir son değil SONSUZLUK vardır.
Sonsuzluk yoluna çıkmış biri için SON diye bir şeyin olması mümkün müdür?
Eğer bir son varsa işte orası İBLİSİN BU YOL ÜZERİNE ATTIĞI KOLTUĞUNUN KENARIDIR.
Kur’an kuşatılamaz bir kitaptır ve bu muhakkaktır ama Kuran ÖĞRENİLEMEZ ve ÖĞRENİLEREK BİTİRİLEBİLEN BİR KİTAP DEĞİLDİR
Kuran öğrenen biri bilmelidir ki BİR YOLDADIR. Yine Kuran öğrenen biri bilmelidir ki ÖĞRENME SÜRECİ BU YOLUN ESASIDIR. Kur’an öğrenen biri bilmelidir ki bu yol menzil değil MENZİLE GÖTÜREN BİR ARAÇTIR.
O menzil neresi mi? İNNA LİLLAH VE İNNA İLEYHİ RACİUN. İşte burasıdır…
VESSELAM
Ramazan DEMİR
Normalde sosyal medyada yorum yazmam. Tespitleriniz muhteşem. Allah idrakinizi artırsın.
Kadınlar baş tacı
Bence Müslümanlık güncellenmesi gerek
Kontekst mi demek istiyor Ahmet hocam?
Yazılan tüm tefsirler birinin belli bir yere kadar getirdiği araştırmayı kaldığı yerden devam ettirerek yapılandırılan bir temel üzerine değil ‘diğerlerinin yanlış, kendisinin doğru’ olduğu zannıyla yapılandırılan bir temel üzerine binâ edilmiştir. Yani her tefsir müellifi en doğru tefsir olma iddiası ile tefsirini yazdığı için Kur’an hakkında biri diğerini nakzeden birçok tefsir ortaya çıkmıştır. Hem geçmişte hem de günümüzde insanların büyük çoğunluğu İslâm’a dâir inançlarını direkt olarak Kur’an’dan değil biri diğerini nakzeden böyle tefsirler üzerinden edinmiştir.
Bu tefsirlerin tamamı uzlaştırılması mümkün olmayacak şekilde biri diğerini nakzedecek neticelere ulaşmış olsa da yöntem (usûl) olarak hepsi birbirinin aynısıdır denebilir. Bütün tefsirlerin ana yapısını oluşturan şey kelimelere anlam belirlemede de vazgeçilmez kabul edilen rivâyetlerdir. Hatta öyle ki tamamen birbirine zıt olan görüşlerin temelinde bile aynı rivâyetler vardır. Yani her konuda ihtilâf eden tefsirciler Kur’an’ın rivâyet üzerinden anlaşılması gerektiği husûsunda tam bir ittifak hâlindedirler. İster rivâyet temelli ister dirâyet temelli olsun tefsirler dâima rivâyetler merkeze alınarak hazırlanmıştır.
Başlangıcı çok eskilere dayansa da çok da uzak olmayan bir geçmişte başlayan Kur’an’a meâl yazma geleneğinde de durum tıpkı tefsirlerde olduğu gibidir. Meâl müelliflerinin her biri de en doğru meâli yazma iddiası ile eline kalemi almış, sonuçta yine biri diğerini nakzeden binlerce meâl ortaya çıkmıştır. Sadece Türkçe yazılan meâl sayısının üç yüz elliye yakın olduğunu göz önüne aldığımızda diğer dillerdeki meâllerin sayısının ne kadar çok olabileceğini tahmin etmek hiç de zor değildir.
Tüm meâller ve tefsirler “Kur’an’ın daha iyi ve daha doğru anlaşılmasına hizmet etmek” iddiası ile kaleme alınmıştır. Böylesine güzel bir iddia üzerinden hareket edilmiş olunsa bile sonuçta âyetler üzerine biri diğerinden farklı şey söyleyen onlarca hatta yüzlerce meâl ve tefsir ortaya çıkmıştır. Bu da Kur’an’ı meâller ve tefsirler üzerinden anlamaya çalışan sıradan insanın onu hakkıyla anlamaya gücünü yetiremediği ve birçok seçenek arasından hangisinin daha doğru olduğuna karar vermek zorunda kaldığı zor bir süreci yaşatmıştır.R.Demir
Mesela;
Zariyat suresinde kainatın genişletilmesinden bahsedilir.
Eski tefsirlerde,gönül genişliği,rızık genişlği...gibi tefsir edilirken,1930 larda hubbel ile kainatın kızılötesine kaydığı ve gerçektende genişleyip galaksilerin birbirinden uzaklaştığı keşfedildi.
O tarihten sonra yazılan tefsirler ise konuyu bu çerçevede değerlendirdiler.
Eğer bu konuda ileride başka buluşlar olursa,tefsirlerde ona göre yazılır.
Yani”Dünya ihtiyarladıkça,Kur’an gençleşiyor” denebilir.
gerekiyor muymuş? izleyen biri özet olarak söyleyebilir mi?
Ahmet Bey "zorlanırım" vb yapay tevazu gösterilerini bıraksanız keşke.
Hayırlı yayınlar,
Kur’an çalışmalarında mutlaka el yazmaları (Kur’an ın orijinali olan noktasız ve hareketsiz) esas alınmalı.
Evet neden?
1-Noktasız ve harekesiz metni, noktalayıp harekelerken yapılan nokta ve hareke tercihlerinin (iştikak) gramer ve Kuran öncelenerek değil, sadece rivayet öncelenerek yapılması.
2- Noktalı ve harekeli hale gelen kıraatlerdeki kelimelerin İSNADININ Kurandan değil rivayetler ve israiliyat öncelenerek yapılması. Bu isnadların yanlış olduğu apaçık ortada olmasına rağmen devreye giren müfessirlerin Kuranın hilafına akla hayale gelmeyecek yorumlar yaparak yanlış isnadlara insanları ikna etmeye çabalamaları.
3- Kurandaki cümlelerde bulunan kelimelerin İRAB isnadlarının arkasında da rivayet ve İsrailiyatın olması sadece anlam olarak değil. aynı zamanda gramer açısından da çeşitli hataların ortaya çıkmasına sebep olması ve bunları görmelerine rağmen müfessirlerin İRAB hatalarını gidermek için kelimelerin cümle içindeki konumlarına aykırı olarak konuyu tefsir etmeleri.
4- Meal yazarlarının ise bu şekilde oluşarak gelmiş geleneği Kuranın anlaşılmasında en temel kriter olarak almaları ve kelimelere gramere göre değilde geleneğin anlattığı hikayelere göre anlam tercihlerinde bulunmaları.
5- Meal yazarlarının noktalı ve harekeli asım kıraatine dahi sadık kalmamaları.
6- Her ne olursa olsun Kuranı anlamaya çalışanların ayetlerin ne dediğini değil de kafalardaki anlamların kurandaki karşılıklarını bulmaya çalışmaları ve bulamadıkları zamanda da yorum yaparak kelimeleri ve konuları kendi kafalarındakini onaylayacak hale getirmeleri
BİR ÖRNEK VERECEK OLURSAK
(Muhammed 47/29)
اَمْ ح ِس َبْ الَّ ۪ذي َنْ ۪في قُلُوبهمْ مرضْ ْاَنْ لَنْ ُيخرجْ ٰاللّْ اَضغَانَهمْ ََََُُِِِ
Yoksa kalplerinde hastalık olanlar, içlerindeki kini Allah'ın ortaya çıkarmayacağını mı sanıyorlar?/Sül.Vkf. Meali
Bu meal yazarı ayette geçen ْاَضغَانَ ُهم kelimesine KİN anlamını tercih etmiştir
Kelimenin sözlük manalarında kin anlamı vardır. Fakat kelimenin tek anlamı bu değildir. KİN DUYMAK, NEFRET ETMEK, YÖNELMEK, MEYLETMEK, EĞRİLMEK, YAMULMAK anlamları da vardır. Meal yazarı bu anlamlar içinden KİN anlamını tercih etmiştir..Oysa ayetin öncesinde bahse konu olan kişiler bir İSMİ MEVSUL ve bir de SILA cümlesi ile tanıtılmaktadır. "ELLEZİNE Fİ KULUBİHİM MERADUN"
Arapça bilenler bu cümlede geçen MERADUN kelimesinin MÜPTEDA, öncesinde gelen Fİ KULUBİHİM kelimesinin ise haber olduğunu kolayca anlayabilirler, yani SILA cümlesinde TAKDİM-TEHİR vardır. Cümle bu haliyle şu şekilde anlamlandırılmalıdır;
ONLAR Kİ, HASTALIK, KALPLERİNİN İÇİNDEDİR
Cümledeki virgüllerin konulduğu yer çok çok önemlidir ona dikkat edilmesi gerekmektedir
Eğer daha basit bir şekilde "kelime meali" değil de, söylenen sözü anlam olarak TÜRKÇEYE aktaracak olursak şu şekilde olması gerekmektedir;
HASTALIKLARI KALPLERİNDE OLANLAR
Bu cümlede geçen KALB kelimesinin Türkçedeki kullanımı ile Kurandaki kullanımı asla aynı değildir. Türkçedeki KALB kelimesi bir organdır, oysa Kurandaki KALB kelimesi DÜŞÜNME MERKEZİ, ANLAMA MERKEZİ, BİLME MERKEZİ'dir.
Kuranda hangi bağlamda geçerse geçsin, kime isnad edilirse edilsin KALB kötülenmez. Kalb üzerinden kötülenenler sahip oldukları KALBİ kullanmadıkları, temiz tutmadıkları, doğru yönledirmedikleri, onunla anlamadıkları için kınanırlar. Yani kalp kötü değildir. Anlamaya çalıştığımız ayette de kalb değil, kalbin hastalanması kınanmıştır. Yani kalpleri hastadır. Hastalık ister maddi ister manevi olsun insan türünün CEVHERİNDE yani özünde olmayan bir şeydir yani ARAZDIR,
sonradan bulaşan sonradan edinilen bir şeydir.
Kalbin hastalanması ise, fıtratta çalışma şekilleri konulmuş doğru düşünme kabiliyetinin çeşitli sebeplerle tam işlevini yerine getirememesidir. Kalbin hastalanması içtedir. Dıştan bakıldığında kimin anlayışında yanlışlık, hastalık olduğu anlaşılamaz.
KİN, kalpteki hastalığın SEMPTOMLARINDAN biridir. Bu semptomlardan bir tanesinin açığa çıkması semptomların hastalık olarak görülmesi anlamına gelmeyecektir. Ayetin en sonunda gelen ْاَضغَانَ ُهم bu kelimeye, ayetin öncesi dikkate alınarak mana verilseydi, tercih edilecek mananın şu şekilde olması hem gramere hem anlatılmak istenen konuya hem de hastalık ve semptomları ilişkisine daha uygun hale gelirdi;
YOKSA HASTALIKLARI KALPLERİNDE OLANLAR, ALLAHIN ONLARIN HASTALIKLARINI ASLA ORTAYA ÇIKARMAYACAĞINI MI SANDILAR
Kalbinde hastalık olanların hastalıklarından kaynaklanan semptomlardan sadece birini açığa çıkarmak TEŞHİS olmayacaktır. AMA hastalığın bizzat kendisini açığa çıkarmak TAM BİR TEŞHİS olacaktır. Bu teşhis hem hastanın kendisi hem de hastalığın bulaşma ihtimali olan diğer insanlar için doğru tavırlar takınmasını sağlayacaktır. Yoksa kalbinde hastalık olanlar kin duymaktan vazgeçseler hastalıktan kurtulmuş olmayacaklardır. O hastalık sadece kin üretmemektedir. O hastalık doğru düşünme kabiliyetini her konuda hastalıklı hale getirmektedir.
Yani kalbi hastalanan kişinin sadece KİN duyması değil, sevmesi, umut etmesi, korkması ve diğer herşeyi de hastalıklıdır.
Küçücük bir ayrıntı bile dikkat edilmemesi durumunda, ayetin sözünü söylediği yüksek seviyeyi kaybetmesine neden olmaktadır.
Kişinin kini hastalık sebebi değil, hastalığı kininin sebebidir. Bugün yeryüzünde kindar olmadığı halde kalbi hastalıklı milyonlarca insan bulunmaktadır. Eğer ayeti SV mealinin dediği gibi anlarsak KALB HASTALIĞI değil, KİN ön plana çıkar
Buna içinde yaşadığımız COVİD 19 salgını en güzel örnektir. Hastalık yayan virüsü yok etmedikten sonra istediğiniz kadar hasta tedavi edin bu virüs yine yayılacaktır. COVİD 19 a yakalanan bir hastanın gösterdiği semptomlar hastalığından dolaydır, hastalığın kendisi değildir. Nitekim aynı virüs kimine ağır travmalar yaşatırken kimi daha hafif travmalar göstermektedir. Semptom göstermeyen bile vardır. Semptom göstermeyen yok sayılırsa hiçbir zaman hastalığın önü alınmaz. İşte ayette anlatılan konu da buna benzemektedir. Hastalığın semptomu kiminde kin olur, kiminde kıskançlık kiminde başka bir şey...Kalbin bunlardan ari olması için hastalığın teşhisi gerekmektedir.
Ahmet abinin yorumlamaları makul gibi ama biraz daha düşünmek lazım.
Benim anladığım kadarıyla Kur'anı Kerîm kadın ve erkeği insanlik noktasında eşit tutsa da haklar ve sorumluluklar noktasında eşit görmüyor. Çünkü Allah adili mutlaktir. Onun katinda kimseye milim zulmedilmez.
Peygamberler de peygamberlik noktasinda eşitler fakat sorumluluk ve mesuliyet noktasinda birbirlerine eşit degiller aralarinda tafdil söz konusu. Allah kimseden vermediği bir seyi istemez. Yetki verirse sorumluluk verir. Yetki vermezse muaf tutar. Dini meseleleri günümüzün anlayışlarına kıyas etmek bence doğru değil. Günümüzle kiyas edersek Kur'anı donuklastiririz. Ama Kur'an 100 sene sonrasina da hitap ediyor 300 sene sonrasına da.
Yoksa günümüze göre karar verenler 10 sene sonra mahcup olabilirler. Kur'anı Kerim'i günümüzün gelişmisligine (geri kalmışlığına) yalancı şahit tutmuş olurlar.
Şuna inanmak lazım Kur'anı Kerîm ezelidir hükmü her zaman geçerlidir. Nihai noktadır. Bizim bilim dediğimiz medeni gelişmişlik dediğimiz terakki henuz gelişmekte olan yanlışlarla dolu bir birikimdir.
Sayın Kurucan,her zamanki gibi çok şey söyleyip,hiç bir şey anlatmama sanatını icra ediyor.
Sen izleme trol kardeş
Bence gayet anlaşılır
DİN KADINA ŞİDDETİ DÖVMEYİ EMRETMEZ Rasim Haner Elegance EM.P NAİF MEDiA ) 🎈🎈SEVGİ HANIM BU VİDEOYU İZLEMENİZİ RİCA EDİYORUM. UMARIM ,HOCALAR OTURUP ÖNCE KENDİ ARALARINDA İTTİFAK EDİP ,DEVAMLI KONUŞULACAK BU KONULARA, ZAMANIN HIZINA UYGUN ,DURU AÇIKLAMALAR YAPABİLİRLER.
LİNK ATIYORUM AMA yorum sayfanız kabul etmiyor
Sevgi Hanım, bu islamcılarda hiç bir zaman direkt cevap alamazsınız. Oysa cevaplar çok nettir. Kitapta yazılanı kıvırmadan söyleseler kimse dinda kalmaz.
Kitapta kadını döv diyor, 1400 yıl böyle anlaşılmış be uygulanmış.
İçtihat hangi mevzuda yapılır. Mesela İslam'da Hz. Muhammet'in son peygamber olarak gönderildiği bildiriliyor. Üzerinden 14 asır geçmiş. İçtihat ile bunu değiştirelim denebilir mi? Din iman meselesidir. İmanı olmayanla bunları konuşmak, basket maçını futbol hakemi ile yönetmek gibi olur...
Onemli olan sahitlik onu anladikta, niye iki kadinin sahitligi 1 erkegin sahitligine denk geliyor?? Bir cuval laf etti, sonucta Kuran`da yazandan farkli bir sey soylemedi.
Sevgi hanım bir daha yazayım. Mutlaka mustafa Öztürk’ü konuk edin
O kim?
@@sevgistanbul profesör dr Mustafa Öztürk ilahiyatçı yazar. Sorularınıza daha tatmin edici cevaplar bulacağınıza eminim. İslamcı mahalleden afaroz edildi. Şimdilerde Almanya’da konuk akademisyen olarak dersler veriyor. Kendimi dindar bir müslüman olarak tanımlıyorum. Ve size şunu söylemek isterim: bana göre Cenab-ı Allah’ın biz kullarından istedikleri toplasan 1 (bir) sayfayı geçmez bilemedin iki sayfa. Ahmet Kurucan’ın da ucundan değindiği gibi Kur’an-ı Kerim indiği toplumla diyalog halinde inmiştir. Ve indiği toplumun gerçeklerinden uzak değildir. Siz sordunuz ama tam cevabını alamadınız. Kur’an bugün nazil olsa temel kaideler aynı kalmakla birlikte bambaşka bir Kur’an nazil olurdu. Uzattım farkındayım ama şunu da belirtmeden geçemeyeceğim. Benim gözlemim genel hatlarıyla müslümanların Kur’an’a yaklaşımı iki şekilde. Bir grup Kur’an her harf her kelime ve her hükmüyle kıyamete kadar günceldir. Her toplumun ihtiyacını karşılar derken. Bir grup ise hayır Allah’ın kullarından istediği bellidir. Onun haricinde olanlar o günkü Arap toplumunu yansıtır demekteler. Bu ikinci gruba ‘tarihselciler’ de denmekte. Yorum kısmında ancak bu kadar yazabildim. Birgün yüz yüze gelebilirsek daha uzun anlatırım 😄
Not: ilk gruptakilerde genelde selefi olarak anılıyorlar. Hani şu asıp kesen kafa koparanlar
Teşekkürler. Bu dediğiniz şahsı hatırladım. Yalnız rejimin 'fetö' söylemine destek vermişti yanılmıyorsam. Benim için bu etiketi kullanan kimsenin kredibilitesi yok maalesef.
@@sevgistanbul sevgi hanım, hemen hemen aynı yaştayız ben 78 liyim. Benim sizi dinliyor takip ediyor olmam sizin her dediğinizi filtresiz bir şekilde kabul edip inanmamı gerektirmez. Herhangi bir konuda ters düşmemiz sizi tamamiyle kötü güvenilmez yapmaz. Maalesef bunu bu hayatın sillesini yiye yiye öğrendim. Bu saatten sonra peygamber gelmeyeceğine göre artık kimseyi filtresiz bir şekilde gönül dünyama sokmam. Her dediğini doğru kabul edip uygulamam! Maymun gözünü açtı yani! Şunu diyorum : Mustafa Öztürk veya bir başkası bazen doğru bazen eğri konuşabilir ben onun her dediğini doğru kabul etmek zorunda değilim. Bir insanla bazı konularda ters düşmem onun bütün düşüncelerini tu kaka yapmaz. Naçizane böyle düşünüyorum. Mustafa Öztürk fetö derken yüzbinlerce insanın yok yere işlerinden atılmasını kastediyor ve apaçık zulmü destekliyorsa bunu kabul etmem mümkün değil. Ancak fetö derken Ahmet Dönmez’in uzuuun uzun anlattığı cemaat içindeki, devletle veya hükümetle çarpışan bir kliği kastediyorsa, Mustafa Öztürk’ten pek farklı düşünmüyorum.
@@sevgistanbul Ahhh Sevgi Hanım ahhh! İsmail Mesut Sezgin var mesela. Videontr diye kanalı var. İngiltere de yaşayan bir akademisyen. En son videolarından biri ‘cemaatin düşman algısı’ onu izlemedi iseniz mutlaka izleyin. MÜKEMMEL bir şekilde yıllar içinde cemaatin değişimini anlatmış. Cemaat bir zamanlar cemaat iken yıllar içinde birileri tarafından başka bir şeye ‘dönüştürülmüş’ olabilir mi? Bunu bir düşünün bence
Iste hizmet farkini gordunuz degil mi?
Batı dünyasında dininizin pratiklerine ait hiçbir şeyi savunmak zorunda değilsiniz..
bir hristiyan kendi dinine göre takva sahibi rahibeye sahip çıkıyorsa,
siz de kendi dininizdeki takva sahiplerinin yaptıklarını "ben yapamıyorum ama doğrusu bu" demelisiniz bence...
Batı dünyasında değil kendi iç dünyamızda savunmuyoruz. Bizim başkasına bir şey savunmak gibi bir derdimiz yok. Dinimizin biz kadınlar için yaşanabilir, fıtrata uygun ve her kadına, her çocuğa ve her ailleye ve her insana huzur ve sevgi ve mutluluk vaadettiğine kendimizi ikna etmeye çalışıyoruz...
Yazıklar olsun…
İslamda kadın demişsiniz…videonun yarısı oldu, ortalıkta ne kadın var, ne kadın konusu. Ben gittim.
Hayır Sevgi Ganım. "Eşcinsellik meselesini yorum"lamadınız. Kıyısından, köşesinden geçtiniz.
kuranın en büyük mucizelerinden bir de kıyamete kadar taze olan kuran..şimdi okuyorum yeni inmiş gibi
İSLAM hukuku dışında hukuk aramak açıkça AHMAKLIKTIR....
Dünyadaki 5 milyar diger insan ne olacak? Hepsi ahmak mı?
@@sevgistanbul İnsan yaradılış itibarıyla mükemmeldir muhteşemdir bu vasıfarı akıl kabiliyetindendir aklı olupta hakikatı anlamamak.ahmaklıktır...
TR'den sanırım vasıflı #kadın pek çıkmıyor. Henüz 1 tane kadın konuk misafir etmediniz. :)
Geçmiş videolara bakarsanız kadın konuklar göreceksiniz. İlk çağırmayın düşündüklerim hep kadındı, ama ya oyaladılar ya çıkmak istemediler. İsim vermeyeyim şimdi.
Çiğdem Koç, Melek Çetinkaya çıkmayı kabul edenler. Onlar var. Bir kaç kadın konukla defalarca sözleşmeye çalıştık, ama olmadı. Ben de mesajı aldım.
Oya Baydar mesela kanalım Türkiye'de yasaklı diye herhalde izlenmeyeceğini düşünüp kabul etmedi.
Pek çok sapkın fikrini de bildiğim için her yönüyle tavsiye ETMİYORUM ama size AHMED HULUSİ'nin hoşuma giden bir tespitini aktarmak istedim, bu konuya uygun:
"Kuran'ın ruhunu anlamak lazım" diyor... Yani, maksadını, gayesini, temel mantığını...
Ruhunu anladığımız zaman pek çok tartışmalı mesele aydınlanıyor
Mesela; 4 eşlilik meselesi
Kuran, TEK EŞLİ bir topluma nazil olup da, tek eşle yetinmenize gerek yok, 4'e kadar alın mı demiş?.. Yoksa, Kuran kadınların mal gibi alınıp satıldığı ve ONLARCA eşi olan kişilerin olduğu bir topluma nazil olup, sayıyı 4'e indirip, adalet için 1 eşliliği mi tavsiye etmiş?
Buradan, aslında Kuran'ın RUHUNU anladığınızda, çok eşliliği özendirmediği ortaya çıkıyor
Muhtemelen peygamber üzerinden örnek verecek kişiler çıkacaktır. Onlar da işin RUHUNU anlamak isterlerse şöyle düşünsünler;
Hz Muhammed, ergenliğin erken başladığı sıcak bir memlekette, 25 yaşına kadar bekar yaşamış ve iffetli bir genç olarak parmakla gösterilen ahlâk abidesi bir insanmış... ve ilk evliliğini de genç bir kızla değil, kendisinden 15-16 yaş büyük Hz Hatice ile yapmış.. Hz Hatice 620 yılında vefat ettikten sonra Hz Muhammed diğer evliliklerini yapmış (çoğu politik ve stratejik nikah) yani 50'li yaşlarından sonra diğer evliliklerini yapmış...
Köle/cariye meselesinde de Kuran'ın ruhuna bakıldığında durum netleşiyor;
Kuran, hiç kölenin bulunmadığı bir topluma nazil olup da insanların köleleştirilmesine mi sebep olmuş? Yoksa zaten kölelik varmış da, Kuran önce bunlara zulmedilmesini engelleyen kurallar getirip, sonra azad edilmelerini teşvik edip, sonra da diğer insanlarla eşit ve kardeş mi yapmış?..
CİHAD konusu da böyle;
Barış içinde yaşayan bir toplumu savaşmaya teşvik eden bir kitap mı Kuran?
Yoksa, cahil ve zorba toplumlara medeniyet getiren bir kitap mı?
Makul değerlendiren herkes, Kuran'ın RUHUNU anladığında, aslında güzel bir toplum inşası için geldiğini, eşitlikçi ve özgürlükçü olduğunu, bilimi tavsiye ettiğini, yardımlaşma ve dayanışmayı özendirdiğini görür...
Efendimizin sadece politik ve stratejik nedenlerle evlilik yaptığını ne kadar kolay söylediniz öyle!... Halbuki bu ifadeyi her duyduğumda kalbime bir hançer saplanmış gibi hissediyorum. Kadının kadınlık duygularına hakaret gibi geliyor bana. Düşünsenize, kocanız sizinle siyasi amaçlarla evleniyor. Sizi sevdiği için, bir kadın olarak değer verdiği için ve aşk için değil, aile olmak için değil. Politik bir araçsınız sadece onun gözünde. Haşaa ben ne Allah'ın, ne Peygamberin, ne de Kur'anın kadını böyle politik araç düzeyine indirgediğini düşünmüyorum. Kur'an'ın Ruhundan bahsetmişsiniz. Kadının ruhunu anlayamayan , Kur'an'ın ruhunu anlayamaz bence. Biz kadınlar bu kaba Saba anlatımlara takılmamaya çalışsak da bazen elimizde olmadan da olsa ağır travmalara sebep olabiliyor maalesef!
Sevgi hn. Aslında sorduğu soruların yanıtlarını iyi biliyor!
Ne demek istediğinizi açarsanız...
@@sevgistanbul merhaba! size yakın zamanda denk geldim. LGBT + lar videonuzu izledim bir de bu videonun bir kısmını…Hepsini konuğunuzun eveleyip gevelemesini daha fazla dinleyemedim. Siz çok net sorular soruyorsunuz o Ali Rıza Demircan gibi genizden konuşup Türkçeyi de Arapça gibi telafuz ederek bir alim edası ile sunuyor! Açmamı istediğiniz konuya gelecek olursam, siz İslamın hetero erkek dışında ki konulara nasıl baktığını biliyorsunuz! Zaten islamda bu ele aldığınız konular şeytanileştirilmiş olmasa bu sorular da olmazdı. Sorularınızda fark ediyorum ki yenilik çi bir bakış açınız var. Lakin insanın geçmişinden kurtulması o mahalle baskısı denilen baskıyı bastırmak her ne kadar ülke de değiştirse insan için zor! Hele de bir aidiyet geçmişi varsa insanın. Kolaylıklar diliyorum.
@@dennisbener2944 deist ama söyleyemiyor kendine kabul ettiremiyor
Konu kadın, konuya gel be bu ne boş konuşma…
Konu kadın… sevgi hanım konuğunuzu konuya odaklı tutun yada başlığı yanlış atmayın…
Birde kendiniz konuyu araştırınkş soru sorabilesiniz…
Ayete karsi geliyorsunuz. Hadise karsi geliyorsunuz. Teslimiyet nerede!?